İsmet İnönü'nün Cumhurbaşkanlığı Döneminde Yükseköğretimdeki Gelişmeler (1938-1950)

İsmet İnönü’nün Cumhurbaşkanlığı Döneminde Yükseköğretimdeki Gelişmeler (1938-1950)

Yazan: Prof. Dr. Mahmut Adem

Genelde İsmet İnönü’nün ulusal eğitime, özellikle yükseköğretime destek ve katkıları birkaç sayfalık bir yazıya sığdırılamayacak denli çok ve büyük boyutlardadır. Burada İsmet İnönü’nün yükseköğretim, özellikle üniversite politikasındaki belirleyici etkisine geçmeden önce, ulusal eğitimin diğer alanlarına desteğinin yalnızca satırbaşları üzerinde durulacaktır.

Birinci Milli Eğitim şurası toplanmıştır (17-19/7/ 1939). Bu şurada, yükseköğretim, özellikle üniversite konusu da görüşülmüş, kimi önemli kararlar da alınmıştır.

Şura kararında üniversitenin amacı şöyle belirlenmiştir: Üniversitenin amacı; iyi gözlem, iyi inceleme ve deney, doğru düşünme yeteneğini taşıyan ve bilimsel yöntemleri alışkanlık haline getirmiş bir zihniyetle donanmış, yüksek bir idealin heyecanına tabi olarak gelişme yolunda ileri atılan ahlaklı, düzeyi yüksek bilim, meslek ve sanat adamları yetiştirmeye çalışmaktır (1).

Yine anılan şurada Prof. Dr. Vehbi Sarıdal, özerk üniversite özlemini şöyle dile getirmiştir: Devler ve üniversite. üniversite, devlet dediğimiz büyük sosyal uzvun bünyesine dahil değildir. Filhakika üniversiteyi kuran, yerini tayin eden, ona tahsisat veren, onun profesörünü atayan ve görev veren devlettir. Bununla beraber devlet kendisi , tesis edilmiş olan, yaratılmış olan üniversiteyi özgür ve bağımsız bir bilim kurumu olarak görmelidir… Üniversite, devlet üzerinde direkt bir surette müessir olmaz, onun tesiri dolayısıyladır. Devletin üniversite üzerinde olan tesiri de endirektir. Devlet, bizim görüş ve anlayışımıza göre üniversiteye belli bir ilmi istikamet veremez. Onun çalışmasında, ilmi takrirlerde, inceleme ve araştırma çalışmalarında şu tarzda hareket edeceksiniz, şu tarzda hareket etmeyeceksiniz, demez… Türkiye”in üniversite hakkındaki görüş tarzı böyle olmalıdır (2).

Berlin ve Paris’ten sonra Londra’da da öğrenci müfettişliği açılmıştır (1939). Bu da, 1416 sayılı yasa uyarınca yurtdışına öğrenime gönderilecek öğrenciler yönünden çok önemli bir gelişmedir.

Sonradan Kız Teknik Öğretmen Okulu adını alan, bugünkü Gazi üniversitesi Mesleki Eğitim Fakültesi, Kız Meslek öğretmen Okulu adıyla 1934-1935 öğretim yılında açılmıştır.

Aynı biçimde sonradan Erkek Teknik Yüksek Öğretmen Okulu olan ve bugünkü Gazi Üniversitesi Teknik Eğitim Fakültesi, Erkek Meslek Öğretmen Okulu adıyla 1937-1938 öğretim yılında açılmıştır. Bu okullar, uzun yıllar kendi alanlarında mesleki-teknik ortaöğretim kurumlarına öğretmen yetiştiren tek eğitim kurumlarıdır.

27.9.1941 tarihinde Rüştü Uzel, Milli Eğitim Bakanlığı Mesleki Öğretim Müsteşarlığına atanmıştır.

•Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü kurulmuştur (15.4.1942).
•İkinci Milli Eğitim şurası toplanmıştır (15-21 şubat 1943).
•Ankara Fen fakültesi kurulmuştur (17.9.1943).
•İstanbul Teknik üniversitesi kurulmuştur ( 12.7.1944).
•Ankara Tıp Fakültesi kurulmuştur (8.11.1945).
•üniversiteler Kanunu kabul edilmiş (13.6.1946-4936) ve Ankara üniversitesi kurulmuştur ( 18.6.1946).
•Üçüncü Milli Eğitim şurası toplanmıştır (2-10 Aralık 1946).
•Dördüncü Milli Eğitim şurası toplanmıştır (22-31 Ağustos 1949).
660 sayılı yasa uyarınca Suna Kan ve İdil Biret, müzik eğitimi için devlet hesabına yurtdışına gönderilmiştir.

İlk özerk üniversitenin Kuruluşu

Başta Mustafa Kemal ve İsmet Paşa olmak üzere Cumhuriyetin devrimci kadrosu eğitimi, Türk devriminin altyapısı olarak kabul ediyorlardı. Osmanlı’dan kalan tüm kurumlar çağdaş ölçütlere göre yeniden yapılanırken, İstanbul Darülfünununda da köklü yenilikler bekleniyordu.

Bu bağlamda 1923 yılında Darülfünun hocalarının aylıklarına çok önemli bir artış yapılmıştır. Cumhuriyet döneminde Darülfünunla ilgili ilk yasal düzenleme 1924 yılında 499 sayılı yasanın kabul edilmesi ile gerçekleştirilmiştir. Bu yasa ile Darülfünuna tüzel kişilik verilmiştir. Bu yasa uyarınca hazırlanan İstanbul Darülfünunu Talimatnamesi (Yönetmeliği) ile, “bilimsel” ve “yönetsel” özerklik verilmiş, medreselerin adı da fakülte olarak değiştirilmiştir. Ayrıca 1929 Dünya Ekonomik bunalımı sırasında tüm giderlerini kısan ve kamu görevlileri aylıklarında indirim yapan hükümet, Darülfünun öğretim elemanları aylıklarına dokunmamıştır.

Tüm bu iyi niyet çabalarına karşın Darülfünun, Cumhuriyetin devrimci dinamik atılımlarına ayak uydurmada yetersiz kalmıştır. Bunun üzerine 6.6.1933 tarih ve 2252 sayılı yasa ile, İstanbul darülfünunu lağvedilmiş ve 31.7.1933 tarihinde İstanbul üniversitesi kurulmuştur.

Yeni üniversite kurulurken Milli Eğitim Bakanlığı başlıca üç konu üzerinde önemle durmuştur. Birincisi, eğitim ile devrim arasında sıkı bir ilişki kurmak, ikincisi, üniversiteyi ülke sorunları konusunda çalışmaya yöneltmek, üçüncüsü, yeni üniversiteyi sıkı bir denetim altına almak. Daha açık bir deyişle üniversiteye yönetsel ve mali özerklik verilmemiştir. Bu yasaya göre üniversite rektörü, üniversite genel sekreteri, profesörler ve doçentler Milli Eğitim Bakanlığınca atanmakta ve görevden alınabilmektedir. Bu denetim, öğretim üyelerinden derse devam cetveli isteyecek denli ileri gitmiştir. Bu süreçte bilim, bilim insanı toplumda onarılmaz yaralar almış ve bu konuda yapılan yanlış uygulama giderek anlaşılmaya başlanmıştır.

Üniversite öğretim üyeliği mesleğinin öteki mesleklerden farklı olduğu toplumda genel kabul görmeye başlamıştır. Üniversite öğretim elemanları, kendilerini, sürekli olarak bilimsel araştırmalara, yayınlara vermek, yalnızca bugünün bilimi ile değil geleceğin biliminin de yaratıcıları durumunda olmaları gerektiği kabul edilmeye başlamıştır. Bu anlamda öğretim üyeliğinin fidanlığı olan asistanların da, devlet memurlarına uygulanan yasalardan farklı yasalara tabi olmaları zorunlu görülmüştür.
Hiç kuşkusuz bu nedenle 4936 sayılı üniversiteler Kanununda; üniversitelerde bilimsel araştırmayı ve bilimsel ve yönetsel özerkliği öne çıkarma, katılımcı ve demokratik yönetim biçimini yaşama geçirme, evrensel ölçülerde bilim anlayışı güçlü aydınlar yetiştirme temel amaç olmuştur.

Hükümetin TBMM’ne sunduğu yasa önerisinde şu gerekçe dikkati çekmektedir:
“Bugünkü üç yüksek bilim kurumumuzun (İstanbul, Ankara ve İstanbul Teknik Üniversiteleri) ve bundan sonra açacağımız benzerlerinin, demokrat bir cemiyetin gerektirdiği demokratik prensiplerle işleyebilmesi ve kendi varlığı içersinde doğrudan doğruya cemiyete karşı sorumlu olarak gelişebilmesi için şu iki bakımdan bünyesinde bazı yeni ilerleme imkanlarını kazandırıcı tedbirlerin alınması gerekli görülmüştür.

a. Her türlü görevlerinde özerk olmak.

b. Öğretim elemanlarının, belli kurallarla yetişip çalışmalarını sağlayacak biçimde görevlendirmek (3)

4936 sayılı üniversiteler yasasının en temel özelliği, Cumhuriyet döneminde üniversitelere özerklik veren ilk yasa olmasıdır.

İkinci Dünya Savaşı öncesi ve savaş süresince Avrupa’da faşist yönetimler varken, savaş sonrası demokrasiye geçilmiştir. İsmet İnönü’nün öncülüğünde Türkiye de çok partili demokratik düzene geçmiştir. Siyasetteki bu gelişmelere koşut olarak özgür ve özerk, katılımcı üniversite anlayışı da hızla Türk toplumunda gelişmiştir.
1946 tarihli yasa ile, üniversitelere yönetsel ve bilimsel özerklik, tüzel kişilik verilmiş, üniversiteler katma bütçeli kurumlar olmuş, ama Milli Eğitim Bakanının üniversitelerin başı olma durumu önlenememiştir. Bunu TBMM’de yasa görüşmeleri sırasında Milli Eğitim Hasan Ali Yücel şöyle açıklamıştır:

“Eğitim Bakanlarımızın üniversitelerimizin başı olması, üniversite işleriyle ilgili meselelerde yüksek huzurlarınıza bütçeleri gelecek bu kurumların sorumlu bir insanı ve sizin mümessiliniz sıfatıyla sizi yanıtlayabilmek içindir. Bu da üniversitenin içişlerine ve öğretimine asla ve kat’a bir müdahale değildir (4).

4936 sayılı üniversiteler yasasının önemi, daha sonra kabul edilecek yasalara sağlam bir altyapı sağlaması ve öncülük etmesidir.

Bu yasanın uygulandığı yıllarda hiçbir sıkıntı olmadı demek yanlış olur. örneğin 1947 yılında Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesinden üç öğretim üyesinin işine son verilmiştir. Ama asıl olumsuz gelişmeler 1950’den sonra DP iktidarı döneminde yaşanmıştır. 1956 yılında Siyasal Bilgiler Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Turhan Feyzioğlu, Milli Eğitim Bakanı Prof. Ahmet özel tarafından Bakanlık emrine alınmıştır. Daha sonra İstanbul üniversitesi Hukuk Fakültesi Anayasa Hukuku profesörü Hüseyin Nail Kubalı’nın görevine son verilmiştir. Başbakan Menderes daha da ileri giderek 18 Mayıs 1960 tarihinde Turgutlu Mitinginde profesörlere “…Bunlar doçentlerin yetişmesini önleyen, yerlerini muhafaza için onlara baskı yapan kara cüppelilerdir” demiştir.
DP-Üniversite kavgası sırasında muhalefet lideri İsmet İnönü, üniversite özerkliğini savunmuştur. DP iktidarınca üniversite özerkliğine müdahale konusunda şöyle demiştir:

“Özerk üniversiteyi demokratik rejimin temel öğelerinden biri sayarız. ıktidar,özerk üniversiteyi dili olmayan, işe yaramayan bir unsur haline getirmek istiyor. Bu yanlıştır, zararlıdır” (5).

27 Mayıs 1960 devriminin ürünü olan 1961 Anayasasının 120. maddesi üniversite ile ilgilidir. Bu madde çerçevesinde 28.10.1960 tarihinde Milli Birlik Komitesince kabul edilen 115 sayılı yasa ile, 4936 sayılı yasa ile tanınan özerklik daha da genişletilmiştir. Ancak aynı gün kabul edilen 114 sayılı yasa ile de, 147 öğretim üyesi üniversitedeki görevlerinden uzaklaştırılmışlardır. Bu büyük yanlış, İsmet İnönü’nün başbakanlığı döneminde , 18.4.1962 tarihinde çıkarılan bir başka yasa ile düzeltilmiş ve 147’ler yeniden eski görevlerine dönmüşlerdir.

Benzer bir durum da 12 Mart 1971 askeri müdahalesinden sonra yaşanmıştır. Bu dönemin başta Genel Kurmay Başkanı Memduh Tağmaç olmak üzere asker yöneticileri üniversite özerkliğini sınırlandırmak ya da tümüyle kaldırmak istemektedirler. Ancak CHP Genel Başkanı İsmet İnönü şu görüşle karşı çıkmıştır: “Üniversitedeki elemanlar Türkiye’nin en iyi eğitim görmüş, en iyi yetişmiş insanlarıdır. Onların kendilerini yönetemeyeceklerini nasıl kabul edebiliriz?” Bunu üzerine 12 Mart 1971 askeri yönetimi üniversite özerkliğini kaldıramaya cesaret edememiştir.

Bu, bize şunu çağrıştırıyor : 1480 sayfa ve iki ciltlik “Dünya üniversiteleri ve Türkiye’deki üniversitelerin Gelişimi (1950) adlı kitabın yazarı Ord. Prof. Dr. Hirsch, YöK’ü gördükten sonra şöyle diyor: “Her general, Atatürk değildir!”. O zaman şu da bir gerçek: Her askeri darbeden sonra üniversite özerkliğini koruyacak bir İsmet İnönü bulunabilir mi?


KAYNAKÇA

1) Tahir Hatipoglu, Türkiye Üniversite Tarihi, 1845-1997, Selvi Yayinevi,Ankara, 1998,s:172-173.
2) Aynı, s:173.
3) Ernst E. Hirsch, Dünya Üniversiteleri ve Türkiye’de Üniversitelerin Gelişmesi, Cilt:2, S.815.
4) Tahir Hatipoglu, Aynı, s:176.
5) Tahir Hatipoglu, Aynı, s:182.