TBMM KÜLTÜR SANAT VE YAYIN KURULU YAYINLARI

 

 

 

 

 

 

 

 

İSMET İNÖNÜ

Konuşma, Demeç, Makale,

Mesaj ve Söyleşileri

1970 – 1973

 

 

 

 

(25.07.1970 – 10.12.1973)

Hazırlayan

İlhan TURAN

 

ANKARA – 2004

 

 

 

 

 

 

 

 

Sunuş ve Teşekkür

 

 

İsmet İnönü’nün “Konuşma, Demeç, Makale, Mesaj ve Söyleşileri”ne ilişkin kronolojik eksiklikleri gidermeyi bu kitapla sürdürüyoruz.

TBMM konuşmaları dışında, İsmet İnönü’nün basılı kitaplarında önemli boşluk ve eksikler bulunmaktaydı. İsmet İnönü’nün ölümünün 30. yıldönümünde, Aralık 2003’te yayınlanan 26.10.1933–03.12.1938, 13.12.1944–28.05.1950 tarihlerine ilişkin iki kitap ve bu yıl yayınlanan 11.11.1961–26.02.1965, 11.03.1965–25.12.1967, 01.01.1968–23.07.1970 tarihlerine ilişkin üç ayrı cildin ardından 25.07.1970–10.12.1973 tarihlerine ilişkin bu altıncı kitapla kronolojik eksikleri tamamlamış bulunuyoruz.

Tamamlanan bu çalışma ile, İnönü Vakfı olarak İsmet İnönü’ye karşı önemli bir görevimizi yerine getirdiğimizi ve araştırmacılar ile genç kuşaklar açısından da önemli bir eksiği giderdiğimizi düşünüyoruz..

Bu son kitap, İsmet İnönü’nün ana muhalefet liderliğinin son dönemini yansıtmasının yanısıra, cumhuriyetin kurucusu olan partisinin önce liderliğinden sonra da kendisinden koptuğu son dönemini kapsamaktadır. Önceki kitapların girişlerinde belirttiğimiz bir husus İsmet İnönü’nün son günleri için de geçerlidir. İsmet İnönü için devletin başında bulunmak ile muhalefet liderliğinde bulunmak ve aynı şekilde genel başkanlık ile partisinden ayrılmış olmak arasında bir fark bulunmamaktadır. Zira o, hep ülkesini, ülkesinin çıkarlarını, iç barış ve demokrasiyi ön planda tutmaktadır. Yinelemek istiyoruz: İsmet İnönü için demokrasi ve demokratik rejimin yerleştirilmesi, siyasi partiler ve vatandaşlar arası ilişkilerin iyi kılınması, cumhuriyetin temel prensiplerinin korunması, siyasetin her türlü istismardan arındırılması ve ülke çıkarlarının temel alınması önemli bir ideal ve sürekli çaba konusu olmuştur. İşte bu son kitapla, bu çabalara onun son yılları ve son günlerinde yine tanık oluyoruz..

*     *     *

Başta sözünü ettiğimiz İsmet İnönü’nün kitaplarındaki eksikleri giderme konusunda TBMM’nin gösterdiği süreklilik içindeki kurumsal yaklaşımı nedeniyle, TBMM Başkanlığı’na, Kültür Sanat ve Yayın Kurulu’na, Kültür Sanat ve Yayın Kurulu Birim Amiri Ercan DURDULAR’a öncelikle ve yeniden teşekkür ediyoruz.

Bu çalışmaların veri kaynağı TBMM Kütüphanesi ile Vakfımızın arşivi olmuştur. Ancak TBMM Kütüphane Müdürlüğü’nün özel katkıları olmasaydı, bu çalışma belki de bu tamlıkta olmayabilirdi. Bir yılı aşkın bir süreyle TBMM Kütüphanesi, bu çalışmanın araştırma ve veri toplama safhasına ilişkin İnönü Vakfı’na duyarlı bir ev sahipliği yapmıştır.

TBMM Kütüphanesinin bir önceki Müdürü Ali Rıza CİHAN’ın çok özel katkılarını burada anıyor ve kendisine sevgi ve teşekkürlerimizi yineliyoruz.

Yine TBMM Kütüphanesi yönetici ve görevlilerinden,

Kütüphane eski Müdür Yardımcısı ve yeni Müdürü İsmet BAYDUR,

Müdür Yardımcısı Tuncer YILMAZ;

Mikrofilm Bölümü eski Sorumlusu ve eski Müdür Yardımcısı Cihan ERKAL,

Bu çalışmalar için ciddi emekleri bulunan Mikrofilm Operatörleri Ömer İMAMOĞLU ile Şevket ERCİL,

Mikrofilm Operatörleri İhsan Güler ve Yaşar Bilgin,

Araştırma Bölümü Görevlisi Alev SARI,

Ödünç Verme Bölümü Şefi Necla ERYURT,

Fotokopi Görevlileri Mehmet YILDIRIM ile Mehmet SAĞIR

Depo Görevlileri Veis KARAKUŞ ile Engin KELEŞ’e ve adlarını burada belir-temediğimiz bir çok Kütüphane görevlisine;

TBMM Basımevi Müdürlüğü’ne,

Basımevi Elektronik Dizgi Bölümü Sorumlusu Ali İPEK’e,

Basımevi Elektronik Dizgi Görevlisi Mihriban ATMACA’ya;

Ve son olarak, büyük titizlik ve özveri ile yaptığı araştırma sonucunda bu kitapları gerçekleştiren İlhan Kamil TURAN’a içten teşekkürlerimizi sunuyoruz.

01.08.2004

Özden TOKER

İnönü Vakfı Başkanı

 

 

 

 

 

 

Hazırlayandan Kitap Hakkında Notlar

 

 

 

 

 

Bu kitap, İnönü Vakfı için yapılan süreli bir çalışmanın altıncısıdır.

İsmet İnönü’nün (TBMM dışındaki) söylev, konuşma, demeç, söyleşi, makale ve mesajlarının kronolojik eksiklerinin ilk kısmına, yani 26.10.1933–03.12.1938 ile 29.12.1944–25.05.1950 tarihlerine ilişkin ilk iki kitabın ardından, 1961–1973 yıllarına ilişkin 11.11.1961–26.02.1965, 11.03.1965–25.12.1967, 01.01.1968–23.07.1970 tarihlerine ilişkin kitapların ardından 25.07.1970–10.12.1973 tarihlerini kapsayan bu kitapla altıncı ve son aşaması da tamamlanmış olmaktadır.

Çalışmanın yürütülüşü

Söz konusu tarihleri kapsayan kitaplar için yapılan çalışma, TBMM Kütüphanesi ve Mikrofilm Bölümünde, Ulus ve Cumhuriyet gazeteleri esas alınarak ve bu gazetelerdeki verilerden hareketle gerektiğinde diğer gazetelerden yararlanılarak ve ayrıca dönemin önemli dergileri taranarak yürütülmüştür.

Dil/Türkçe kullanımı ile kaynakçalara dair

Kitapta yer alan metinlerin dil–yazı–konuşma özgünlükleri korunarak aktarılmıştır. Kaynak olarak kullanılan eski metinlerde, kimi zaman farklı yayınların kendilerince farklı “dil uyarlamaları” yapması ve bunların üstüne gelen dizgi/basım yanlışlarının olduğu gözetilmelidir. Metinleri yayıma hazırlarken yalnızca bariz dizgi/basım yanlışlarında az sayıda harf düzeltileri yapılmış; yine az sayıdaki harf veya tekil sözcük ekleri köşeli parantez içinde verilmiştir. Ancak bu tür az sayıdaki düzeltilere karşın, kullanılan bazı harf ve sözcükler itibarıyla metinler arası farklılıklar ve hatta bir metin içinde kimi farklılıklar bulunduğu gözetilmelidir.

Bir tek metne ilişkin farklı kaynaklar arasında yapılan seçim ise, dizgiye elverişlilik ve metnin tamamının bulunması ölçütüne dayalı olmuştur.

Gazete kaynaklı verilerde az sayıda sözcüğün, gazetenin cilt kenarına gelmesi veya dizgi/baskı problemlerinden ötürü okunamaması sözkonusudur. Bu tür durumlar, köşeli parantez içinde [okunamadı] kaydı eşliğinde belirtik kılınmıştır.

Tam metni bulunan veriler dışındaki metinlerin bir kısmı gazetelerin özet aktarımı veya gazetelerin yorumlu aktarımı eşliğinde İsmet İnönü’nün konuşmalarını içermektedir. Bu tür, doğrudan İsmet İnönü’nün konuşmasını içermeyen yorum vb. aktarımlar çıkarılarak parantez içinde üç nokta (...) eşliğinde verilip, kitabın yalnızca İsmet İnönü’nün konuşmalarına referans oluşturması sağlanmıştır.

Gazetelerin özet aktarımlarında birbirini tutmayan veya eksik veri aktarımı sözkonusu olduğu durumlarda, [Tamamlayıcı haber] ara başlığı eşliğinde tamamlayıcı metinlere ayrıca yer verilmiştir.

Kaynakça bilgilerine her metnin ilk sayfasının altında yer verilmiş; gerekli kimi açıklayıcı bilgiler de sayfa altı dipnotu olarak, özgün metinlerden ayrıksı olarak belirtilmiştir.

Konu başlıklarına dair

Konu başlıklarında, ilgili metinlerin hangi konuyu içerdiğinin yansıtılmasına azami düzeyde özen gösterilmiştir.

Sözlük hakkında

              Kitabın arkasında bulunan “Sözlük”te sözcüklerin doğru yazımı verilmiştir. Kitaplarda yer alan metinlerin içinde, (çıkış yeri ve dilin durumuna göre) “kalın ünlü” harfler [a, ı, o, u] ile “ince ünlüler”in [e, i, ö, ü];  (dudakların durumuna göre) “düz ünlüler” [a, e, ı, i] ile “yuvarlak ünlüler”in [o, ö, u, ü] ve (ağzın açıklığına göre) “geniş ünlüler” [a, e, o, ö] ile “dar ünlüler”in [ı, i, u, ü] sözcükler içindeki kullanımı bazen yer değiştirebilmektedir. Ayrıca a-ı, e-i, i-ı, u-ü; b-p, c-ç, d-t, ğ-v, n-m değişmeleri; ünsüz türemesi olarak y-v değişimi de olabilmekte ve nihayet eski dilin kimi özgünlükleri yansıyabilmektedir. Bu nedenle okuyucu sözlükte arama yaparken, mantıksal olarak iki ve daha çok seçenekli tarama yoluna başvurmalıdır.

Dizin hakkında

Kitabın arkasında yer alan “Dizin” coğrafi yerler, kişi adları, kitabın içerildiği döneme ilişkin temalar ile İsmet İnönü’nün değinilerindeki vurgular esas alınarak hazırlanmış, böylece ilgili dönemlere yönelik ayrıntılı araştırma yapanlara yardımcı olmaya çalışılmıştır.

Teşekkür

Son olarak, bu kitapların hazırlık aşamasındaki sayısız katkısı için ender insanlardan sevgili Ali Rıza CİHAN’a; bu çalışmaların önemli yanlışlardan korunmasını sağlayıcı yönlendirme ve katkıları nedeniyle Şerafettin TURAN ve Selim İLKİN’e; başta Ömer İMAMOĞLU ve Şevket ERCİL olmak üzere TBMM Kütüphane çalışanlarına; dizgi yardımlarından ötürü Nuray ÇALI’ya; yeni veri bulmaya ilişkin katkısından dolayı arkadaşım Serdar Ömer KAYNAK’a; Almanca çeviri için arkadaşım Yıldız KÖREMEZLİ ERKİNER’e; kitaplaştırma sırasındaki yardımlarından ötürü arkadaşlarım Tamer İNCESU, Evrim KARAKOÇ ve Murat KARAKOÇ’a; ve kitaplaştırmaya yönelik teknik desteği için Atatürk Araştırma Merkezi Uzmanı Ali TUNA’ya içtenlikle teşekkür ediyorum.

İlhan K. Turan

 

 

 

 

 

 

 

 

İsmet İnönü’nün Yayınlanmış Kitapları*

 

 

TBMM Konuşmaları

İsmet İnönü’nün T.B.M.M.’deki Konuşmaları 1920–1973; 3 Cilt, Derleyen: Ali Rıza Cihan; TBMM Kültür Sanat ve Yayın Kurulu Yayınları, Ankara, 1992 … 29.05.1920–06.11.1973 tarihleri arasını kapsamaktadır.

Söylev, Konuşma, Söyleşi, Demeç, Makale ve Mesajları

İsmet Paşa’nın Siyasi ve İçtimai Nutukları 1920–1933; Başvekalet Matbaası, Ankara, 1933...25.09.1920–29.10.1933 tarihleri arasını kapsamaktadır.

Konuşma, Demeç, Makale, Mesaj ve Söyleşileri; 1933–1938; Hazırlayan: İlhan Turan; TBMM Kültür Sanat ve Yayın Kurulu Yayınları, Ankara 2003 .... 26.10.1933–03.12.1938 tarihleri arasını kapsamaktadır.

Milli Şef’in Söylev, Demeç ve Mesajları; Derleyen: Kadri Kemal Kop, Akay Kitabevi, Ankara, 1945 ... 11.11.1938–28.12.1944 tarihleri arasını kapsamaktadır.

Konuşma, Demeç, Makale, Mesaj ve Söyleşileri; 1944–1950; Hazırlayan: İlhan Turan; TBMM Kültür Sanat ve Yayın Kurulu Yayınları, Ankara 2003 .... 29.12.1944–28.05.1950 tarihleri arasını kapsamaktadır.

Muhalefetde İsmet İnönü: Konuşmaları, Demeçleri, Mesajları, Sohbetleri ve Yazılarıyla; Derleyen: Sabahat Erdemir, M. Sıralar Matbaası, İstanbul, 1956 ... 31.05.1950–29.07.1956 tarihleri arasını kapsamaktadır.

Muhalefetde İsmet İnönü: Konuşmaları, Demeçleri, Mesajları, Sohbetleri ve Yazılarıyla; Derleyen: Sabahat Erdemir, M. Sıralar Matbaası, İstanbul, 1959 ... 16.08.1956–09.09.1959 tarihleri arasını kapsamaktadır.

Muhalefetde İsmet İnönü (1959–1960); Derleyen: Sabahat Erdemir; Ekicigil Matbaası, İstanbul, 1962 ... 13.09.1959–26.05.1960 tarihleri arasını kapsamaktadır.

İhtilâlden Sonra İsmet İnönü: Konuşmaları, Demeçleri, Mesajları, Sohbetleri ve Yazılarıyla; Derleyen: Sabahat Toktamış, Ekicigil Matbaası, İstanbul, 1962 ... 28.05.1960–10.11.1961 tarihleri arasını kapsamaktadır.

Konuşma, Demeç, Makale, Mesaj ve Söyleşileri; 1961–1965; Hazırlayan: İlhan Turan; TBMM Kültür Sanat ve Yayın Kurulu Yayınları, Ankara 2004 .... 11.11.1961–26.02.1965 tarihleri arasını kapsamaktadır.

Konuşma, Demeç, Makale, Mesaj ve Söyleşileri; 1965–1967; Hazırlayan: İlhan Turan; TBMM Kültür Sanat ve Yayın Kurulu Yayınları, Ankara 2004 .... 11.03.1965–25.12.1967 tarihleri arasını kapsamaktadır.

Konuşma, Demeç, Makale, Mesaj ve Söyleşileri; 1968–1970; Hazırlayan: İlhan Turan; TBMM Kültür Sanat ve Yayın Kurulu Yayınları, Ankara 2004 .... 01.01.1968–23.07.1970 tarihleri arasını kapsamaktadır.

Konuşma, Demeç, Makale, Mesaj ve Söyleşileri; 1968–1970; Hazırlayan: İlhan Turan; TBMM Kültür Sanat ve Yayın Kurulu Yayınları, Ankara 2004. ... 25.07.1970–10.12.1973  tarihleri arasını kapsamaktadır.

Defterleri

İsmet İnönü; Defterler (1919–1973); 3 Cilt, Hazırlayan: Ahmet Demirel; Yapı Kredi Yayınları, 1.Baskı: İstanbul, Aralık 2001 ... 01.01.1919–11.12.1973 tarihleri arasında tuttuğu notları kapsamaktadır.

Yurt Gezisi Konuşmaları

İsmet İnönü’nün Kastamonu Gezileri: 1938–1949–1958; Mustafa Eski; Çağdaş Yayınları, İstanbul, 1995 ... 05–10.12.1938, 18–26.04.1949 ve 24–25.10.1958 tarihle-rini kapsamaktadır.

Cumhurbaşkanı İnönü’nün Ege Seyahati: 1949; Hazırlayan: Kemal Zeki Genc-osman; Ankara, 1949 ... 30.07.1949–21.08.1949 tarihleri arasını kapsamaktadır.

Anıları

İsmet İnönü; Hatıralar; 2 Cilt, Hazırlayan: Sabahattin Selek; Bilgi Yayınevi, Ankara, 1985 ... Kurtuluş Savaşından Cumhurbaşkanlığına seçilişine kadarki konuları kapsamaktadır. İlkönce 1968’de yazı dizisi olarak  yayınlanmıştır.

Anı, Atatürk, İstiklal Savaşı ve Lozan Konferansına İlişkin Eser, Söyleşi ve Konferansları

İsmet İnönü; Aziz Atatürk; Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, Ankara, 196 ...Bu kitapçık, Atatürk’ün ölümünün 25. yıldönümü dolayısıyla (10.11.1963) hazırlanan bir makaleyi içermektedir.

İnönü Atatürk’ü Anlatıyor; Hazırlayan: Abdi İpekçi; İstanbul, Cem Yayınevi, 1968 ... Kurtuluş Savaşından Atatürk ile ilişkilere dek birçok konuyu içermektedir.

İsmet İnönü; İstiklal Savaşı ve Lozan; Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara 1993 … 23 Ekim 1973 tarihinde Türk Tarih Kurumu’nda verdiği  konferans metnini içermektedir.

İsmet İnönü; Televizyona Anlattıklarım; Hazırlayan: Nazmi Kal; Ankara, Bilgi Yayınevi, 1993 ... 1968–1973 yılları arasındaki 10 ayrı televizyon söyle-şisini kapsamaktadır.

İsmet İnönü; Lozan Barış Konferansı–Konuşma, Demeç, Makale, Mesaj, Anı ve Söyleşileri; Hazırlayan İlhan Turan; Atatürk Araştırma Merkezi Yayını, Ankara, Temmuz 2003 ... Lozan Konferansının öngünlerinden yaşamının sonuna dek yapılan konuşma, demeç, makale, mesaj anı ve söyleşileri kapsamaktadır.

Mektupları

Baba İnönü’den Erdal İnönü’ye Mektuplar; Basıma Hazırlayan: Sevgi Özel; Bilgi Yayınevi, Birinci Basım Aralık 1988 … Erdal İnönü’ye yazılan 02.09.1947–14.08.1960 tarihleri arasındaki mektupları kapsamaktadır.

Söylev, Konuşma ve Eserlerinden Yapılan Seçmeler

İsmet İnönü’nün Vecizeleri; Ali Toygar–Cumhuriyet Kitabevi, İstanbul, 1941

İnönü Diyor ki: Nutuk, Hitabe, Beyanat, Hasbihaller, Hazırlayan Herbert Melzig; İstanbul, 1941

İsmet İnönü; Millet ve İnsaniyet: Milli Şef İsmet İnönü’nün Nutuklarından En Güzel Parçalar; Derleyen: Herbert Melzig; İstanbul: Kanaat Kitabevi, 1943

İnönü’nün Söylev ve Demeçleri, T.B.M. Meclisinde ve CHP Kurultaylarında, 1919–1946; Türk Devrim Tarihi Enstitüsü Yayınları, İstanbul 1946

İsmet İnönü’nün Maarife Ait Direktifleri; Maarif Vekilliği Yayını, İstanbul 1939

Cumhurbaşkanları, Başbakanlar ve Milli Eğitim Bakanlarının Milli Eğitimle İlgili Söylev ve Demeçleri (içinde); Türk Devrim Tarihi Enstitüsü Yayınları, Milli Eğitim Basımevi, 1946–Ankara

İsmet İnönü ve Tek Dereceli İlk Seçimler (1946–1950–1954–1957); Hazırlayan: İlhan Turan, İnönü Vakfı Yayınları, Ajans–Türk Basım ve Basım A.Ş., Ankara, Aralık 2002

İsmet İnönü; Eğitim–Öğretim Üzerine; Hazırlayan: İlhan Turan, Türk Eğitim Derneği–İnönü Vakfı Ortak Yayını, Ankara, Aralık 2002

 

 

 

 

 

 

 

 

İçindekiler

 

 

Sunuş ve Teşekkür – Özden TOKER

Hazırlayandan Kitap Hakkında Notlar

İsmet İnönü’nün Yayınlanmış Kitapları

İçindekiler

25.07.1970...Lozan Barış Antlaşması’nın 47. Yıldönümü Dolayısıyla CHP MYK Üyelerinin Ziyaretinde Yapılan Sohbet

25.07.1970...Lozan Barış Antlaşması’nın 47. Yıldönümü Dolayısıyla CHP’li Genç Milletvekilleri, Gençlik Kolları ve SDDF Üyeleri ile İçel Silifke Belediye Başkanının Ziyaretinde Yapılan Sohbet

27.07.1970...CHP Rize Eski Milletvekili ve PM Üyesi, Ekonomi ve Çalışma Bakanlarından Tahsin Bekir Balta’nın Ölümü Dolayısıyla Verilen Demeç

28.07.1970...CHP Ortak Grup Toplantısında 1960 Sonrası Siyasi Süreçlere İlişkin Yapılan Konuşma

01.08.1970...İstanbul’da Oğlu Ömer İnönü’nün Evinin Önünde Gazetecilere Söyledikleri

14.08.1970...Milliyet Gazetesi’nden Abdi İpekçi ile CHP İçi Sorunlardan Hareketle Güncel Siyasi Sorunlara İlişkin Yapılan Söyleşi

20.08.1970...CHP PM Üyesi Selahattin Hakkı Esatoğlu’nun Ölümü Dolayısıyla Parti Genel Sekreteri Bülent Ecevit’e Gönderilen Mesaj

27.08.1970...26 Ağustos Taarruzunun Yıldönümü Dolayısıyla HMGDYC’nin Düzenlediği “Şeref Günü”nde Yapılan Konuşma

09.09.1970...CHP’nin Kuruluşunun 47. Yıldönümü Dolayısıyla Verilen Demeç

10.09.1970...CHP’nin Kuruluşunun 47. Yıldönümü Dolayısıyla İstanbul İl Başkanı Ali Topuz ve İl Kadın Kolu Başkanı Solmaz Betül’ün Heybeliada Ziyaretinde Söyledikleri

14.09.1970...CHP’nin Kuruluşunun 47. Yıldönümü Dolayısıyla Parti Genel Sekreteri Bülent Ecevit’in Mesajına Verilen Yanıt

14.09.1970...Milliyet Gazetesi’nden Abdi İpekçi ile Siyaset Dışı Konularda Yapılan Söyleşi

15.09.1970...Cemal Gürsel’in Ölümünün 4. Yıldönümü Dolayısıyla Verilen Demeç

28.09.1970...Heybeliada CHP İlçe Lokalinde Dış ve İç Politika Üzerine Yapılan Konuşma ve Gazetecilerin Sorularına Verilen Yanıtlar

30.09.1970...TTK’nın 7. Kongresine Gönderilen Mesaj

10.10.1970...Orta Doğu’daki Olaylar Üzerine Milliyet Gazetesi’ne Verilen Demeç

19.10.1970...CHP Bursa Merkez İlçe Kongresine Gönderilen Mesaj

27.10.1970...TESK Genel Kuruluna Gönderilen Mesaj

29.10.1970...Cumhuriyetin 47. Yıldönümü Dolayısıyla Yayınlanan Mesaj

31.10.1970...Kars’ın Kurtuluş Günü Dolayısıyla Belediye Başkanına Gönderilen Mesaj

08.11.1970...TBMM Başkanlık Seçimi ile İlgili Verilen Demeç

09.11.1970...CHP Ankara Çankaya İlçe Kongresine Gönderilen Mesaj

10.11.1970...Atatürk’ün Ölümünün 32. Yıldönümü Dolayısıyla Yayınlanan Mesaj

11.11.1970...Atatürk Devrimleri Üzerine Televizyonda Yapılan Konuşma

11.11.1970...Fransa Eski Cumhurbaşkanı De Gaulle’ün Ölümü Üzerine Yayınlanan Mesaj

12.11.1970...Hürriyet Gazetesi’nden Kurtul Altuğ ile TBMM Başkanlık Seçimi Üzerine Yapılan Söyleşi

26.11.1970...Ankara Parti Örgütündeki Tartışmalar Üzerine CHP Örgütüne Gönderilen Genelge

29.11.1970...CHP PM Toplantısında Silahlı Öğrenci Hareketlerine İlişkin Yapılan Konuşma

01.12.1970...Ramazan Bayramı Dolayısıyla Yayınlanan Mesaj

01.12.1970...CHP PM Toplantısında Parti Gelirleri ve Aidatları Üzerine Yapılan Konuşma

02.12.1970...Bayram Gazetesi’nin “Liderlerin Birbirlerini Tanımlamasına” Yönelik Sorusuna Verilen Yanıt

12.12.1970...Kadınlara Seçme ve Seçilme Haklarının Tanınmasının 36. Yıldönümü Dolayısıyla AA Muhabiri Nalan Seçkin’in Sorularına Verilen Yanıtlar

13.12.1970...CHP Kırklareli Babaeski İlçe Kongresine Gönderilen Mesaj

14.12.1970...CHP Tekirdağ Çorlu İlçe Kongresine Gönderilen Mesaj

16.12.1970...CHP Ortak Grup Toplantısında Gençlik Hareketleri Üzerine Yapılan Konuşma

24.12.1970...Veteriner Hekimliği Öğretiminin 128. Yıldönümü Dolayısıyla Düzenlenen Törende Yapılan Konuşma

26.12.1970...CHP Grupları Ortak Yönetim Kurulu Toplantısında Yapılan Konuşma Özeti

27.12.1970...DP Genel Başkanlığına Seçilen Ferruh Bozbeyli’ye Gönderilen Kutlama Mesajı

28.12.1970...CHP Adana Ceyhan İlçe Kongresine Gönderilen Mesaj

29.12.1970...Eski Silah Arkadaşlarıyla Yapılan Sohbet

31.12.1970...Yeni Yıl Dolayısıyla Yayınlanan Mesaj

01.01.1971...TÜRK-İŞ’e Yapılan Saldırı Üzerine Seyfi Demirsoy’a Gönderilen Mesaj

06.01.1971...Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay ile Görüşmeden Sonra Gazetecilerle

07.01.1971...Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil’in Ziyaretinden Sonra Gazetecilerin Sorularına Verilen Yanıtlar

08.01.1971...CHP İzmir İl Kongresine Gönderilen Mesaj

09.01.1971...Barolar Birliği Genel Kuruluna Gönderilen Mesaj

10.01.1971...Milliyet Gazetesi’nden Orhan Tokatlı ile Üniversitelerdeki Durum, Hükümetin Durumu, Personel Yasası ve Toprak Sorunu Üzerine Yapılan Söyleşi

11.01.1971...CHP Düzce İlçe Kongresine Gönderilen Mesaj

11.01.1971...Ziraat Öğretiminin 125. Yıldönümü Dolayısıyla “Tarım Haftası” Toplantısında Yapılan Konuşma

13.01.1971...Ankara Televizyonunda 12 Mart Öncesi Siyasi Durum Üzerine Yapılan Söyleşi

21.01.1971...TEMF Toplantısına Gönderilen Mesaj

22.01.1971...Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil ile Görüşmeden Sonra Yapılan Açıklama

23.01.1971...CHP Ortak Grup Toplantısında Mevcut Siyasi Durum Üzerine Yapılan Konuşma

24.01.1971...CHP İller Toplantısında Parti İçi Gündemler ve Demokratik Rejimin Yaşatılmasına İlişkin Yapılan Konuşma

31.01.1971...AGC’nin 16. Genel Kurulunda Yapılan Konuşma

03.02.1971...Balıkesir Gönenli Çiftçilerin Ziyaretinde Söyledikleri

05.02.1971...Kurban Bayramı Dolayısıyla Yayınlanan Mesaj

08.02.1971...“Sıkıntıları Gidereceğiz” (Makale)

10.02.1971...Anayasa Mahkemesi Başkanı İsmail Hakkı Ketenoğlu’nun Siyasi Partilere Yardımın Kaldırılmasıyla İlgili Açıklaması Üzerine Verilen Demeç

12.02.1971...İzmit Belediye Başkanı Leyla Atakan’ın Ölümü Dolayısıyla Em. Org. Hasan Atakan’a Gönderilen Mesaj

14.02.1971...Annesi Makbule Güley’in Ölümü Üzerine CHP Milletvekili Ferda Güley’e Gönderilen Mesaj

19.02.1971...Halkevleri’nin Kuruluşunun 39. Yıldönümü Dolayısıyla Kadri Kaplan’a Gönderilen Mesaj

24.02.1971...TSAEDYHKK’nin Ziyaretinde Söyledikleri

05.03.1971...Alman Frankfurter Rundschau ve Neue Zürchner ZeitungGazeteleri Adına Roland Örtel ile Yapılan Söyleşi

06.03.1971...Üniversitede Polisin Arama Yapmasına İlişkin CHP Yöneticilerine Söyledikleri

07.03.1971...CHP Ortak Grup Toplantısında Mevcut Siyasi Bunalım ve Demokratik Rejim Üzerine Yapılan Konuşma

08.03.1971...CHP İller Toplantısında Amerikalı Askerlerin Kaçırılmasından Hareketle Mevcut Siyasi Durum Üzerine Verilen Söylev

10.03.1971...THKO Militanlarınca Kaçırılan Dört Amerikan Havacısının Serbest Bırakılması Dolayısıyla ABD Büyükelçisi William J. Handley’in Mesajına Verilen Yanıt

13.03.1971...Kendisine Atfedilen Sözler Üzerine Yapılan Açıklama

15.03.1971...12 Mart Muhtırasının Ardından Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’ın Partilerin Genel Başkanlarıyla Düzenlediği Toplantı Öncesi ve Sonrasında Söyledikleri

16.03.1971...CHP Ortak Grup Toplantısında 12 Mart Müdahalesinden Hareketle Demokratik Rejim ve Ordu Üzerine Verilen Söylev

17.03.1971...CHP Ortak Grup Toplantısında Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’a Verilecek Yanıta İlişkin Yapılan Konuşma

18.03.1971...Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay ile Görüşmeden Sonra Söyledikleri

18.03.1971...Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’a İletilen, CHP’nin Yeni Hükümet Kuruluşu ile İlgili Görüşlerini İçeren Mektup

18.03.1971...Amerikan CBS Televizyonu Muhabiri Fenton ile 12 Mart Müdahalesi Üzerine Yapılan Söyleşi

19.03.1971...CHP Ortak Grup Toplantısında Yeni Hükümet Oluşumu, 12 Mart ve Dış Politika Üzerine Yapılan Konuşma

22.03.1971...CHP Ortak Grup Toplantısında Yeni Hükümet Kuruluşu ve Genel Sekreter Bülent Ecevit’in İstifası Üzerine Yapılan Konuşma

22.03.1971... Bülent Ecevit’in İstifası ve Yeni Hükümet Üzerine Ankara Televizyonu ile Yapılan Söyleşi

23.03.1971...Bülent Ecevit’in İstifa Nedeniyle Yaptığı Veda Ziyaretinin Ardından Söyledikleri

24.03.1971...CHP PM Toplantısında Bülent Ecevit’in İstifası, SDDF’lilerin Bir İthamı ve PM’nin Boş Üyelikleri Seçimine İlişkin Yapılan Konuşma

26.03.1971...Bülent Ecevit’in Genel Sekreterlikten İstifası Dolayısıyla CHP Örgütüne Gönderilen Genelge

31.03.1971...Başbakan Nihat Erimi’i Kutlama Ziyaretinde..

01.04.1971...31 Mart Ayaklanmasına İlişkin Televizyon Konuşması

02.04.1971...İkinci İnönü Zaferinin 50. Yıldönümü Dolayısıyla İnönü Bucağı Kutlama Komitesine Gönderilen Mesaj

02.04.1971...İkinci İnönü Zaferinin 50. Yıldönümü Dolayısıyla CHP MYK Üyeleri ve Başbakan Nihat Erim’in Ziyaretinde Söyledikleri

02.04.1971...İkinci İnönü Zaferinin 50. Yıldönümü Dolayısıyla Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’ın Mesajına Verilen Yanıt

03.04.1971...Hükümet Programı Üzerine THA Muhabirine Söyledikleri

04.04.1971...CHP Ortak Grup Toplantısında Bülent Ecevit’in Konuşması, 12 Mart, 27 Mayıs ve Demokratik Rejim Üzerine Yapılan Konuşma

08.04.1971...Hükümetin Güvenoyu Alması Üzerine Başbakan Nihat Erim’i Kutlama Ziyareti ve Sonrasında Söyledikleri

10.04.1971...Asılsız Bir Haber Üzerine Söyledikleri

14.04.1971...Milliyet Gazetesi’nden Abdi İpekçi ile 12 Mart Müdahalesi ve Bağlantılı Konular Üzerine Yapılan Söyleşi

23.04.1971...Celal Bayar’ın İstanbul Taşlık’taki İade Ziyaretinde..

23.04.1971...TRT Muhabiri ile Erim Hükümeti, Güvenlik ve Ulusal Egemenlik Üzerine Yapılan Söyleşi

23.04.1971...Em. Org. Fahrettin Altay’ı Hastane Ziyaretinde..

24.04.1971...İstanbul Havaalanında..

24.04.1971...Belediye Başkanlığı Seçimleri Dolayısıyla İzmit Halkına Gönderilen Mesaj

27.04.1971...CHP Tokat Heyetinin Ziyaretinde Söyledikleri

15.05.1971...Trafik Kazası Geçiren BP Genel Başkanı Mustafa Timisi’ye Gönderilen Mesaj

16.05.1971...Göz Ameliyatı Öncesi ve Sonrasında Söyledikleri

22.05.1971...Başbakan Nihat Erim’i Ziyaretin Ardından Söyledikleri

24.05.1971...İsrail’in İstanbul Başkonsolosu Efrail Elrom’un Öldürülmesi Üzerine Verilen Demeç

24.05.1971...Bingöl Depremi Dolayısıyla Valilik ve Belediye Başkanlığına Gönderilen Mesaj

04.06.1971...Göz Ameliyatı Olduğu Günlerdeki Gelişmelere İlişkin Gazetecilerle Yapılan Söyleşi

05.06.1971...Başbakan Nihat Erim’in Ziyaretinden Sonra Söyledikleri

08.06.1971...Alman Stern Dergisinden Randolph Braumann ile İç ve Dış Politik Duruma İlişkin Yapılan Söyleşi

10.06.1971...Anayasa Değişikliğine İlişkin THA Muhabirine Söyledikleri

10.06.1971...Göz Ameliyatına İlişkin THA Muhabiri ve CHP MYK Üyelerine Söyledikleri

16.06.1971...Anayasa Değişikliğine İlişkin Gazetecilere Söyledikleri

18.06.1971...CHP PM’de Anayasa Değişikliğine İlişkin Söyledikleri

28.06.1971...İnönü Şehitlerini Anma Töreni Dolayısıyla Bozöyük Kaymakamı Saffet Bekaroğlu’na Gönderilen Mesaj

28.06.1971...Kocaeli Sanayi Fuarının Açılışı Dolayısıyla Belediye Başkanı Erol Köse’ye Gönderilen Mesaj

30.06.1971...Başbakan Nihat Erim ile Görüşmeden Sonra Gazetecilerin Sorularına Verilen Yanıtlar

04.07.1971...3 Sovyet Kozmonotunun Ölümü Dolayısıyla SSCB Büyükelçisi Vasili Groubyakov’u Ziyarette Yapılan Sohbet

19.07.1971...Halkevleri 5. Kurultayında Yapılan Konuşma

21.07.1971...CHP Ortak Grup Toplantısında 12 Mart, Anayasa Değişikliği ve Demokratik Rejim Üzerine Verilen Söylev

24.07.1971...Lozan Barış Antlaşması’nın 48. Yıldönümü Dolayısıyla Tarcan Gönenç ile Yapılan Televizyon Söyleşisi

25.07.1971...Lozan Barış Antlaşması’nın 48. Yıldönümü Dolayısıyla CHP MYK Üyelerinin Ziyaretinde Söyledikleri

25.07.1971...Lozan Barış Antlaşması’nın 48. Yıldönümü Dolayısıyla Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay, Başbakan Nihat Erim, KDB Genel Başkanı İlker Örgüt ile Bülent Ecevit’in Mesajlarına Verilen Yanıtlar

26.07.1971...Türkiye Radyoları ve Ankara Televizyonunun “Atatürk’ü Anlatıyorlar” Programı İçin Yapılan Söyleşi

01.08.1971...UG Yerine Yayına Başlayan BG Sahipleri Vedat Dalokay ve Yaşar Aysev ile UG, Basın Özgürlüğü, TİP’in Kapatılması, Anayasa Değişikliği ve Çin Üzerine Yapılan Söyleşi

11/13.08.1971...Anayasa Değişikliği Temaslarına İlişkin Söyledikleri

19.08.1971...CHP Ortak Grup Toplantısında 12 Mart ve Sonrası Gelişmeler Üzerine Yapılan Konuşma

20.08.1971...“12 Yıl Önce Uşak” – İzmir Gezisi Sırasında Kaybolan Şapkası ile İlgili Hikmet Çetinkaya’nın Haberi

..........1971...Ünlen Demiralp Tarafından Hazırlanan Televizyon Programında Büyük Taarruz ve Kurtuluş Savaşı Anlatısı

10.09.1971...CHP’nin 48. Kuruluş Yıldönümü Dolayısıyla Gazetecilere Söyledikleri

21.09.1971...Başbakan Nihat Erim ile Görüşmeden Sonra Hükümet ve KGK Üzerine Gazetecilerin Sorularına Verilen Yanıtlar

22.09.1971...CHP Meclis Grubu Yönetim Kurulu Toplantısından Sonra KGK Üzerine Düzenlenen Basın Toplantısı

25.09.1971...88. Yaş Gününde..

27.09.1971...88. Yaş Günündeki Bir Sözünün Basında Aktarılışı ile İlgili Yapılan Düzeltme

29.09.1971...CHP PM’de Üniversite Özerkliğinde Yapılan Değişiklik ÜzerineYapılan Konuşma

30.09.1971...CHP PM Toplantısında Yapılan İki Ayrı Konuşma

01.10.1971...AKDMB Oliver Reverdin ile Görüşme ve Erim Hükümeti ile KGK’ya İlişkin AA Muhabiri ile Yapılan Söyleşi

04/05.10.1971...CHP Grupları ve MYK Ortak Toplantısında “Toprak Reformu Ön Tedbirler Kanun Tasarısı” Üzerine Yapılan Konuşma

10.10.1971...CHP Ortak Grup Toplantısında Hükümet Bunalımı ve Toprak Reformu Üzerine Yapılan Konuşma

10.10.1971... Orta Doğu’daki Olaylar ve AP’nin Durumu Üzerine Milliyet Gazetesi’ne Verilen Demeç

15.10.1971...CHP İl Örgütlerindeki Kimi Haberlerle İlgili Genel Sekreter Şeref Bakşık ile Yapılan Konuşma

17.10.1971...Viyana Buz Revüsü Galasında Başbakan Yardımcısı Atilla Karaosmanoğlu’na Söyledikleri

17.10.1971...CHP Trabzon İl Kongresine Gönderilen Mesaj

17.10.1971...CHP Tokat İl Kongresine Gönderilen Mesaj

18.10.1971...Irak Dönüşünde Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’ı Karşılama Sırasında Yapılan Sohbet

29.10.1971...Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’ın CHP, DP, MGP Genel Başkanlarıyla Yaptığı Görüşmeden Sonra Gazetecilerin Sorularına Verilen Yanıtlar

30.10.1971...Cumhuriyetin 48. Yıldönümü Dolayısıyla Anıt Kabirde THA Muhabirine Söyledikleri

01.11.1971...CHP Manisa Merkez İlçe Kongresine Gönderilen Mesaj

02.11.1971...CHP Meclis Grup Toplantısında Hükümet Bunalımı Üzerine Yapılan Konuşma

03.11.1971...Pembe Köşkün Bahçesinde Gazetecilerin Sorularına Verilen Yanıtlar

10.11.1971...Atatürk’ün Ölümünün 33. Yıldönümü Dolayısıyla Halkevleri Genel Merkezi ve KDB’nin Düzenlediği Anma Toplantısı Söylevi

13.11.1971...CHP Muğla Bodrum ve Ordu Perşembe İlçe Kongrelerine Gönderilen Mesaj

18.11.1971...CHP Ordu Merkez İlçe Kongresine Gönderilen Mesaj

18.11.1971...Milliyet Gazetesi ile Spor Üzerine Yapılan Söyleşi

18.11.1971...CHP Genel Sekreterliğinden Ayrılma İsteği Üzerine Şeref Bakşık’a İletilen Yanıt

21.11.1971...“Milletimizin Sinir Sağlamlığına Güveniyorum” (Makale)

23.11.1971...CHP’deki Bayramlaşmalar Sırasında Parti Kurultayı Üzerine Söyledikleri

26.11.1971...Alman Televizyonu ile 12 Mart Sonrası Sürece İlişkin Yapılan Söyleşi

28.11.1971...Paris Yolculuğu Üzerine Söyledikleri ve Parti İçi Bir Sohbette..

28.11.1971...CHP PM Toplantısında İstifalar Üzerine Yapılan Konuşma

29.11.1971...CHP PM’de MYK Seçimleri Üzerine Yapılan Konuşmalar

01.12.1971...Demokrat İzmir Gazetesi ile Kalkınma Konusu Üzerine Yapılan Söyleşi

06.12.1971...Kadınlara Seçme ve Seçilme Haklarının Tanınmasının 37. Yıldönümü Dolayısıyla TKB Tarafından Düzenlenen Toplantıda Yapılan Konuşma

09.12.1971...Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’ın Parti Genel Başkanlarına Gönderdiği Mektuba İlişkin Söyledikleri

10.12.1971...Hükümetten İstifa Eden 11’ler Dolayısıyla Kendisine Atfedilen Sözlere İlişkin Yapılan Yalanlama

11.12.1971...THA ve Upint Televizyonu Muhabirleri ile 12 Mart Sonrası Süreç ve Yurtdışı Yolculuğu Üzerine Yapılan Söyleşi

12.12.1971...CHP Ortak Grup Toplantısında 27 Mayıs, 12 Mart ve Mevcut Durum Üzerine Yapılan Konuşma

13.12.1971...CHP Grup Yönetim Kurulları ile MYK Ortak Toplantısında Yeni Hükümet Kuruluşu Üzerine Yapılan Konuşma

15.12.1971...Gözlüğü ile İlgili Söyledikleri ve Bazı CHP Yöneticilerine Kurtuluş Savaşı ve Lozan Konferansı Anıları Üzerine Söyledikleri

16.12.1971...Paris’e Giderken Esenboğa Havaalanındaki Uğurlama Sırasında Söyledikleri

18.12.1971...Paris Büyükelçiliğinde..

24.12.1971...Atina’da Düzenlenen Basın Toplantısı ve Yeşilköy Havaalanında Söyledikleri

26.12.1971...Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay ve Başbakan Nihat Erim ile Görüşmeden Sonra Yurtdışı Temaslarına İlişkin Gazetecilerin Sorularına Verilen Yanıtlar

27.12.1971...Fransa Cumhurbaşkanı Georges Pompidou ile Görüşmede Söylediklerinin Özeti

31.12.1971...Yeni Yıl Dolayısıyla Yayınlanan Mesaj

03.01.1972...CHP MYK Üyelerinin Yeni Yıl Kutlama Ziyaretinde Söyledikleri

06.01.1972...CHP Çanakkale Biga İlçe Kongresine Gönderilen Mesaj

09.01.1972...CHP Antalya Merkez İlçe Kongresine Gönderilen Mesaj

10.01.1972...CHP Adana İl Kongresine Gönderilen Mesaj

10.01.1972...GSS Yürütme Kurulu Üyelerinin Ziyaretinde Söyledikleri

12.01.1972...Birinci İnönü Zaferinin 51. Yıldönümü ve Siyasi Suçlarda İdam Konusuna İlişkin Gazetecilerin Sorularına Verilen Yanıtlar

14.01.1972...CHP Grup Yönetim Kurulları ile MYK Ortak Toplantısında Yeni Vergiler Üzerine Yapılan Konuşma

14.01.1972...CHP Çanakkale Yenice İlçe Kongresine Gönderilen Mesaj

16.01.1972...CHP Adana Merkez ve Yozgat Şefaatli İlçe Kongrelerine Gönderilen Mesaj

23.01.1972...CHP İçi Hizipleşmeye Karşı Söyledikleri

24.01.1972...CHP Ankara İl Kongresinde Bülent Ecevit’in İstifası ve Ortanın Solu Üzerine Yapılan Konuşma

27.01.1972...TBMM’de Yaptığı Konuşmaya İlişkin TRT Muhabirinin Sorularına Verilen Yanıtlar

27.01.1972...THA’ya Parti İçindeki Duruma İlişkin Verilen Demeç ve Hükümetteki CHP’li Bakanlara Söyledikleri

27.01.1972...Milliyet Gazetesi’nden Abdi İpekçi ile Parti İçi Sorunlar Üzerine Yapılan Söyleşi

28.01.1972...“Takatimiz Dışında Bir Kuvvete Sahip Değiliz” (Makale)

31.01.1972...İstanbul Bayram Gazetesi’ne Verilen Demeç

04.02.1972...AP Genel Başkanı Süleyman Demirel ile Görüşmeden Sonra Yapılan Açıklama

05.02.1972...CHP Ortak Grup Toplantısında Parti İçi Sorunlar Üzerine Yapılan Konuşma

09.02.1972...CHP Ortak Grup Toplantısındaki Tartışmalar Sırasında Yapılan Ara Konuşmalar

11.02.1972...CHP PM Toplantısına Katılmasının Doğru Olmadığına İlişkin PM’ye Gönderilen Mektup

13.02.1972...CHP Ortak Grup Toplantısında Bülent Ecevit’e Yanıt Konuşması

15.02.1972...PM ile Uyuşmazlık Üzerine Söyledikleri

18.02.1972...Türkiye’nin NATO’ya Girişinin 20. Yıldönümü Dolayısıyla Verilen Demeç

20.02.1972...CHP Ortak Grup Toplantısında Parti İçi Sorunlar Üzerine Yapılan Konuşma ve İsmet İnönü’nün Hazırladığı Ortak Grup Bildirisi

22.02.1972...CHP PM’de Yapılan Konuşma

24.02.1972...CHP PM’de Parti İçi Sorunlar Üzerine Yapılan Konuşmalar

25.02.1972...CHP MYK’da Parti İçi Sorunlar Üzerine Yapılan Konuşmalar

05.03.1972...Basında Çıkan Bir Haber Dolayısıyla Yapılan Açıklama

18.03.1972...Başbakan Nihat Erim’i Ziyarette Söyledikleri ve Görüşme Sonrası Gazetecilerin Sorularına Verilen Yanıtlar

18.03.1972...Bülent Ecevit’in Ziyaretinde Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’ın İdamlarını Durdurmaya İlişkin Söyledikleri

25.03.1972...İdamlarla İlgili Gazetecilerin Sorularına Verilen Yanıtlar

28.03.1972...3 İngiliz Teknisyenin THKP-C Militanlarınca Kaçırılmasıyla İlgili Verilen Demeç

31.03.1972...CHP Çanakkale Balya İlçe Kongresine Gönderilen Mesaj

01.04.1972...CHP Denizli Çameli İlçe Kongresine Gönderilen Mesaj

01.04.1972...CHP Manisa Sarıgöl İlçe Kongresine Gönderilen Mesaj

02.04.1972...İkinci İnönü Zaferinin 51. Yıldönümü Dolayısıyla Kutlama Komitesine Gönderilen Mesaj ve Sıkıyönetim Komutanlıklarının Yayınladıkları Bildirilerle İlgili Bir Soruya Verilen Yanıt

05.04.1972...Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’ın Siyasal Partilerin Faaliyetleri ve KGK’ya İlişkin İstemleriyle İlgili CHP Grup Yönetim Kurulları ile MYK Ortak Toplantısında Yapılan Konuşma

06.04.1972...Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’a Gönderilen Mektup

09.04.1972...CHP Çanakkale İl Kongresine Gönderilen Mesaj

09.04.1972...CHP Bursa Gemlik İlçe Kongresine Gönderilen Mesaj

09.04.1972...CHP Manisa Soma ve Akhisar İlçe Kongrelerine Gönderilen Mesaj

12.04.1972...CHP Malatya İl Başkanı Kemal Eser’e Olağanüstü Kurultayla İlgili Söyledikleri

14.04.1972...CHP Denizli İl Kongresine Gönderilen Mesaj

16.04.1972...İran’daki Deprem Dolayısıyla Büyükelçi Amir Chilary’e Gönderilen Mesaj

17.04.1972...Olağanüstü Kurultay Hazırlıklarıyla İlgili Kemal Satır’la Birlikte Gazetecilerin Sorularına Verilen Yanıtlar

19.04.1972...CHP PM Toplantısındaki Tartışmalar Sırasında Söyledikleri ve 5. Olağanüstü CHP Kurultayına Çağrı Bildirisi

19.04.1972...CHP Genel Sekreteri Kamil Kırıkoğlu’na Olağanüstü Kurultay Yapılıncaya Kadar İl ve İlçe Kongrelerinin Durdurulmasının Parti Örgütüne Duyurulmasını İsteyen Yazı

22.04.1972...Olağanüstü Kurultay Hazırlıkları ile İlgili Yapılan Açıklama

23.04.1972...CHP İl Başkanlıklarına Yeni İl ve İlçe Yönetim Kurulları Oluşturulmasının Durdurulmasına İlişkin Gönderilen Genelge

25.04.1972...CHP İl Başkanlıklarına Kurultayın Öncelikli Konusu Üzerine Gönderilen Genelge

25.04.1972...CHP Genel Sekreteri Kamil Kırıkoğlu ve Olağanüstü Kurultay Üzerine Söyledikleri

27.04.1972...Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay ile Görüşmeden Sonra Söyledikleri

27.04.1972...CHP İçi Sorunlara İlişkin Yapılan Açıklama

27.04.1972...Olağanüstü Kurultay Önlemlerine İlişkin CHP İl ve İlçe Başkanlıklarına Gönderilen Genelge

28.04.1972... Olağanüstü Kurultaya Katılacak Delegelere İlişkin CHP Örgütüne Gönderilen Genelge

29.04.1972...Olağanüstü Kurultayla İlgili CHP İl Başkanlıklarına Gönderilen Genelge

30.04.1972...Yeni Başbakan Suat Hayri Ürgüplü İçin Söyledikleri

03.05.1972...Geçirdiği Rahatsızlığın Ardından CHP Genel Merkezinde Olağanüstü Kurultay Üzerine Söyledikleri ve MP Genel Başkanı Osman Bölükbaşı ile Görüşme Sonrası Söyledikleri

04.05.1972...Sofya’ya Kaçırılan Uçakta Bulunan Ömer İnönü ile İlgili Habere İlişkin Söyledikleri

05.05.1972...Uçak Kaçırma Olayı ile İlgili Söyledikleri

07.05.1972...5. Olağanüstü CHP Kurultayında Ortanın Solu ve CHP’deki Durum Üzerine Yapılan Açış Konuşması

08.05.1972...5. Olağanüstü CHP Kurultayının İkinci Gününde Parti İçi Sorunlar ve Kurultayın Alacağı Karara İlişkin Yapılan Konuşma

09.05.1972...CHP Genel Başkanlığından İstifa Yazısı

09.05.1972...CHP Genel Başkanlığından İstifanın Ardından MYK Üyelerinin Ziyaretinde Söyledikleri

10.05.1972...“Faal Siyasetten Çekilecek misiniz?” Sorusuna Verilen Yanıt

11.05.1972...Yalova’ya Giderken Doktoru Zafer Paykoç’a Söyledikleri

13.05.1972...CHP Milletvekillerine CHP Yönetiminin Yürütülmesine İlişkin Söyledikleri

14.05.1972...Yalova’da Ali Sohtorik ile Yapılan Sohbet

03.06.1972...CHP Bursa Yalova İlçe Kongresine Katılmayışına İlişkin Söyledikleri

07.06.1972...Ankara’ya Döndükten Sonra Gazetecilerin Siyasetle İlgili Sorularına Verilen Yanıtlar

13.06.1972...CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit ile Görüşmeden Sonra Yapılan Açıklama

14.06.1972...TBMM’de Milletvekilleri ve Gazetecilerle Yapılan Sohbet

22.06.1972...CHP Tüzüğündeki Olası Değişikliklere İlişkin Yapılan Bir Sohbet

24.06.1972...Halkevleri Genel Merkezinde Düzenlenen Kermeste Halkevleri Üzerine Söyledikleri

26.06.1972...CHP Malatya İl Kongresinde Malatya Milletvekilliği, Parti İçi Yaşam ve CHP Tüzüğündeki ile İlgili Olası Değişiklik Önerileri Üzerine Yapılan Konuşma

27.06.1972...CHP Malatya İl Kongresinde Yaptığı Konuşma Üzerine Söyledikleri

27.06.1972...Malatya Belediye Başkanı ile Valiyi Ziyarette Yapılan Sohbetler

28.06.1972...Malatya’da Babasının Köyü Yeşilyurt ve Gündüzbey’de Söyledikleri

28.06.1972...Ankara Dönüşünde Uçakta Gazetecilerin Sorularına Verilen Yanıtlar

01.07.1972...CHP 21. Kurultayında Tüzük Değişiklikleri Üzerine Yapılan Açış Konuşması

04.07.1972...CHP 21. Kurultayı Malatya Delegelerine Verilen Yemekte Yapılan Konuşma

04.07.1972...13. TDK Kurultayında Yapılan Konuşma

08.07.1972...CHP Ortak Grup Toplantısında Partideki Durum Üzerine Yapılan Konuşma

16.07.1972...Göz Rahatsızlığı Üzerine Söyledikleri

21.07.1972...Kemal Satır ile  Yapılan Görüşmeye İlişkin Haberler Üzerine Yapılan Açıklama

21.07.1972...Anayasa Değişikliklerinde Yeralan Cumhuriyet Senatosunun Kaldırılmasına İlişkin Yapılan Açıklama

02.08.1972...Kemal Satır ile Görüşmeye İlişkin Yapılan Açıklama

27.08.1972...26 Ağustos Taarruzunun 50. Yıldönümü Dolayısıyla HMGŞDYC’nin Düzenlediği “Şeref Günü” Toplantısında Yapılan Konuşma

24.09.1972...89. Yaş Günü Dolayısıyla Hürriyet Gazetesi Adına Torunu Gülsün Toker ile Yapılan Söyleşi

25.09.1972...89. Yaş Gününde..

29.09.1972...Barbaros’un Preveze Zaferinin 434. Yıldönümü Dolayısıyla Düzenlenen “Türk Deniz Kuvvetleri Günü” Kokteylinde Başbakan Ferit Melen ile

05.10.1972...TBMM Genel Kurul Salonunda CHP Milletvekilleri ile Milletvekilli Emekliliği Üzerine Yapılan Sohbet

22.10.1972...Pembe Köşkün Bahçesinde Gazetecilerle..

24.10.1972...Sofya’ya Uçak Kaçırılması Olayı Üzerine Verilen Demeç

06.11.1972...CHP’den İstifa Yazısı

06.11.1972...CHP’den ve Milletvekilliğinden İstifa Ettiğine ve Tabii Senatörlük İstemine İlişkin Cumhuriyet Senatosu Başkanlığına Gönderilen Yazı

06.11.1972...CHP’den ve Milletvekilliğinden İstifa Ettiğine İlişkin TBMM Başkanlığına Gönderilen Yazı

17.11.1972...TBMM’ye Veda Mektubu

17.11.1972...Cumhuriyet Senatosu Üyelik Andı

18.11.1972...Milletvekilliğinden İstifa Dolayısıyla Malatya Belediye Başkanı Mehmet Kırçuvaloğlu’na Gönderilen Mektup

16.12.1972...MP Genel Başkanı Osman Bölükbaşı ile Eski Genelkurmay Başkanı Org. Cemal Tural’ı Hastane Ziyaretlerinde

10.01.1973...HEAE’ne Onursal Üyelik Dolayısıyla Enstitü Başkanı Mehmet Salihoğlu’nun Mesajına Verilen Yanıt

12.01.1973...Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’ın Yeni Yıl Resepsiyonunda HKK Muhsin Batur ile..

07.02.1973...Bağımsız Bir Milletvekili Tarafından Kendisine Atfedilen Sözler Üzerine Yapılan Açıklama

01.03.1973...A.P. Muhabiri ile Cumhurbaşkanlığı Adaylığı, Cumhurbaşkanlığı Seçimleri ve 12 Mart Sonrası Durum Üzerine Yapılan Söyleşi

09.03.1973...Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay ile Görüşmeden Sonra Cumhurbaşkanlığı Adaylığı ile İlgili Bir Soruya Verilen Yanıt

27.03.1973...Meclis Kulisinde Gazetecilerle..

31.03.1973...Cumhuriyetin 50. Yılı Dolayısıyla Hazırlanan Uşak Yıllığı İçin Yazılan Uşak Anısı

01.04.1973...İnönü Savaşları Üzerine Nazmi Kal ile Yapılan Televizyon Söyleşisi

04.05.1973...Başbakan Naim Talu’yu Ziyaretten Sonra Söyledikleri

09.05.1973...Prof Dr. Utkan Kocatürk ile Kurtuluş Savaşı Üzerine Yapılan Söyleşi

19.05.1973...19 Mayıs Dolayısıyla Torunu Gülsün Bilgehan Toker ile Yapılan Televizyon Söyleşisi

02.06.1973...Başbakan Naim Talu’nun Ziyaretinden Sonra Söyledikleri

04.07.1973...MP Eski Genel Başkanı Osman Bölükbaşı’yı Ziyarette.. 

24.07.1973...Lozan Barış Antlaşması’nın 50. Yıldönümü Dolayısıyla Mecdi Sadrettin Sayman ile Yapılan Televizyon Söyleşisi (ve Söyleşinin Yayınlanmamış Kısımları)

08.08.1973...Zeki Sezer’in Hazırladığı Programda Uluslararası Politik Durum ve Dış Politika Üzerine Yapılan Televizyon Konuşması

20.08.1973...Genel Seçimler Dolayısıyla İç Politik Duruma İlişkin Verilen Demeç

22.08.1973...Son Televizyon Konuşması ve Demeç Metinlerini İstemesi Dolayısıyla ABD Büyükelçisi William B. Macomber Jr.’a Gönderilen Yanıt Mesajı

23.10.1973...“İstiklâl Savaşı ve Lozan” Konulu Konferans Söylevi

.....................“İsmet İnönü’nün Savaş Anısı” Başlıklı Belge

.....................“İsmet İnönü Atatürk’ü Anlatıyor” Başlıklı Belge

29.10.1973...Cumhuriyetin 50. Yıldönümü Dolayısıyla Nazmi Kal ile Yapılan Televizyon Söyleşisi

.....................Cumhuriyetin 50. Yıldönümü Dolayısıyla Hava Kuvvetlerini Güçlendirme Vakfı Yayın Organı Kartal Dergisi ile Yapılan Söyleşi

.....................Cumhuriyetin 50. Yıldönümü Dolayısıyla Yayınlanan Türk Çocuklarına Mesaj

.....................Atatürk’ün Ölümünün 35. Yıldönümü Dolayısıyla TFD Başkanı Muharrem Berk’e İletilen “Atatürk ve Müzik” Hakkındaki Düşünceleri

11.11.1973...Atatürk’ün Ölümünün 35. Yıldönümü Dolayısıyla ATF’de Düzenlenen Törende Yapılan Konuşma

13.11.1973...Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk ile Görüşmeden Sonra Söyledikleri

06.12.1973...Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’ün Hükümet Kuruluşu ile İlgili Açıklaması Üzerine Verilen Demeç

10.12.1973...Yerel Seçimler İçin Oy Verdikten Sonra Söyledikleri

İçindekiler ve Konu Başlıklarına İlişkin Kısaltmalar

Kaynakça

Sözlük

Dizin

 

 

 

 

KİTAP

 

 

 

 

 

Lozan Barış Antlaşması’nın 47. Yıldönümü Dolayısıyla CHP MYK Üyelerinin Ziyaretinde Yapılan Sohbet[1]

(...)

Önümüzdeki Salı günü İstanbul’a gideceğini, 2-3 gün Maltepe’de kaldıktan sonra Heybeliada’da yazı geçireceğini belirten İnönü’ye CHP İzmir Milletvekili Şeref Bakşık, “Çivileme yapacak mısınız Paşam?” diye sormuş, İnönü, “İlk gün belli olur, arzuluyorum” karşılığını vermiştir.

CHP Genel Başkanı daha sonra “Eskiden doktorum, 15 gün deniz kenarında iklime alışmamı salık veriyordu. Şimdi, 1 gün kâfi geliyor” demiştir.

(...)

CHP Sakarya Milletvekili Hayrettin Uysal da, Güley ve kendisinin edebiyat öğretmeni olduğunu, ancak kendisinin yeni edebiyat akımına mensup bulun-duğunu, Ferda Güley’in ise eski edebiyat akımı mensubu olduğunu söylemiştir.

İnönü, “Eskinin de eskisine” diye Güley’e takılmıştır. Bunun üzerine Prof. Güneş İnönü’ye, ‘Paşam, zaten siz, Ferda Güley’in bildiğini bilmezsiniz. Yaşınız müsait değil” demiştir.

İnönü’ye daha sonra “Hangi edebiyat akımını beğendiği” sorulmuş “En so-nuncusunu, en yenisini” karşılığı alınmıştır.

 

 

 

 

Lozan Barış Anlaşması’nın 47. Yıldönümü Dolayısıyla CHP’li Genç Milletvekilleri, Gençlik Kolları ve SDDF Üyeleri ile İçel Silifke Belediye Başkanının Ziyaretinde Yapılan Sohbet[2]

(...)

İnönü gençler ile sohbet etmiş ve bu arada: “Olumlu bir gelecek ve başarılı bir sorumluluk bizim olacaktır.” demiştir.

Bir basın mensubunun afyon konusunda Amerika’nın müdahalesi ile ilgili olarak yönelttiği soruya cevap olarak İnönü; “Düzeliyor. Bugünkü haberler düzeldiğini gösteriyor” demekle yetinmiştir.

İnönü kendisine bayrağa sarılı toprağı veren gençlere “İlginiz ve teşvik edici sözleriniz canıma can katmıştır” demiş ve “Lozan anlaşmasının 100’ncü yıldönümünü de birlikte kutlayalım” şeklinde konuşmuştur.

[Tamamlayıcı haber]

(...)

Üzerinde, “Lozan’ın yaratıcısı, yenilmez devrimciye bağımsızlık savaşımızın genç kuşakları emperyalizmle mücadelede sonuna dek bağlıdırlar” yazılı bayrağa sarılı toprağı aldıktan sonra İnönü şöyle konuşmuştur:

“Bugün bana gösterdiğiniz ilgi ve teşvik edici sözleriniz canıma can katmıştır. Şükranımı ifade edecek başka bir şey bulamıyorum. Sağ olunuz, bin yaşayın arkadaşlarım.”

CHP Genel Başkanı bu arada kendisine “100’ncü yıldönümünüzü de beraber kutlayacağız” diyen bir CHP’li parlâmentere, “Benim mi, senin mi 100’ncü yıldönümünü beraber kutlayacağız?” şeklinde takılmıştır.

CHP Genel Başkanı İnönü, daha sonra Silifke Belediye Başkanı’nın “Bize bir emriniz var mı Paşam” sorusuna karşılık olarak şunları söylemiştir:

“Önemli dereceye doğru gidiyoruz. Yakında bütün başarılar ve sorumluluk-larla beraber bizim”

CHP Genel Başkanı son olarak, bir gazetecinin, Amerika’nın afyonla ilgili tutumuna değinen bir sorusuna karşılık, “Düzeliyor düzeliyor. Bugünkü hava-disler çok daha düzeldi” demiştir.

 

 

 

 

CHP Rize Eski Milletvekili ve PM Üyesi, Ekonomi ve Çalışma Bakanlarından Tahsin Bekir Balta’nın Ölümü Dolayısıyla Verilen Demeç[3]

Büyük ilim adamımız Prof. Tahsin Bekir Balta’yı Londra’da amansız bir kalp durmasıyla kaybettik. Hepimiz birbirimize yürekten başsağlığı dilesek yerindedir. Sayın Profesör, büyük yerinin boşluğundan toplumumuzun bu kadar sarsılacağını tahmin edemezdi.

Bilimde, politikada açık ve berrak görme, kendisine güvenir, sağlam bir bilgi hükmü, bilim ve siyasette dürüst ahlâk özel vasıflarıydı. Tahsin Bekir Balta’yı daima hatırlayacağız.

Tahsin Bekir Balta hocamızı kaybetmesinden dolayı üniversitelerimize ve aziz milletimize saygıyla taziyetimizi sunarız.

 

 

 

 

CHP Ortak Grup Toplantısında 1960 Sonrası Siyasi Süreçlere İlişkin Verilen Söylev[4]

Çok değerli arkadaşlarım,

Uzunca bir çalışma döneminden sonra bir iki gün içinde tatile gireceğiz. Bundan önce arkadaşlarımla geçen durumu ve önümüzdeki ihtimalleri beraber gözden geçirmeye lüzum gördüm. Bu sebeple Başkanlarımızdan sizleri toplamasını rica etmiştim.

Geçirdiğimiz çalışma döneminde bazı arkadaşlarımız önergeler vermişlerdi. Cüceoğlu ve Hatipoğlu Ankara Milletvekilleri olan bu iki arkadaşımız önergelerinde haklı idiler. Yalnız bizim dışımızdaki sebeplerle memleketin siyasî hayatı o kadar gürültülü idi ki, bu münakaşa havası ve gürültüler arasında olan siyaset adamlarına nefes aldıracak bir dedikodu sebebi vermemek için o önergelerin görüşülmesinin ertelenmesini istemiştik. Kendilerinden özür dilerim. Siyasî gürültülere karışmamak sabrını gösterdiler. Bu gayretimiz, bizi zararlı çıkarmadı. Bilakis hâdiseleri soğukkanlılıkla tâkip etmek fırsatını verdi, bunun için teselli buluyorum. Kendileri bağışlasınlar.

1969 seçimlerinden sonra iktidar partisi kısa bir zamanda bir iç buhrana düştü. Bu iç buhranın sarsıntıları bütün memleketin ilgisini çekmişti. Biz de bu hâdiseleri yakından tâkip ettik.

İktidarın bünyesinden ve senelerden beri gelen zayıf noktaları, 1969 seçimlerinden sonra kısa bir zamanda beliren hâdiselerde kendisini göstermişti.

1960’dan bu yana

Bugünkü vaziyeti anlatabilmek için arkadaşlarımdan biraz sabır rica edeceğim. 1960’dan beri memleketin geçirdiği büyük siyasî konuların kısa kısa hatırlatmasını yapacağım. Kısa kısa tabiatlarına temas edeceğim ve sizin hafızanızı canlandırmak istiyorum.

1960’da mevcut iktidar askerî ihtilâlden sonra düştü, ondan sonra faaliyete geçince yeni gelen idarede başlıca dikkat, CHP üzerine dikilmişti. O zaman bir mülakatta yeni gelen askerî siyasetçilerimizden biri, kendilerine bir tavsiyem olup olmadığını kibarca sorarak benden rica etmişti. Ben de tevazuumuzu elden bırakmayarak kendilerine şimdi dikkat edecekleri tek mesele, ‘Sizin kendi içinizde bir ihtilâf çıkmamasıdır’ demiştim. Muhatabım bir tebessümle sözümü karşılayarak tecrübeli geçinen bir insanın böyle mühim bir durumda, bundan ibaretmiş gibi bir taaccüple bana bakmıştı. Kısa bir zaman sonra kendi içlerinde büyük ölçüde ihtilâflar çıkmıştı.

Askerî ihtilâlin geçirdiği hâdiselerin en önemlisi, kendi aralarında çıkan ihtilâf olmuştur. Hatırlayacağınız gibi, 1960 İhtilâlini yapanlar, ilk gün millete yaptıkları hitapta, kısa bir zamanda genel seçimlere giderek demokratik rejimi bir an önce iade etmek istediklerini bildirmişlerdi. Bu esaslı vaatten sonra milletçe hepimize düşen görevi yaparak askerî idarenin bir an önce geçirilmesini, yeni Anayasa yapılarak demokratik rejimin açılmasını rica etmiştik. Millî Birlik Komitesi içinde ihtilâf çıktı. Bir kısmı “Kısa bir zamanda iktidarı bırakmamak, hiçbir şey yapmamak demektir. İktidara gelmişken, milletin âcil meselelerini halledelim” gerekçesiyle buradan gitmemeyi ve ihtilâlin devam etmesini ister olmuşlardı. Diğer bir kısmı bir an önce seçime gitmek, Anayasayı yapıp askerî idareyi teslim etmek üzerinde ısrar etmişlerdi.

Şüphe yok ki bu kanaatte bulunan çoğunluk, rahmetli Başkanları dahil olduğu halde, memleketin ihtiyacına en uygun yolu seçmişlerdi. Şüphesiz askerî ihtilâl tarihinde, yalnız Türkiye için değil bütün milletler için bizim askerî idaremizin gösterdiği örnek, daima hürmetle anılacak şerefli bir davranış olacaktır.

1961 seçiminden sonra

1961 seçimlerinin neticeleri anlaşıldığı zaman askerî idare rahmetli Gürsel’in ve siyasî parti liderlerinin katıldıkları bir toplantıda durum tekrar görüşülmüş-tür. Seçim sonuçları bir partinin tek başına Hükûmet teşkil edebilmelerine imkân vermiyordu. Bu şartlar altında askerî bir idarenin bırakılmasının mümkün olup olamayacağı düşünülüyordu. Biz o toplantıda, seçim yapılmıştır, birbirle-rine yakın oranlarla siyasî partiler sonuç almışlardır, bu durumda da bir idare tarzı kurulabilir, fakat şimdiye kadar verilmiş sözün yerine getirilmeyeceğini ilân etmek mânasına gelecek bir davranışın yanlış bir noktai nazar olduğunu açıkladık. Nihayet münakaşalar Millî Birlik Grubunun sağ duyusu galebe ederek seçim neticesi kabul ve demokratik rejime girme kararı ile sonuçlanmıştı.

1961 seçimleri öncesinde ve arasında tek hedef vardı bazılarında: Aman CHP yalnız başına çoğunluğu kazanarak iktidara gelmesin. Bunun için gerekli açık ve kapalı bütün çabalar gösterildi ve neticede bir ölçüde muvaffak olunarak partiler birbirlerine yakın nispetlerle seçimi kazandılar. DP’nin siyasetten uzaklaşmış fakat canlı bir halde bulunan oylarına hangi partinin ehliyetle varis olabileceği meselesi o zamanki siyasî havanın başlıca muvazenesi idi. Siyasî partiler DP’nin bıraktığı oylara sahip çıkmayı en marifetli vazife sayıyorlardı.

Bizim dışımızda hükûmet teşkili çaresini aramışlardı. Nispetler imkân vermekle beraber bizim dışımızda bir çoğunluk elde edemediler, bize müracaat ettiler. Biz kısa zamanda rakibimiz olan ve seçim esnasında, bizi geçmiş olaylardan başlıca sorumlu tutmak suretiyle kıyasıya mücadele açmış olan ve büyük ölçüde DP mensuplarının yakınlarını içine alan Adalet Partisi meydana gelmişti.

Biz tedbir olarak Adalet Partisi’yle koalisyonu düşündük. Adalet Partisi’nin o zaman görünen tek hedefi vardı: İktidardan düşmüş olan DP ileri gelenlerinin affedilmeleri ve siyasî haklarının iade edilmesi idi.

Biz ilk günde, geçmiş olayların unutulmasını hükûmet programı olarak ilân etmiştik ve yaraların sarılmasını hedef tutacağız dedik. Bu şartlarla hükûmet teşkil ettik ve o hava içinde mümkün olan yara sarma tedbirlerini azami derecede geçirmeye çalıştık.

Bu arada birinci koalisyondan sonra ikinci karma hükûmeti kurduk. İkinci koalisyonda da ihtilâf çıktı.

Hatırlatmak isterim, bu arada iki büyük askerî ihtilâl teşebbüsü oldu. Ve bir askerî ihtilâl teşebbüsü, Ankara etrafında bütün silâhlı kuvvetlerle vaziyete hâkim olarak hükûmete karşı talep ileri sürecek halde bulunuyordu. Biz demokratik rejimin icaplarını yerine getirmek lâzım geldiği görüşünü savunarak bu askerî ihtilâl teşebbüslerini elimizde o sırada hiçbir kuvvet kalmadığı halde mukavemet ettik ve akamete uğrattık.

Bundan sonra Kıbrıs meselesi ile karşılaştık. Biz daha DP iktidarı zamanında, Kıbrıs Antlaşması yapılırken, Kıbrıs için alınan tedbirlerin kolay işler halde olmadıklarını ileri sürerek aleyhinde bulunmuştuk. Kıbrıs buhranı patladığı zaman sabaha kadar Ada’ya çıkınız, işgal edilmezse Kıbrıs Rumlar’ın tamamen işgaline girecek diye telâşlar başlamıştı. Arşövek Makarios’un düşündüğü gibi ilk ay içinde bütün Kıbrıs olduğu gibi çökecek ve Türkler kaybedecek, Rumlar hedeflerine varacaklardı. Bu tahakkuk etmedi, aksine Kıbrıs’ta Türkler’in kahramanca mukavemeti ile hakiki bir cephe teşekkül etti. Sonraları Kıbrıs meselesinde, ancak yürürlükteki andlaşmalara riayet etmek şartile bir hâl tarzına gidilebileceği prensibini hem Amerika’dan, hem de Fransa ve İngiltere’den müşterek bir beyanname içinde aldık. Biz o zaman Kıbrıs meselesini Amerika’da görüşürken hükûmet ortaklarımız hükûmetten çekilecekleri kararını ilân ediyorlardı.

Ve sonunda Hükûmet CHP’den diğer partilere geçti.

1965 başında tarafsız bir Başbakan başkanlığında bizim dışımızda kurulan Koalisyon hükûmeti zamanında, Kıbrıs meselesi tekrar görüşüldü.

1965 seçimlerine gidildi. Bu seçimlere girerken, 1960 ihtilâlinden sonra mah-kûm olmuş bulunan DP ileri gelenlerinden cezaevinde hiç kimse kalmamıştı. Ve serbest hayata kavuşmuşlardı.

1965 ve ortanın solu

Bizim kanaatımız, dertler üzerine, sosyal meseleler üzerine toplanmıştı. CHP gelecek ve memleketi doğru ve verimli bir idarenin nimetlerine kavuştu-rabilmek için sosyal alanda ciddî bir programla siyaset alanına geçmek lâzım geliyordu. 1965 seçimlerine bu kanaatle, ortanın solu ifadeleriyle sosyal adaleti ve sosyal güvenlik tedbirlerini ön plâna almaya karar vermiştik. Bizi bu hususta teşvik eden önemli bir konu, koalisyon hükûmetleri zamanında o zamana kadar çalışma hayatında bir hayal gibi görünen toplu sözleşme ve grev hakkını vermek gibi bir yola ve bir çok kişilerce çok tehlikeli bir yola girmiştik. Bu hakları kullanacak teşekküller, işçiler tecrübesizdi. Ve bu tecrübesizliği teşvik edecek durumda bulunanlar da vardı. Toplu sözleşme ve grev yüzünden memleketi nasıl bir çıkmaza sokacağımızı seyretmeğe hazırlanılmıştı. Olaylar aksine cereyan etti ve güzel neticeler aldık. İşçiler çok anlayış gösterdiler. Toplu sözleşmeler yapıldı, gerektiğinde grevler yapıldı. İhtilâflar hiçbir çatışmaya mahal kalmadan anlaşmalarla sonuçlandı ve bütün medeniyet tarihinde bir sosyal tedbir olarak kullanılan grev ve toplu sözleşme meselesi bir olumlu sosyal tedbir olarak ülkemizde de uygulama alanı buldu.

Bu tecrübeden sonra ve 1965 seçimleri sıralarında ortaya attığımız ortanın solu programı, başlıca ithamlara vesile verdi. Memleketin başına neler getireceğimiz öne sürüldü, ortanın solu bilmem nerenin yoludur diye türlü sloganlar uydurdular. Seçimlerde bizim aleyhimizde çalıştılar. Başlıca iki tema işlendi. Ortanın solu çıkmaz yoldur, denildi. En hafifini söylemeye çalışıyorum. Aslında söylenen bunun felâket yolu olduğu idi. İkinci işlenen konu da siyasî haklar meselesi idi. Ve bunu öne sürenler, “Siyasî mağdurlar ortadadır, bunların haklarını vermek lâzımdır” diyorlardı ve bu tema ile seçime girmişlerdi.

Seçimi kaybettik ve Adalet Partisi yalnız başına hükûmeti kurabilecek bir çoğunluğu elde etti.

1965-69 devresinde biz, ortanın solu meselesinde açılan sosyal tedbirler ve sosyal hizmetler devrini açmak istiyorduk. Doğru yapmadığımızı iddia edenlerle mücadele ettik. İçimizde ihtilâf çıkaranlar da oldu. Ve sonunda bunlarla olan mücadelesinden ve bölünmesinden sonra rahatça şahsî hislerin ve menfaatlerin politikasını tâkip etmekte çok çaba gösterdiler.

1969’a bu şartlarla girdik. Bu seçime bir rivayete göre, tahmine göre, büyük kayıplarla ayakta duramayacağımız nazariyeleriyle ortaya çıkmıştık, aleyhimizde 15 yıldan beri yapılan propagandaların canlılıkları muhafaza ediliyordu. Bundan, yıpranmış olarak çıkacağımız kanaati yayılmıştı. İyi netice alamadık, ama bir fikrin partimize ve vatandaşlarımıza verdiği ümidin gücü ile Meclise girmeye muvaffak olduk.

Siyasî haklar

1969 başlarında siyasî hakların iadesi meselesini biz, cesaretle ele aldık ve halletmeye icbar ettik. “Siz siyasî hakların iadesini istiyorsunuz, hiçbir iddianız yok, biz geçmiş yaraların sarılmasını hükûmette iken de vazife saymıştık, bununla uğraşıyorduk, imkân bulamamıştık, imkân vermediniz, madem ki istiyorsunuz, yarından tezi yok, bunu bir neticeye vardıralım” dedik. Biz bunu der demez kıyamet koptu. Bütün maskeler düştü ve siyasî haklar meselesinden çıkan olayların yükünü taşıyacak bir sorumlu arıyorlardı. Bunda da CHP’yi ve Genel Başkanını buldular. Siyasî hakların iadesini istiyorlardı.

Biz buna sahip çıkınca herkesle ittifak ederek büyük bir hava ile karşımıza çıktılar. Ya bu siyasî hakların iade edilmesini, CHP üzerine alacak, istemiyorum diyecek, onlar da “İşte CHP bunları kabul etmeye razı değildir” diyecekler. Biz meydana çıkıp da yarından tezi yok kabul ediniz, deyince, o zaman kendilerinin iktidarı bırakmaları ihtimalî  vardı, namlarına çalıştıkları kimseler kendilerini kapı dışarı eder korkusunda idiler. Olmaz, olursa ihtilâl çıkar, bunun sorumlusu da CHP olacaktır, dediler. Biz buna da meydan okuduk. İhtilâle vesile yoktur, sebep yoktur. Bu kabil davranışlar, orduyu anlamamaktır, olmaz böyle şey, deyince bütün sular durdu. Siyasî haklar iadesi gürültüsüz tahakkuk etti. Ama nihayet yine muvaffak olunamadı. Kendi idarelerini, AP iktidarının başkanlık divanları siyasî hakları iade meselesinin tahakkuk etmesini önleyecek bir usul hatası yapmış oldular. Onu da Anayasa Mahkemesi bozdu. Bu mesele açıkta kaldı. Bu sefer tatilden önce bu siyasî hakların iadesini Meclisler ele alsın ve bu Anayasayı değiştirme teşebbüsünün neticeye vardırılmasını sağlayalım ve sonra tatile girelim diye uğraştık. Ama muvaffak olmadan tatile girmiş bulunacağız.

AP’nin durumu

Şimdi vaziyet nedir? 1969 seçimlerinden sonra, AP iktidarı içinde tahmin olunmayan huzursuzluklar su yüzüne çıktı. Meğer kendi içlerinde birbirleriyle ne çok meseleleri varmış. Bunların hepsi perde arkasında idare edilmeye çalışılıyormuş. Bütün bunların hepsi meydana çıkınca gözler tekrar bizim üzerimize dikildi. Tecrübeden geçmiş insanların hataları yüzünden karşılaşılan bugünkü durumu, bu kişilerin görevlerine devam etmeleriyle mümkün olamayacağını sandığımızı söyledik. Kendi içlerinde kâfi sayıları vardır, yeni hükûmet kurabilirler ve yeni seçimlere kadar bu konuda güçlük çıkarmayacağımızı vaat eden bir tavır aldık. O zamandan beri vaziyet, bir gün ümit verici, bir gün ümit verici olmayan biçimde devam etmektedir. Aralarındaki ihtilâf hal olunmamıştır. Nasıl hal olunacaktır, bilinir değildir.

Hükûmet, memleketi idare etmek için muhtaç olduğu istikrarı hemen kaybetmek üzeredir. Bundan daha fenası hükûmetin kendi içlerinde meydana çıkarılan hataları ve kanunun suç sayabileceği ihmalleri ve taraf tutan bir takım meseleleri ortaya çıkabildi. Bunların Meclis tahkikatı ile meydana çıkarılması ilk vazife idi. Bunun için lâzım gelen hizmeti yerine getirmeye çalıştık.

AP’nin bir önemli tutumu

AP, iktidara geldiği günden beri bir önemli tutum takınmıştı. Açıktan yaptığı bütün telkinlerle büyük devlet kudretlerine, bu Anayasa ile iş yapılamayacağı telkinini yapmaktı. Bu iş yürümez, bu Anayasa hükûmete iş yapmak imkânını vermiyor. Her türlü huzursuzluğun sebebi budur. Bunu telkin eder, bu Anayasa buhranı tabiatı ile memleketi boşta bırakacak bir tutumdur. Bu boşluk, umumî idareye de zaaf getiriyor, hükûmet otoritesi zayıflıyor, gençlik hareketleri, işçi hareketleri, personel hareketleri beliriyor. Herhangi bir huzursuzluk, sade bir tartışma konusu veya zabıta vakası şeklinde kuvvetli bir hükûmet elinde hallonulabilecek olan bir konu, hallonulamayacak çok girift, dolaşık meseleler halinde vatandaşı huzursuz hale getiriyor. Bunlarla uğraşırken alınan tedbirler fayda getirmiyor. Hülâsa memlekette itibarını, nüfuzunu kaybetmiş olan bir idarenin memlekete getirebileceği bütün sakatlıklar, her gün gece ve gündüz demeksizin meydana çıkmaktadır. Böyle bir hava içinde memleket yürüyor.

İç politikada önemli hareketlerin, önemli fikir cereyanlarının içinde bulunan bir memleket, bu kargaşalıklara tahammül edemeyeceği gibi, dış politikada, Orta Doğu buhranı, uluslararası vaziyette vakit vakit meydana çıkan tehlikeler yüzünden memleket için büsbütün karanlık ihtimallere kaynak oluyordu.

Nihayet en son vaziyet.. İşçi hareketlerinin İstanbul ve İzmit etrafında verdiği telâş ve bu arada vuku bulan taşkınlıklar yüzünden sıkıyönetim ilânı.. İstanbul’da sıkıyönetim ilânından sonra tek gerçektir ki, taşkın, hesapsız, idaresiz taşkınlıklarla olaylar vatandaşı ürkütür bir hale gelmiştir. Bunun üzerine ciddî bir ayaklanma öne sürülerek sıkıyönetim ilân olunmuştur. Bu sıkıyönetimin İstanbul halkına geniş nefes aldırdığı belirtiliyor. Şimdi bu sıkıyönetim, bana öyle geliyor ki, yalnız bulundukları yerlerde huzuru temin eden vasıtalarla kalınmamış, keşke başka yerlere de teşmil edilse de memleket huzura kavuşsa diye, bir ümit hasıl olmaya başlamıştır.

Bunların hepsi yanlış hesaptır, arkadaşlar.

Bir hükûmet idaresi tabiî kanunları ile idare olunacak hallerden çıkıp, fevkalâde tedbirlere muhtaç olunduğu zaman hastalığa düşmüş demektir. Bir an önce bu hastalıktan kurtulup, salim idarenin nimetlerini vatandaşa göstermek tabiî yoldur. Medeniyet, şimdiye kadar bu tabiî yoldan başka bir çıkar yol bulamamıştır. Bunu biz anlatamıyoruz. Bugünkü halimiz budur.

Sıkıyönetim ilân olunduğu zaman, uzun bir sıkıyönetim devrine girilmemesi için uyarmaya çalıştık, dikkat çektik. Fakat müddetleri uzatılarak devam ettirilmektedir. Ve henüz daha gürültülü olarak pek geniş ihtilâl tertiplerinin ele geçirildiği delilleriyle ilân olunduktan sonra bir ay geçti, henüz hiçbir tertip vatandaş gözü önüne konulmaksızın tahkikat devam etmektedir.

Parti içi durum

Sevgili arkadaşlarım,

Bu müddet esnasında, siyasî hayatımızda bulunan çekişme hastalığından biz de içimizde nasibimizi aldık. Biz de çok dikkat etmemize rağmen, kendi içi-mizde tartışmalar çıkmıştır. 1967 bölünmeleri gibi kısır çekişmelerin meydana gelmemesi için azami dikkat göstermeye başladık. Fakat asgari ölçüde de olsa nihayet bu tartışma zeminine katılmaya mecbur olduk. Biz Kurultayı toplamakla ortaya çıkacak münakaşalarımızı, memleketin gözü önünde partilerin serbest iştirakiyle tartışmak suretiyle halletme çaresini bulduk. Kurultayı topladık, bundan birçok acı-tatlı münakaşalar geçtikten sonra sükûnetli halimize tekrar kavuştuk. Övünülecek bir haldir bu. Çok sert görünen tartışmalarımız da bugün bütün CHP idaresi ve teşkilâtı içinde nisbî bir sükûnete kavuşmuş bir haldeyiz. Münakaşalarımızı kendi içimizde birbirimizle halletme usulüne alıştık. Bununla yeni tatile giriyoruz, kısmet olursa önümüzdeki seçimlere gireceğiz.

Hükûmetin zaafı ve yeni seçimler ihtimalî  ufukta göründükçe, bütün gözler CHP üzerinde merkezleşmiştir. Hükûmetin zaafı ve tedbirlerindeki kusuru ger-çektir.

Kendi içimizde, kendi münakaşalarımızı, kendi aramızda hallederek bugüne geldik.

Söyleyebilirim ki, münakaşalardan çıkan arkadaşlarımız, CHP’nin kaderi üzerinde işbirliği yaparak sükûnetle vatandaşa itimat telkin etmek ihtiyacında mutabıktırlar. Onun için Meclis’den ayrılıp teşkilâtımız içine dağıldığımız zaman birbirimize karşı herhangi bir kırgınlığımızın devam ettiğinden ve tedavi edilmez olduğundan bahsetmek ve yakınmak, lüzumsuzdur. Bir defa bunda hepimiz mutabık olmalıyız. Münakaşalarımızı yaptık. Kurultay münakaşala-rımızı dinledi, kendi fikirlerimizi söyledik ve nihayet devamlı sayılabilecek bir istikrar nizamı vücuda getirdik. Hepimiz demokratik rejime inanmış insanlar olarak demokratik usuller içinde cereyan eden kendi Kurultayımızın neticeleri üzerinde de ne muvaffakiyet taşkınlığı gösterecek ne de eğer kaybeden varsa –ki yoktur bence– onlar da hafif bir münazaa ile ne CHP’nin itibarını sarsacak, içinde çekişme uyandıracak ve devam ettirecek bir usule rağbet etmemek lâzımdır. Ne de ancak böyle bir çıkmaza ümit bağlamış olan siyasî rakiplerimize bir ümit vermemek lâzımdır.

Bindiği dalı kesenler

Şimdi bizi itham ederler, “Bütün bu karışıklıkların sebebi sizsiniz” derler. “Toprak Reformu dersiniz, toprak işgalleri olur, işgaller haklıdır, diyorsunuz. Bundan büyük teşvik olur mu?” derler. İnsafla söylesinler. Bu memlekette en az iki yıldan beri aklı başında olan ve her çeşit bunalımdan bunalmış olan bütün insanlar, bütün okumuş yazmış insanlar, okumamış bütün masum vatandaşlar, dikta rejiminden başka bir çare kalmadığı bir askerî idare gelsin, hangi kanatta olursa olsun, şimdi İstanbul’da sıkıyönetimde görüldüğü gibi memleketi idare etsin; huzur tesis etsin. 1,5 seneden beri herkesin büyük ölçüde hasretle teşvik ettiği böyle bir idareye memleketimizde otorite olarak, ciddî olarak karşı koyan yalnız CHP’dir. Biz diyoruz ki, bunların hiçbirinde fayda yoktur. Demokratik rejim, esas rejimimizdir. Biz iktidara geleceksek, ancak bununla geliriz ve demokratik rejimle iktidara geldikten sonra düşündüğümüz tedbirleri tatbik ederiz. Bu kadar açık söyleyen adama, iyi ama işgalleri sen teşvik ediyorsun, denilir mi? Türkler’in darbı meseli olan bir hikâye vardır: Adam ağaca çıkmış, bindiği dalı balta ile kesiyormuş, başka biri demiş ki, düşeceksin, bindiğin dalı kesiyorsun. Biraz sonra hakikaten düşmüş. Uyaran adam keramet sahibi olmuş. Elmalı olaylarını hatırlarsınız.

İşgal olaylarından asıl sorumlu değiliz. Söke meselesi, İzmir’deki bazı köylülerin toprak meseleleri, daha bir çok yerlerde çıkan olaylar, toprak rejiminin tatbikatından her türlü fenalıkların meydana geleceğini feryat ederek söylüyoruz, bizi dinlemiyorlar, meydana çıkınca siz sebep oldunuz, diyorlar. Bunda insaf var mıdır?

Bu hukuk dışı her bir teşebbüsün aleyhindeyiz. Ve 1,5 yıl içinde eğer biz kuvvetle her türlü dikta arzusunun dışına çıkmamış olsaydık, dikta rejimleri gelecekti, sıkıyönetim idareleri yerine.. Her dikta rejimi her şeyden önce bize düşman olur. Bunu istemiyoruz. Kanunsuz hiçbir hareketten netice beklemiyoruz. Kanunsuz hareketler olacak diye üzülüyoruz. Bunun olmaması için çare buluruz, deriz. Kanunsuz hareketler çıktığı zaman biz kendi hatalarımız neticesi olmayan bu kargaşalıklar arasına girip, hükûmet doğru yapıyor diye onun şakşakçılığını mı yapacağız? Siyasî ahlâktan eser kalmadı mı? Vaka olmadan önce uyarmaya çalışacak kadar tecrübe ve cesaret sahibiyiz, bunu söylüyoruz.

Çıktığı zaman hiçbir işgalin yanına kalmaması için asla teşvik etmiyoruz. Hükûmete dönüyoruz ve bu sizin hatanız yüzünden olmuştur, mümkün olduğu kadar şiddet göstermeden çare bulunuz, diyoruz. Sonra bizi bu hareketleri teşvik etmekle itham ediyorlar. Zerre kadar bunları teşvik etmek arzum olsa, çıkan kargaşalık idaresinin veya dikta idaresinin taraftarı olmam lâzım, bunu söyleye-bilmem için.. Kesin olarak aleyhindeyiz. Demokratik rejimin devamından başka bir çare görmüyoruz. Bize yapılan haksız bir iftiradır. Yaptıkları, kendi kusurlarını yükleyecek adam bulmaktır ve bilhassa kendi kusurlarını meydana çıkaran insanların siyasî akidelerini suçlamak gayretinden ibarettir.

İkinci bir şey tutturuldu: CHP sınıf partisiymiş.. Biz, dar zamanların partisiyiz. Dar zamanlarda doğduk. Işık olarak doğduk. Bu karakterimizi muhafaza ediyoruz. Biz partileri bir sınıf ihtiyacı için değil, bütün memleketin derdi olarak düşünürüz. Bunun için de bugün bir sınıf daha mağdurdur, bir başka zaman öteki sınıf daha mağdur olarak meydanda kalabilecektir. Biz bunların hepsinin dertlerini müşterek bir sorumluluk duygusu ile tedavi etmek durumun-dayız. Hiçbir suretle kanunsuz bir eylem ve teşebbüs bizim desteğimizi celbetmez. Sebepleri üzerinde sorumlular olarak her vaka çıktıktan sonra dikkatleri çekmek vazifemizdir.

Şimdiye kadar CHP aleyhinde din istismarı çok verimli bir siyasî âlet olarak kullanılırdı, tecrübe etmişlerdi. Artık tesirini göstermemeğe başladı. Çünkü din istismarında şimdiye kadar gelmiş olan bütün hükûmetlerden dini en tesirli olarak kullanmakta olan AP iktidarıdır. Tunagür felsefesinin icrası politikasının tafsilâtını Senato Tahkikat Komisyonunu ve memleketi doldurdu. Bunun için çırpınmaktadırlar. Bizi her seçimde her tartışma esnasında din minderi üzerine çekip oradan, “Siz İkinci Cihan Harbinde camileri depo olarak kullandınız” tarzında hikâyelerden başlayarak yapacakları iftiralarla yıpratacaklarını sanı-yorlar. Girmiyoruz bu münakaşalara.

Toprak meselesinden, vergi meselesinden, ekonomik ve sosyal meselelerden bahsediyoruz. İşçi haklarından, öğretmen haklarından, vatandaş haklarından, memleketin huzurundan, memleketin dış politikasından bahsediyoruz ve bunlar üzerinde bütün dikkatleri toplamaya çalışıyoruz.

Bunlar üzerinde mücadele vereceğiz ve önümüzdeki seçimlerde, bu seçimlere hazırlık devresine girerken arkadaşlarımızın bütün dikkatlerini parti içinde geçmiş münakaşalardan hiçbirini canlandırmaksızın geçirmelerini isterim. Kurultay geçti. O zamandan beri bütün arkadaşlar münakaşa edenler sükûnet halinde yeni meseleler çıkarmamak gayreti içindedirler. Büyük bir vazife parti teşkilâtına düşmektedir. Bu tatile girecek olan arkadaşlarıma düşmektedir. Parti içinde münakaşalar uyandıracak tartışmalara girilmemelidir, kendi içimizde.

Biz demokratik rejim taraftarıyız. Biz, her türlü zorba ve dikta rejiminin aleyhindeyiz. Biz hevesli olsaydık 1,5 yıldan beri her türlü zorlamaya rağmen demokratik rejim diye direnmezdik.

O kadar bunalmış haldedirler ki.. Birimiz boş bulunup da yüksek sesle konuşacak olsak, “İşte nasıl halkı teşvik ediyorlar” diye bizi suçlamak ihtiyacını duyacaklardır. Memleketin demokratik rejim içinde, sükûnet havası içinde gelişmesini isteyen başlıca partiyiz. Memleketin bir çok kuvvetlerine karşı bu dâvayı tâkip eden biziz ve muvaffak olduk. Memlekette demokratik rejimin, tâkip olunacak tek usul olduğu kanaatini yerleştirmişizdir. İhtilâlden sonra hiçbir memleket bu neticeye ermedi. İktidar değiştirmeyi demokratik rejimin icabı sayacak şekilde anlayan bir sinir sükûneti içinde bulunursak, buhranları kolaylıkla atlatabiliriz.

Memleket CHP’yi bekliyor

Sayın arkadaşlarım,

Bugünkü huzursuzlukların ve dertlerin esasına girmeyerek, teferruatını ele almaksızın bizi sorumlu göstermek gayreti ile memleket idare olunamaz. Herkesin kafasında bir tek şey vardır: Memleket Cumhuriyet Halk Partisi’ni bekliyor. Bunu bertaraf etmeye çalışanlar vardır. Bu sağlanırsa ondan sonra da “Başka çare yok” demek isteyeceklerdir. Bununla kendi iftiralarını kabul ettireceklerini sanmaktadırlar. Bu ise beyhudedir, muvaffak olunamaz. Biz, sükûnetimizle memlekette, kazandığımız büyük otoriteyi, tecrübelerden geçen sağlam karakter ve sağlam görüşü muhafaza etmeye çalışmaktayız.

Vaziyeti etrafıyla hülâsa etmeye çalıştık. Fert olarak ve toplum olarak tâkip edeceğimiz hareket hattımızı söylemeye çalıştım.

Size saygılar sunarım.

 

 

 

 

İstanbul’da Oğlu Ömer İnönü’nün Evinin Önünde Gazetecilere Söyledikleri[5]

(...)

İsmet İnönü’nün, otomobilden indikten sonra ilk sözü, “Dünya ben görmeyeli çok değişmiş” olmuştur.

CHP Genel Başkanı, daha sonra bu sözünü açıklarken bunun, bir süredir görme-diği torunlarıyla karşılaşmasının izlenimi olduğunu belirtmiş. “Torunlarımı gördüm de.. Değişmişler..” demiştir.(...)

Yaz sonuna kadar İstanbul’da kalacağını bildiren CHP Genel Başkanı İsmet İnönü, saat 7.15’de Ankara’dan ayrıldığını ve rahat bir yolculuk yaptığını söyle-miş ve “Bayram havası içinde dinlenmeye geldim” demiştir. Ancak İnönü, Meclis’in geçtiğimiz çalışma dönemi hakkında herhangi bir değerlendirme yapıp yapmayacağı sorusuna karşılık, “şimdi hiçbir şey söylemeyeceğini” bildirmiştir.

Ankara-İstanbul yolculuğunun rahat geçtiğini ifade etmekle beraber, İnönü bir aralık, “Ama yoruldum” demiş ve şöyle konuşmuştur. “Söz aramızda yorul-dum. Hem sıcak vardı, hem sebebini bulamıyorum..”

Yanındaki basın mensuplarının, yorgunluğunun nedenini sıcağa bağlamaları üzerine, CHP Genel Başkanı, “sebebini bulamadığı” yorgunluğunun da sıcaktan olabileceğini onaylamıştır.

CHP Genel Başkanı 274 sayılı Sendikalar Kanunu hakkında ne zaman Anayasa Mahkemesinde iptal dâvası açacağı yolundaki bir soruyu ise, “Bakalım, tetkik ediyorlar” karşılığını vermiştir.

 

 

 

 

Milliyet Gazetesi’nden Abdi İpekçi ile CHP İçi Sorunlardan Hareketle Güncel Siyasi Sorunlara İlişkin Yapılan Söyleşi[6]

Soru: Son zamanlarda Ecevit ile sizin verdiğiniz bazı demeçler Genel Sekreterinizle aranızda bir görüş ayrılığı olduğu şeklinde yorumlandı. Bu yorumlar gerçeğe uygun mudur?

Cevap: Genel Sekreterle aramızda hiçbir ihtilâf, hiçbir görüş ayrılığı yoktur. Ecevit kendisine göre söylüyor. Heyecanlandığı zaman herkes bir fikri bir şekilde ifade eder. Dinleyenler mutlaka bir ayrılık görmek isterse her gün bir vesile bulabilirler. Ecevit’in sözlerinde mutlaka aşırı bir mânâ vardır. Mutlaka bilahare manî olamayacağımız bir mahzur çıkacaktır endişesi yoktur bende.. Birleştiğimiz mânâlar, benim tefsirlerim üzerindedir.

Şimdi bunları size ayrıntıları ile söyleyeyim:

Meselâ aramızda tenakuz, “sınıf partisi” meselesinde görülmek istendi. Ecevit sınıf istemiş, ben “Hayır sınıf olmaz” demişim. Bundan dolayı ihtilâf var dendi. Ben onu o maksatla söylemedim. Ben kendime göre neden sınıf partisi değiliz ve bir sınıf için tedbir aldığımız zaman onun mânâsı nedir, onu izah ettim. Bülent, bunda benimle tamamıyla mutabıktır. Benim düşündüğüm gibi düşünüyor.

Şimdi bu meselelerde tabiatıyla benim başımdan geçen macera, içinde yaşadığım ahval daha zengindir, daha çoktur, daha eskiden başlıyor. Onun için salâhiyetle konuştuğumu zannediyorum. Ve salâhiyetle konuştuğum hususlarda Bülent’ten mukavemet görmüyorum. Bilâkis beni teyit eder vaziyet görüyorum.

Ben sınıf meselesi için dedim ki, evet bir takım tedbirler alıyoruz. Bundan, bir sınıfın emelleri ve hedeflerini tâkip ediyormuşuz mânâsı çıkarılabilir. Ama biz onu, o sınıfın emelleridir diye yapmıyoruz. Memleketin ihtiyacı ve bütün Türk cemiyetinin menfaati ondadır diye onu yapıyoruz. O devirde bir muayyen sınıf bundan fazla yararlanıyor. Bir başka sefer, bir başka sınıf aldığımız tedbirlerden daha fazla yararlanacak, o defa da onun dâvâsını güttüğümüz mânâsı çıkarılabilecektir. İkisi de değildir bunların..

Çalışma hayatının kanunlara bağlanması, greve, lokavta bağlanması Bülent’in çalışıp gerçekleştirdiği başlıca eserlerdir. Kendi Çalışma Bakanlığı’nda bu kanunlar çıktı. Bu, Bülent’in sınıf politikası güttüğü iddialarına vesile yapılıyor. Mesele bizim gözümüzde çalışma hayatının emniyete girmesidir ve demokratik rejimde çalışma hayatının emniyeti müşterek bir menfaattir. Yalnız çalışanların değil, çalışma muhiti dışında bulunan vatandaşların da menfaati kabul olun-muştur. O maksatla bunu yapıyoruz.

Şimdi, “Boykotla işgal aynı şeydir” demişim. Bundan şu mânâyı çıkardılar: Boykot masum bir harekettir, ben işgali boykotla bir tuttuğuma göre, onu da mâsum saymışım, teşvik etmişim. Asla varit değildir bu.. Ben “Boykotla işgal aynı şeydir” dediğim zaman, ikisi aynı derece fenadır demek istiyorum. Ben boykotu hafif bir şey diye almadım hiçbir zaman.. Öğrenci hayatımızda, cemi-yet hayatımızda zorla dersi tatil ettirmek, zorla imtihana sokmamak, aklımın asla almayacağı tecavüzlerdir. Yeni işgaller başlamış gibi hür devir oluyordu, sıkıştırdılar merdiven başında. Ne diyorsun işgallere diye. Canım bir buhrandan geçiyoruz. Bunun boykotu da bir, işgali de bir.. Hepsi bence fenalıkta birdirler demek istiyorum. Teşvik ediyor mânâsını çıkarmak istediler. Haksız..

Şimdi burada toprak işgalleri meselesine geleyim. Ecevit, “Toprak işleyenin, su kullananındır” demiş. Benim gözümde bu “İşleyen adama toprak vermek lâzımdır. İşleyen adamın toprak istemek hakkıdır. Bunu cemiyet ihtiyaç olarak vermelidir” mânâsına gelir. Bülent de bu mânâ da mutabıktır.

Ben karşılaştım bu toprak şeyleri ile.. İlk Cumhurbaşkanı olduğum zaman, beni zannederim Isparta’da köylüler karşılamışlardı. Çalışan adamlar birden kapı dışarı edilmişler, sokakta kalmışlar, ne yapacaklarını bilmiyorlar. Kendi içimden geldi. Canım bu adamlara toprak vermek lâzımdır dedim. Toprakta çalışır bunlar. Bunlara vermek lâzım evvelâ. Bunu demek istiyoruz. Ben bu maksatla söyledim vaktiyle. Şimdi de aynı şeyi söylüyoruz. İşleyene toprak vermek lâzımdır demekle, toprak işleyenindir demek arasında fark yoktur.

Soru: “Toprak işleyenindir” sloganı, toprak işgallerini teşvik etmek biçi-minde yorumlandı. Bu hususta ne düşünüyorsunuz?

Cevap: Yorumlandı, evet.. Toprak işgalleri.. Alacaklar, zorla alacaklar.. Zorla nasıl alacaksın? Demokratik rejim diye bar bar bağırıyoruz, kanun diye bağırıyoruz. Ondan sonra gelip işgal edecek.. Halbuki yürüyen kanunlar o adamı ondan alıkoyuyor, oradan çıkarıyor. Bizim prensibimiz kabul olunduğu zaman zorla işgale lüzum kalmayacak. Onu men eden kanunu değiştireceğiz. Anayasanın dediği gibi değiştireceğiz, adam hakkını alacak..

İşleyen adama toprak bulmak, toprak vermek lâzımdır.. Bu, “Hak onundur” mânâsının mübalağa ile söylenmiş bir formülünden ibarettir. Başka memleketlerde de bu sözlerin söylendiğini söylerler. Anayasamızın emrettiği bir politika tatbik olunmak lâzım. Tarım reformu yapacağız. Tarım reformu yapmadan toprak dağıtmanın da faydası yoktur. Dağıtırsın toprağı, bir hafta sonra adam satar onu. Nasıl işletecek?

Soru: Sınıf partisi ile toprak sorunu ile ilgili sloganların Halk Partisi’ne taraftar kazandırmayacağı, taraftar kaybettireceği iddiası var. Buna ne dersiniz?

Cevap: Bu iddiada bir gerçek vardır tabiî. Yanlış tefsirle saflığından veya maksadıyla gelip körükleyen unsurlar bulundukça ihtiyatlı olmak lâzımdır. İzahat vermek lâzımdır. Söylersin, başka istikamete çektikleri zaman düzeltme lâzımdır. O düzeltmeler, çelişme, sözünü geri alma tarzında telâkki edilecek diye korkulur. Kararsız cemiyetler bu, büyük mahzurdur. Ama cemiyetler münakaşalara enine boyuna, derinliğine hiçbir mâni olmaksızın girmeye alış-tıktan sonra mânâlar şişirilmişse, taşırılmışsa onları düzeltmekte hiçbir mahzur olmaz.

Toprak işleyenindir diyoruz, doğru.. Yani işleyen adama toprak vermek lâzımdır manâsında söylüyorum. Ama toprak işleyenindir deyince kanunsuz bir işgal ortaya çıkıyor. “Bu kanunsuz hareket sayılmaz, doğal kanunudur..” filân, doğa kanunudur doğru.. Ona toprak vermek lâzımdır da doğru.. Ama mevcut kanun zorla kaldırılmaz, değiştirilmez o da doğru ve hepsinin başında doğru.. Pratik olanı o..

Soru: Ecevit’in, etrafının etkisiyle partiyi gittikçe sola, hattâ aşırı sola kaydırdığı iddiaları da var. Bu hususta ne düşünüyorsunuz?

Cevap: Anormal hiçbir tesir yoktur. Elbette insanın muhiti kendi üzerinde tesir yapar. Benim de üzerimde tesir yapar, sizin de yapar. Söz konusu tesirler meselenin tamamıyla zıddı üzerinde değiller ki..

Aşırı sol Ecevit’i istediği gibi kullanacak ümidine kapılmıştı. “Biz bir kere böyle başlayalım, sonra onu elimizde istediğimiz gibi oynatırız” diye düşünüyor. Halbuki Ecevit o safha geldiğinde hepsinin ümidini kırmıştır. Nitekim şimdi onlar Ecevit’e baş düşmandırlar. Ecevit’le mücadele etmektedirler.

Soru: Metin Toker’in son zamanlarda bu konularda yazdığı yazılarda ileri sürdüğü görüşler, kendisinin size yakınlığı dolayısıyla bazı yorumlara yol açmıştı. Bu açıklamaların karşısında bu yorumlar yanlış mı oluyor?

Cevap: Metin Toker ne yazacağı, ne düşüneceği konusunda kayıt kabul eden adam değil. Kendisi istediğini söylüyor. Demek ki şüphesi var, söylediğim zaman değiştirmiyor. Yani hepimiz bir defa saplandığımız fikirlerde düzeltme yapmak için icap ederse bir dönüş, yeni bir tecrübe yapmak için kolay istidatlı adamlar değiliz. Ama zamanla yapmaya çalışıyoruz.

Özetlemek gerekirse: Ecevit ile tam bir mutabakat ve itimat havası içinde çalışıyoruz. Ben bir sıkıntı içinde değilim. Mevcut meseleler üzerinde yani ister toprak işleyenin meselesi, ister sınıf partisi meselesinde söylenenlerin hiçbirisi ayrı noktai nazarın şuuru ile söyleyip, nihayetine kadar tatbik olunması kararına müstenit değildir. Ecevit’in söylediği maksadı kabul ediyorum ve bu kanaate sahibim.

 

 

 

 

CHP PM Üyesi Selahattin Hakkı Esatoğlu’nun Ölümü Dolayısıyla Parti Genel Sekreteri Bülent Ecevit’e Gönderilen Mesaj[7]

Sayın Bülent Ecevit

CHP Genel Sekreteri

Selahattin Hakkı Esatoğlu arkadaşımızı kaybetmekle derin bir acı duydum. Siyasî hayatımız ve partimiz idealist bir mücadelecisinden mahrum kalmıştır. Rahmetlinin çalışmaları ve hizmetleri zaman geçtikçe daha ziyade saygı ile anılacaktır. Taziyelerimi ve derin teessürlerimi muhterem ailesine ve arka-daşlarına söylenmesini sizden rica ederim. Son dört beş senede verimli olarak beraber çalıştığınız bir arkadaştan yoksun kaldığımız için özellikle sizin tees-sürlerinizi paylaşıyorum.

İsmet İnönü

 

 

 

 

26 Ağustos Taarruzunun Yıldönümü Dolayısıyla Harp Malulü Gaziler Dul ve Yetimleri Cemiyeti’nin Düzenlediği “Şeref Günü”nde Yapılan Konuşma[8]

26 Ağustos Taarruzu münasebetiyle harp malûlü gaziler, dul ve yetimlerinin düzenlediği Şeref Günü’nde konuşan CHP Genel Başkanı İsmet İnönü, “Gazilik büyük rütbedir. Onlar, canlarını verinceye kadar çalışır. Muharebe etmek zor şeydir” demiş, askerî ve siyasî olayların başarı ile neticelenmesi sonunda hakiki kurtarıcıların cemiyete şeref verdiğini söylemiştir.

Bir saat konuşan İsmet İnönü, 26 Ağustos Taarruzu’nu ve muharebe sonrası yapılan barış görüşmelerini, bizzat tanık olduğu olayları anlatarak, zafer ile ilgili olarak bir İngiliz tarihçisinin görüşünü şöyle nakletmiştir:

“Kutladığımız zafer, tarihin büyük bir olayıdır. Size bugünkü tarihçilerimiz içinde yer alan büyük bir İngiliz tarihçisinin sözlerini nakledeceğim. Aslında Türkler’in, Avrupa’ya geçmesinin ve kazandığı büyük zaferlerin karşısında olan bu tarihçi, Avrupalılar’ın eline, Türkler’i, Avrupa’dan çıkartmak için iki fırsat geçtiğini belirtmiştir. Bu fırsatların biri 1400 sıralarıdır. Yani, Fatih Sultan Mehmet’in babası II. Murad’ın, Avrupalılardan mütareke istediği zamandır. Eğer Avrupalılar mütarekeyi kabul etmeselerdi, muharebeyi kaybeden Türkler, bir karşı taarruz neticesinde mahvedilecekti. Türkler’i, Avrupa’dan atmak için, Avrupalılar’ın eline geçen ikinci fırsat ise, 1922’de olmuştur. Bir Cihan Harbinden çıkan Türkler, mağlup olmuşlar ve mütareke istemişlerdir. Orduları dağılmış, silâh ve cephanelerine el konulmuş, hükûmeti idare edenler ise, her an Avrupa-lılar’la anlaşma durumu içindeydiler. Tam bu sırada, Türkler isyan etti. Mustafa Kemal, bütün Türkler’i topladı, memleketlerini istilâ eden milletleri, kendi ülkelerinde perişan edip, Avrupalılar’ın yüzlerine fırlattı. Ünlü İngiliz tarihçisi-nin anlattığı bu son olay, dünya hâdiseleri içinde yer aldı. Biz, bugün bu olayın mensuplarını kutluyoruz.”

26 Ağustos’ta mevzii muharebe yerine, meydan muharebesi yaptıklarını anlatan İsmet İnönü, Mustafa Kemal ile ilgili olarak “Askerî dehası kuvvetli, siyasî dehası ise daha kuvvetli bir insandı” demiştir.

İnönü konuşmasını bitireceği sırada, yandaki camide akşam ezanı okunmaya başlanınca, “İşte ezan ile birlikte 26 Ağustos’a girdik” şeklinde konuşmuştur.

 

 

 

 

CHP’nin Kuruluşunun 47. Yıldönümü Dolayısıyla Verilen Demeç[9]

Cumhuriyet Halk Partisi’nin kuruluş yıldönümünü kutluyoruz.

Bilindiği gibi, Anadolu ve Rumeli Müdafaayı Hukuk Cemiyeti Atatürk başkanlığında bir siyasal örgüttü ve bu bünye ile Birinci Büyük Millet Meclisi-nin başlıca siyasal grubu idi. Birinci Büyük Millet Meclisi’nde iktidar ve muhalefet kuruluşları, birinci grup ve ikinci grup adı ile meydana geldiler. Atatürk, Müdafaayı Hukuk Cemiyeti’nin olduğu gibi, birinci grubun da Mec-liste başkanı idi. İkinci grup Müdafaayı Hukuk adından ayrılmaksızın, Mecliste karşı grup olarak çalışıyordu.

İlk kurultay

Atatürk, 1923’de o zamana kadar başkanı olduğu cemiyeti bir siyasal parti haline getirirken, ona ilkin Halk Fırkası adını vermiş ve bunun ilk kurultayını da Sivas Kongresi saymıştır.

O zamanki adıyla Halk Fırkası’nın, kurulduğu 1923 yılında, iç ve dış politikada esaslı ödevleri vardı. Cumhuriyeti yeni temeller üzerinde bir devlet olarak kurmak, bu ödevlerin başında idi. Bu nedenle partinin adı, hemen ardından, Cumhuriyet Halk Fırkası, bir süre sonra da Cumhuriyet Halk Partisi olmuştur.

1923’de, başlıca iç meseleler, harap olmuş ve mübadele görmüş bir memle-ketin iktisaden ve siyaseten kalkınma yoluna girmesi, yeni Cumhuriyet’in uğraşmaya mecbur olduğu bazı eski adetlerin, imparatorluk düzeninin değiş-mesi ve başkentin Anadolu’ya taşınması meseleleri idi.

1923’de dış politika bütün dünyada eski mihraklarını ve rekabetlerini muhafaza ediyordu.

Atatürk devri, Cumhuriyet kuruluşunun ve temel devrimlerin sayısız güç-lüklerini yenme devridir. Yeni kurulmuş bir devletin uluslararası tam bir itibar kazanması devridir.

İkinci Cihan Harbi’nden sonra, dünyada rejim meseleleri, sosyal sorunlar ve dış politika değerleri büyük ölçüde değişti. Türkiye’de gerek siyasal, gerek sosyal bakımdan yeni sorunlarla karşı karşıya geldi.

Yeni bir hayat

İkinci Cihan Harbi’nden sonraki bu dönemde, Cumhuriyet Halk Partisi plânlı kalkınma ve demokratik rejim kayıtlarıyla yeni bir hayata girmiştir.

Cumhuriyet Halk Partisi, o zamandan beri, bütün fırtınalara rağmen, ısrar ile, iç politikada demokratik rejimi ve sosyal adalete dayanan plânlı kalkınmayı, dış politikada ise, dünyanın İkinci Cihan Harbi’nden sonraki yeni şartlarını göz önünde tutan bir yönü dikkatle izler.

Cumhuriyet Halk Partisi’nin bu izlemleri büyük ıstıraplar ve güçlükler içinde memleket için ilerleme kaydetmiştir.

Rejim konusunda uğradığımız başlıca psikolojik ve politik güçlük, seçimle gelen iktidarların yapma ve zorlama tedbirlerle bir daha iktidardan gitmemek çabalarına düşmesi sonucudur. Bu hastalık tam tedavisini henüz bulmamıştır.

Sosyal adalete ve sosyal güvenliğe dayanan plânlı kalkınmada henüz uygu-lamada sağlam temellerine kavuşmamıştır.

Bu temellerin bugün başlıca eksikleri, gelir dağılımında adalet sağlanamamış, tarımda Toprak Reformu yapılmamış olması ve endüstrileşmeye henüz girile-memiş bulunmasıdır.

Görülüyor ki bu meseleler, Cumhuriyet Halk Partisi iktidara gelmeden ta-hakkuk ettirilemeyecektir.

Kalkınmayı sosyal adalet ve sosyal güvenlik içinde istiyoruz. Yani, zaten darlık ve yoksulluk içinde bulunan vatandaş kitlelerini daha çok yükler altında harap ederek biçimsel bir kalkınma yolu istemiyoruz. Bugünkü iktidarla başlıca ayrılığımız bu noktadır.

Plân, program, vicdan hürriyeti gibi meselelerde, iktidarla aramızda kelime ihtilâfı yok gibi görünür. Fakat uygulamada iktidarın bizden tamamen ayrı olduğu meydana çıkar bunun gibi şimdi de sosyal adalet meselelerinde, bizim söylediklerimizi kabul etmiş gibi görünmekle beraber, uygulamasının tamamen tersi olduğuna ve olacağına da hiç bir şüphe beslemiyoruz.

Bugünkü dış meseleler hakkında iktidarla aramızdaki ayrılıkları ayrı bir de-meçle bildireceğim.

Şimdi Cumhuriyet Halk Partililer’e parti içi konularda söyleyeceklerim şun-lardır:

Parti içi durum

Cumhuriyet Halk Partisi bünyesinde apaçık her türlü tartışma vardır.

Cumhuriyet Halk Partisi içinde yalnız temel düşünce ayrılığından dolayı bölünmeler olmuştur ve bugün artık böyle bir hastalığımız yoktur.

Bununla beraber, Cumhuriyet Halk Partisi içinde behemehal bir ayrılık gös-termek için dostlar gayret içindedirler.

Açık düşüncemi söyleyeceğim.

Son sözler, son dedikodular iki noktada toplanmaktadır:

Genel Sekreterimizin benimle görüş ayrılıkları olduğu, hattâ, bir İzmir Gazetesine göre bana istifasını verdiği söylentisi ve parti içinde son tartışmalardan sonra parti ileri gelenleri birbirine karşı mücadele açtıkları veya açacakları havadisi vardır.

Genel Sekreterin bana istifasını verdiği veya aramızda görüş ayrılığı bulun-duğu yolundaki havadislerin aslı yoktur.

Genel Sekreter’in sağlam bir sürede görevine devam ettiğini haber vermek-ten zevk duyarım.

Zaten, ortanın solu politikasının başından ve çetin tartışmalardan beri Bülent Ecevit’in Genel Sekreter olması, parti içinde hiçbir zaman tereddüt konusu olmamıştır. Bugün partide bulunan bütün arkadaşlarımız Bülent Ecevit’in Genel Sekreterliğini desteklemişlerdir. Bu hususta tereddüdü olanlar, açık düşünce ayrılığı göstererek partiden ayrılmışlardır.

Artık parti içinde ayrılmayı öngören hiçbir akım ve iddia yoktur. Partinin, kendisini bekleyen memleket görevlerini bilgi ile ve temiz ahlâk ile hep birlikte başarmak arzusu ve kararı ciddî ve samimîdir.

Demokratik rejimin kararsız ve tereddütlü göründüğü bu devrede, partilerin, çalışmalarındaki ve ideallerindeki temiz niyetler ile bir bütün oldukları, vatandaşa her vesile ile gösterilmek ve aksi görüşlerden sakınmak lâzımdır. Bu konuda arkadaşlarımızın hepsine tam itimat besliyorum.

Bunu, yıldönümünde büyük ödevlere hazırlanan bir partinin Genel Başkanı olarak tebriklerimle birlikte vatandaşlarıma ve partili arkadaşlarıma bildirmeyi borç sayıyorum.

Cumhuriyet Halk Partisi bugün, siyasal varlığımızın iktidara aday olan partisidir. Bu vasfı ile milletin umutları onun üstünde toplanmaktadır.

Bütün vatandaşlarıma saygılar sunarım.

 

 

 

 

CHP’nin Kuruluşunun 47. Yıldönümü Dolayısıyla İstanbul İl Başkanı Ali Topuz ve İl Kadın Kolu Başkanı Solmaz Betül’ün Heybeliada Ziyaretinde Söyledikleri[10]

(...)

Öte yandan gazetecileri kabul eden İnönü; “Bugün çok sevinçliyim, büyük bir günü kutluyoruz” demiştir.

(...) Gazetecileri de kabul eden ve çok neşeli görünen İsmet Paşa “Bugün çok sevinçliyim” dedikten sonra şunları söylemiştir:

“Büyük bir günü kutluyoruz. Dün bu konuda basına gerekli açıklamaları yaptım.

Türk basınının göstermiş olduğu yakın ilgi dolayısıyla sizleri, Türk basını adına selâmlıyorum.

Buraya kadar gelip zahmet ettiniz. İlginize teşekkür ederim.”

 

 

 

 

CHP’nin Kuruluşunun 47. Yıldönümü Dolayısıyla Parti Genel Sekreteri Bülent Ecevit’in Mesajına Verilen Yanıt[11]

Sayın Bülent Ecevit

CHP Genel Sekreteri

Partinin yıldönümünü kutlayan mesajınızda ödevlerimizi ve dileklerimizi dile getiriyorsunuz. Partimiz içinde her gün daha açık bir surette belirmekte olan memleket ihtiyaçlarını vatandaşın yardımıyla gerçekleştirebileceğimize inancım sağlamdır. Mütevazı, kararlı, inançlı tutumla zor ödev günlerine elbirliği ile hazırlanmaya çalışıyoruz. Başlıca çalışma size düşmektedir. Başarı kazana-cağınıza emin olarak sizi kutluyorum.

İsmet İnönü

 

 

 

 

Milliyet Gazetesi’nden Abdi İpekçi ile Siyaset Dışı Konularda Yapılan Söyleşi[12]

İpekçi–Paşam affedersiniz, bazı şeyleri not defterinize kaydediyorsunuz, görüştüğünüz kimseleri, yaptığınız işleri.. Bundan amacınız nedir?

İnönü–Hiç. Hatırlayayım diye daha çok. Eskiden beri böyle bir iki kelime yazabilirsem sonra onu hatırlarım. Eskiden daha çok kuvvetli idi hafızam, muntazam hatırlardım. İşe yarıyor.. Şimdi Metin bunları toparladı. Bir çok sayfaları boştur. Ama gene bir iki kelime bulursa çok makbule geçiyor. Ona da, bana da..

İpekçi–Meselâ, şimdi yanılmıyorsam denize girdiğinizi kaydettiniz.

İnönü–Kaydettim. “32’nci deniz, çok iyi..”

İpekçi–Karıştırır mısınız eski defterlerinizi arada sırada?

İnönü (Gülerek)–Hiç karıştırmam. Yani yazarım, ondan sonra karıştırmam. Daima yardıma ihtiyacım vardır benim. İşte usulünde çalışma.. Benim geçirdiğim hayata göre usulünde çalışmaya daima yanımda bir yardımcı ile çalışmaya imkânım olsaydı belki daha çok intizama girerdim.

İpekçi–Neden olmadı Paşam? Neden özel bir sekreter kullanmadınız hiç?

İnönü–Vazifeden ayrılmadım, daima bir özel sekreterim bulundu. Özel sekreterimi partide filan bulurum. Bana yakın olan birini, diğer arkadaşlarıma hazzettirmek bir meseledir benim için..

İpekçi–Ben başka bir izah duydum. Gerçi biraz benziyor buna.. Bana Metin, şaka ile karışık dedi ki, özel sekreterin hanım olması lâzım dedi. Fakat galiba hanımefendi itiraz ediyormuş.

İnönü (Gülerek)–Söz aramızda nazik bir mesele. Ama özel sekreterin hanım olması şart değildir.

İpekçi–Ben, müsaade ederseniz bugün biraz özel hayatınızla ilgili..

İnönü–Özel hayatım basit. Şimdi çok basitleşti. İşte denize giriyorum. Fırsat buldukça okumaya çalışıyorum. Yani az okuyorum şimdi. Üç dört saatten fazla vakit bulamıyorum.

İpekçi–Ne okursunuz genellikle Paşam?

İnönü–Bir defa mecmualarım var. Mecmualarım daha çok bana dünyadan havadis verirler. Fransızca, Almanca, İngilizce.. Üç dilde tâkip ederim. Dünya olaylarının hem fikir olarak, hem haber olarak dışında kalmamaya çalışırım. Okuma kabiliyetim azaldı. Üç dört saatten fazla vakit de bulamıyorum. Şimdi elimde olan bu çok partili rejime geçme zamanına ait çıkmış eserleri okuyorum. Onları bitirmedim daha. Cihat Baban’ın Portreler diye bir yazısı var. Onunla başladım. Hiç bilmediğim olaylar.. İçinde olduğum için, başladığımdan itibaren nihayete kadar merakla okudum. Şimdi Metin Toker’in kitaplarını okuyorum. Güya bildiğim tanıdığım insanın kitaplarını okuyorum. Ama tamamıyla birbiriyle münasebeti olmayan adamların serbest fikirleriyle okuyorum kitapları. Çok enteresandır. Çok emekle yazılmış kitaplardır. Hem tek partiden çok partiye geçiş, hem benimle on yıl. İsmet Paşa ile On Yıl diye kitap var. Cilt cilt. Bitirmeye çalışıyorum.

İpekçi–Doğru yazmış mı Paşam?

İnönü (Gülerek)–Doğru meselesi başka. Doğruluk yanlışlık değil, yazan adamın bildiği, görüşü, fikirleri.

İpekçi–Sabahları kaçta kalkarsınız?

İnönü–Sabahları sekizde ayaktayım. Sekizde kalkarım, traş olurum. Burada bir doktorum var, o görür beni. Sekizden itibaren ayaktayım.

İpekçi–Günün geri kalan kısmını nasıl geçirirsiniz Paşam?

İnönü–Sabah sekizde kahvaltı filân, doktor dokuz buçuk, vakit bulursam biraz okurum. Kahvaltıdan sonra biraz, her yemekten sonra az da olsa bir dinlenme yaparım. Ondan sonra Ada’da öğleye kadar denizle meşgulüm. Ama haberli, kararlaşmış ziyaretçim olursa onunla da meşgul olurum. Deniz bir saa-timi alıyor. Öğleden sonra mutlaka bir ziyaretçim olmaması nadir. Güçlüğüm habersiz ziyaretçiler..

İpekçi–Akşam genellikle kaçta yatarsınız?

İnönü–Akşam 12’yi bulurum. Çünkü saat sekiz, sekiz buçuk yemeğe giderse, ondan sonra bir iki saat okumaya akşam vakit bulurum.

İpekçi–Bütün bu yoğun çalışmalarınıza rağmen hayatınız genellikle muntazamdır değil mi?

İnönü–İşte, başka bir şeyim yok. Hafta da bir defa bulursam üç dört kişi toplanırız, briç oynarız iki saat kadar. Başka bir şeyim yok.

İpekçi–İçki?

İnönü–İçki, güya hiçbirisi yasak değil.. Hepsi yasak. Aklımın erdiği kadar arada birini içiyorum. Sigaraya şimdilik fasıla verdim, beş seneden beri içmiyorum. Tamamıyla bıraktım diyemedim daha kimseye.

İpekçi–Tamamıyla bırakamadınız mı?

İnönü–Hayır. İçmiyorum, beş seneden beri içmiyorum. Ya ellinci ya da elli beşinci bırakışımdır.

İpekçi–Eskiden ne kadar içerdiniz?

İnönü–O hesapsız. Eğlenceli tarafı, bir sene bırakırım, yahut altı ay bırakırım.. Günde bir iki sigara ile başlarım. Ondan sonra bir gayrete gelirim, bir ay zarfında bütün içmediklerimi tamamlarım! Bütün hayatım sigara ile mücade-leyle geçti. Neyse kurtardık yakayı, postu ondan. Kesin bir zarara uğramadan büyük fasılalara başladık.

İpekçi–Paşam yanılmıyorsam pek yakında 86. yılınızı dolduracaksınız?

İnönü–86 sene olacak. 15 gün sonra..

İpekçi–Bu yaşta gençleri imrendirecek bir çalışma içerisindesiniz. Müca-dele içerisindesiniz. Aktif politikadan hiçbir zaman uzaklaşmadınız. Bunun sırrı nedir acaba?

İnönü–Ben vazifeye yetişemiyorum. Bir marifet yaptığımı zannetmiyorum ki, sebep arayayım.

İpekçi–Paşam, müsaade ederseniz ben kendi müşahedemi arz edeyim. Bakıyo-rum yaşı ilerlemiş olanlara, eğer çalışmaktan, herhangi bir faaliyetten uzak kalmaya başlamışlarsa, ellerini, eteklerini çekmişlerse, hemen yaşlanıyorlar. Yani hemen çöküyorlar diyelim. Fakat, yaşı ne kadar ilerlerse ilerlesin çalışmaya devam ederse hiçbir zaman çökmüyor. Dinç kalıyor. Acaba bu müşa-hedem doğru mu?

İnönü–Zannederim doğrudur tabiî. Bir doğru tarafı vardır zannederim. Kendime ait tatbik edecek bir sebep aramıyorum. Ama umumî olarak içlerinde bir paslanma derler ya, onun gibi bir şey. Çalışırken bir çok meleke taze kalıyor. Eğer mutlaka yaştan bir tecrübe aramak lâzımsa, insan 75’den sonra her sene, üç-dört sene geçirir gibi oluyor. Bir sene geçirmek şimdi, eski bir seneyi geçirmek değil. Böyle geliyor bana.

İpekçi–Her yemekten sonra, biraz uyumanın büyük faydası var değil mi Paşam?

İnönü–Evet. Güç alıştım ben, telkinle alıştım. Ve istifade ettiğimi zanne-diyorum. Öğle yemeğinden sonra başlıca oldu. Ona alıştım. Tecrübe etmiş arkadaşlarımın zoruyla başladım. Ve geç başladım. Herhalde elli yaşlarında filan başladım.

İpekçi–Faydasını gördünüz?

İnönü–Çok.

İpekçi–Ne kadar istirahat edersiniz Paşam?

İnönü–Başlarken on dakika, on beş dakika ile başladım. Sonra yaşlandıkça bu müddet artıyor. Ve yorgunluk nispetinde artıyor. Gündüz yemeklerden sonra yarım saat verebilse insan, o yarım saat gecenin bir iki saatini karşılıyor. Çok faydası var. Yalnız tabiî zamanla bu vakit artıyor. Herkesin işine uyacak zamanı bulmak zordur. Ben bir şey söyleyeyim. Hayatında daha çok yaşlandıkça insan belki bu ihtiyacı hissedecektir. Ben hareketleri, kendi özel hayatımın hareketleri sert ve çabuk olan insanım. Meselâ giyineceğim, kısa bir mesafeyi hızla, heyecanla giderim. Böyle bir tabiatım vardır. Ve doktorlar, çok eski zamandan beri beni muayene ederken veya bana bir hareket yaptıracakları zaman, daima bu ihtarı yaparlar, “kalk” der meselâ, fırlar kalkarım. “Canım ne oluyorsun” derler. “Sükûnetle kalk” derler. “Yormadan, telâş etmeden, işte giyin” filân, böyle söylerler. Ehemmiyet vermezdim. Zaman ile insan bu nasihatların ehemmiyetini anlıyor. Yorucu hareketlerin arasında, bir dinlenme yapmak, bu bana oyuncak gelirdi. Şimdi faydalı bir şey olduğunu anlıyorum. Denizden çıkıyorum, kabine giriyorum. Çıktıktan sonra orda biraz da dur. 15 saniye otur. Oyuncak gelirdi bunlar bana. Şimdi faydasını anlıyorum. Uzviyet her hareketten sonra bir dinlenme ile kuvvetini tazeliyor. Bunu tatbik etmek için bunun faydasını tecrübe etmiş olmak lâzım. Bunu tecrübe ediyorum. 40 yaşlarında iken ben, bundan çok yaşlı olan insanlarda bu dikkatleri görürdüm ve bir türlü anlayamazdım. Sorardım nedir bu adamın bu kadar dikkati? Meselâ rahmetli Abdülhak Hâmid, bir defa bize eve gelmişti, merdiven filan çıkmadı. Kapıdan girdik, içerdeki oda da oturduk. Kapıdan içeri girinceye kadar o kadar yavaş, o kadar dikkatli, o kadar etrafını yoklayarak yürüdü ki, bir asır geçti gibi geldi. O kadar dikkatli. Şimdi o kadar değilim ben. Ama anlıyorum niçin adam dikkat-liymiş.

Bir Amerikalı bana mektup yazdı. 70 yaşına gelmiş de, ne tavsiye edersin, nasıl yapayım diye. Aldım güldüm. Cevap yazdım. Sana tavsiyem, 70 yaşının kadrini bilmektir dedim. Onun en güçlü bir devir olduğunu zihinden çıkarma.

Metin’in kitaplarını okudun mu?

İpekçi–Evet.

İnönü–Enteresan. Çok emek var. İnanılmaz şeyler. Neler geçmiş.

İpekçi–Metin bana dedi ki, hanımların kıskançlığı konusunu da sor istersen dedi.

İnönü (Gülerek)–Aaa, ona dair bir şey söylemem.. Yıllar ilerledikçe tahmin edemezsin ne kadar artar.. Dikkatli.. Gayet titiz olurlar..

İpekçi–Ama o aslında bir sevginin ifadesidir değil mi?

İnönü–Öyle.. Gittikçe artar. Sen de 80 sene sonra görürsün.. Eşinle aranızda kaç yaş fark var?

İpekçi–On yaş kadar var..

İnönü–Şimdi yaş farkı azalıyor. Onun sıkıntısını çekecektir gelen nesiller.. Bir iki yaş farkla evleniyorlar. Bidayette hararetle gider. Ama sonu çok zordur.

İpekçi–Yaş farkı olmalı değil mi?

İnönü–Tabiî. 10 yaş tamdır. 10 yaştan eksik daima sıkıntılı.. Erkek diri kalıyor, kadının hızı yetmiyor. İdaresi son derece zor. Kadın titiz ve hassas oluyor. Başa gelmeden anlaşılmaz o..

İpekçi–Paşam evlilikle ilgili bazı düşüncelerinizden bahsettiler. Meselâ dermişsiniz ki, evlilikte haklı taraf önce kızan taraftır. İlk önce kim kızıyorsa o taraftır.

İnönü–Kim başlarsa ona hak vermek lâzım. Yâni birisi başladı mı, bir fırtına geçiyor diyor tahammülle bırakmalı. Münakaşadan çekinmeli demektir bu. Münakaşadan çekinmeli. Evet, sonra bunda terakki ettim çok. O en son vaziyeti bilmiyorsun sen.

İpekçi–Onu sormak istiyordum.

İnönü–En son vaziyet şudur. İlk önce eskiden ilk çıkışmaya başlayan, kavgaya başlayan haklıdır. Bununla geçinmek. Şimdi ikinci, üçüncüde de o haklıdır diye, fırtınaları geçiriyorum ve rahatım.

İpekçi–Anlamadım Paşam bunu?

İnönü–İlk başlayan haklıdır. Şimdi ikinci defa da başlamış olsa, gene o haklıdır. İlk kızan hanımsa ikinci defa yine o haklıdır diyorum şimdi ben..

Kaç çocuğun var senin?

İpekçi–İki Paşam.

İnönü–Kaç yaşındalar?

İpekçi–Büyük 14, küçüğü 9.

İnönü–Şimdi aile bahsinde sana istifade edeceğin bir tecrübe söyleyeyim. Çocukların yetiştirilmesi bana işlerimin en güç ve zahmetlisi geldi. Küçükken düşerler, bir yerlerini bir yere çarparlar. İşte huysuz olurlar. Bunların hepsi benim için büyük mesele gibi ıstırap konusu olur. Çocuk yetiştirmek, insan çabalarının en gücü gibi bir inancım vardır. Yaşlı bir arkadaşıma bu derdimi anlattım. Doktordu. Böyle canım yanarak konuşuyorum, çocukların yetişmesinde, sıhhatlerini muhafaza etmekte, korunmalarında falan çok güçlük çekiyorum, çok üzülüyorum diye.. Biraz uzun anlatınca merak etti konuşan arkadaşım, “Yahu kaç yaşında çocukların?” dedi. Ben de şimdi sizin söylediğiniz gibi söyledim. Birisi on yaşında, birisi altı yaşında, birisi dört yaşında filan böyle. Güldü. Ne gülüyorsun dedim. “Bunlar mesele midir?” dedi, “senin anlattıkların”. “Çocuk şöyle olmuş, çocuk böyle olmuş. Ne olmuş? Sen çocukların meseleleri ve dertleri denilen şeyi sonra görürsün asıl” dedi. “Yetişsinler, asıl meseleleri o zaman çıkacak” dedi. Şimdi hep onu hatırlarım. Büyüdüler, kurtuldular ve hiçbir meseleleri yok zannedersin. Yapayalnız kaldık. Ama en çok onların meseleleri var.

İpekçi–Ya torunlarınız?

İnönü–Aaa, torunlarımla iyiyim. Onların her birinin ayrı ayrı şeysi var. Onların hayatında hakikaten istifadeli manzaralar görüyorum. Sana bir hikâye anlatayım. En küçüğü sekiz yaşında şimdi. İki sene evvel altı yaşında.. Bir gün bir arkadaşım geldi konuşuyoruz. Ayrılırken o küçük torunum da vardı. Ona demiş ki, “Allahaısmarladık küçük” demiş. “Küçük bey” demiş. Gitti. Ondan sonra torunum gayet ciddî bir tavırla, “Altı yaşına geldik hâlâ küçük Bey diyor” dedi.. Şaştık ve güzel bir hâtıra olarak da muhafaza ediyorum.

İpekçi–Güçlü’den [Güçlü Toker] bahsediyorsunuz galiba değil mi? Metin’in oğlu. Onun hakkında farklı teşhisler bulunduğunu öğrendim. Sizin, Metin ve hanımefendinin inatçılık ve akılla ilgili olarak.. Nedir Paşam o?

İnönü–Bir inatçı veya söz dinlemez, huysuz bir hâli olursa, hepimiz yanı-mızdaki yaşlıya çekmiş diye birbirimize takılırız. Babasına çekmiş, anasına çekmiş. Büyükannesine çekmiş ve dedeye çekmiş. Söyleyen kendine çekmiştir diye alınmaz.

İpekçi–Fakat, torun sahibi olmak zevkli bir şey olsa gerek değil mi?

İnönü–Torunlar aa çok. Ondan zevkli bir şey yoktur. Hayatın bütün mazha-riyetidir. Senin şimdi nedir büyük çocuğun?

İpekçi–Kız efendim.

İnönü–İkincisi?

İpekçi–Oğlan.

İnönü–Yolda var mı?

İpekçi–Hayır, Hanım artık kâfi diyor. İki tane yeter diyor.

İnönü–Hanımın demesiyle olur mu bu iş?

İpekçi–Şimdi oluyor Paşam.

İnönü–Efendim, bir defa üçten eksik olmamalı. Çünkü ikisi, anasına, baba-sına mahsup edilir. Bir tanesi kâr kalacaktır derler, rakam olarak. Neyse başka türlü türlü hesaplar da var. Şimdi ikisi güçlükle geçiyorlar. Bizde ikide kalırsa, çok söyleniyorum. Ama para etmiyor.

İpekçi–Paşam biraz kendimi düşünerek bir soru soracağım. Siz bütün haya-tınız boyunca büyük meselelerin, büyük meşguliyetlerin içinde bulundunuz. Bu yüzden ailenizi ihmal etmek durumuna düşmediniz mi? Düştüğünüz zaman üzülmediniz mi?

İnönü–Ha. Benim daima söylediğim bu yüzden, eşim bakımından, hanım bakımından son derece kuvvetliyim. Ve derim ki, bilhassa mücadele içinde bulunan adamın bütün kuvveti eşine bağlıdır. İnsan mücadele içinde, bilhassa siyasî hayatın türlü cilveleri içinde, her gün ve bazı zamanlar karamsar olur, evde uzun boylu düşünceye dalar falan. Böyle zamanlarda karısının herhangi bir vaziyetin aksi evlendiğiniz zamandan beri böyle mi olmuştur?

İnönü–Daima böyle. Dikkat ettim karıma. Bu benim temel kanaatimden geliyor esasında. İnsanlar resmî vazife arkadaşı olsun, özel hayat arkadaşı olsun insan muamelesi görmekten en büyük zevki alırlar. Sevdiği bir adamdan veya inandığı bir adamdan, kendisine ehemmiyet verir bir muamele görmekten. İnsanın tabiatında olan zaaf budur. Buna çok genç yaşta teşhis koymuşumdur. Böyle yaparım. İstiskal edilmek çok ağrına gider insanın. Yâni, şakası bile hoş değildir. Şakası bile hoş olmayan lâubaliliktir.

İpekçi–Paşam, biraz da özel zevklerinizden bahseder misiniz? Eskiden ata binerdiniz, briçe öteden beri..

İnönü–Spor olarak, oyun olarak bilardoyu severek oynadım. Büyük oyuncu olmadım ama, severek oynadım daima bilârdoyu. Yarı spor, yarı oyun filân. Satrancı severek oynadım. Yâni benim satranç üzerine okuduğum kitaplar satranç entelekti dersem.. Binlerce sayfayı bulur. Tahmin eder misiniz? Ve bugün bir satranç gazetesini, Almanya’nın çok eski bir satranç gazetesini tâkip ederim.

İpekçi–Hâlâ?

İnönü–Hâlâ tâkip ederim. Satrancın bir özelliği daima değişen yeni mücadele usulleri, marifetleri bulmaya çalışan bir oyundur. Ve bu itibarı görür enternasyonal âlemde de. Onun için kendine mahsus edebiyatı vardır bunun. Onun da ilerlemesinin sebebi, vakit vakit büyük ölçüde kabiliyetlerin çıkmasıdır. Daima çıkar. Bir millette bir, iki yılda çıkar. Ama son zamanlarda çoktan beri Ruslar’ın elinde.

İpekçi– Sizi mat eden olmuş muydu hiç?

İnönü–A canım sen de. Bahis konusu değil. Ben çok meraklı oynadım, severek oynadım filân. Enternasyonal şeyler büsbütün şimdi başka çaptalar.

İpekçi–Hayır, sizi mat eden olmuş muydu diyorum?

İnönü–Çoktan beri oynadığım yok. Şimdi satranç, o yeni çıkan mecmua-lardan hiçbir işi olmasa eğlenmek için satranç tahtasının başına geçerim ve enternasyonal yeni oyunlardan –yazılmıştır onlar– bir ikisini oynamakla saat-lerce vakit geçer farkında bile olmam.

İpekçi–Briçe de meraklısınız değil mi?

İnönü–Briçe de merakım var. Zevkle oynuyorum şimdi. Ama onun da usulleri çok ilerledi. Tamamıyla tâkip edebildiğimi zannetmiyorum. Briçi ben 1910’da, büyük bir medeniyet yerinde: Yemen’de öğrendim!.. Rahmetli İzzettin Paşa akşamları iş bittikten sonra, briç oynayalım derdi. Genç erkânı harp zabitlere hem öğretir, hem de oynardı. Yenerdi. Ondan sonra akşam oldu mu kaçmaya çalışırdı, kaçamazdık. Ve bir türlü anlamazdım niye eziyet ediyor bize diye. Sonra farkına vardım. Böyle yerler, muharebe zamanları akşamüzeri insan bunaldıktan sonra, bitirdikten sonra fırsat bulursa, yâni olmadık sefahat yapar. Onların hepsinden kendi karargâhını kurtarmaya çalışırdı gibi geliyor bana. Orada öğrendim. Ondan sonra devam ettim. Bizde arttı çok, oynayanlar. İyi oynayanlar çok.

İpekçi–Müziğe de meraklısınız değil mi Paşam?

İnönü–Müzik meraklısıyım, dinlemek için. Çalmak için heves ettim, yapa-madım.

İpekçi–Ne çalmak istemiştiniz?

İnönü–Viyolonsel. Dinlemeyi pek severim, büyük zevkimdir. Fırsat buldum mu, yâni konserlerin tiryakisiyim.

İpekçi–Hangi tür müzikten hoşlanıyorsunuz?

İnönü–Klâsik müzikten hoşlanıyorum daha çok. Ama, yeni şeyler var tâkip ediyorum. Şarkılar, hemen her millette birbirine benzer hale geldi.

İpekçi–Gençlerin şimdi hoşlandığı müzik..

İnönü–Gençlerin şimdi hoşlandığı şarkı usulleri daha çok garp müziği istikametindedir. Onun için şimdi, bir İngiliz şarkısı yahut Alman şarkısı gibi benzerlikleri var. Fakat daha çok klâsik müzikleri, konserleri tâkip ettim ben. Bizim şartlarımıza göre, Ankara’da bizde gelişmesi için çok heves gösterdim, tâkip ettim. Müzik başlıca dinleyicinin merakiyle gelişen bir sanattır. Hepsi öyledir ya. Ama müzikte bu daha tesirli bir hal olur. Onun için iktidarda bulunduğum zamanlar alâkadar oldum. Ondan sonra da tiryakisi oldum.

İpekçi–Hipi müziği için ne düşünüyorsunuz?

İnönü–Hipi müziği. Fazla bir şey bilmiyorum onda. Klasiğe girmez onlar. Onların şarkısını bilmiyorum da, bizim şarkıların jestlerini, sözlerini, seslerini gördüğüm zaman, yeni bir şey, hipi bu olacaktır diye zevkle seyrediyorum..

İpekçi–Paşam, burada başka bir konuya geçmek istiyorum. Hipi müziği dedik ama, aslında şimdi yetişen gençlerin çeşitli özellikleri var. Onların davranışları, kendilerinden önce gelen nesillerin davranışlarından çok farklı, apayrı düşünü-yorlar. Her şeye başka açıdan bakıyorlar. Yerleşmiş değer yargılarını yıkmak istiyorlar. Ne bileyim işte müziğinden tutun, giyimine, sonra işte uyuşturucu madde kullanıyorlar. Cemiyetin kökten değişmesini istiyorlar. Yâni renkli ve ciddîye alınmaz gibi gözüken tarafına kadar değişik özelliklere sahip yeni kuşaklar. Yeni neslin bu özellikleri için, ne düşünüyorsunuz?

İnönü–Kendi halinde bırakıp, sükûnete işte, arıyorlar bulacaklar yollarını. Cemiyete tesir edeceklerine şüphe yok. Nihayet kendi evlâtlarımızın, kabına sığmayan insanların gelişmesi. Eğer yaşlı isek, tecrübeli ve olgun isek, onların gelişmesini koruyacak bir muamele tarzını bulmamız lâzım. Her yerde idarelerin ve yaşlıların başlıca ödevi bu.. Güç olan tarafı ölçüye ve hesaba gelmez olmalarıdır. Ne kadar versen az görür. İkisinin arasını karşılıklı bulmaya çalışacağız. Güç olan zannediyorum bu gençlerin umumiyete gördükleri müsamaha ve dikkat unsurunu, onların içine karışan türlü mesleklerin ve siyasetlerin, militanların bir istifade ve tahrik alanı saymaları, onu kullanmaları. O zaman cemiyetin nizamı ile çatışma oluyor. Güç vaziyet o zaman hasıl oluyor. Gençlerde esas olarak başlarken, siyasî menfaat tarafı olmamak lâzım. Yoktur bu.. Sonra bu, yapma olarak zorla onlara telkin ediliyor ve o istikamete sevk olunuyor. İdaresi o zaman güçleşiyor. Fakat, gençleri bütün bu arayıcı ve taşkın hallerinde kendi kendilerine kontrol etmelerini alıştırmak için bir noktayı üzerlerinde daima işlemeli. Evvelâ öğrenmek lâzım. Bütün bu dedikleriniz, bütün bu istedikleriniz, bunların hepsi gider. Ama bunların hepsi öğrenmekle gerçekleştirme yoluna girer. Öğrenmeden dünyayı ıslâh edeceksin. Olmaz bu. Bu zihni, bu fikri her memlekette her millette, ön safa alabilirsek; gençlik, yeni kuşakların istikâmetleri nihayette hem doğru ölçüyü, hem doğru konuları bulur. Onun için öğrenci halinden çıkan hareketleri kuvvetle, ısrar ile karşılamak taraftarıyım. Silâhlı öğrenci olmaz diyorum. Zor olmaz diyorum. vesaire vesaire. Merak edilecek bir hayat değil benim ki ama sen ısrar ettin de işte konuşuyoruz.

İpekçi–Merak edilecek bir hayat olmaz olur mu Paşam? Yalnız çok kimse benden şu sorunun cevabını bekleyecektir. Paşa, bu yaşta bu dinçliği, bu canlılığı muhafaza etmenin sırrını vermemiş diyecektir.

İnönü–Verir mi sır?

İpekçi–Paşam, sizin için derler ki, çok defa düşüncesini kendi kendisiyle konuşur. Herkesle konuşmaz, söylemez, kendisi kapanır, düşünür. Ve kararını verir. Doğru mu bu teşhis?

İnönü–Kendi kendime düşündüğüm doğru. Bir karar vermek için mümkün ol-duğu kadar her tarafını tahlil etmeye çalıştığım doğru. Ama ondan sonrasını, ondan sonraki değerlendirmeler ve hükme bağlamalarla hiçbir ilgim yok.

İpekçi–Yâni derler ki, kafasının içindekileri daima kendisine saklar.

İnönü–Herkesin sakladığı kadar saklar. Bir özelliği yoktur bence..

İpekçi–Paşam, bir hâtıramı nakledip bir soru sormak istiyorum size. Başbakan olduğunuz devirlerdeydi. Evinizde, beraber yemek yiyorduk. Kâzım Paşa’nın oğlu Teoman Bey de davetliydi. Babasını sordunuz kendisine, sıhhatte olduğunu, iyi olduğunu söyledi. Sonra bir de dişçiden bahsetti. Müşterek dostunuz dişçi, şimdi ismini hatırlayamadım.

İnönü–Dişçi Sami olmasın?

İpekçi–Tamam. Sami evet. Ondan bahsetti ve dedi ki, “Geçenlerde babamı ziya-rete gelmişti, sizi minnetle andı. Çünkü bir ricası olmuş, bir isteği olmuş yardım etmişsiniz, yapmışsınız” Siz o zaman düşündünüz, düşündünüz hatırlaya-madınız ve dediniz ki, kırk yılda bir de yapmadığım bir iyilikten dolayı bana müteşekkir olmuşlar.. Bana bu sözünüz çok dokundu ve ben şöyle yorumladım. Yâni siz şimdiye kadar yapmadığınız işlerden dolayı suçlandınız sürekli olarak. Yâni her işin günahını, suçunu size yüklemeye çalıştılar da, bu sözünüz onun bir ifadesi gibi geldi bana. Gerçekten böyle midir?

İnönü–Bütün hayatım öyle. Yaptıklarım yani içinde bulunduğum işlerde ya olumsuz çalıştığım söylenir veya hiçbir şey söylemek kabil değilse, hiç bahsolun-maz. Onlar tamamıyla unutturulmak istenir. Talihim böyle. Onunla hiç ilgim olmayan, suç denilebilecek yerme konuları hiç ilgim olmadığı halde mutlaka bana yüklenmek istenir. Ve senelerce uğraşırlar, çocuklarımla uğraşırlar. Nihayet bana da tesir ediyor. Ailemle uğraşırlar, çocuklarımla uğraşırlar, benimle uğra-şırlar filân. Onun için teşekkür etmiş birisi. Hayretimi mucip olmuş. Bahusus Sami’nin pek çok işi olur yapmazdım. Ondan dolayı özelliği vardı haberin.

İpekçi–Yani bu sizin yapmadığınız işlerden dolayı suçlanmış olmanız yıllardır sizi çok rahatsız etmiyor mu?

İnönü–Bidayette çok rahatsız ediyordu. Sonra alıştım. Alıştım ve cemiyetimize mahsus bir hastalık sayarak mukavemetimi daima biledim ve besledim. Mecliste olurdu geçmiş zamanlarda. Kıyameti koparırlardı. O zaman kendi kendime konuşurdum. Nasıl sükûnetle dayanabiliyorsun diye. Ben biliyordum cemiyetimi. Bilerek bu yola girdim. Tek partiden geçtik, ondan sonra bilerek bu istikameti tuttum. Binaenaleyh hiçbir gösterisine şaşmamam lâzım. Böyle bir idman nefis terbiyesi.

 

 

 

 

Cemal Gürsel’in Ölümünün 4. Yıldönümü Dolayısıyla Verilen Demeç[13]

Rahmetli Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel’in ölüm yıldönümü anılırken, güç şartlar içinde çalışmış olan rahmetliye karşı saygı duygularımızı kamuoyuna sunmayı görev sayıyoruz.

Askerî ihtilâlle işbaşına gelmiş olan insanlar içinde yeni Anayasayı bir an evvel hazırlayıp, kamuoyuna sunmak ve ihtilâlin ilk günü taahhüt edilen seçimle demokratik rejime geçme programını sebat ile tatbik etmek, rahmetlinin büyük hizmetidir.

Bu hizmeti, nesiller boyunca Türk milletinin saygı hatırasında şükranla anıla-caktır.

 

 

 

 

Heybeliada CHP İlçe Lokalinde Dış ve İç Politika Üzerine Yapılan Konuşma ve Gazetecilerin Sorularına Verilen Yanıtlar[14]

Sevgili Arkadaşlarım,

Yaş günümü hatırlayarak belirttiğiniz alicenap duygulara teşekkür ederim. Bu fırsattan istifade ederek memleketin genel siyasî durumu üzerinde düşün-celerimi söylemek istiyorum.

Son günlerin uluslararası hava canlı olayı Orta Doğu uçak kaçırmaları ve Ürdün ile Gerillalar arasında kıyasıya bir savaşın başlamasıdır.

Bu olaylar bizden uzakta ve iki Arap toplumu arasında gibi görünür. Ancak bir aralık büyük devletlerin yakın ilişkileri dolayısıyla dünya sulhu meselesi niteliği gösterdi. Bu sebeple de en yakın ülkelerden biri olarak bizim için sonuçları çok tehlikeli olabilirdi. Üç dört heyecanlı gün geçtikten sonra, dünya ölçüsünde etkisi kaybolmuş görünüyor. Çünkü Birleşik Amerika ile Sovyet Rusya’nın beraber nasihat vermek kararları ile, olay er geç sükûnete varmak yolundadır. Sovyet Rusya ile Amerika’nın sulhu korumak için İsrail ile Araplar arasında sulh içinde yaşamak imkânını bulmalarını da yürekten dileriz.

Değerli arkadaşlarım, iç politikayı, gerçekten darlık ve dertler içinde geçiri-yoruz, ekonomik ve sosyal meselelerimiz bütün vatandaşları haklı şikâyetler içinde bunaltmıştır. Vatandaş şikâyetleri başlıca pahalılıktan, geçim derdinden geliyor. Bu idare, ilk buhranı geçirmeğe para ayarlaması gibi sebeplere ayrı ayrı bağlanıyor. Derdi, aslında bir tek esaslı sebebe bağlanmak lâzımdır. O da, siyasî iktidarın malî politikada hesapsız ve intizamsız olması ve ekonomik alanda dar gelirli vatandaşın ihtiyacına hiç önem vermemesidir. İktidar böyle başladı. Israr ile, inat ile israfçı yolda devam ederek hazineyi ve devlet idaresini dermansız ve hesapsız hale koymakta devam etti.

Böyle bir idarenin vakit vakit görülen büyük aksaklıkları kendiliğinden gelir ve sonra idare avutacak oyalayacak tedbir göstermeğe çalışarak günü geçirir ve inandığı politikada yeni bir bunalıma kadar devam eder. Senelerce, bütçe açıklarından feryat etmişizdir. Açıkları oyalayarak, ertesi yıl daha büyük açıkla idareye çalışırlar. tabiî bir gün paranın değeri tutulamayacak hale gelecekti. Bize de böyle geldi. Para ayarlaması bir buhranlı geçiştir. Bunu yapan idare, ilk buhranı geçirmeğe hazırlıklı değilse, tabiatı ile kendi başına kalmış bir karışıklık alır yürür. Bizim halimiz budur.

Sayın arkadaşlarım. Şimdi içinde bulunduğumuz durum şudur. Malî ve ekonomik nelerden şikâyet ediyorsak, hesaptan, intizamdan, bütçe dengesinden, vergi ve kredi kullanılmasından neler istiyorsak, hepsini yapacaklarmış gibi bilgi vererek günü geçirmeğe çalışıyorlar. Çabalamalar içinde, gelecek günlerin daha darlık içinde daha pahalı olmasını gerektiren bütün sebepler, iktidarın bünyesinde mevcuttur. Bu iktidarın, altı seneden beri memleketin siyasî hayatını, malî ve ekonomik durumunu ısrar ile bunalıma sevk eden bu iktidarın, değişmesinden başka çare yoktur. Temel mesele budur. Bunu seçmen hâl edecektir. Dertleri cesaretle ele alır, vatandaşa açık ve doğru söylersek, Türk milletinin meselelerini halletmeye kudreti vardır. Demokratik rejimin her Türk vatandaşından istediği sorumluluk da budur. Sade vatandaşın, devlet idaresine bu derece ıstırap ile baktığı zaman nadirdir.

Arkadaşlarım, bu temel mesele dışında dertler sayısızdır. Öğrenci ve eğitim dâvası vardır. Öğrenci tartışmaları dünyanın her tarafında bir büyük dava olmuştur. Kuvvetli idareler bu meseleyi doğru bir yolda yürütmeye muvaffak oluyorlar. Bizim bu konuda temelden gelen iki eksiğimiz var. Birincisi, polisle tartışanlar arasında güven yoktur. Çünkü, polisin devlet kuvveti olarak, her akımın üstünde bir vazife görmesini sağlayamadık. İkinci derdimiz, üniversite yöneticilerimizin kayıtsız devirler geçirmesindendir. Bunlar da nihayet, temel idarenin güvenilir olmasına dayanır. Halbuki öğretmenler ilk dereceden itibaren iktidarın haksız kıyımına hedef olmuşlardır. Eğitim tedbirleri az ve düşünülen usuller, köy çocuklarını yukarı öğrenime [yüksek öğrenime] erişemeyecek hale getiriyor.

Para ayarlanırken, dışarı gidecek başlıca tarım ürünlerinden dolar başına 3 lira kesmek, üreticiyi halkı bunalıma götürüyor.

Arkadaşlarım, esnaf ve sanatkârın bu günkü pahalılıktan sorumlu gibi göste-rilmeye çalışılması çok haksız bir tutumdur. Esnaf ve sanatkâr da memleketi darlığa götüren idarenin kurbanlarıdır.

Sevgili arkadaşlarım, şimdi iş hayatımız üzerinde bir iki söz söylemek isterim: Demokratik rejimlerde çalışma hayatını sosyal tedbirlerle nizama koymak başlı başına bir dâvadır. Bilirsiniz ki, bu meseleleri büyük bir cesaretle CHP ele almıştı. Kanunî tedbirleri zamanımızda bulunmuştu. Şimdi bugün vaziyeti inceleyelim. İşverenlerin, işçilerin ve sendikaların çalışma düzeninde birbirleriyle münasebetleri-nin dikkatle intizam ile ve karşılıklı güven temasları ile işlemesi lâzımdır. Geçmiş yakın olaylar, araya bir çok ihtilâflar sokmuştur. Kaldırılan sıkıyönetimin başına ve içinde de yine karşılıklı dâvalar ve meseleler geçmiştir. Yakın bir zamanda bu meselelerin bütün toplumu meşgul etmesinden sakınırım. Yapabileceğim tavsiye; işverenin, işçinin ve sendikanın aralarındaki münasebetleri birbirlerinin haklarına ve varlığına inanarak yürütmeleridir. Çalışma hayatımızın intizamı, bütün memleketin huzur içinde yaşaması meselesidir. Bu, her şeyden evvel, yani kanunî tedbirlerden önce tarafların birbirlerine inanarak müşterek bir dâvayı halledeceklerini anlamaları meselesidir.

Ayrı bir konu olarak bu bahisde ısrarımın sebebi var. Bu son zamanlarda sıkıyönetim devrinden de istifade edilerek, işçilerin haksız yere işlerinden çıka-rılıp atıldıkları üzerinde çok şikâyet aldım. İlgililerin bu konuya önem verme-lerine özellikle dikkati çekmek isterim.

Şimdi özet olarak bir daha söyleyeyim. Bu dertlerin hepsi bir tek temele dayanıyor. Onu tekrar edeceğim. Altı seneden beri memleketin durumunu ve sorunlarını yanlış görüp, yanlış değerlendiren iktidarı, seçmen değiştirinceye kadar bu ıstıraplar devam edecektir.

Soru: Ürdün’de çıkan çatışmanın tehlikesinden bahsettiniz. Bizim için de bu tehlike söz konusu olabilir mi?

Cevap: Mesafeler uzak gibi görünüyor, ancak, Ürdün ve Türkiye dünya ölçüsünde memleket sayılır. Bu durumda tabi ki oradaki tehlike bize de sıçra-yabilir.

Soru: Sıçrama harbe sürükler mi?

Cevap: Şimdiden böyle bir tahmin yapmak zor. Her türlü ihtimal mevcuttur.

Soru: Tehlike iki büyük devletten mi ileri geliyor?

Cevap: Evet.

Soru: Acaba bu iki devletten birisinin Türkiye’de üslerinin bulunması mı tehlike arz ediyor?

Cevap: Orta Doğu olayları daha İsrail-Arap savaşı şeklindeyken, Rusya ile Amerika’nın bu dâvayı beraber halletmelerine ve beraber çalışmalarına bağladım. Her iki devlet arasında anlaşma olursa bu iş de hallolur. Aksi halde bu iş sürüp gidecektir. Teessüf ederim ki olaylar benim sözümü doğruladı. Taraflara aynı nasihat verilince ümitsiz bir halde olan savaş sonuçlandı. Olay çıkan yerin yakınındayız. Bir avuç içinde olan memleketlerin. Her taraf ateş aldığı an, bunun kime sıçrayacağını şimdiden söylemek zordur. Faydası da yoktur.

Soru: İktidar son çıkardığı vergi kanunları ile bütçe açığını kapatıyoruz diyor, siz ise iktidarın çeşitli vasıtalarla oyalama içinde olduğunu söylüyorsunuz.

Cevap: Bütçe açığı dün akşam ortaya çıkmış değildir. Senelerden beri bütçe açığı var diyoruz. Bunun akıbeti fenadır diyoruz. Onlar ise hayır bütçe açığı yok diyorlar. Şimdi ise bütçe açığını kapatmak için bu çareye başvurduklarını söylüyorlar. Halbuki iktidar her sene yeterli tedbir alsa idi, yaralar, gedikler bu kadar büyümezdi. Yani diyorum ki vaktiyle şimdikinden daha az yeterli kanunlar çıkarılsa idi yaralar bu kadar açılmazdı. Biz de bu kötü şekle girmezdik. Gözünü kapayarak, çalım yaparak bu iş senelerce sürerse nihayet bir gün bütün memleket ne yapacağını bilemez hale gelir.

Soru: Devalüasyon kararından sonra ticaret açığı ve fiyat artışı önlenecek deniliyor. Bunun içinde bir milyar dolarlık dış yardım alındığından bahsedildi. Siz ne dersiniz?

Cevap: Devalüasyondan sonra bir milyar dolarlık yardım aldık diye işe başlandı. Sonra bunun aslı yok denildi. Tekrar murakabe edildi. Merkez Bankası’nda bu paranın bulunduğu söylendi. Para alındı mı, elde mi? Yoksa bu bir ihtimal midir? Bu henüz anlaşılmamıştır. İlk günler sanıldı mı, elde mi? Yoksa bu bir ihtimal midir? Sarf edecek, şimdi ise hesaplar veriyorlar, 80 milyon dolar harcandı diye teferruatlı söylüyorlar. Bakalım münakaşaları bekliyoruz.

Soru: Türkiye’de için için kaynayan iki topluluk var. Öğrenciler ve işçiler. Bu topluluklara karşı polis tedbirleri alınıyor. Bu tedbirler meseleleri kökünden halledebilecek midir?

Cevap: Sokaklarda, binalarda çatışmalar oluyor. İş, bir asayiş meselesi haline geliyor. Bu durumda polisin vazife görmesi lâzımdır. Siyasî ve cemiyet meselesi, çatışmalar halinde patlak verince polis kanunî vecibeleri yerine getirecek başlıca kuvvettir. Şimdi bu kuvvetin devlet kuvveti olarak, çatışan siyasî toplumların bir tarafını destekleyip diğer tarafı haksız yere yermemesi gerekir. Herkes anlasın ki polis dur diyor. Bu hepsinin menfaati içindir. Ayrıl diyor, hepsinin menfaati içindir. Ama sen bu tarafa git, tertibi içinde hareket ederse ve karşı tarafın ezilmesini kolaylaştırıyorsa herkes polise güvenini kay-beder. Ondan korkmaya başlar. Polisin kabahati yok, buna mahal vermemek için polis asayiş kuvveti olarak bir karışıklık görünce kanunu yerine getirme-lidir. Ayırma gerekirse ayırır. Birisi haksızsa işini, adını bilmeden gerekli muameleyi yapar. İşte polisin, vatandaşı buna inandırması lâzımdır. Polis ile vatandaş arasında güvenin kurulması lâzımdır. Polisin elinde silâh, dilinde kanun emri, çatışan vatandaşlar arasına tek taraflı girerse kıyamet bundan kopar. Polis bu şekilde kullanılmazsa kırk yılda bir polisin hata yaptığı anlaşılırsa el birliği ile tenkit edilir. Ben bu durumu altı yıldır söylüyorum.

Komandolar meselesine gelince: Komandolar iktidarın beğendiği komando, iktidarın beğenmediği komando olacak. Bunların hepsi kanun dışı kuvvettir. Böylece polisin manevî gücü ve itibarı azalır. Azalınca polisi kullanmak güç olur. Karışıklık olur.

Elinde mektep kitabından başka silâhı olmayan öğrenciler bu kitaplarla her türlü taarruza karşı geliyor.

Tekrar ediyorum. Polisi devlet kuvveti olarak kullanmak lâzımdır. Partizan maksat için, siyaset aleti olarak kullanmaktan sakınmak gerekir.

Soru: Bizim Kurtuluş Savaşımız ile Ürdün’deki gerillaların sürdürdükleri savaş arasında benzerlik var mıdır?

Cevap: Böyle bir soru sorulacağını hiç düşünmemiştim. Bizim Kurtuluş Savaşımız ile gerillaların sürdürdükleri savaş arasında uzaktan bakarak bir benzetme yapmak için çok cesur olmak lâzım.

Soru: Bir gazetede torununuzun “Paşa Dedem” başlıklı hatıraları yayınlandı. Yazısının sonunda “Dedemde Paşaların inadı vardır” diyor. Torununuz bu sözle neyi kastediyor acaba?

Cevap: Hatıratı çocuk yazmıştır. Çocuğun yazdığı her şey okunduğu zaman anlaşılır. Herhalde sen de anlamışsındır.

Soru: Sayın Paşam uzun süredir İstanbul’dasınız, bu zaman zarfında Demirel’i özlediniz mi?

Cevap: Uzakta kaldığım her insanı özlerim.

CHP Genel Başkanı gazetecilerin yönelttiği sorulara cevap verdikten sonra gülerek “Görüyorsunuz ya cevap vermek için güçlük çekmiyorum” demiştir.

İnönü’nün konuşmasından sonra dinleyicilerden bazıları Trablusgarp ve diğer cephelerde İnönü ile çekilmiş fotoğraflarını imzalatmışlardır. İnönü fotoğ-raflarda bulunan silâh arkadaşlarının şimdi ne yaptığını sormuş, yakınlarından bilgi almıştır.

 

 

 

 

 

Türk Tarih Kurumu’nun 7. Kongresine Gönderilen Mesaj[15]

Türk Tarih Kurumu’nun benim için istifadeler dolu kongresinde bulunama-dığım için çok üzgünüm. Kongre davetinizi bugüne kadar alamamış, ancak bugün almış olduğum için özür dilemekte acele ediyorum.

Türk Dil Kurumu ile beraber Türk Tarih Kurumu büyük Atatürk’ün bize bıraktığı paha biçilmez emanetlerdir. 39 seneden beri devam eden fırtınalı havalara karşı Atatürk kurumlarının canlarını siper ederek geçirdikleri ideal yolu ve hayatı onlar için başarılı olduğu kadar, her Türk için iftihar kaynağıdır. Gelecek zamanlar, Tarih Kurumu’ndan daha büyük hizmetler bekliyoruz.

 

 

 

 

Orta Doğu’daki Olaylar Üzerine Milliyet Gazetesi’ne Verilen Demeç[16]

CHP Genel Başkanı İsmet İnönü, eşi ile birlikte kalmakta olduğu Termal Otelinde Milliyet’e verdiği özel demeçte “Ortadoğu olaylarına karışmamayı” tavsiye etmiş ve “Daha önümüzde dünya ölçüsünde büyük bir karışıklık çıkması ihtimalî  vardır..” demiştir.

İnönü bu konudaki demecine şunları eklemiştir:

“Dışında kalalım diye uğraşıyorum. Ne kadar anlatabileceğimi tahmin etmek mümkün değildir. CHP olarak memleketimizin içinde bulunduğu büyük meselelerin çözümlenmesinde yararlı olmağa çalışıyoruz. Büyük tecrübelerden geçmiş ileri zümre, büyük dâvâlara yakından eğilmiş bir millet olarak, kendimize ve insanlığa karşı ödevlerimiz olduğunu biliyoruz..”

CHP Genel Başkanı, “AP’nin büyük güçlükler içinde bulunduğunu” da belirtmiş ve şöyle devam etmiştir: “Bu güçlüklerden kurtulması, memleketin sıkıntıdan kurtulması için faydalı olacaktır. Bunu yürekten arzuluyorum. Mevcut sıkıntılar AP’nin kendi yanlış görüşlerinden ve uygulamalarından çıkmıştır. Seçmen vatandaşlarımız AP’nin yanlışlıklarını düzeltebilir, yahut da o yanlışları düzeltecek olanları iş başına getirecek olursa, birçok sıkıntılardan kurtulabiliriz.”

 

 

 

 

CHP Bursa Merkez İlçe Kongresine Gönderilen Mesaj[17]

Bursa Merkez İlçe Kongresi’nin toplanması münasebetiyle sayın üyelerle bir hasbıhal yapmak istiyorum.

Biliyorsunuz ki, ayın 8’inden beri Meclis Grubu Başkan Vekilimiz sayın Kemal Satır Merkez Yönetim Kurulu’yla bir tartışma havası açmıştır.

Sayın Satır’ın ilk demecinde söylediklerini, ondan sonra Tercüman muhabiriyle görüşmesini, Ceyhan’daki konuşmasını okudum. Diğer yerlerde de sayın Kemal Satır’ın açtığı bu hava içinde teşkilâtla yaptığı konuşmalar hakkında bilgi aldım ve sesimi çıkarmadım.

Bütün CHP’lilere sesleniyorum

1–Benim susuşum, bir Grup Başkan Vekiliyle Merkez Yönetim Kurulu ve başlıca Genel Sekreter arasında bir çeşit tartışma, parti içinde olağan bir münasebetmiş gibi bir izlenim bırakabilir. Belki benim bir tarafı tuttuğum tahmin edilmekte ve sükutuma da türlü manâlar verilmektedir. Her şeyin üstünde CHP’nin Genel Başkanı’nın varlığı ve bir vazifesinin bulunup bulunmadığı, haklı olarak tereddüt konusu olabilir. Zannediyorum ki, siyasî hayatımızın başlıca örgütlerinden biri olan CHP’nin böyle kapalı bir şüphe dumanı altında bırakılması doğru olmayacaktır. Onun için sizinle bu hasbıhali yapıyorum. Sizinle bu hasbıhalimi gerçekte, bütün partinin içinde konuşuyorum gibi kabul etmenizi rica ederim.

2–Biz 1950’den beri Parti Meclisi ile, Merkez Yönetim Kurulu ile ve TBMM’deki Parti Grubu ile çalışmaktayız.

Parti Meclisi ve Genel Sekreterlik veya Merkez Yönetim Kurulu ile Meclis Grup yöneticileri arasında ilk günden beri yetki çalışması olmuştur.

23 yıllık çalışma ile benim sağlayabildiğim usul şudur:

Grup Başkan Vekilleri ve Grup Yönetim Kurulları ile Genel Sekreter ve Merkez Yönetim Kurulu üyeleri birbirlerinin amiri değildirler.

Teftiş edemez

Aynı partinin birbiri yanında çalışan üyeleri ve organlarıdırlar. Bunlardan birisi diğerine emir veremez. Diğerini teftiş edip hakkında hüküm ifade etme durumu alamaz.

Meclis grup idareleri şimdi Anayasa hükmü ile varlıklarını sağlamışlardır. Meclis içinde parti yönetiminde karar sahibidirler.

Merkez Yönetim Kurulu partinin teşkilâtına hâkimdir. Parti Meclisi ve Kurultay’ın amir kararlarıyla teşkilâtı idare etme yetkisine sahiptir.

Tekrar edeyim: Ne Grup Başkan Vekilleri, Merkez Yönetim Kurulu’nu teftiş ve tashih edebilir ne de Merkez Yönetim Kurulu Grup Başkan Vekilleri-’nin yetkilerine amir olarak karışabilir.

İyi bir parti idaresinde bunlar yan yana çalışırlar. Zaman zaman Parti Meclisi Meclis Gruplarına hâkim olmak istemiştir.

Meclis Grupları da Parti Meclisi ve Merkez Yönetim Kurulu idarelerini hiç tanımamak derecesine kadar saldırgan olmuşlardır. Bu münasebetle parti içi teamülle ve nihayet kanunların ve parti tüzüğünün hükümleri ve Kurultay kararıyla son neticesine kadar götürülmüşlerdir.

Sakin bir surette bu durumu CHP’nin bu temel idaresini, Genel Başkan’dan yeni bir partiliye kadar herkese hatırlatmayı ödev bilirim. Bunun dışına ne bir Genel Başkan ne de ondan sonra gelen bir idareci çıkabilir. Çıkmakta ısrar edilirse, en nihayet kanun ve tüzük hükümleri ile karşı karşıya kalmak zarurîdir.

Fikir tartışması

3–Bugün bahis konusu olan çekişme bir fikir tartışmasıdır. Basit bir yorum ayrılığı halinde çıkarak fikir ayrılığı haline yöneltilmiştir. Geçmişte bunun hazin misâlleri oldu.

Şimdi ben partimizin içinde vazife sahiplerini birbirleriyle yan yana çalışmalarına engel olacak bir esaslı ayrılık görmüyorum. Anlayabildiğim kadar münakaşaya dalmak isteyenler beraber çalışmak için bütün şartları ellerinde bulunduruyorlar.

Onun için bugünkü çekişmelerin, sağduyu hâkim olarak anlaşma ile bitmesi ihtimalîni görüyorum. Sükutum böyle bir ümitten gelmektedir.

4–Sayın Kemal Satır’ın seyahatleri ve temasları hakkında, kendisinden değil, fakat dolaştığı yerlerden türlü kaynaklardan haberler alıyorum. Tâkip ediyorum. Konuşmalarda, temaslarda ve kendi özel görüşlerini teşkilâta kabul ettirme çabaları da herkesin kanunî yetkisini göz önünde bulundurmasını isterim.

Parti idaresinde her zaman kanunî teşkilâtın ve kanunî yetkilerin riayet gör-mesi fikrindeyim.

Meşruiyet

Meşruiyet dediğimiz bu usulü dışında münasebetlere tecrübeli arkadaşla-rımın heves göstermemelerini isterim.

5– Herkesin dikkatini bir noktaya çekmekte fayda görüyorum:

Bugün içinde bulunduğumuz durum, örgütler arasında bir ihtilâf durumu değildir. Bugünkü durum örgütler namına gibi gösterilerek, şahsî anlayışlar ve tecrübeler ileri sürülerek kanun dışında bir münakaşa havası açmak durumudur.

Bu noktaya herkesin dikkatini çekerim.

Vaziyetten hiçbir telâşım yoktur. Hâdiseler ne ihtilât gösterirse göstersin, CHP’nin kanun ve gelenek içinde kendi varlığını şerefle her güçlükten çıkara-cağına inanıyorum.

 

 

 

 

TESK Genel Kurulu’na Gönderilen Mesaj[18]

Kongrenize yürekten başarılar dilerim. Türkiye Esnaf ve Sanatkârları’nı, yurdumuzda ihtiyaç maddelerinin tedarikte orta halli ve ortadan daha yoksul vatandaşın geçiminde yardımda esaslı bir unsur olduğunu kabul eden bir partiyiz. Bu kanaat ile küçük esnaf ve sanatkârların emniyet içinde çalışmalarını sağlayacak tedbirlerin hararetle bekçisiyiz. Size, vazifenizde başarılar dilerim.

 

 

 

 

Cumhuriyetin 47. Yıldönümü Dolayısıyla Yayınlanan Mesaj[19]

29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’nı büyük milletimize yürekten sevinçle kutluyorum.

Cumhuriyet Rejimi, yalnız halk rejiminin kurulmuş olması gibi müstesna bir başarı günü değildir. Cumhuriyet rejimi, vatanın istikbalini ebediyen kaldırmak isteyen galip yabancı devletlerin müttefik haline gelecek kadar, çürümüş imparatorluk devrinin şeyhülislamla mutabık olarak, Türk milletinin istikbalini kurtarmak isteyen vatandaşları, millet orduları ile beraber yok etmek isteyen imparatorluk devrinin, galip devletlerle beraber yenilmesinin bayramıdır.

O günleri, Türk milletinin o günkü kurtuluş çabasını, emelini, hedefini hiç unutmamalıyız.

Geleceğimizin sağlamlığı son padişahın şeyhülislamla beraber Türk milletini yabancılarla bir olarak ne yapmak istediğini yeni kuşaklara doğduklarından itibaren hep öğretmemize bağlıdır.

Geçen 47 senede millet böyle çalışmıştır. Binbir güçlüğü atlatmıştır. Atlata-mayacağı hiç bir güçlük, gelecekte yoktur.

Bu inançlarla sevgili milletimizi en büyük bayramında kutlamayı vazife biliyoruz.

 

 

 

 

Kars’ın Kurtuluş Günü Dolayısıyla Belediye Başkanına Gönderilen Mesaj[20]

Kars’ın kurtuluş yıldönümünü kutluyoruz.

Bu yıldönümü memleket ölçüsünde bir takdir ve sevinç kaynağıdır.

Millî Mücadele’nin en ümitsiz günlerinin ilk güneşi olarak doğmuştur.

Karslılar’ın sevinçleri yerden göğe kadar hakkıdır, hepimizin müşterek hak-kımızdır.

Karslılar’a mutluluklar dilerim.

Kars gününü yürekten kutlarım.

 

 

 

 

TBMM Başkanlık Seçimi ile İlgili Verilen Demeç[21]

Sayın Başbakan Meclis Başkanları seçimindeki güçlüğü, Anayasanın Grup kararı alamaması kaydına bağlamaktadır. Çektiğimiz güçlüklerin başlıca sebe-bini, sayın Başbakanın zihniyetinde olduğunu bu sözler apaçık göstermektedir.

Meclis Başkanlığı seçiminin bütün partilerin, bütün parlâmenterlerin öz malı olabilecek bir seçimle yapılması, demokratik rejimlerin tarihten gelen başlıca kaygılarıdır.

Köklü demokrasilerde çok zaman Meclis Başkanı azlık partisinden ittifakla seçilmektedir. Hattâ bu yolda tecrübe kazanan bir Meclis Başkanı’nın, yeni seçimlerde kazanması için, partiler onun karşısına rakip çıkarmamaya karar verirler.

Meclis Başkanları bu kadar güçtür, bunu yapacak olanlar o kadar dikkatle seçilmeye muhtaçtır.

Biz, kendi ölçümüzde, bunun örneğini geçmiş Millet Meclisleri’nde gösterdik.

Geçmiş tecrübelere göre, Meclis Başkanı’nın bir ilçe başkanı partizanlığı ile çalışmasına, asla yol açamayız.

Meclis Başkanının partiler üstünde bir görev sahibi olduğunu Sayın Başbakanın şimdiye kadar anlayamamış olması, çektiğimiz güçlüklerin temel sebebidir.

Gene iktidar partisinden, fikir istiklâli ile tanınmış, değerli bir insan buluna-bileceğine inanıyoruz ve öyle bir insan üzerinde oyların toplanmasını sağlamaya çalışacağız.

 

 

 

 

CHP Ankara Çankaya İlçe Kongresine Gönderilen Mesaj[22]

İlçe Kongresi’ni, siyasî koşulların önemli bir zamanında yapıyorsunuz.

Siyasî partilerde çokluğu elinde bulunduranlar, memleket idaresine yeterlik bakımından, vatandaşın tartışmasına uğramaktadırlar.

Çokluk partilerinden iktidarda bulunan AP iç bünyesinde, ağır ve köklü sebeplerden dolayı çekişme halindedir.

AP’nin memleket idaresinde eksikleri, iktidar değişikliği olmadan ve uzun zaman geçmeden giderilemez.

Öteki çokluk partisi yani bizim Cumhuriyet Halk Partimiz, daha çok bizim iktidarımızı istemeyenlerin suni olarak yarattıkları, bir iç çekişme içinde göste-rilmektedir.

CHP’liler dile getirilen ve kendi içimizde her zaman olabilecek doğal tartış-maların etkisine karşı kaygısızlık göstermemelidirler.

Vatandaşın gözünde, yeterliği kaybeden bir iktidar karşısında, onun yerine geçecek bir parti yoktur gibi bir vehmi vatandaşın zihnine yerleştirmek iste-yenlerin cesareti kırılmalıdır.

Karşısında bulunduğumuz, aslında temelsiz bir bahaneden ibaret olan iftira-ları önemli görmemeliyiz.

Gerçek şudur ki, bugün, vatandaşın yaşamasını güçleştiren dertleri tedavi edebilecek, Cumhuriyet Halk Partisi’nden başka parti yoktur.

Biz, sosyal ve ekonomik konularla ciddî ve ülkücü uğraşmayı göz önünde bulunduran bir parti olarak, zamanın, iktidara aday olması gereken partisi durumundayız.

Cumhuriyet Halk Partisi’nin, 50 yıldan gelen birikmiş ve insaf bilmeyen, sabit fikirli hasımları vardır. Bunların her birinin kendilerine göre bahaneleriyle uğraşamayız.

Bunların hepsi iç bünyemizde var gösterilen dedikoduları işlemektedir.

İlçe Kongresi’nin sayın üyelerine hitap ederken, bütün memleketteki CHP üyelerinden, dışımızdan fırsat bekleyenlere vesile vermemelerini rica etmek isterim.

Hepinize başarılar dilerim. Saygılar ve sevgiler sunarım.

 

 

 

 

Atatürk’ün Ölümünün 32. Yıldönümü Dolayısıyla Yayınlanan Mesaj[23]

10 Kasım günü Atatürk’ü anmak ve O’na saygı göstermek, milletçe kutsal bir ödevimiz olmuştur.

Siyasal akımlar içinde Atatürk devrimlerinin ayrı ayrı değerlendirilmesi siyasal hayatın doğal bir görünüşüdür.

Ben bugün bütün hizmetlerin üstünde, Atatürk’ü başlıca yönüyle değerlendirip, milletçe şükran borcumuzu, tartışmasız, o nokta üzerinde toplamak istiyorum.

Bu dediğim toplama noktası: Atatürk’ün askerî kurtuluş sevk-i idaresinin başlıca âbidesi olmasıdır.

Askerî kurtuluşu ümitsiz şartlar içinde temelinden düşünüp sonuna kadar sarsılmadan izleyen, bu uğurda her güçlüğü yenmesini bilen başlıca O’dur.

Kesin olarak inanmalıyız ki, Atatürk’ün askerî seferi ve zaferi olmasa idi, Türk Devleti kurulamayacaktı.

Eski-yeni bütün Türk kuşakları olarak yürekler dolusu sevgi ile, bir daha Atatürk’ün hatırasını derin bir minnettarlık duygusu ile anıyoruz.

 

 

 

 

Atatürk Devrimleri Üzerine Televizyonda Yapılan Konuşma[24]

CHP Genel Başkanı İsmet İnönü, 10 Kasım günü akşamı Ankara televiz-yonunda konuşmuş, “1970’in şartları içinde Atatürk devrimlerini nasıl değerlen-diriyorsunuz?” şeklindeki bir soruyu aşağıdaki şekilde cevaplandırmıştır:

“Atatürk devrimleri fırtınalara karşı dayanabilecek sağlam bir bünye kazan-mışlardır. Bugün Türkiye’nin siyasî hayatında partilere değer kazandıran konular, ekonomik ve sosyal niteliktedirler.

Yalnız Atatürk devrimlerinin lâik Cumhuriyet ilkesi, eskiden ve daima olduğu gibi, kapalı bir şekilde hücuma uğramaktadır. Yeni hücum, ‘korkmadan Müslüman’ım diyebilelim’ şeklinde yürütülmektedir. Hücum, bu sözün altındaki ‘Atatürk Cumhuriyeti, Müslümanlığı korku altına almıştı’ iftirasını beslemeye çalışmaktadır.

Geçmişteki siyasî çekişmelerin bulundukları dini siyasete alet çabaları gibi bu yeni kışkırtma ifadesi de, zaman ile kaybolacaktır. Çünkü; Atatürk devrimlerinin bilinçli savunucusu olarak her meslekten ve her yaştan büyük bir vatandaş kütlesi yetişmiştir. Bu savunucular zaman zaman güçlü tertiplerle karşılaşabilirler. Hattâ resmî yöneticiler saldırıcılara yardımcı veya müsamahacı gibi davranabilirler. Fakat savunucuların daima üste çıkacaklarına inanıyorum.

Lâik Cumhuriyet ilkesine karşı Atatürk devrimlerine son yılların en kaba saldırısı Yargıtay Başkanı rahmetli İmran ÖKTEM’in cenaze töreninde yapılmıştır. Tören resmî bir devlet töreni idi. Bütün kuvvetlerin kontrolü altında ve Adalet Bakanının huzurunda yapılıyordu. Olay daima Cumhuriyet tarihinin büyük irtica hareketi olarak acı ile hatırlanacaktır.

Cenaze namazında resmî memurlar görevden ısrar ile sakınabildiler. Resmî örgütlerin davranışlarından irticaa karşı ibret olacak bir ders çıkmadı. Yalnız bütün yüksek hâkimlerin yergi ifadesi olarak resmî ve heybetli yürüyüşleri, tarihe teselli olarak kaydolundu.

1970 yılında Atatürk devrimlerine karşı olanların en son hileleri, Atatürkçü görünerek işlerini yürütmektir. Devrim savunucuları için bu hilecileri ayırıp bulmak, en nazik ödev olmuştur.”

 

 

 

 

Fransa Eski Cumhurbaşkanı De Gaulle’ün Ölümü Üzerine Yayınlanan Mesaj[25]

General De Gaulle’ün ölümüne gerçekten çok müteessir oldum.

Son ziyareti, memleketimizde, büyük bir insanın saygı değer hatırasını bırak-mıştır.

General De Gaulle, Fransız vatanperverliğinin ve Fransa’nın vaktiyle başlıca medeniyet öncüsü durumunun tam izleyicisiydi.

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra hemen yalnız başına Fransa’nın yenilme-diğini ilân ederek, Fransa adına mücadeleye devam etmeye atılması ve vatan-daşlarını çağırması, Fransa’nın gerçekten ümitsiz bir zamanında müstesna bir vatanseverin hareketidir.

Fransa’da en değerli insanların, De Gaulle’ün çağrısını faydasız bir çaba say-dıklarını yakından bilirim.

Mücadele esnasında Fransa’yı zaferden, şereften pay almak için teşkilâtlan-dırmış, müttefikler arasında da çok güçlük çekmiştir.

Fransız tarihinde örnek bir yurtsever olarak daima yaşayacaktır.

Savaştan sonra da General De Gaulle siyasette belirgin bir devlet adamı olarak vaziyet almıştır.

Cezayir ihtilâlini bir çözüm yoluna bağlayabilmesi, büyük bir devlet adamı eseridir.

Sovyet Rusya ile münasebetleri, bloklar arasında düşmanlık yarışmasını azalt-maya faydalı olmuştur.

Düşünceleri ve tutumu bir yabancı için daima bilinmeyen bir taraf saklardı.

General De Gaulle, dünyanın takdiri önünde şan ve şerefinin tepesinde vatan-daşlarına saygı göstererek, gözlerini kapamıştır.

 

 

 

 

Hürriyet Gazetesi’nden Kurtul Altuğ ile TBMM Başkanlık Seçimi Üzerine Yapılan Söyleşi[26]

Soru: Parlâmentodaki başkan seçimi meselesinin halli için sizin gördüğünüz yol nedir? Başkanların en büyük gruba sahip olan partiden olması usulüne CHP’nin bir itirazı var mıdır?

Cevap: Bu yolu ben umumî efkâra söyledim. Meclislerin verimli çalışması, onların başkanları üzerinde, iktidar ve muhalefet partilerinin güven beslemesinin faydası bir kural olarak kabul edilmişti. Bu insan, iktidar partisinden olsa da, Meclis çalışması fikrini, parti içinde tertip fikrinden yüksek tutması istenir ve beklenir. Böyle bir adayı iktidar partisi kendi içinden bulabilir inancında samimîyiz. Bunu anlatmaya çalışıyoruz. Biliyorsunuz ki Meclis Başkanı’nın temel vasıfları üzerinde duruyoruz ve çokluk partisinden seçilmesine itirazımız olmadıktan başka, ona yardımcı olmanın çaresini arıyoruz.

Soru: Parlâmentonun itibarı konusu bugünlerde çok çevrede konuşuluyor. Türkiye’ye çok partili parlâmenter hayatı getirmiş bir kimse olarak sizce parlâmentoların itibarını ne yitirir, ne kuvvetlendirir?

Cevap: Parlâmentoyu muntazam çalışmaktan alıkoyan ve onun itibarını zedeleyen başlıca kusur, Başkanlık Divanı’ndan gelir. Meclisi, Anayasa düzeninde işletmesini bilen bir başkan, Meclisin itibarını her güçlüğe karşı koruyabilir. Bu sualinizde nihayet birinci sualinize dayanıyor.

Soru: Demirel’in meşhur ettiği ‘Kasım kuşkusu’ hakkında ne düşünüyorsunuz?

Cevap: Bir politika adamının özellikle, başlıca idare yetkisinde olan zatın kuşku içinde olması memleket için talihsizliktir. Kuşku, Sayın Başbakanda görülüyor. Ne kuşkusudur bilmiyoruz. Bilsek memleketi idare eden zatın kuşkudan kurtulmasını gerçekten arzu ederiz.

Halde zannetmek istemem ki Sayın Başbakanın kuşkusu kendi şahsını düşünmesindendir. Şahsî düşüncelere değinen bir kuşku yoksa, başka kuşkulardan memlekete güçlük çıkmaz. Sayın Başbakan eğer kendisi ayrılırsa memleket ne olur? diye düşünüyorsa, bu üzüntü tamamen yersizdir. Tekrar edeyim, memlekete bir şey olmaz. Çok halde de hem kendisi, hem memleket için iyi olur.

 

 

 

 

Ankara Parti Örgütündeki Tartışmalar Üzerine CHP Örgütüne Gönderilen Genelge[27]

Ankara Parti Teşkilâtı’ndaki çekişmeler üzerine, partili arkadaşlarla bir iç sohbet yapmak istiyorum.

Ankara’da parti içi seçimler ve kongrelerle ilgili ihtilâflar bazı açık şikâyetlere yol açtı.

Aslında hiziplerin çekişmesi karakterinde olan olaylar, Aleviler aleyhinde bir tertip kuşkusu ile, mezhep ihtilâfı şekline sokulmak veya öyle gösterilmek istendi.

Türkiye’de Sünni-Alevi ihtilâfını kökünden halleden, lâik Cumhuriyet prensibi olmuştur. Lâik Cumhuriyet’le, milletimizin kazandığı tam bir bütünlüktür.

Lâik Cumhuriyet sırasında anlaşılmıştır ki, Sünni ve Alevi topluluklar ara-sında Türkçe’yi, öz Türk dilini aynı zevkle ve inançla kullanan, aynı kültürü ve dünya görüşünü benimseyen vatandaşlar yetişmektedir.

Samimî kanaatimi tekrar edeyim: Türk milletinin bütünlüğü lâik Cumhuriyet’le sağlanmıştır.

Lâik Cumhuriyet aleyhinde bulunan asırların getirdiği taassup akımı çürütül-müş, tesirsiz hale getirilmiştir. Fakat şimdi de, bunun yerine, gerek Sünniler, gerek Aleviler arasından bazı politikacıların, seçim mücadeleleri ve hizipleşmeleri yüzünden giriştikleri çekişmeleri, Sünni-Alevi ihtilâfına bağlayarak yürütmeye çalışmaları ortaya çıkmıştır.

Her partide bu hastalık olabilir. CHP’de bu hastalığı kökünden kazımak kesin kararımızdır. Bu uğurda en kuvvetli silâhımız, lâik Cumhuriyet’in bilin-cine varmış olan her mezhepten samimî Türkler’in sarsılmaz kararıdır.

Temas ediyorum, yakında biliyorum: Gerek Sünniler, gerek Aleviler ara-sından, milletin inanç ve saygısına layık olan bütün insanlar, tarihten gelen mezhepçilik âfetinin mutlaka tedavisi gerektiği kanısındadırlar.

Ankara’da, gözümüzün önünde böyle bir hastalığa asla müsaade etmeyeceğiz.

Parti içi seçimlerin, mezhep ihtilâflarına bahane olarak kullanılabilecek biçimde cereyan etmesine Partimizde asla müsaade edilemez. Bu konudaki şikâyetleri yakından tâkip etmekteyim.

Partili arkadaşlarımdan yardım isterim. Lâik Cumhuriyet’i kuran CHP’nin, onu her fırtınaya karşı koruyan başlıca kuvvet olduğunu vatandaşlarımıza göstermek borcumuz olduğunu asla gözden uzak tutmayacağız.

 

 

 

 

CHP Parti Meclisi Toplantısında Silahlı Öğrenci Hareketlerine İlişkin Yapılan Konuşma[28]

“Nazik bir zamanda toplanıyoruz. İç ve dış büyük meseleler karşısındayız. Meclis açıldıktan sonra bir ay süre ile parlâmentonun memleket işleri ile uğraşamamış olması duruma daha çok etki yapmıştır. Meclis meselesi halloldu. Bundan sonra Meclisler memleketin büyük meseleleri ile meşgul olacaktır. Üzerinde çalışacağımız meselelerin her zamankinden çok daha karışık güç ve önemli olduğunu bilerek toplanıyoruz. Muhtelif meseleler üzerinde görüşlerinizi alacağız. Önümüzde bulunan başlıca meseleler öğrenci hareketleri olarak görünüyor. Her zaman ilân ettiğimiz gibi silâhlı öğrenci, öğrenci hayatının tamamen çığırından çıkması devri demektir. Silâhlı öğrencilere artık Atatürk’ün hitap ettiği gençlerin varisleri gözüyle bakmak kolay değildir. Bu şartlar altında toplanıyoruz. Bunun yanında dış emniyet de herkesin zannettiğinden ve kapalı olmasından kıyıda köşede kalmış görünmesine rağmen daha önemli bir gelişmedir. Mümkün olduğu kadar bu meseleleri enine boyuna görüşeceğiz. İktisadî ve malî vaziyet hakkında bir şey söylemeye lüzum yok.

Bunların hallini ve gelecek sıkıntıları memleket içinde, aklı başında herkes görmekte ve eliyle kavrar gibi, vuzuh ile aklı ile kavramaktadır.”

(...)

CHP Genel Başkanı İsmet İnönü, Parti Meclisinin dünkü toplantısına girerken, gazetecilerin son gençlik olaylarına ilişkin sorularını cevaplandırmış ve şöyle demiştir:

“Son derece üzüntü verici olaylar, son derece müteessiriz. Başından beri söylüyorum, silâhlı öğrenci olmaz diye.

Silâhlı öğrenci, fiilen ve zihniyeti itibariyle ortadan kalkmadan düzeni inti-zama koymak mümkün değildir.”

 

 

 

 

Ramazan Bayramı Dolayısıyla Yayınlanan Mesaj[29]

Ramazan Bayramı’nı vatandaşlarıma yürekten kutlarım.

Bayram vesilesiyle geçirilecek bir iki sakin günün vatandaşlarıma, gelecek çalışma günleri için, düşünce ile ve bedenle bir hazırlık devri olmasına ayrıca niyaz ederim.

 

 

 

 

CHP Parti Meclisi Toplantısında Parti Gelirleri ve Aidatları Üzerine Yapılan Konuşma[30]

Parti Meclisi’nde malî sorunlar üzerinde görüşlerini açıklayan İnönü’nün, partinin gelir sağlaması için partili üyelerden muhakkak âidat alınması tavsiyesinde bulunduğu öğrenilmiştir.

Parti gelirleri üzerinde ısrarla duran İnönü, CHP’nin durumunu eleştirmiş, malî kaynaklar konusunda da özetle şunları söylemiştir:

“Biz, bu büyük ticaret erbabından yardım görmeyiz. Zaten verseler de biz almayız. Çünkü bir verdiklerinin bin tahsilini isterler. Her şehirli üyemiz yılda on, her köylü üyemiz yılda beş lirayı düzenli şekilde verecek hale gelmezse, yakın bir gelecekte partinin kapısına kilit vurulur.”

İnönü, büyük ticaret erbabının partilere yardımları konusunda örnekler vermiş, partili üyelerden aidat tahsilini, çıkar yol olarak göstermiştir.

 

 

 

 

Bayram Gazetesi’nin “Liderlerin Birbirlerini Tanımlamasına” Yönelik Sorusuna Verilen Yanıt[31]

–Nalan Seçkin’in Haberi–

(...) Sorduk aynı soruyu. Ve İsmet İnönü’nün kahkahası çınladı TRT’nin TBMM’deki bürosu önünde. Hem de üç perdelisinden bir kahkaha!

– Cevap yok mu Paşam? dedik. “Yok, yok, yok..” oldu karşılığı.

Denedik:

– Paşam cevap yok mu?

Ve karşılığı aldık:

“– Böyle bir tılsım bilmiyorum ben. Cevabım bu..”

 

 

 

 

Kadınlara Seçme ve Seçilme Haklarının Tanınmasının 36. Yıldönümü Dolayısıyla AA Muhabiri Nalan Seçkin’in Sorularına Verilen Yanıtlar[32]

Soru: 11 Aralık 1934’de kadına seçme ve seçilme hakkını veren Anayasa değişikliği yürürlüğe girdi. Size göre 36 yıllık süre içinde kadının Türk siyasî hayatındaki etkisi ne olmuştur?

Cevap: Kadın haklarının ilân ve tatbiki, Türk milletini bütünlemiştir. Kadın hakları olmaksızın toplumumuz ister istemez, hak sahipleri erkekler ve hakları hattâ fiili durumları kapalı ve yarıdan az olan kadınları ile bütün sayılmazdı. Kazancımız bütünlüğün kuvveti ve bütün neticelerdir.

Soru: Türk kadını bugün parlâmentoda bir oranda temsil edilmektedir. Bu oran sizce yeterli midir?

Cevap: Oran yeterli değildir. Oranın azlığının nedeni, toplumdaki eski kadın durumunun sanıldığından çok daha geride olmasındandır. Büyük güçlük, kadınların yetişmemiş olmasından ziyade, erkeklerin yetişmemiş olmasından ileri geliyor.

Soru: Bir lider olarak parlâmenter kadının ne yapması gerektiği inancın-dasınız?

Cevap: Kadının tabiî olarak ailede ve toplumda görevinin özelliği vardır. Bu özellik, kadının bütün siyasî faaliyetinde kendini gösterecektir.

Soru: 36 yıllık süre içinde kadına tanınan her türlü hak sizce yeterli midir?

Cevap: Nazari olarak yeterlidir. Meselâ yetişmekte, yani kültür yetişmesinde ve başta erkeğin, sonra kadının bütün topluma yürekten inanmasındadır.

Soru: Kadının bugünkü durumu Türkiye’ye neler kazandırmaktadır?

Cevap: Kazancın sınırı yok. Milletin yarısı, yarımlıktan kurtuluyor. Bunun şimdiye kadar aldığımız neticeleri ferah vericidir. Ancak gelecek günler çok daha feyizli olacaktır.

Soru: Kadın kalkınmada etken olabiliyor mu? Olamıyorsa ne yapmak gerekir?

Cevap: Kadın kalkınmada etken olacaktır. Yetişme ve ilerleme ihtiyacı bu soruya cevap sayılır.

 

 

 

 

CHP Kırklareli Babaeski İlçe Kongresine Gönderilen Mesaj[33]

Kongrenizi sevgilerle selâmlıyorum. Kongrenizde bulunmak istiyordum, Trakya’da çoktan beri borcum olan geniş bir ziyaret seyahatini bir türlü yapamadığım için üzgünüm. Hasretim engindir. Bilirsiniz ki, buluştuğumuz zaman sevincimiz de o kadar büyük olacaktır.

Babaeskililer, sevgili arkadaşlarım, siz Cumhuriyet Halk Partisi’nin kalkın-masında öncü olan merkezlerimizden birisiniz. Vatandaşımızın senelerden ve senelerden beri Cumhuriyet Halk Partisi’ne yönelen haksız inkârlar ve iftiralar arasından Cumhuriyet Halk Partisi’ni tertemiz bulup çıkarması için sabırla çok çalışmak lâzım geldi. İyi sonuçların müjdesi kapımızdadır. Büyük vazife günleri bizleri bekliyor. Ve bu vazifeleri başarabilmek için en yetkili siyasî örgüt Cumhuriyet Halk Partisi görünüyor. Bugünlere hazırlanınız. Cumhuriyet Halk Partisi’nin iktidar günlerinde yetiştirdiği ve muhalefet günlerinde ümit bağladığı hiç umulmayan insanların ne karakter gösterdiklerini bilirsiniz. Hepsi mahcup oldular ve şifasız bir surette mahcup kalacaklardır. İyilik bizden, vefasızlığa sabır ve tahammül de bizden olsun amma memleket hizmetinde herkesin hakkına göre oy vermek borcumuz olduğunu unutmayalım.

Sevgili vatandaşlarım, sevgili Babaeskililer, kongre çalışmalarınız ciddî olsun. Verimli olsun. Trakya’nın ve memleketin sorunlarına ışık tutsun. İki noktayı iyi bilmeniz önemlidir. Birisi Cumhuriyet Halk Partisi içinde sizi tedir-gin edecek hiç bir ihtilâf yoktur. Buna emin olunuz. Babaeski’de de aramızda bir ihtilâf çıkmasın. Buna çok ehemmiyet veririm. İkinci önemli nokta şudur: Şimdiye kadar bizim partimizin dışında, hattâ karşısında bulunmuş olan, şimdi ümitlerini kaybetmiş, vatan derdine düşmüş hemşehrilerimize geçmişten kalan hiçbir kırgınlık göstermeyiniz. Siyasal hayattaki başarısına göre yön tutmak, oy vermek vatandaşın hakkıdır. Bu hakkında isabet etmiş veya yanılmış vatandaşa darılmak olmaz. Gerçeği gördüğü zaman onu güler yüzle karşılama lâzımdır. Bu sözlerin Trakya’da içinde bulunduğunuz muhitte özellikle dikkat edeceğiniz sorunları dile getirmektedir. Onu kazanırken kimseyi incitmemeye dikkat ediniz.

Sevgili Babaeskililer, sizinle konuşurken bütün Trakya’ya hitap ettim. Size yürekten dileklerimi ve saygılarımı sunarım.

 

 

 

 

CHP Tekirdağ Çorlu İlçe Kongresine Gönderilen Mesaj[34]

Sevgili hemşehrilerim, Çorlulular, kongrenizi yürekten selâmlıyorum. Sizi görmeye hasretim çoktur. Ödevimi biliyorum. Eksiğimi bana bağışlayacağınız ümidi bana teselli veriyor. Aziz Çorlulular, siyasî hayatımızın en önemli devrinde kongre yapıyorsunuz. Kongrenizden memlekete Cumhuriyet Halk Partililer’in birbirleriyle nasıl dost oldukları Cumhuriyet Halk Partisi’nin memleket hizmetine ne kadar iyi hazırlanmış bulunduğunu manâsı çıksın.

Çorlu deyip memleketin [herhangi] bir kongresinde olduğunuzu sanmayınız. Çorlu’daki Cumhuriyet Halk Partisi’nin havasının ne olduğunu, ne olacağını bütün memleket dikkatle gözleyecektir. Bu dikkatin sebebi, önümüzdeki iktidarın Cumhuriyet Halk Partisi’ne yönelmiş olmasındadır. Şimdi, Cumhuriyet Halk Partisi bu yöneten iktidarı alabilecek mi, bunun imtihanını vermektedir. Bütün ilçe kongreleri, bütün Cumhuriyet Halk Partisi içindeki olaylar ufukta gözüken iktidar partisinin değeri hakkında mihenk taşı olacaktır.

Sevgili Çorlulular, siz vatanımızın yetişmiş yerlerinden birisiniz. 1950’lerde demokratik rejimi kurmak için tek parti devrinden geçtiğimizi hatırlayanlarınız çoktur. Bu hatırlayanlar içinde, memleket alıştığı bir yolda yürüyüp giderken demokrasi rejimi diye bir çekişme devri açtığımız için, bizi hatalı görecekler de bulunacaktır. Bu noktada Cumhuriyet Halk Partisi’nin büyük hizmetlerinden birini yapmış olduğunu, bugün de içten bir inanışla size söylüyorum. Cumhuriyet Halk Partisi’nin ne kadar ehliyetli ve iyi niyetli olduğunun anlaşılması 20 senelik çekişme devrinden sonra anlaşılabilmiştir. Kimsenin söylemeye alışmadığı bir devir ne kadar devam etse, o devir bir gün mutlaka bitecektir. Ve bittiği zaman, bizim bıraktığımız gibi olmayacak, daha kırıcı, daha yıkıcı hamlelerle olacaktı. Ve bir kurtuluş sanılacaktı. Kendi elimizle vatandaşı tecrübe etmeğe ve düşünmeğe bıraktık. Bu güne geldik. Şimdi, önümüzde ciddî sorunlar var. Memleketin kalkınmasının bugünkü ellerde olamayacağını artık her vatandaş görüyor. Sade vatandaşın inancı bizim yanımızdadır. Bu inancı değerlendirmek bizim elimizde kalmıştır. Geçmişten hiç bir kırgınlık beslemeyeceksiniz. Vatan hizmetinde Cumhuriyet Halk Partisi bütün yanılmışlara çare arayan dertlere kucağını açmıştır. O gözle oy vere-cekleri karşılayacaksınız.

Sevgili vatandaşlarım,

Parti Merkezi İdaresinde çekişme ve tutarsızlık olduğuna inanmayınız. Merkezde ve grupta bütün yetkililer önemli vazifelere hazırlık içindedirler. Vazife sahibi insanların, meseleler konuşulurken tartışmalarını kırgınlık zannetmeyiniz. Hepimizin gözü sizin gibi, memleketin işlerinin düzelmesinde, vatanın bir an önce kalkınmasında, bugünkü devlet ve hükûmet yokmuş gibi rast gelenin sokağa hâkim olduğu çekişmesinin sona ermesindendir. Cumhuriyet Halk Partisi, içindeki sükûnet, güven verici düşünme ve davranma ümidi bütün çarelerin başıdır.

Sevgili Çorlulular,

Yeni kalkınma ve huzur içinde çalışma devrinin başlangıcı olarak, Cumhuriyet Halk Partisi’ni aldatmış olan, onun yetiştirdiği vefasızların hâlâ devam eden aldatma isteklerini kabul etmemektedir. Yeni vazife günleri, sınanmış devlet adamlarının elinde, temiz ellerinde başarıya ulaşabilir. Bu vazife işçileri Cumhuriyet Halk Partisi’ndendir. Bunları seçmek ve sınanmış olan gafilleri reddetmek seçmenin elinde ve seçmenin sandık başına gitmesindendir. Memleketin önünde bulunan ihtimalleri, hepsinin başında yeni büyük seçim ihtimalîni gözlerinin önüne seriyorum.

Çorlulular, sevgili vatandaşlarım, kongrenizden başarılı çıkmanızı dört gözle tâkip edeceğim. Size sevgilerimi ve saygılarımı sunuyorum.

 

 

 

 

CHP Ortak Grup Toplantısında Gençlik Hareketleri Üzerine Yapılan Konuşma[35]

Saygı değer arkadaşlarım,

Memleketimizin iç politikası ile dış politikasının her yönünü tesir altında bırakan iç siyasî olaylar karşısındayız. Bu olaylar siyasî partiler içindeki çekişmeler ve çözülmeler yanında gençlik olayları adı altındaki saldırılar şeklinde görülmektedir.

Partiler içindeki çekişmeler, her birinin partisine ve özelliğine göre, vatan-daşın ilgisini çekiyor. Ancak gürültülü ve kanlı saldırıların bütün milletin göz nuru evlâtlarının çalışmalarını ve öğrenmelerini imkânsız hale getiren facialar halinde devam etmesi bugün milletimizi ve bütün aileleri yakından üzüntü ile düşünür bir hale getirmiştir. Denebilir ki, gençlik olaylarının ne olduğu ve nasıl düzeleceği milletin en önde [gelen] meselesidir. Bütün fikirler bu mesele ile meşguldür.

Sayın arkadaşlarım,

Son günlerde gençlik grupları ve sonra parti temsilcileri arasında yapılan açıklamalar iç politikamız hakkında oldukça aydınlatıcı işaretler vermiştir. Gençlik başlıca üniversitelerde faaliyette olarak çeşitli gruplara ayrılmıştır.

Bu gruplar içinde gençlik ve öğrencilikle bağdaşır faaliyette bulunanlar, vakarla davrananlar büyük öğrenci kitleleri halindedir. Fakat artık şu noktada millet ve bütün aileler ruhen ve fikren bilmektedirler ki, eğitimde bulunan gençliğimiz zorba gruplarının baskısı altında artık okumak, öğrenmek ve Türk istikbalinin evlâdı olmaya hazırlanmak imkânından yoksundurlar. Bu gençlik bugünkü ortamın devamı halinde belki diplomasını alır. Fakat onlar, ruhlarında ve bilgilerinde Türk istikbalini ehliyetle yönetecek kudretten, büyük ölçüde eksik kalırlar.

Eğitim bakımından görüyorsunuz ki, en büyük ziyanımız, en önemli ihtiyaç-larımızdan biri olan üniversite öğretiminin her yönü ile düzenini ve etkenliğini kaybetmiş olmasıdır. Bu düzenin bir an önce yeniden kurulması, öğrenci-öğretim üyesi arasındaki saygı ve koruma ilişkisinin tesisine ve üniversite içi ve dışı her türlü zorbalığın önlenmesine bağlıdır.

Bu konuda herkese, üniversite yöneticilerine, öğrencilere ve hükûmete düşen ciddî görevler vardır. Diğer reformların hepsi bundan sonra gelmek lâzımdır.

Bizim öğrenci hareketleri için ilk günden beri koymaya çalıştığımız teşhisler, kendileri tarafından iki sene sonra açıkça söylenmiştir.

Vatan bütünlüğünü gözden çıkardıklarını endişe ile izliyorduk

Genç-yaşlı politikacılardan bir grubun vatan bütünlüğünü aşırı sosyalist eğilimler altında gözden çıkardığını endişe ile izliyorduk. Kanımız odur ki, bunlar nereden bu ideolojiyi aldılarsa, masum genç kitleden bir kısmını zehirlemek ve memlekete bağlarını gevşetmek yoluna sevk edebilmişlerdir. Türk halkı yerine, “Türkiye Halklarını” çıkarmışlar ve Türk Devletinin milletler ailesinin barışçı, medeniyetçi bir üyesi olmak idealini tahrip etmeyi ilk hedef almışlardır.

Bir zamanlar, imparatorluk tarihinin en tedbirli, en ihtiyatlı olması lâzım gelen bir tamir devrinde, bütün dünyayı zaptetmeğe kalkışan cahilane iddialar peşinde, ülkenin tam bir çöküntü ile sona erdirildiği unutulmamalıdır. Millî Kurtuluşu idare edenlere, en ümitsiz günlerinde ve en kesin zaferinde tedbir ve ihtiyat, ölçü ve denge geçen tecrübelerden ışık tutmuştur.

Bizim kanaatimizce, Türkiye esaslı kalkınmasını sağlamak için bütün imkânlarıyla ve can havli ile çalışmak devrine girmek mecburiyetindedir. Kısır ve hayal maceralara kapılmamak mecburiyetindedir.

Memleketi tahrip etmek isteyenler

Memleketin dış politikasına bugünkü karışıklıkların verdiği zararları kısaca söyleyeyim:

Ben dış politikada vaziyetimizi anlatırken, Birleşik Amerika’ya ve Sovyet Rusya’ya karşı düşmanlık yapılmamasını söylemiştim. Memleketi tahrip etmek isteyenler, dış politikada Sovyet Rusya ve Birleşik Amerika’ya karşı düşmanlığı ön safa almışlardır. Düşmanlık güdenler, bir tarafa karşı o kadar gözü kapalı ve şuursuz saldırıyorlar ki, ileride de Devletin politikasını düzeltmek imkânsız hale gelebilir. Millî Kurtuluş ve bütün Atatürk devri, dış memleketlerde dostluk ve müşterek menfaatlerde beraberlik arama kaygısına dayanmıştır. Böyle bir kaygıyı, ancak bağımsız devletler taşıyabilir ve yürütebilir. Uluslararası münasebetleri gözü kapalı bir bağımlılık sayan iptidai anlayış, Türkiye’nin hayatına hiçbir zaman girmemiştir.

Arkadaşlar,

Cumhuriyet Türkiye’sinin temelinde ve sökülmez geleneğinde vatanın ve milletin bütünlüğü vardır. Bu temel, yeni Anayasamızın da kıskançlıkla muha-faza edilecek bir hükmüdür.

Bazı kimseler gençlik içine sızmış bir grup yaparak, bilimsel sosyalizme “Türkiye Halkları”nı hazırlamak iddiası peşinde Türkiye vatanını parça parça etmek yolunu tutmuşlardır. Türkiye Cumhuriyeti, Türk milletinin idaresi altın-daki Türkiye’de etnik grup meselesine büyük mübadeleler ile son vermiştir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, bugünkü bütün Türk vatandaşlarının gönül rızası ve el birliği içinde mücadelesiyle kurulmuştur. Bugünkü vatandaşlar arasında en küçük köy hizmetinden, en büyük Devlet Başkanlığına kadar bütün vatandaşlar için yetişme ve erişme olanağı vardır. Türk Devleti böyle kurulmuştur. Bunun içine etnik mesele karıştırmak yalnız başına vatan dışının arzusudur.

Gençlik grupları içinde örf ve adet, yani gelenek korumak dâvası ile silâhlı mücadele yapanlar, aslında Türkiye içinde asırlardan gelen mezhep ve bölge ihtilâflarını uyandırmak istidadındadırlar. İster istemez dine dayanmaktan da faydalanacak olan, Hitler usulü şoven Nasyonalizmin öncüsüdürler. Türkiye Cumhuriyeti, lâik bir Cumhuriyettir. Vicdan hürriyetinin manâsı, lâik Cumhu-riyet ile vatandaş hürriyetini emniyete almaktır. Adalet Partisi iktidarı, o eğilimde olduğu için gelenekçi silâhları korumuş ve yetiştirmiştir.

İlk alınacak tedbir

Arkadaşlarım,

Öğrenci konularının ümit veren ve kolay olan tarafı sağcı ve solcu aşırıların dışındaki, örgütlenmiş ve örgütlenmemiş öğrenci sayısının büyük çoğunlukta sağ duyulu olmasıdır. Karşısında bulunduğumuz dert, aşırı sağcı ve aşırı solcu, silâhlı ve talim görmüş hepsini toplasanız bin kişiye varmayacak, öğrenmekle ilişiğini kesmiş insanların, silâh kuvvetiyle öğrenci seçimlerini zorla kazan-malarıdır. Üniversitedeki öğrenci seçimlerine bütün öğrencilerin emniyet içinde katılmaları sağlansa, sadece bu tedbir bile, sağ duyuluların mı, yoksa aşırıların mı kuvvetli olduğunu meydana çıkarmaya kâfi gelecektir. İlk alınacak tedbir budur. Bir kanun meselesi değil, emniyet altında bir öğrenci seçimi meselesidir.

Saygı değer arkadaşlarım,

Öğrenci derdi, aslında hükûmet derdi meselesidir. Adalet Partisi iktidarı ilk günden itibaren bütün seçimlerde, “korkmadan Müslümanız” diyerek seçime girmiş, her türlü sosyal ve ekonomik dâvaları düşman bir zihniyetle karşısına almıştır. Hükûmet “korkmadan Müslümanız” diyelim ve “Büyük çoğunluk ve-rin ki, siyasî afları toptan çıkaralım” ve “özel teşebbüse hazineden yardım edelim” şekli altında siyasî ve iktisadî bir çehre ile memleket siyasetini yürüt-müştür. Adalet Partisi iktidarı bu esas görünüşünde ifratlara kadar gitti. Düşünü-nüz ki, Devletin Yargı Başkanı öldüğünde resmî tören yapılırken rahmetli Başkanın cenaze namazını kıldırmaya önem vermedi, karşı çıkanları durdur-maya cesaret edemedi. Bugün devleti ve Hükûmeti idare edenler, kendi devirle-rini bir irtica devri olarak kaydettirdiler. Bütün Yüksek hâkimlerin gösterdikleri üzüntü ve kınama Cumhuriyet tarihinde daima anılacaktır.

Bugün, Adalet Partisi adına iş başında bulunan Hükûmet, iktisadî ve siyasî konuların hiçbirisinde samimî olmadığını göstermiştir. Bugünkü idarecilerin, güven verecek bir kudreti de kalmamıştır. Devletin emniyet kuvvetleri ve polisleri sokak olayları karşısında feryat şekline varan bütün uyarmalara rağmen tarafsız kullanılmamışlar ve kendilerini halkın yardımından mahrum etmişlerdir. Yetiştirdiği komandolar, zabtolunmaz hale gelince, onları istediği yola getirmek için gösterdiği çabalar tarafsız bir adalet icabı sayılamıyor.

Çünkü; polisin taraflı kullanılması, komandoların ilk gününden beri o kadar ısrar ile belli olmuştur ki, kimse bugünkü değişmeye itimat edemiyor.

Dikkat ederseniz, idarede taraflı ve adaletsiz olmaktan bahsetmiyorum. Polisin taraflı kullanılması başlı başına bir derttir. İdare cihazının kullanılması aynı cinsten başka bir derttir.

Devlet başkanının önemli yetkisi vardır

Sevgili arkadaşlarım,

Bütün sorunların hal çaresi, demokratik rejim içinde mevcuttur. Hükûmet buhranları da, bunun içindedir. Devlet Başkanının önemli yetkisi vardır. Büyük Millet Meclisi başlıca çare kaynağıdır. Bundan sonra, vatandaşın sorumluluğu gelir.

Her konuda her türlü güveni yitirmiş bugünkü hükûmet

Görüyorsunuz ki, demokratik rejim bu yetkiler dışında kimseye yetki tanımaz.

Üniversite konusunda, siyasî haklar konusunda ve iktisadî ve sosyal politika da ısrar ile her türlü güveni yitirmiş olan bugünkü Hükûmetin elinde bu dertlerin hiçbirisi halledilemez.

Aslında, bugünkü dertlerin bütün müeyyideleri mevcuttur. Bunları uygulayacak Hükûmet eksiktir. Bu Hükûmetin yetki noksanından bahsetmekte güven sağlayacak hiçbir tarafı yoktur.

 

 

 

 

Veteriner Hekimliği Öğretiminin 128. Yıldönümü Dolayısıyla Düzenlenen Törende Yapılan Konuşma[36]

(...)

Veteriner Fakültesi dekanının konuşmalarının kendisine ilham ve fikir verdiğini ifade ederek sözlerine başlayan İnönü, Veteriner Hekimliği’nin kısa bir tarihçesini yaptıktan sonra şunları söylemiştir:

Türkiye’nin büyük meselesi kalkınmadır

“–Şimdi arkadaşlarım bugün için Türkiye’nin büyük meselesi kalkınmadır. Siyaset cereyanlarımız kalkınmayı bir an evvel yapmak, en iyi yapmak dâvasındadırlar. Siyasî akımların, resmî akımların, özel arzuların altında yatan iyi niyet ve samimî arzu budur. Tabiatıyla Cumhuriyet rejiminde, vatandaşların fikirlerini serbestçe ve cesaretle söyledikleri bir gelişme devrinde kalkınma meseleleri, siyasî meselelerimiz tartışma konusu olacaktır.”

İnönü, “Siyaset insanları olarak aramızdaki münakaşaları beraber geçirdiğimiz böyle mutlu bir günün zevkli sahnesine getirecek değilim” diyerek sözlerine devam etmiş ve ekonomimizin temel sorunlarından biri olan hayvancılık konu-sundaki görüşlerini geniş ve etraflı olarak açıklamıştır.

CHP Genel Başkanı konuşmasının sonunda öğrenci olaylarına ve dış ilişkilerimize de değinmiştir. İnönü, öğrenci olayları ile ilgili olarak demiştir ki:

“Şimdi arkadaşlarım dekanın konuşmalarından anladığıma göre Veteriner Fakültesi’nde, öğrenci ve öğretim üyesi münasebetleri oldukça iyidir. Hattâ ol-dukçadan fazla tamamıyla bugünkü şartlara göre iyidir demek mümkündür. Bu münasebetin iyi olması, verimli olması bizim için ışıktır. Öğrenci hayatımızın henüz sükûnete ve intizam ile işlemeye başlamasına kavuşmadığımız bir zamanda Veteriner Fakültesi öğrenci ve öğretim üyesi münasebetleri çok daha iyi bir halde işliyorsa, bu bizim için bahtiyarlıktır. Bunu Veteriner Fakültesinde hepinizi tebrik etmek için bir vesile sayarım. Öğrenci ve öğretim üyesi ilişkilerinin karşılıklı saygı, koruma esasları içinde herkes hür memleketin, hür öğrencileri olarak düşündüğünü söyleyebilir, ama nihayet ödev gelir, öğrenme gelir, memlekete hizmet etme gelir, bunlar şakaya gelir konular değildir. Ben bir yerde boykotla işgalden şikâyet ettikleri zaman, gazetecilerin sıkı bir sorusuna maruz kaldığım zaman ‘İşgal ile boykot birbirinden farksızdır’ dedim. Bunu azizlik yapmak istediler. İşgali boykot gibi zararsız gösterip, işgale teşvik ediyor diye söylenen sözler haksızdı. Benim maksadım işgal ne kadar zararlı ise, boykot da o kadar zararlıdır demektir Öğrenci gelecek, imtihana girmeyecek, silâh taşıyacak. Ben böyle bir öğrencilik tanımıyorum. Öğrencinin bütün taleplerinde hakkı vardır. Ama bütün bunlar öğrenme vazifesini ifa ettikten sonra gelir.”

İnönü daha sonra dış politika konusunda öğrencilerin tutumu ile ilgili olarak şunları söylemiştir:

Öğrenciler arasına karışan yabancı unsurlar

“Bilhassa zamanımızda öğrenci meselesi çok daha nazik olmuştur. Çünkü iyi niyetli, geniş bir öğrenci kitlesi lâik bir memleketi, dünyalara meydan oku-muş bir memleketi istikbalde idare etmek iddiasında bulunan ve istikbalde idare etmeye hakkı olan bir öğrenci kitlesi Cumhuriyet Türkiyesinin temsilcileridir, bizim öğrencilerimizdir. Bütün umutlar üzerindedir. İstikbalimizde bizim yapabileceğimizden çok daha fazlasını, onların mükemmelen yapacağına inanıyoruz. Bu inancımızı, bu niyetimizi öğrenciler içine karışan yabancı unsurlar kendi maksatları için kullanmak istiyorlar. Öğrencilerimiz bunlara kesin olarak karşı koymalıdırlar.

Mutlaka uyaracağım, sonuna kadar dinleyeceğim

Burada politika yapıyorsak, herkesin vazifesi var ise, biz politika olarak memleketin dış siyasetinde bugünkü dünya vaziyetine göre Amerika’ya karşı ve Sovyet Rusya’ya karşı düşmanlık yapmayalım. Eğer böyle bir kanaat söylediysem, kendi kanaatimdir, sahip olduğum kanaattir. Durup dururken memleketi boş düşmanlığa sevk etmekte fayda yok, zarar vardır. Öğrencinin bir meseleye düşman olması, düşman görünmesi herhangi bir meseleyi, bir dış politika meselesini yanlış değerlendirirse, memleket mutlaka zarar görür. Bu kadar iyi niyetli bir öğrenci kitlesinin dış memleketlerin aralarındaki rekabete dolayısıyla vasıta olacak bir vaziyette olmasını arzu etmeyiz. Mutlaka uyaracağım. Sonuna kadar söyleyeceğim. Dış politikanın kendine mahsus usulleri vardır. İç politika üzerinde, iktidar-muhalefet münasebetlerinde görüyorsunuz bir tek kelime söylemedim, söylemeyeceğim.

Bilhassa öğrenciler ve öğretim üyelerinin beraber bulunduğu bir yerde bu dış düşmanlık meselesinin işlenmesinden ciddî endişe ediyorum.

Benim sözüm şudur: Devletlerin mesulleri ile görüşürken, yarı şaka yarı ciddî, onlara da söylemişimdir. Mücadele ederken büyük hacimli bir devletin, cüssesi daha ufak bir memleketle ittifak halinde bulunması küçük devletin bir kaplanla bir yatakta yatmasına benzer. Muharebe içinde ittifak halinde bulunurken, dertler sulh zamanında olan münakaşalardan daha az değildir. O zaman bir ülke meselelerini birbirleriyle görüşürler. Ondan sonra da beraber omuz omuza düşmanla muharebe ederler. Her memlekette böyledir.

Hiç bir devleti Türkiye’den üstün saymam

Sonra dikkat edelim, bugünkü edebiyatta Amerika ile Sovyet Rusya’dan bahsederken süper devletler der, üst devlet der.. Bir defa bu tabiri kullanmış ve demiş değilim. Hiçbir devleti Türkiye’den üstün saymam. Hiçbir devletin Türkiye’den üstün görünmesine tahammül etmem. Yapmadım, söylemedim, hiç kimseye de söyletmedim, söyletmem. Bağımsız bir devlet, haysiyeti ile yaşayan bir devlet nüfusu ne olursa olsun en büyük devletle eşittir. Biz, bunun için mücadele ettik. Millî Kurtuluş bu.. Bağımsız devlet diye rast gelene düşmanlık ilân edilmez. Bir aile içinde beraber yaşayamayacak mıyız? Milletler olarak vahşi millet miyiz?

Şimdi bu kadar büyük fırsatlarla ele geçmiş olan bu aziz memleketi ufak çekişmelerin halledilmemesi, anlaşılmaması yüzünden tehlikede gibi göster-meye hiçbirimizin hakkı yok.”

Harp Okulu öğrencilik anıları

CHP Genel Başkanı İnönü Ankara Üniversitesi Konferans Salonu’nda öğretim üyeleriyle öğrencilere hitap ederken, Harp Okulu’ndaki öğrencilik anı-larından da bazı bölümler anlatmıştır. Harp Okulu’nda o zaman “azgın kabadayı öğrenciler” bulunduğunu söyleyen İnönü,

“O zaman sınıf arkadaşlarını silâh ve yumrukla sindirmeye çalışanlardan hiç birini muharebe meydanlarında temayüz etmiş olarak görmedim” demiştir.

İrtica yolu ile kalkınma olmaz

İnönü daha sonra kalkınma konusuna değinmiş ve; “Kalkınma için ne kadar feryat etsek hakkımız var. Kalkınma için çocukluktan itibaren esaslı bir terbiyeye, müspet ilim terbiyesine ihtiyaç vardır. İrtica yolu ile kalkınma olmaz” demiştir.

 

 

 

 

CHP Grupları Ortak Yönetim Kurulu Toplantısında Yapılan Konuşma Özeti[37]

(...)

CHP Genel Başkanı İnönü, Meclis çalışmaları hakkında bilgi aldıktan sonra bir konuşma yapmış ve çeşitli sorunlara değinmiştir. İnönü, konuşmasında özellikle “Millî Savunma”, “Dış Politika”, “Ortadoğu” ve “Kıbrıs” sorunu üze-rinde durmuştur.

Amerika Birleşik Devletleri ve Rusya ile ilişkilerimiz konusunda Hükûmetin bilgi vermekten kaçındığını bildiren İnönü, durumun ne merkezde olduğunu kesinlikle bilmediği için bu konudaki görüşlerini açıklayamadığını söylemiştir. İnönü, hükûmetten bu konuda açıklama yapmasını istemiştir.

 

 

 

 

DP Genel Başkanlığına Seçilen Ferruh Bozbeyli’ye Gönderilen Kutlama Mesajı[38]

Demokratik Parti’nin başkanlığına seçilmenizi memleket ve milletimize yüce hizmetlerinizin yeni bir alanda devam edeceği inancı ile tebrik ederim.

[Başkanlığınızın] Partinize, memleketin siyasî hayatında yararlı ve başarılı olmasını yürekten dilerim.

 

 

 

 

CHP Adana Ceyhan İlçe Kongresine Gönderilen Mesaj[39]

Siyasî hayatımızın hareketli olduğu bir zamanda kongre yapıyorsunuz.

Memleket meseleleriyle meşgul olacaksınız. Çalışmalarınızın bizleri aydın-lattığı kadar partimiz dışındaki vatandaşlara da ışık tutmasını dikkatten ayırma-manızı rica ederim.

Cumhuriyet Halk Partisi, memleket meselelerinde, güçlük arttıkça ilk önce hatıra gelen bir çare halindedir.

Vatandaşın dikkati üzerimizdedir. Ona göre, her kongre bir imtihan yeri sayıl-malıdır.

Memleket meseleleri gerçekten çetin ve dolaşık haldedir. İktidarın senelerden beri ısrar ile tâkip ettiği yanlış yollar nihayet bugünkü çıkmaza gelmiştir.

Siyasî hayat böyledir. Herkes hatalı devirlerini iktidardan çekilmesiyle öde-yecektir. Feleğin bu cilvesine alışıncaya kadar, iktidardan ayrılmaktan korkanlar zahmet çekeceklerdir. Ama nihayet alışılacaktır.

Sevgili arkadaşlarım, parti içindeki ilişkilerin vatandaşın gözü önünde bu-lunduğunu hiçbir an unutmamalıdır.

Üst kademede, orta ve alt çevrelerde partililerin birbiri ile münasebetleri daima söz konusu olacaktır.

Üst kademeler için size haber vereyim ki, ilişkiler düzelmiş ve merak etti-ğiniz bir arıza kalmamıştır.

Cumhuriyet Halk Partisi bütün siyasî hayatta sağlam fikirler etrafında top-lanmak kudretini göstermiştir. Gelecek günlere de böyle bir kuvvetli bünye ile hazırlanıyoruz.

Sizin kongreniz bu hazırlıkta bir yardımcı olacak durumdadır.

Sevgili arkadaşlarım, hepinize sevgiler sunarım, gözlerinizden öperim.

 

 

 

 

Eski Silah Arkadaşlarıyla Yapılan Sohbet[40]

(...) İnönü yine savaş günlerini yaşadı. Savaşlarda emrinde çarpışan eski erleri, çavuşları, İnönü’ye yine savaş günlerini yaşattılar. Herkes soruyordu; “Paşam, Üçüncü Piyade Alayı olarak, sizin emrinizde, biz sağdan, dördüncü bölük soldan saldırmıştık. Hatırlıyor musunuz?”

Evet, İnönü hepsini hatırlıyordu. “Hattâ sizin başınızda Yüzbaşı İsmail vardı, değil mi?”

“Evet, o vardı, Paşam.”

(...)

Sonra bir başka gazi anlatmaya başladı:

“Paşam, ben asker değilim. Bolşevikler’e karşı çarpışan Vrangel’in milisi idim. Oradaki Müslümanlar bize çok yardım etti. Silâh ve cephane biriktirdim. İstanbul işgalde, siz savaşta idiniz. Bütün bu meseleleri size getirdim. Hepsini askere dağıttık..”

İnönü, bu Karadenizli gaziye döndü:

“Buradakilerin hiçbirinin tarih hazinesi seninkinden az değil. Bunların anla-tılması haftalar tutar. Şimdi siz söyleyin bakalım, nasıl rahat mısınız? Geçiminiz iyi mi çocuklar?”

(...)

Tekrar anlatmaya başladılar. Kimi savaştan, kimi savaş sonrasından söz edi-yordu. İnönü, herkesi dinledi. Sonra sordu:

“Kaç torununuz var sizin çocuklar? Hepinizin toptan kaç tane?”

Bir gazinin on yedi tane torunu vardı. İnönü onun sırtını okşadı:

“Aferin” dedi. “Çocukların iyi asker yetiştirmişler.”

(...) İnönü gazileri uğurladıktan sonra fikrini açıkladı:

“Hepsi dinç, hepsi neşeli çocuklar bunlar.”

 

 

 

 

Yeni Yıl Dolayısıyla Yayınlanan Mesaj[41]

Sevgili vatandaşlarım,

Yeni yıla girerken memleketin durumunu sizinle açıkça konuşmak istiyorum.

Bugün memleket bir öğrenci meselesi karşısındadır. Bu mesele öğrencinin okuma ihtiyacından, eksiklerinden şikâyet ederek çare aramak gibi masum bir arzuyla başladı. Bugün memlekete kumanda etmek hevesine gelmiştir. Şu anda öğrenci meselesi yurdun iç ve dış politikalarını, iç ve dış huzurunu ve güvenini yakından ilgilendiren dolaşık bir manzara almıştır.

Önce başlangıcını söyleyeyim. İki yıl evvel öğrenciler ihtiyaçlarını dile getirerek üniversitelerde reform yapılmasını istediler. Kamuoyu önünde boykot-larla ve türlü şekillerde talepleri üzerine dikkati çekmeye çalıştılar. Biz meseleyi bu safhasında, öğrencilerin gerçekten ihmal edilmiş bulunduklarını bilerek ciddî bir reform meselesi olarak karşıladık. Gençlerin bu eylemlerinin bir yaranın varlığının delilini tespit ettiğini söyledik. Hiçbir şiddet yoluna gitmeksizin dertleri dinlemek, eksikleri gidererek çare bulmak yolunu öne sürdük.

Aşırı ideolojiler eylemci olarak gençleri kullandı

Öğrenci meselesi bu mahiyetiyle Batı memleketlerinde de meydana çıkmıştı. Sonradan oralarda da dönüşümler oldu. Refah toplumlarında işçilerin de burjuvalaşmış olduğuna inanan aşırı ideolojiler kendilerini eylemci olarak bu gençleri kullanmak yolunu tuttular. Fakat Batı memleketleri, bizim kendimiz için tavsiye ettiğimiz gibi, meseleyi kendi temel tabiatı içinde çare arayarak tetkik ettiler. Nihayet bir-bir buçuk, iki sene zarfında üniversitelerde okumayı sağladılar, öğrencilerin büyük ihtiyaçlarına çare buldular ve üniversitelerde kesin bir okuma disiplini kurdular.

Anarşi hareketleri ve istidatları tümüyle ortadan kalkmadı. Ama toplum hayatında kendi hudutları ve ölçüleri içine sokuldular, memleketlerin başlıca sorunları olmaktan çıktılar. En önemlisi, eğitim hayatı felce uğramadı, gelişim bir felaket halini almadı.

Siyasî iktidarın akıl almaz kayıtsızlığı

Bizde vaziyet her yeni safhada daha fena oldu. Siyasî iktidarın akıl almaz kayıtsızlığı içinde, hattâ bir tarafı öteki tarafa karşı teşvikiyle bir kısım öğrencilerimiz süratle büyük siyaset akımlarının aşırı uçlarına sürüklendiklerini tahmin ettiğimiz bu yollarda artık geri dönmez bir halde aşırı uçların gözü kapalı aletleri haline geldiler.

Şimdi açık oturum yapıyorlar, büyük bir ihtilâl şebekesinin icra vasıtası gibi memleketin bütün siyasî konularına ihtilâl metotları tatbik edeceklerini ve bunun için silâh kullanacaklarını açık söylüyorlar.

Bizde aşırı sol irticaa kendini kaptırmış olan bir teşekkül var. İlericilik ve devrimcilik parolalarını saptırarak gerçekte Atatürkçü öğrencileri asıl Atatürk ilkelerinin tam aksi yönüyle eyleme itiyor.

Gene bizde, aşırı sağ irticaın aleti olan bir öğrenci hareketi var. Gençliğin milliyetçi duygularını istismar ediyor.

Ve her ikisi silâhlı olan, belki kendilerinden habersiz ipleri başkalarının [elinde] bulunan bu teşekküller karşısında bir de silâhsız, öğrenci meselelerini tâkip etmek, okumayı sağlamak için çabalayan çokluk, gençlik kütlesi var.

Aşırı sol ve aşırı sağa karşı öğrencilerin ilk önce silâhsızlanmasını savunanlar faaliyete geçtiler. Aşırı sol ve aşırı sağ irtica, ikisi de silâhsızlanmayı reddettiler, mücadeleye, çarpışmaya hız verdiler. Şimdiye kadar, on yedi öğrenci çarpışmada can verdi. Kimisinin sağcı ve kimisinin solcu olduğu söyleniyor. Hepsi bu memleketin çocukları idi, çarpışmalar hırsı artırıyor, üniversiteler içinde gücü yeten aşırı uçlar ne kürsü emniyeti, ne okuma hevesi, hiçbir şey tanımadan baskılarını yürütmeye çalışıyorlar ve yürütüyorlar.

Üniversiteler âciz, hükûmet kayıtsız, memleket üzüntü içinde ve şaşkın.

Okumadan, öğrenmeden diploma alma sanatı

Bu şartlar içinde, biten senede üniversitelerin çeyrek yıl okuyup ders yaptıkları şüphelidir. İmtihana girmiyorlar ve imtihana girerlerse zorbalar, zorba öğrenciler hocalarının kendilerine ancak istedikleri ve bildikleri soruları sorma-larını istiyorlar, başka sorulara cevap vermeyeceklerini açıktan söylüyorlar, sınıfları böyle geçmek istiyorlar.

Bu, okumadan, öğrenmeden diploma almak sanatı haline gelmiştir.

Yeni kuşakların çağdaş uygarlığın üstünde yetişmesi idealini söyleyen Atatürk’e karşı, kuşaklar, iki yüz sene evvelki ilim derecesiyle yetki sahibi olmak yolunu tutmuşlardır. Bu demektir ki, kendisini gelecek günlerde idare edenlerin cehaleti yüzünden Türk milletinin başına gelecek felaketler Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküntü devrindeki aynı sebepten doğan felaketlerin eşi olacaktır.

Mesele türlü yönlerden vahimdir. Okumadan diploma almak tarafını söyledim. Bugünkü huzuru vatandaşlara haram etmek bakımından gelecek ıstıraplar da herkesin gözü önündedir.

Toplumumuzun en sağlam bölümü ordusudur

Üniversite hayatındaki bu üzüntü verici anarşi ihmal gördükçe, toplumun ve devletin bütün bölümlerine yeis verici bir tesir yapmaktadır. Her yerde bu anar-şinin sonu ne olacak endişesi toplumu temelinden sarsmaktadır. Yeis içinde, devası olacağı dertten bile zararlı çareleri aklından geçirenler bile olmaktadır. Toplumumuzun gene en sağlam bölümü Ordusudur. Onun, demokratik rejim içinde kuvvetli bir millet düzenine mesnet olmak ülküsü devlet ve millet olarak başlıca teminatımız halindedir.

Önce üniversiteler içinde güveni kurmak lâzımdır

Sevgili vatandaşlarım,

Bir bakıma çaresiz görünen öğrenci meselesinin bugünkü hali, aslında öde-vini bilir bir Türk toplumu için çözülmesi imkânsız olmayan bir meseledir.

İlk önce üniversiteler içinde güveni kurmak lâzımdır. Üniversite özerkliği, zorbaların kanundan kurtularak üniversitede baskı yapmaları yetkisi değildir. Silâh taşıyorlar ve onunla veya silâhsız kanun dinlemiyorlar, hoca dinlemi-yorlar, çalışmak isteyen öğrenciyi zorla alıkoyuyorlarsa, öğrenci adına lâyık olmayan bu kimseler, ister sol irticaın aleti olsunlar, ister sağ irticaın, devlet kuvvetiyle derhal tesirsiz ve yersiz bırakılmak lâzımdır. Yurtlar için de durum budur.

Dersine çalışmak isteyen masum insanlar ne kendi idareleri için seçim yapa-biliyorlar, ne sınıflarına girip hocalarını dinleyebiliyorlar.

İkincisi, üniversite idarecileri, yani hocalar kendilerine, devlete ve çokluk öğrencilere güvenerek ciddî bir azim ve metanetle ödevlerine sahip çıkmalı ve hiçbir tehdit karşısında tereddüt göstermemelidirler. Hocalar, bileceklerdir ki, bütün millet onlarla beraberdir, hükûmetin ve devletin bütün kuvvetleri onların güven ve intizam içinde ders vermelerini sağlamaya hazırdır.

Öyle görülüyor ki, bugünkü alışkanlığı kökünden kaldırmak için devletin güvenlik kuvvetlerinin üniversite içinde tam bir tarafsızlıkla ve geniş ölçüde ödev yapması lâzımdır.

Bir tek katil bulunamadı

Üçüncüsü, her şeyden evvel ve her şeyden sonra, üniversite işinde başlıca sorumluluğun bu tükenmiş siyasî iktidarda olduğunun bilinmesi ve kabul edilmesi ve onun gereğinin demokratik parlâmenter rejimin usulleri içinde yapılmasıdır. İşlerin bu hale gelmesinde en büyük amil, başlıca kusur siyasî iktidarın kayıtsızlığı ve baştan beri sürdürdüğü, marifet sandığı oyunlarıdır. On yedi öğrenci silâhla öldürüldü. Bunun bir tanesinin katili bulunmadı ve mahkûm olmadı. Böyle bir neticede başlıca siyasî iktidarın ihmalî  ve eksiği olmadığını düşünmemek imkânsızdır.

Öğrenci hareketleri derhal ilk başladıkları noktaya götürülüp bütün Batı memleketlerinde sokuldukları kendi hudutları içine sokulmalı, ondan sonra dünyada genel olan ve adına gençlik bunalımı denilen meselenin üzerine ilerici ve gerçekçi bir görüşle eğilinmelidir. Fakat bu hareketlerin tüm memleket huzuruna, yurdun sükûnet ve bütünlüğüne, toplumun istikrarına kasteden ve onlara hâkim olan bugünkü haline daha fazla müsaade olunamaz.

Üniversite hayatı üç ay içinde intizamını bulur

Bugün demokratik parlâmenter rejim içinde vazifesini idrak eden ve vatandaşın güvenine, inancına sahip bir siyasî iktidar kurulsa öğrenci meseleleri ve üniversite hayatı nihayet üç ay içinde intizamını bulur. Hayal olan sadece, bu intizamı her bakımdan tükenmiş bulunan ve durumun gerçek sorumlusu aynı siyasî iktidardan beklemektir. Vatandaşlarım demokratik parlâmenter rejimin böyle buhran anlarında çareyi kendi bünyesi içinde bulundurduğundan emin olmalıdırlar.

Sevgili vatandaşlarım, yılın bu son gününde sizlere memleketin en önde gelen ve herkesi düşündüren sorunu hakkındaki görüşlerimi tam bir açıklıkla anlattım.

Vatandaşlarım emin olsunlar ki, Türkiye’nin bünyesi kuvvetlidir. Cumhuriyet ve Demokrasi sağlam temellerdedir. Türkiye’de vatandaşlar arasında tedavi kabul etmez ayrılıklar, uyuşmazlıklar yoktur. Sağduyu ile akıllarımızı bir araya getirirsek bu derdimize çare buluruz. Geçmişte böyle oldu, gelecekte böyle olacaktır. Bugünkü üzücü olayları söylemem daha ziyade bir an önce milletçe bir araya gelmemizi sağlamak içindir.

Bütün vatandaşlarıma huzur ve sükun içinde, mutlu ve müreffeh bir yeni yıl dilerim.

 

 

 

 

Türk-İş’e Yapılan Saldırı Üzerine Seyfi Demirsoy’a Gönderilen Mesaj[42]

TÜRK-İŞ’in uğradığı saldırıya çok müteessir oldum. Size karşı işçilerin gösterdikleri üzüntüyü anlıyorum. TÜRK-İŞ idaresi olarak gösterdiğiniz soğuk-kanlılığı takdir ederim.

İşçi haklarının memleketimizde uygulanmasını öngören çıkardığımız kanunlar, ilgililer elinde sorumluluk hissiyle uygulanırsa verimli olabilirler. TÜRK-İŞ yöneticilerinin bu duygularla hareket etmesini yakından izlemekteyim.

Sizlere, işçi hayatında, hakların ve işçilerle beraber memleket menfaatlerinin sahibi olmanızı dilemekteyim.

Sevgilerimi sunarım.

 

 

 

 

Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay ile Görüşmeden Sonra Gazetecilerle..[43]

“Paşam, Sayın Cumhurbaşkanı ile görüşmeleriniz hakkında bir açıklamanız olacak mı?”

“Hayır, olmayacak. Sayın Cumhurbaşkanının çağrısı bellidir. Memleketin vaziyeti üzerinde parti liderleri ile görüşülecek.”

“Ana muhalefet partisi lideri olarak, Cumhurbaşkanına bir teklifiniz oldu mu?”

“Hiçbir teklifim olmadı, oldu veya olmadı. Bunu size söyleyecek değilim.”

 

 

 

 

Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil’in Ziyaretinden Sonra Gazetecilerin Sorularına Verilen Yanıtlar[44]

(...)

“Hariciye Vekili Bey lütfetti, dış politika meseleleri üzerinde bir görüşme yaptık. Daha ziyade bilgi verdi bana. Çok istifade ettim. Muhtelif meselelere taalluk ediyor bu görüşme. Bu meseleler üzerinde zaten vaktiyle açıklama yapılmıştı. Şimdi toplu olarak bir hülâsa yaptı. Kendisine teşekkür ettim.

Dış politika dışında hemen hiçbir şey konuşmadık. Yani, dış politika üzerinde konuştuk. Mevcut meseleler üzerinde bilgi verdi.”

Gazeteciler CHP Genel Başkanına konuşulan konuların neler olduğunu sormuşlardır. İnönü bu konuda şu açıklamayı yapmıştır:

“NATO içinde görüşmeler, Avrupa Konseyi’ndeki durum, Kıbrıs meselesinin son durumu ve Ortadoğu üzerindeki durum.

Hülâsa olarak bana, tâkip edemediğim meseleler için bilgi verdi.”

Basın mensupları görüşme isteğinin kimden geldiğini sormuşlar ve İnönü şöyle demiştir:

“Görüşme arzusu Dışişleri Bakanından geldi. Pazar günü randevu talep edildi.”

“Bu görüşmeden sonra dış politika konusundaki görüşlerinizde bir değişiklik oldu mu?” biçimindeki soruyu CHP Genel Başkanı şöyle karşılamıştır:

“Dış politikada tâkip ettiğimiz noktai nazarlar belli. Görüşlerimizde değişik-lik olmadı. Bazı konularda tetkik edilecek yeni vesikalar, tebliğler verdi. Kıbrıs ve Ortadoğu konularında yeni tebliğler, yeni vesikalar verdi. Görüş bahis konusu değil. Muhtelif meseleler ne halde ise onları söyledi.”

 

 

 

 

CHP İzmir İl Kongresine Gönderilen Mesaj[45]

CHP İzmir İl Kongresi Başkanlığına

Kongrenizi sevgilerle selâmlıyorum.

Kongrenizde bulunacak arkadaşlarımın iyi ve istifadeli gün geçireceklerini düşünerek, bulunamadığıma daha çok yanıyorum.

Sevgili arkadaşlarım,

İzmir İl Kongresi daima önemli ve dikkat toplayıcı olmuştur. Bu, tabiîdir. İzmir, memleketimizin başlıca kültür merkezlerinden biridir ve İzmir, CHP’nin çok hizmet görmüş ve çok çile geçirmiş örgütlerinden biridir.

Büyük fikir akımlarını İzmir’de tartıştık ve başarı ile çıktık. Gene böyle başarılı bir kongre geçireceğinizi kuvvetle ümit ediyorum.

Kongrenin sayın üyeleri; Sevgili arkadaşlarım:

İzmir’de önemli olaylar geçti. Nihayet, arkadaşların değerlerini bir arada yürütmek gayretinde bulunan tecrübeli insanlar, geçici idare kurulu ile huzu-runuza geldiler.

Kongrenin en önemli başarısı, İzmir’deki fikir ve usûl tartışmalarından sonra işbirliğini temin eden bir çalışma havası sağlaması olacaktır.

Bizim partimiz, hür düşünceler partisidir. Hür düşünceli insanlar arasında vakit vakit tartışmalar olması tabiîdir. İzmir’de geçen olayları geniş yürekle ve iyi yürekle düşünürseniz, aileler içindeki tartışmalar gibi değerlendirirsiniz.

Sevgili arkadaşlarım;

Memleketin büyük meseleleri ve CHP’yi bekleyen önemli ödevleri vardır. Kendimizi bu önemli ödevlere hazırlamak, her düşüncenin önünde dikkat edeceğimiz bir ihtiyaçtır. Memleket bunalımlar içinde, CHP’den toplayıcı ve ümit verici durumlar bekliyor. Memleketin beklediğine ümit verici bir görünüşle çıkabilirsek ciddî bir başarı kazanmış oluruz.

İzmirliler’in sağduyusuna güvenirim. Başarı kazanacağınıza eminim.

Hepinize sevgiler sunarım.

İsmet İnönü

      CHP Genel Başkanı

 

 

 

 

Barolar Birliği Genel Kuruluna Gönderilen Mesaj[46]

Hukuk meselelerini konuşmak üzere toplanıyorsunuz. Hukuk meseleleri memleketlerin özelliğine göre kabul ettiği meseleler ve milletlerarası değerini muhafaza etmiş ve etmesi lâzım olan genel meseleler diye hukukçu olmayanların ayırabileceği konular olduğunu zannediyorum.

Memleketlerin özelliğine göre hukuk bünyesi, başta Anayasa olmak üzere yayınlanan kanunlarla kurulur. Bunları tetkik etmek sizin bilimsel ve mesleki yetkileriniz içindedir. Mevcut kanunların uygulanmasında dikkat edilmesi gereken noktaları belirtirseniz, bundan istifade ederiz. Düzeltilmesi lâzım gelenleri belirtirseniz bunları da önemle karşılayıp karar vermeyi ödev biliriz.

Özel mahiyeti olmayan genel hukuk kuralları vardır. Onları da medenî bir toplum olarak öğrenmek, düşünmek borcumuzdur. Bu hususta da bize tutacağınız ışıklar çok makbule geçecektir.

Siyasî parti olarak üçüncü grup hukuk meseleleri de vardır. Meselâ bizim açımızdan memleketin sosyal ve ekonomik ihtiyaçlarını karşılamak üzere düzen değişikliği ve reformların gerçekleştirilmesi zorunludur. Toprak Reformu bunların başında gelir. Bunu ve benzeri düzen değişikliği meselelerimizi hukuk bakımından inceler, yayınlarsanız onu da teşekkür ederek karşılarız.

Görüyorsunuz ki, siyasî parti lideri olarak müzakerelerinizi yakından izleyeceğiz. İstifade edilecek noktaları kavramaya çalışacağız.

Yüksek seviyeli çalışmanızda sizlere başarılar diler, saygılar sunarım.

 

 

 

 

Milliyet Gazetesi’nden Orhan Tokatlı ile Üniversitelerdeki Durum, Hükümetin Durumu, Personel Yasası ve Toprak Sorunu Üzerine Yapılan Söyleşi[47]

Çankaya görüşmelerinden sonra ilk konuşmayı Milliyet Gazetesi Ankara Temsilcisi Orhan Tokatlı ile yapan CHP Genel Başkanı İsmet İnönü “Öğrenim emniyeti için ve kaba saldırıya karşı üniversitelerin devlet kuvvetleriyle, her vasıtayla savunulması zarurîdir, ilk tedbirler bunlardır. Üniversite özerkliği üniversite emniyetini sağlamak için lüzumlu tedbirlere mâni değildir” demiştir.

Türkiye’nin bugünkü iktisadî, sosyal ve siyasal durumu hakkında açıklama-larda bulunan CHP Genel Başkanı, Demirel’in istifası ile ilgili olarak da şöyle konuşmuştur:

“Bizim hükûmeti tenkit ettiğimiz mevzulara göre, serdettiğimiz mülâhazalar vardır. Bu hükûmetin zaafıdır deriz. Hükûmetin doğru hareket etmemesidir deriz. Bunları hükûmet düzeltsin demektir. Hükûmet düzeltmezse denetleme yönetiminin temin ettiği vasıtalardan istifade ederek bunu Meclise getiririz. Tabiî bütün bunlar kamuoyu karşısında oluyor. Sayın Cumhurbaşkanı hep-sinden anında haberdar oluyor. Bütün ilgililere kamuoyunda örgütlere kadar herkes Mecliste geçen hâdiselerden kendisi için bir istifade konusu çıkaracaktır. Nihayet iş güvenoyuna dayanır. Güvenoyu sonunda, hükûmet Anayasa hükmüne göre güvenoyu alırsa devam eder. Güvenoyu almazsa usulü biliyorsunuz. Hükû-met çekilmeye mecbur olur. Yeni hükûmet teşkili cumhurbaşkanının salâhi-yetidir. Onun şartları iktidar partisinin kendi içindeki imkânına ve karşısında bulunduğu güçlüklere bağlıdır.”

İnönü “AP’nin iktidardan çekilmesi ve bir koalisyona katılmaması halinde bir hükûmet buhranı doğabilir mi? Bu buhran kısa vadede nasıl çözümle-nebilir?” şeklindeki soruyu da şöyle cevaplamıştır:

“Mesele basit. AP çokluktadır. Hükûmetten çekildiği zaman kendisini düşü-ren diğer bir çokluk koalisyon şeklinde yahut yalnız başına teşekkül eder. Edemezse hükûmet teşkilini gene AP arayacaktır. O muvaffak olursa kriz hallolmuş olur. Muvaffak olamazsa kriz daha büyük olur. Seçimle hallolunur.”

Silâhlı öğrenci olmaz

İnönü şöyle konuşmuştur:

“Muhtelif beyanlarımızda açıkladık. Başlıca bunalım üniversitelerde öğrenim emniyetinin olmaması ve üniversitede, üniversite faaliyetinin kaba kuvvetin silâhlı saldırısına maruz bulunmasıydı. Bu bir bunalımdı. Tabi silâhlı öğrenci olmaz diyorduk. Devlet Başkanının bununla ilgilenmesi ve buna bir hal çaresi araması tabiî bir şeydir. Gayri tabiî değildir. Tedbirler nelerdir, söylüyorum. Öğrenim emniyeti için ve kaba saldırıya karşı üniversitelerin devlet kuvvetleriyle her vasıtayla savunulması zarurîdir. İlk tedbirler bunlardır.

Anayasada sayın Cumhurbaşkanının yetkileri bellidir. Anayasa müessesele-rinin ve Cumhurbaşkanının yetkilerinde biz bir eksiklik görmüyoruz. Mesele müesseselerin muntazam işlemesidir. Sayın Cumhurbaşkanı temaslarını yapıyor, bir takım fikirler ediniyor. Bunları ne suretle değerlendirecek, bunları tahmin etmek mümkün değildir. Güvenlik Kurulu’nda konuştular sonra teşeb-büse geçtiler orada mı değerlendirecek, ondan sonra hükûmetle temaslarında mı değerlendirecek, gelecek olaylarda ona göre mi vaziyet alacak bilmiyoruz. Durumu Millî Güvenlik Kurulu’na götürmesi normaldir. Millî Güvenlik Kurulu’nda görüşürken her vesileyle edindiği bilgileri ve intibaları, meseleler üzerindeki fikirlerini orada söylemesi tabiîdir.”

Başbakan görüş değiştirdi

CHP Genel Başkanı, Başbakan Demirel’in “Bazı kanun boşluklarının doldurulması ile meselelerin halledileceği” yolundaki sözlerini de ele alarak “Başbakan uzun müddet önemli meseleler olmadığını kamuoyuna açıklıyordu. İki, üç şehirde olaylar oluyor, bunlar bütün memleketi tedirgin edecek meseleler değildir, nihayet üniversiteler, öğrenciler işidir diyordu. Biz üniversiteler meselesinin, üniversitenin iki üç şehirde bulunmak yüzünden mahdut bir tesiri değil üniversite konusu olmak itibariyle bütün memleketin ilgilendiği ve müteessir olduğu mesele olarak değerlendirdik. Bu tarzda telâkki ettik. Şimdi Başbakan üniversite içindeki öğrenim emniyeti meselesinin esaslı bir mesele olduğunu kabul eder görünüyor. O yolda değerlendirecek, anlaşılıyor” demiştir.

İnönü bu arada üniversitelerin güvenliği konusunda hazırlanan tasarı ile ilgili görüşlerini de şöyle açıklamıştır:

Özerklik tedbire engel değil

“Tasarıyı umumî olarak gördüm. Umumî olarak bilgi aldım. Ancak henüz işlenmiş değildir. Bir çok itirazları ilk anda davet etti. Bunlar nasıl işlenecek, ne neticeye varacak bilmiyorum. Yalnız bildiğim bir şey varsa üniversite özerkliği üniversite emniyetini sağlamak için lüzumlu tedbirlere manî değildir. Tedbirler de, mutlaka üniversite özerkliği zedelenerek alınmaz. İki iddia da sunidir, zorlamadır, başka niyet ve maksatların ifadesidir. Özerk Üniversitenin emni-yetini sağlamak lâzımdır. Mesele, bu. Getirilen tedbirler üniversite özerkliği ile ne derecede ne surette çeliştiğini münakaşalar gösterecektir.”

Anayasa değişikliğine ihtiyaç olmadığını belirten CHP Genel Başkanı İnönü bu konuda da şöyle konuşmuştur.

“Anayasa değişikliğine ihtiyaç yok. Anayasada bir eksiklik görmüyorum. Kanunlarda boşluklar var diyorlar. Onların ne olduğunu bilmiyorum. Biz aksini söylüyoruz, kanunlar tatbik olunmuyor, diyoruz. Ama boşluklar var, diyorlar. Getirdikleri zaman anlayacağız. Işık tutacak ciddî misâller gösterilmiyor, umumî olarak söz halinde söyleniyor.

Kanunların boşluklarından bahsediyorlar, uygulanamayacak, ihtiyacı karşı-layamayacak bir şey var demektir. Nedir onlar bilmiyorum. Biz, kanunları tatbik ederseniz, taraf tutmadan uygularsanız, güçlükleri kanunlar içinde yen-mek mümkün olur kanaatinde bulunduk.”

Personel kanunu

İnönü, Personel Kanunu’nun uygulanmasından sonra ortaya çıkan aksak-lıklar konusunda da görüşlerini şöyle açıklamıştır.

“Malî vaziyet intizamını kaybederse, senelerden beri ihmale uğrarsa, birden büyük malî masrafı göze almak icap ederse bu hal, zuhuru tabiî olan bir karışıklıktır. Ortada bol bir dağıtım var gibi bütün ihtiyaç sahipleri azami derecede ihtiyaçlarının temin olunmasını istiyorlar. Hazine güç bir vaziyet-teyken büyük bir külfeti deruhte edeceğini ilân etmiştir. O da vasıta bulmakta güçlük çekiyor. Karşılıklı çabalanıyor. Bu iktidarın zihniyetiyle güçlüklerin zuhuru tabiîdir. Senelerden beri malî intizamın bozulmaması için çok dil döktük. Başbakan ise “Para mı? O kolay” deyip durdu. Bu günlerin geleceği belliydi. Tıpkı 1958’in geleceği 5-6 sene evvelden belli olduğu gibi malî meseleler böyledir. Tabiatları güçtür. Bozulması kolaydır. Bozulduktan sonra düzeltilmesi uzun emek ister.”

Toprak çalışana verilmelidir

Türkiye’deki bugünkü anarşiye CHP’nin “su kullananın, toprak işleyenin” ve buna benzer sloganların sebep olduğu yolundaki iktidar kanadının iddialarını da cevaplayan CHP Genel Başkanı şunları söylemiştir:

“CHP düzeni bozmamıştır. Anarşi yaratmamıştır. CHP düzen eksikliklerini herkesin anlayacağı bir surette söylemiştir. Sosyal ıslahât yapmak mecburiyetin-deyiz. Büyük çiftçi kütlesi topraksızdır. Büyük toprak sahibi olan insanlardan bazıları bunun az kısmını kendileri işlerler veya hiç işlemezler. Ortakçılarla, yarıcılarla bundan istifade etmek isterler. Bizim dediğimiz şu: Çalışan çiftçiye toprak temin etmek lâzımdır. Toprağı işletmeyen adamın elinde bir ticaret vasıtası olarak kullanmak yerine işleyecek adama toprak temin etmek gerekir. Toprak işleyenin demek bu demektir. İşleyecek olana toprak demektir. Buna itiraz etmek mümkün müdür? Böyle deyince herkesin malını, birisi, ben işleyeceğim dedi mi zaptetsin alsın manâsı çıkar mıymış? Lâf! Kanun var ortada. Böyle bir manâ yok, toprak işleyenin sözüne ben manâ vermiş olu-yorum. Asıl manâsını ben vermiş oluyorum.

Toprak işlemek, toprak üzerinde çalışan, mesleği o olan, geçimi o olan adama kendi malı olan toprak sağlanmasıdır. Toprak Reformu bu demektir. Derler ki bütün işleyenlere yetecek kadar, verecek kadar, dağıtacak kadar toprağımız yoktur. Bütün toprakları dağıtacak olsak, işleyenlere yetecek toprağımız olmazsa bunun büyük kısımlarını işletmeden ticaret metaı yapan bir muhitte işleyen adama ne kadar toprak kalır? Bunu düşündüğünüz var mı? Diyorsunuz ki topunu dağıtsam yetmez, ya onda birini verirsen nasıl yetermiş, onda dokuzu muattal kalırsa..”

 

 

 

 

CHP Düzce İlçe Kongresine Gönderilen Mesaj[48]

Kongreyi sevgilerle selâmlıyorum. Düzce ilçe kongresi gelişmiş bir bölgemizin ihtiyaçlarını siyasî olayların içinde dile getirecektir. Görüşmelerinizi ilgi ile tâkip edeceğiz.

Düzce, orman endüstrisi ve orman meseleleri bakımından önemli kalkınma merkezlerimizden birisidir. Dış ticaret dengemizin bir an önce düzeltilmesi gibi temel bir iktisadî konuda, Düzce, ormanları ile özel bir ehemmiyet kazanmaktadır.

Ormancılığımızın işletme ve endüstri olarak büyük geleceği vardır. Düzce’-deki vatandaşlarımız bu konuda değerli ödevler yapacaklardır. Bu konular bizim iktidarımızı bekliyor. Bizim iktidarımızı aratan sorunlar için de Bolu’nun ve Düzce’nin ormancılık gelişmesi de yer almaktadır.

Sevgili Düzceliler, aziz hemşehrilerim, kongrenizin çalışması ve konuştuğu meselelerdeki ciddiyeti parti hayatımıza yeni bir feyiz getirecektir.

Size başarılar dilerim, hepinize saygılar sunarım.

 

 

 

 

Ziraat Öğretiminin 125. Yıldönümü Dolayısıyla “Tarım Haftası” Toplantısında Yapılan Konuşma[49]

İnönü’nün konuşması özetle şöyledir:

“Sevgili arkadaşlarım, siz memleketin büyük değerini taşıyan ve temsil eden seçkin bir heyetsiniz. Huzurunuzda söz söylemek için beni davet ettiğiniz için, bana fırsat verdiğiniz için size minnettarım.

Ziraat Mühendisleri, memlekette her şeyden evvel ziraî kalkınmanın yol göstericileri, öncüleri ve öğreticileri olacaklardır. Tarihimizden anlaşılıyor ki, bugün de tekrar tekrar söylendi. 125 yıl evveline kadar bu memlekette ziraat, hurafelerin kahrı altında iptidai bir şekilde yürürmüş. Çekirge salgını olursa kadı fetva vererek çekirgeleri tehdit edermiş ve bırakıp gitmelerini istermiş. Nebat ıslahları, bitkilerin ıslahı için dünyada keşfedilmiş, tatbik edilmeye başlanılmış olan usuller, hâlâ bizde hurafelerin tesiri altında kalırmış.

Anlaşılıyor ki, hurafelerle uğraşmak derdinden ziraatta da henüz kurtula-mamışız. Hâlâ muskalardan medet umuyormuşuz. Bu acınacak bir haldir. Bundan bir an evvel kurtulmak lâzımdır. Her türlü irtica fikirlerini siyasî hayatı-mızdan, vatandaş hayatından uzaklaştırmaya çalışmak lâzımdır. Ziraat alanı verimli sosyal bir alandır. Milletlerin kalkınmasında ön plânda gelir. Bunun koruyucuları sizlersiniz. Sizin bu hususta ödevleriniz bir kat daha ehemmiyetini belirtmektedir. Bunu ifade etmeyi vazife biliyorum.”

İnönü, 125 yıllık tarım gayretlerine değindikten sonra, şöyle konuşmuştur:

“Bugün kısaca Toprak Reformuna temas etmek istiyorum. Sayın Ziraat Vekili arkadaşımız önemli bir mesele olarak temas ettikleri için bizim de meşgul oldu-ğumuz bir konudur. Bir kelime söyleyeceğim. Toprak Reformundan bahsettiler. Toprak Reformu bir Anayasa emridir. Toprak Reformu, kanunî hükümlere bağlıdır. Mülkiyet hakkına Anayasanın öngördüğü hudutlar içinde riayetlidir. Esas itibariyle, tutulacak istikamete göre, bunun mülkiyete taalluk eden tarafı ve hukuki tarafları kolaylıkla tanzim olunabilir. Anayasa bunları söylüyor.

Prensip olarak, Toprak Reformu mu kalkındırır, tarım reformu adındaki tedbirler mi kalkındırır? Bu münakaşa götürebilir. Aslında bu iki tedbiri, birbirine tamamlamak lâzımdır. İkisi beraber işletmek lâzımdır. Ve bu iki tedbirin temeli de, bizim kanaatimizce Toprak Reformudur. Başka bir adamın mal sahibinin hesabına çalışması başkadır. Kendi ailesinin, kendi emeğinin çıkarına çalışması başka türlü olabilir diye tahmin olunur. Bu bir sosyal meseledir. Dünyanın her tarafında hallolunmuştur. Hem sosyal ihtiyacı, hem üretim ihtiyacını sağlamak Toprak Reformuna bağlıdır.

Bu Toprak Reformunu biz münakaşa ederek nihayet bir neticeye bağla-yacağız. Ve ben samimî olarak kaniyim ki, nihayet Toprak Reformunun faydası, milletimizce anlaşılacaktır. Zaten, siyasî hayatta çektiğimiz güçlükler, siyasetle uğraşan insanlarda sorumluluk hissinin kemale ermemiş olmasındandır. Demokratik rejime ilk başladığımız günlerde, bir İsveç Profesörünün benimle konuştuğunu hatırlarım. ‘Heves ediyorsunuz, demokratik rejime’ dedi. ‘Ama bilir misiniz, bu rejimin bir özelliği vardır’, ‘Nedir o?’ dedim. ‘Bu vatandaşlarda memleket idaresi için sorumluluk şuurunun bulunmasına bağlıdır’ dedi. ‘Onunla yürüyebilir bu’ dedi. ‘Güveniyor musunuz siz, memleketinizde bu sorumluluğu taşıyacak insanlar mısınız?’ ‘Güveniyoruz’ dedim. Ve öyle yola çıktık, hâlâ onu öğrenmeye çalışıyoruz.”

Daha sonra bilgi ve sabırla çalışmanın önemine değinen İnönü, sözlerine şöyle devam etmiştir:

“125 sene evvel ilme başladık ve 125 sene uğraştıktan sonra plânlı kalkınma devrine girdik. Endüstri yapmaya çalışıyoruz. Bu endüstri devrinde de araştırmalar gösteriyor ki, bizim kalkınmamız ilk önce tarımda kalkınmamıza bağlıdır. Evvelâ tarımda kalkınacağız. Ona dayanarak, ondan kazanacağımız güçle endüstrimizde gelişme ve serpilme olacaktır. Yahut daha kolay olacaktır. Ama, ihtiyaç gösteriyor ki, mutlaka tarımda kalkınma olduktan sonra olacaktır. Ve bunu siz Yüksek Ziraat Mühendisleri sağlayacaksınız. Nedir tarımda isteğimiz? Cinsi iyi olacak, miktarı bol olacak. Daha çok mahsule ihtiyacımız var. Topraktan, ağaçtan, hayvandan aldığımız mahsul daha verimli olacak, daha çok olacak.

Şimdi, burada Toprak Reformu ve tarım reformu münakaşası ilk anda bir mesele karşısında kalıyor. Adam mal sahibi [olarak mı] malına daha iyi bakar, ırgat ve ortakçı olarak mı o malın değerini artırmaya daha çok bakar? Psikolojik tarafı bu, sosyal tarafı daha başka, daha önemli. Sosyal tarafı, artık köyde iş kalmadı çalışamıyoruz diye, akın akın şehirlere koşuyorlar. Şehirde de işlerin en güçleri var, en kıtları var. Elinde henüz verimi tamamıyla alamadığımız toprağı daha ziyade geliştirmek, ondan daha çok mahsul alıp, kendine fayda sağlamak imkânı varken, niçin bunu bırakıyor? Ama geçinemiyor ondan.. Verimi azdır, ancak çiftlik sahibine yetiyor. Ne yapacak kendisi? Şöyle psikolojik ve sosyal sebeplerle Toprak Reformu bir zaruret haline gelmiştir. Daha çok münakaşa etmeye lüzum görmüyorum. Heyetiniz yüksek anlayışlıdır, tecrübesi büyüktür. Siyasî münakaşaları sükunetle yapabilecek seviyededir. Kısa işaretle meseleleri vuzuha getirmiş olduğumu zannediyorum.

Şimdi, her meselede olduğu gibi, tarım alanında da hurafe zihniyetini mutlâ-ka önlemeliyiz. Hurafe zihniyetini korumak, siyaset alanında bir faydadır zan-nedilebilir.

Bunun gerçek yeri de vardır. Ama, bir hurafe zihniyetini memlekette besle-yerek, okşayarak, yerleştirmenin cemiyete verdiği zarar, tahmin olunmayacak kadar derin olmaktadır. Halbuki bunu günün ihtiyaçları içinde istismar edenler, böyle bir derin sosyal zararı asla arzu etmezler, etmemelidirler. Ettiklerine ihti-mal vermem. İkincisi toprağın verimini artırmak için çalışmalıyız. Arkadaş-larımız benim şükranımı mucip olan bir cömertlikle belirttiler, daha muharebe esnasında bir çok ıslah metotları, üretim çiftlikleri yalnız öğretim ve eğitim bakımdan değil, yeni müesseseler kurmak değil, üretim çiftlikleri ve eğitim müesseseleri olarak da bir çok müesseseler kurulmuş, bir çok teşebbüslere girişilmiş. Bu teşebbüsler siyasî hayat içinde dalgalar geçirdi, nihayet bugüne geldi. Siyasette bir hastalığımız var. Bir idare zamanında verimli düşünülerek kurulmuş olan müessese geçmiş idare zamanında yapılmış bir teşebbüstür diye, rağbetten düşüyor. Buna hiçbir milletin kudreti yetişemez. Temelli müesseseler, siyasî hayatın müştereken koruyacağı müesseseler değerinde görülmeli ve bunlar muhafaza olunmalı. Siyasî hayatın dalgaları ve cilveleri içinde aksa-madan birbirini tamamlayabilmeli. Öyle bir şuura, böyle bir zihni tekamüle varırsak, büyük bir merhaleyi siyasî olgunlukla atlatmış olacağız.”

 

 

 

 

Ankara Televizyonunda 12 Mart Öncesi Siyasi Durum Üzerine Yapılan Söyleşi[50]

TRT: Politikadaki görünüm, sayın Cumhurbaşkanının temasları ile yeni bir şekil aldı. Acaba bu tartışmaları siz nasıl bir tablo içinde değerlendiriyorsunuz?

İnönü: Sayın Cumhurbaşkanının içinde bulunduğumuz bunalımın sebeplerini ve çarelerini aramak için açtığı tahkikat, kendi yetkileri içinde, faydalı bir teşebbüstür. Bu tahkik neticesinde başlıca karara varacak olan bizzat Cumhurbaşkanının kendisidir. Bu öğrendiklerini ne türlü değerlendirecek ve tatbike koyacaksa, ne şekilde tatbike koyacak onun zihninde alacağı şekle bağlıdır.

Bu hususta bir tahminde bulunmak doğru değildir.

Şimdi, Sayın Cumhurbaşkanı ile konuşmamda, ben, ayrıldığım zaman, hiçbir söz söylememeye dikkatliydim ve bütün suallere bu açıdan kesin cevap vermeye çalıştım. Bununla beraber o zamandan beri, bana atfen, bizim konuşmalarımıza atfen pek çok şey söylenmiştir. Bu vesileyle şunu belirtmek isterim ki, bana atfedilen, bizim konuşmamıza atfedilen, yakından uzaktan ister istemez benzerlik, yakınlık gösterilebilecek şekiller bulunabilir. Bunların hiç birisi aslına, asıl konuşmanın mahiyetine, taalluk etmez. Ben hiçbir mesuliyet almam, hiçbir tefsir veya tahlil benim konuşmamın, nevini, mahiyetini, şartlarını yansıtmamıştır. Bunun umumî efkârca bilinmesini isterim.

Tartışmaları çözüm yolu

TRT: Şimdi o zaman, CHP Genel Başkanı, Ana Muhalefet Partisi Genel Başkanı olarak, acaba, bu son günlerin iç politikadaki tartışmaları için siz ne gibi bir çözüm düşünüyorsunuz? Bunu sorabilir miyim?

İnönü: Evet, çözüm yolu… Her meselenin bir çözüm yolu tasavvur edilebilir. Kesin dâvâ olur. İçinde bulunan bunalımın yakın tesirini izale edecek kabiliyette olur, uzun vadede iyi netice verir, fena netice verir, bunlar tahmin konusudur. Ama benim arzu ettiğim ve çırpındığım nokta, bunalımın had safhalarda, eski bir tabir kullanıyorum, işleyen, zararlı safhalarda yakın, çabuk bir çare bulmak mümkündür.

Meselâ, üniversiteler. Bugünkü huzursuzluğun başlıca kaynağıdır. Bu huzursuzluk benim kanaatimce, en başta, silâhlı saldırılar yüzünden bir çıkmaza girmiştir. Silâhlı saldırılar kısa yoldan imkânsız hale getirilebilir.

TRT: Evet, bu yalnızca öğrenci olayları ile ilgili bir tedbir. Ama diyelim ki, kısa yoldan böylece, silâhlı çatışmalar önlendi, bu iç politikadaki tartışmaları ortadan kaldırır mı?

İnönü: Evet yılbaşında da söylediğim gibi, öğrenci olaylarından bahsedişim, bugünkü huzursuzluğun en önde gelen şekli ve en çözülmez, en ziyade tartışma konusu olan şekli öğrenci meselesinin hallidir. Onun için ona temas ettim. Her şeyden önce silâhlı saldırı şekli öğrenci hayatından kaldırılmalıdır.

Demirel hükûmeti ve irtica

TRT: Paşam, tekrar Çankaya görüşmelerine geliyoruz. Ulus Gazetesi’nde, diğer gazetelerde yer alan bir cümleniz var:

“Bugün işbaşında olan hükûmet, bir irtica hükûmetidir. Böyle bir hükûmetin eline yeni kanunlar verilemez.”

Bundan “Siyasî bunalıma bir başka hükûmetle çözüm yolu bulunmalıdır” anlamını çıkartıyoruz.

Siz bu “Başka bir hükûmet” kurulmasında ne gibi bir çözüm yolu düşünü-yorsunuz?

İnönü: Hükûmetin irtica konusunda sorumlu olduğunu belirtiyorum. Bu bakımdan onun eline verilecek, cemiyetin meselelerini halletmek için yeni tedbirlerde hükûmetin bir istidadını, dikkat önünde bulundurmak bizim vazifemizdir. İrtica, idarelerin, demokratik rejimin ilk uğradığı mukavemetler ve güçlüklerdir. Aslında irtica, Atatürk reformlarının tarih içinde tepkisidir. Biz onun hesaplarını veriyoruz türlü şekilde. Şimdi bu, şimdiye kadar Atatürk inkılâpları ve Cumhuriyet ilkeleri bütün geri tepkilerin, kapalı şekilde ve açık şekilde meydana çıkan tepkilere karşı ne mukavemet kazandı. Cumhuriyet idaresi, oldukça huzur verici geleceğe iyi niyetle bakmayı sağlayacak bir mukavemet, milletin bünyesinde yetişmiş olduğu ortaya çıktı. Fakat mücadele bitmedi. Az ölçüde, kapalı şekilde irticadan istifade etmek isteyenlerle, açıktan dini bir devlet kurmak; açıktan “Müstakil bir devlet olmaya lüzum yok, dini bir devlet içinde bulunmak kâfidir” diyecek kadar cüretli mürteciler çıkmıştır ve çıkacaktır. O bakımdan hepsi yenilecektir, zaman meselesidir. Milletin bünyesi, çağdaş medeniyet, vicdan hürriyeti, ilerlemiş, ilerleyen Türkiye, ekonomik ve sosyal kalkınmasını tamamlamış Türkiye arzusu içindedir.

Demirel hükûmetinin ne şekilde irticaa karşı, ne şekilde davranışlardan şikâyetçi olduğumuzu söylüyoruz. Meselâ, bu hükûmetin vicdan hürriyeti anlayışı bizim kanımızca, lâik Cumhuriyeti sağlayan ilkenin, tam tersi istikametinde vicdan hürriyetini değerlendirmek demektir. Lâik Cumhuriyet vicdan hürriyetini kurmak maksadıyla getirilmiş bir ilkedir. Vicdan hürriyetini lâik Cumhuriyetin maksadına taban tabana zıt olarak kullanmak çok ileri mübalağayla, marifetine güvenen politikacıların eseridir.

Bir başka hükûmet

TRT: Bu bakımdan, siyasî bunalıma bir başka hükûmetle çözüm bulmak gerekir, diyorsunuz?

İnönü: Siyasî bunalım, hükûmet teşekkül etmemesi demektir. Memlekette siyasî bunalımın devamı, istikrarsızlık, anarşi, devletimize zaaf getirir. Biz devletimize zayıflık getiren her türlü sebebin aleyhindeyiz. Bu devleti yokluktan çıkaran günlerde yaşadık. Bu devletin kudretini azaltacak, her arızayı önlemeye çalışırız. Bunu şunun için söylüyorum: Anarşi ve hükûmetsizlik, aşırı uçlar kadar bizim sakındığımız bir beladır. Bunun için, hükûmet teşekkül edemiyor, denildiği zaman biz bundan müteessir oluruz. Ama çaremiz yoktur.”

Biz Adalet Partisi’nde irticaın esas bir kanaat olduğuna inanmış değiliz. Bazı politikacılar bundan istifade etmek istiyor olabilir, ama irticadan istifade etmek istemeyen politikacılar da bulunacağına da kaniiz.

TRT: Parti içinde, Adalet Partisi içinde?

İnönü: Adalet Partisi içinde. Bulunabilirse, talihimizdir. Bulunamazsa, ister istemez, tarih seyrini tâkip edecektir.

TRT: Şu halde, başka hükûmetten maksat, Süleyman Demirel’in olmadığı bir hükûmettir.

İnönü: Adalet Partisi’nde öyle olacak tabi. “Korkmadan Müslümanım diye-bilelim”, “Vicdan hürriyeti, vatandaşları kafir ilân etmek hürriyetidir.” Bu kadar iptidai ve açık zihniyetlerden, açık bir hükûmet Adalet Partisi içinde bulunmaz olur mu?

TRT: Peki çözüm yolu nedir? Bir güven oylaması sonunda mı?

İNÖNÜ: Güven oylaması karşısında hükûmet kaldı mı, hükûmet kalır. Şimdi nasıl irticaa karşıysak, hükûmetin devamına manî olacak kanundışı her türlü hareketten sakınıyorsak, ondan sonra da sakınırız. Peki kanun dışında, Anayasa dışında bir eylem bize, atfolunmaz.

TRT: Peki, ana muhalefet partisi olarak, hükûmetin getirdiği tedbirleri desteklemediğiniz anlaşılıyor. Başbakan, Süleyman Demirel bulun ise.* Aynı tedbirler…

İnönü: Desteklemediğimiz, zannederim, henüz ileri bir sözdür.

İki noktada prensip ittifakında görünüyoruz:

Öğrenci emniyeti şarttır. Silâhsız öğrenci hareketleri olmak lâzımdır. Silâhlıların her çeşidini biz zararlı görüyoruz. Silâhlıların bir kısmına müsamaha olunabilir, bir kısmına müsamaha olunamaz şeklinde görmek hatalı ve zararlıdır. Kanaatimiz bu.

Üniversite ve polis

TRT: Peki üniversiteye polis sokan bir tasarıyı da mı?

İnönü: Emniyet icap ettiği zaman, polis her yere girecektir.

TRT: Şu halde bu son tasarıyı destekleyebilir, ana muhalefet partisi eğer, başka bir?..

İnönü: Şartlarını göreceğiz; ne maksatla gelecek, göreceğiz. Nasıl kötü kullanılmaları, prensip olarak, eylem olarak, ne gibi, kötü kullanılmaları muhtemel ise onların zararlarını gidermeye çalışacağız.

Erken seçim konusu

TRT: Efendim bir de son buhran sırasında, erken seçim konusu ortaya çıktı. Sizin de bunu desteklediğiniz, gazetelerde yazıldı. Sizin bu konudaki görüşünüz nedir?

İnönü: Erken seçim bizim bir prensibimizle, talebimiz değildir. Erken seçim, köprüyü teşkil eden, mevcut iktidarın işlememesinden dolayı karşımıza gelen bir meseledir. Bizzat iktidar partisinden geliyor. Güvenoyu alamazsa, güvenoyu alır[sa], huzuru temin edemezse; o halde ben seçime giderim diyor. Erken seçim diğer partilerden, ihtiyaçlardan söyleniyor. Erken seçim bize zarurî  gösterilirse, erken seçimi kabul ederiz. Erken seçim meseleyi halleder mi? Seçimin neticesine bağlıdır. “Erken seçim meseleyi halletmez, o halde demokratik rejim işlemez”, bunu kabul etmeyiz. Erken seçim memlekette istikrarı temin etmeyebilir. İktidarı teşkil etmeye yetki kazananlar[ın], istikrarlı bir iktidar teşkil etmeye ehliyetli olmadıkları anlaşılır, seçimlerde bu ehliyet sahipleri, nihayet meydana çıkar. Onun için esaslarda mutabık olalım: Demokratik rejim, bugünkü iktidar, parlâmento nispetleri ve hükûmet teşkilini, istikrarlı bir hükûmet teşkilini mümkün kılmazlarsa [kılmazsa] yeni bir tecrübe yapmak lâzımdır. Seçim gene böyle bir olay getirirse, “Artık anlaşıldı ki demokratik rejim işlemiyor”, bu tezi kabul etmeyiz. Hiçbir kaydı şartla demokratik bir rejim dışında bir idareyi, faydalı bulmayız. Her çeşidini tecrübe etmişizdir. [Böylesi] Yeni bir herhangi şeklin faydalı olacağını değil, bugünkü keşmekeşten, daha fena olacağını, zannederim.”

 

 

 

 

Türkiye Emekli Muharipler Federasyonu Toplantısına Gönderilen Mesaj[51]

Türkiye Muharipler Federasyonu toplantısına bu mesajı saygı ile sunuyorum:

Muhariplerin, dul ve yetimlerin emin olmalarını isterim ki, Türk milleti, muhariplerin, dul ve yetimlerle beraber haklarını daima göz önünde tutmaya çalışmıştır. Gelen her hükûmet, istisnasız, onların refahına yardım etmeyi öz vazifesi saymıştır.

Eski kanunların tamir edilmesinin bir büyük yarışma halini aldığı bu dev-rede, emekli, dul ve yetimlerin haklı dilekleri siyasetçilerimizin ve idareci-lerimizin gözünden ve arzusundan uzak düşmeyecektir. Buna emin olmanızı rica ederim.

Bütün hareketleriniz ve eylemlerinizde; sizin ihtiyaçlarınızı takdir eden ve faydalı olmak isteyen insanları, size gönül rızası ile hizmet yolunda teşvik edici olmanızı rica ederim.

Kanaatim odur ki, siz anlaşma yolunu tercih ederseniz, hükûmetten ve siyasî partilerden çok anlayış ve kolaylık görürsünüz.

Size, haklı yollarınızda faydalı olmak bizim idealimizdir. Hepinize saygılar sunarım.

Hayatınızın, çabalarınızın ailelerinizin yaşama şartlarını kolaylaştırmaya ye-terli olmasını dilerim.

 

 

 

 

Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil ile Görüşmeden Sonra Yapılan Açıklama[52]

“Dışişleri Bakanı, herhalde hükûmetin de müsaadesini alarak dış politika konularında muhalefet lideri olarak bana, bilgi veriyorlar. Verdikleri bilgi, daima istifadelidir. Dışişleri bakımından bizimle bir çelişmeye girmeyen nokta-ları konuşmakta, Hariciye Vekilimizin kibar bir mahareti vardı. Ve bu maharetten ben istifade ediyorum, herhalde memleket de istifade edecektir.

Bugün konuşulan başlıca konu, günün meselesi, Irak Cumhurbaşkanı Yardımcısı Hammaş’ın ziyareti üzerine idi. Irak’la dostluk münasebeti faal bir surette tâkip ediliyor. Bugün için, iki ülke arasında birbirine güven verecek bir münasebet olması faydalı bir şeydir.

Irak’la, İran’la şimdi yürümekte olan, tabiî gaz müzakereleri var. Bu, faydalı bir surette ilerliyor. Neticelenecek, diyorlar. Bunu göreceğiz. İran’la yapılacak bir Pipe-Line müzakeresi* var. Müsait şartlarda ilerliyor. Bir aya kadar neticeye bağlanması imkân içindeymiş.

Irak’la da bir tabiî gaz meselesi var. Kerkük civarında bir gaz. Bundan isti-fade etmeyi düşünüyorlar.

Irak’la yakın bir dış politika münasebetimiz, Kerkük Türkleri üzerinedir. Kerkük Türkleri, Irak idaresinin yeni şeklini almasında, bir aralık bizi çok endişeye düşüren garip bir vaziyet karşısında kalmışlardı. Güya seçim yapıldığı zaman, ana dillerinin ne olduğunu seçim vesikalarına yazdıramayacaklar, Türk olarak yazdıramayacaklardı. Ya Arabız, diyecekler, ya Kürdüz diyecekler. Irak’ta milliyet olarak, asırlardan beri devam eden köklü bir Türk toplumu vardır. Bunların bulundukları hükûmete karşı, münasebetlerini güçleştirecek bir vaziyette bulunmalarını hiçbir surette istemeyiz. İstemedik, bugünkü hükûmet de istemiyor.

Bunlar, her memlekette kabul olunan vatandaş haklarından istifade etsinler, başka bir dediğimiz yok. Böyle, seçimde varlıklarını inkâra götürecek bir usulü, komşu devletin kabul edeceğine ihtimal vermiyoruz. Şimdiye kadar da böyle birçok sözler edildi. Fakat, komşu devletin böyle bir muameleye razı olmadığını gördük ve olmayacağını zannediyoruz. Bu esaslı bir meseledir. Bu vaziyet, oradaki Türk halkı aleyhine, Türk azınlığı aleyhine işler bir istikamete gelmemiştir. Irak’ın kendi iç meseleleri var. Bunlar üzerinde söz söylemek bize düşmez. İyi münasebetlerinden bahsettiler.”

Dışişleri Bakanı ile yakında yeniden görüşüp görüşmeyeceği sorulduğunda, CHP Genel Başkanı İnönü şu cevabı vermiştir:

“Dışişleri Bakanı, birkaç gün sonra Doğu Pakistan’a, Datca’ya gideceklerini söylediler. Burası, felâkete uğrayan memleket. Orada İran, Pakistan ve Türk Dışişleri Bakanları bir toplantı yapacaklarmış. Burada ne görüşüleceğini ve ne netice alınacağını da şimdiden bilmiyorlar.

Kendileri istediği zaman konuşuyoruz. Seyahate gidip gelecek. Tabiî döndükten sonra, resmî beyanatlarını göreceğiz. Arada arzu ederlerse memnuniyetle görüşeceğiz.”

(...)

İnönü, bugün yapacağı konuşma ile ilgili olarak, gazetecilere şöyle demiştir:

“Parti bakımından, bugün meşgul olduğumuz başlıca meseleler hakkında grubu haberdar edeceğiz.

Biz, resmî ve meşru teşekküllerimize büyük saygı gösteririz. Kendilerinin bilgileri dışında bir hareket tarzı tâkip etmeyeceğimi bilmelerini isterim.”

 

 

 

 

CHP Ortak Grup Toplantısında Mevcut Siyasi Durum Üzerine Yapılan Konuşma[53]

CHP Millet Meclisi Grup Başkan vekillerinden Necdet Uğur’un başkan-lığında yapılan toplantıda, CHP Genel Başkanı İnönü de bir konuşma yapmış ve Seçim Kanununda yapılması gerekli değişikliklerle, erken seçim konusuna değindikten sonra, gençlik olayları ile ilgili görüşlerini belirtirken, “İktidar ve iktidar sorumluluğunu deruhte eden başlıca makamlar, zor kullanmak iste-yenleri, bazıları hamiyetinden yapıyor, bazıları fenalıklarından yapıyor diye ayırt ettikse, öğrenci meselesi halledilemez” demiştir.

CHP Genel Başkanı İnönü sözlerine şöyle devam etmiştir:

“Ama artık çoğu gitti azı kaldı. Bunlar bir veya iki hafta içersinde ortaya çıkacak. Siz gideceksiniz ve siyasî istikrarsızlık sizinle beraber gidecek.”

İnönü’nün konuşması şöyledir:

“Muhterem arkadaşlar,

Bugünkü konuşma, arzu edildiği vakit, meselelerin asıl mahiyetleri, alınan tedbirlerin, hedeflerin tayin edilmek üzere bulunduğu bir zamanda, böyle bir konuşma ne dereceye kadar faydalı ve tesirli olur, bu mülâhaza bana ilk gelen düşüncedir.

Fakat bugün görüyorum ki, ilk anında, ilk devrinde arkadaşlarımız büyük ölçüde toplanmışlar, meseleye etrafı ile el koymuşlar. Etrafiyla el koymak; bu günkü huzursuzluğu tescil eder görülenler, bunların arkasında bulunan şüpheler, hükûmetin genel olarak tutumu, bu üç noktada kendini gösteriyor. Bunlar üzerinde vuzuha varamamış arkadaşlarım; türlü ihtimaller üzerinde endişelerini görüyoruz.

‘Prensip meselelerine ehemmiyet verelim, basit bir şey değildir’ deniliyor. Arkadaşlarımız insaf etsinler ki, biz, gençlik meselelerine, ‘Bir iki şehirde olan vakalardır, bunlar büyütülecek şeyler değildir’, fikri sistemli olarak yayıldığı zamanlarda, gençlik meseleleri önemli, büyük millî bir iç huzursuzluk olarak başladı, o gözle baktık, onun arkasındaki ve önündeki gerçekleri doğru teşhis etmeye çalıştık.

Gençlik meseleleri

Gençlik meseleleri, gençler arasında çekişme, gençler arasında huzursuzluk ve aynı zamanda üniversitelerle gençler arasında münasebetler bakımından, mutlak bir şekilde doğdu. Biz, bu tartışmanın yozlaştığı işaretini silâhlanmada bulduk. Silâhlı gençlerin münakaşası başladığı zaman, ‘Artık bunlar bir fikri tâkip eden değillerdir. Sabit bir fikri üstün çıkarmak için silâh kullanmaya karar vermişlerdir’ şeklinde gördük. Böyle bir ortamda tartışma ile, münakaşa ile bir gerçeği bulmak zordur.

Böyle bir ortam, iktidarın iktisap ettiği çatışma grupları açıktan galip gelinceye kadar, meselelerin yalnız başına yürüyecek hale geldiği zaman bir neticeye ermiş manzara gösterir. Bu manzara iktidarın istediği üstünlük manzarasıdır. Bidayette bu gençler görüşmesinde, çatışmasında bir istikamette maddi veya manevî bir teşhis konmuştur. O teşhis, kendini gösterinceye kadar silâh zoru ile tez kabul edilir hale gelinceye kadar kararsızlık devam edecektir.

Şimdi içinde bulunduğumuz hal bu. Biz tartışmanın insanca görüşler ve tartışma halinden çıkıp, silâhla zorlama ve kendi fikrini zorla kabul ettirme ve üstün çıkarma biçimine dönüştüğünü görüyoruz. Onun için “silâhları bırakın” dedik. Memlekete ilk söylediğimiz tedbir bu oldu. Gençler açıktan buna karşı çıktılar. ‘Bırakamayız’ dediler. ‘Karşımızda silâhlılar vardır, biz silâhları bıraktığımız zaman mahkûm oluruz’, ikiniz de bırakın, ikisi de bırakmıyor. Ve ikiniz de bırakın sözünü tam bir inançla söyleyen yalnız CHP’dir.

Bize karşı olan, gençlik hareketlerinde şiddet, dikta ile silâh zoru ile fikirlerini yürütmek isteyen, yalnız bu çareyi düşünen insanların her ikisi de.

İktidarın tutumu

İktidar bu gençlerden birini tutuyor, ötekini tutmuyor. Birini tutup ötekini tutmadığı zaman, ister istemez haksız bir vaziyete geliyor, bunu anlatamıyoruz. Ama bunu anlatacağız arkadaşlar. ‘CHP iktidardan gitmedikçe memlekete huzur gelmez’ diyen siyaset örgütleri, zor zamanlarda, karanlık tedbirlerinin başlangıcında ve tatbikinde, bir tek basit hedef öne sürdüler. ‘CHP dışında bu memleket idare edilmek kabildir, bunu ispat edebilelim, başka hiçbir mülâhazanın ehemmiyeti yok’, diyerek hiçbir idare fikri olmaksızın bizim iktidardan çekilmemizi hedef aldılar, tatbik ettiler. Biz böyle bir iddiaya karşı kanun dışı bir eğilim beklemiyorduk. Kanun dışı bir mukavemet de göstermedik. Bizim söylediğimiz ‘Demokratik rejimi getirdik, demokratik rejim tüm bu bunalımlara çare bulur ve şimdi bizim karşımızda toptan kanunsuz, manevî kanunsuz olarak birleşmiş olan yergiler, itmeler, bunlar gene demokratik rejim içinde takdir olunur ve bir aydınlık meydana çıkar’ şimdi de bu kanaatteyiz. Bunda ısrar ettik. O zamandan beri birkaç sene zarfında alınan mesafeler büyüktür. Şimdi telâş içinde, ‘CHP bir alternatif değildir, alternatif olmaktan çıkmıştır’ diye bağırırlar. Bunu bağıranların her birinin bize karşı bulduğu asıl iftira, belli edilmez, o kulaktan kulağa söylenir, ‘Korkmadan Müslümanım diyebilelim’ ‘Sermaye düşmanıdır’, ‘Özel teşebbüse istediğimiz gibi geniş ölçüde, taktiğimize göre hazineden yardım edelim’, tedbirlerine girenler, bunları yürütemiyorlar. Anayasa Mahkemesi var. Bunları söylüyorlar, maksatlara, bütün maksatlarına varıncaya kadar, ondan sonra söylemez görünüyorlar. Ama bu meseleler açıktan ve gizliden söylenir ve tesir eder. Bu halden çıkacaktır. Her siyasî parti gibi, CHP’de mazisi ile hali ile vatandaştan müstahak olduğu oyu alacak ve memlekete karşı ödevini yapacaktır, böyle bir istikamette memleket emniyetle ilerlemektedir.

Seçim meselesi

Suni seçim için suni vasıtalar var. Meselâ, mevcut olan seçim kanununu biz getirdik, bizim memleketin bünyesine uyan en iyi seçim usullerini arayarak getirdik. Nihayet bugünkü halini senelerce tatbik ettikten sonra bunların düzeltilmesi kararındayız, hedefi temelinde bırakmamışızdır. Geçen seçimlerde bütün partilere, bunu fikir olarak, esaslı bir ihtiyaç olarak söylemişizdir. Seçim Kanununu değiştirmek lâzımdır. Nasıl düzeltmek lâzımdır? Samimî hareket ediyoruz. Partiler bir araya gelsinler, özel çıkarlarını suni olarak sağlayacak seçim usullerini nasıl bertaraf edeceğimizi görsünler. Komisyon teşkil olundu, geçen seçimlerden evvel, biz ‘önemli mesele budur’ diye ısrar ettik. ‘Hayır en önemli mesele bir defa seçimlerin tehiridir. Ondan sonra başlarız görüşmeye’ dediler. Seçimleri kabul ettik. Ondan sonra bir seneyi geçmektedir. Seçim Kanunu’nun düzeltilmesini konuşarak, komisyonu harekete getiremiyoruz. Nihayet son zamanda, bizim yardımımız olmadan memlekette bir düzen kurmak, asayiş kurmak, gittikçe güçleşir hale geldikçe, bizim yardımımız aranıyor. Biz kendimizi nazlı satmayız. Muayyen hedeflere varmayı isteriz.

Seçim kanunu

Seçim Kanunu’nun düzeltilmesi için, tekrar iktidar partisi ile anlaşma ol-muştur, diğer partilerle beraber seçim kanunlarını düzeltmek haline girdik. Ne netice alacağız, bilmem. Çünkü bugün tatbik olunan Seçim Kanunu’nun, önseçim usulünün devamını isteyenler de var, düzeltilmesi lâzım geldiğini görenler de var.

Özel arzu ile bu meyil var. Özel arzu olmaksızın memleket menfaati hesa-bına düşünenlerde bu mülâhaza görülüyor. Demek ki münakaşa olacak, ön seçim meselesi, bugünkü ihtiyacımız ve halimize göre, en uygun gördüğümüz bir şekilde seçim tüzüğünü yapacağız.

Şimdi seçim meselesinde arkadaşlarım, bu memleketin suni seçim, yapma-cıktan seçim olarak asırlardır geçirmiş geleneği var ve asırlar geçirmiş köklü ustalığı var. Biz 1946’da seçimde şikâyet edildiği zaman, ne istiyorsunuz diye sorduk, adlî murakabe altında olsun dediler, derhal kabul ettik. Bizim gayretimizle, idare amirlerinden elindeki seçim alındı, adli kontrol altında seçime girdik ve adli kontrol altında geçirdiğimiz seçimin ne hale getirildiğini 10 sene zarfında gördük. Bundan sonra, 1960 gelince, ilk iş olarak, demokratik rejim için seçim kanununu düzeltmek kararını verdi. Onunla birleştik, iktidarda olmadığımız halde birleştik. Seçim kanununu düzeltecek olanlara, o zamana kadar olan tecrübelere göre aklımızın erdiğini söyledik. Bugün, bu yeni bulunan tedbirin, yeni bulunan seçim tedbirlerinin kusurları, tahammül edilmez bir dereceye gelmiştir. Bulacağımız tedbirler mahzurları tamamıyla bertaraf eder mi bunu bilmiyorum. Bugünkü hale göre bir emniyet verecektir. ‘Demek şu hududuna kadar bunu getirdik’, diyeceğiz. Bundan sonra seçim kanunu üzerinde ne mahzurlar çıkar? Ne neticelere varırız? Onu zaman gösterir. Seçim Kanunu, demokratik rejim içinde milletlerin yalnız başına kendi bünyelerine uygulanacak usulü arama dâvasıdır. Bu ne kadar zamanda olur, ne zaman istik-rara varır? Bunu tayin edemem.

Seçim kanununun düzeltilmesi konusu önümüzde, arkadaşlarım bunu merak ediyorlar. Daha konuşmalarımız bitmedi, oraya geldiğimiz zaman söyleye-ceklerdir. Merak edenler şunu bilsinler: Onların bilmediği ve aramızda konuşup da doğrudur neticesine varmadığımız bir usulü kabul etmeyiz. Sizin haberiniz olmadan kabul etmeyiz. Bir bu mesele var, bunun gerisinde de, seçim kanunun-dan sonra, seçim meselesi var. Tabiî bugünkü iktidar elinde seçim kanununu değiştirmeden veyahut bir taraflı olarak kendisinin işine gelmeyen noktalar, tamamıyla ortadan kalkmadan seçim yapmak istemez. Bunu, konuşmalarımızda hepimize yarayacak bir seçim kanunu bulmayı deneyeceğiz.

Devlet çare arıyor

Arkadaşlarımız, bir de ‘iktidarın tutumu anlaşılamıyor’ diyorlar, gençlerin tartışmasının meselesinde işin özünü söyledim. Silâhlı çatışma, silâhla kendi fikirlerini kabul ettirmek isteyen insanların usulüdür. Silâhlı çatışmada ısrar edenler, gerçeği tartışarak bulmayı değil, kendi düşündükleri idare tarzını silâhla kabul ettirmek istiyorlar. Bir iktidar toptan, bütün silâhı ile bizim elimizde iken ‘demokratik rejime gitmek bu memleketin istikbaline, menfaatine uygundur’ diye karar verdik ve geldik. Şimdi zor ile, zor kullanarak silâh zoru ile bir fikrin galebesini kabul edeceğiz ve ona boyun eğeceğiz, tasavvur olamaz. Böyle bir şey yapmayız biz. Bizim görüşümüz şu: Silâhlı tartışmayı yürütmek isteyen herkes suçludur. Bir defa bu suç ortadan kaldırılmalıdır. Her şey ondan sonra düşünülür.

Şimdi arkadaşlarım, bugünkü mülâhazadan aldığım şey bu. Devlet ve hükûmet, bütün sorumlu organları ile vaziyete bir çare aramaktadırlar. Birçok kısmını araştırdılar, karar verecek günler de görünüyor. Yanlış netice çıkar-maktan sakınırım. Sayın hükûmet başkanı bir sisteme, bir prensibe bunu bağlamış. En büyük mesele siyasî emniyet meselesi, bir memleketin idaresi için. Siyasî emniyet meselesi, siyasî istikrarsızlık meselesidir. Siyasî istikrarsızlık, hükûmetin başına göre, kendisini, bugünkü iktidarı değiştirmek isteyenlerin aradığı şeydir. ‘Siyasî istikrarsızlık olmaz. Siz madem ki hükûmetin başında bulunmamı istemiyorsunuz, değişsin diyorsunuz, ama kanun yolu ile değişsin diyorsunuz, onu Mecliste tecrübe edersiniz. Biz değiştik mi, siyasî istikrarsızlık olur’. Bunu arzu etmem ama siz oldunuz mu, siyasî emniyetsizlik oluyor. Bunu nasıl yapacağız? ‘Onu biz takdir ederiz’ diyorlar. Vatandaşın da gördüğü, burada konuşulan mülâhazalarımla söylemek istediğim noktalar bunlar. Bunlar aydınlansın bakalım. Çok zaman sabrettik, daha az zamanda bunlar aydın-lanacak. Bu konuyu konuşmak isteyen arkadaşlar, hepsi görüşmesini, bir sonra geleceğini ifade ederek itirazi kayıtlar beyan ediyorlar. Şu bitsin, ne kadar konuşacaksak konuşalım ondan sonra bir neticeye varırız.

İktidar ne düşünüyor

Seçim hususunda iktidarın ne düşündüğünü bilmiyoruz. Bir defa seçim meselesinde kanun değişip, hepimizin mutabık olduğumuz bir görüş meydana çıkmadan iktidar sahibi olanların, ciddî bir seçim arzu ettiklerini kabul edemeyiz. İlk sözüm burada olacak. Onu göreceğiz, ondan sonra bu şiddet tartışmalarına karşı tedbirleri, açıktan iktidarın bildirmesi lâzım. Hangi şiddeti arzu etmiyor? Biz açık söylüyoruz; solcu şiddeti arzu etmiyoruz. Sağcı şiddeti arzu etmiyoruz. Her halimizden, her tutumumuzdan, bu şiddetleri ayırmadan bertaraf etmek, nihayete erdirmek lâzım geldiğini söyleriz. İktidar ve iktidar sorumluluğunu deruhte eden başlıca makamlar, zor kullanmak isteyenleri, bazıları hamiyetinden yapıyor, bazıları fenalıklarından yapıyor, diye ayırt ettikçe öğrenci meselesi halledilemez. Ama artık çoğu gitti, azı kaldı, bunlar bir veya iki hafta içinde asıl mahiyetleri ile ortaya çıkacak. Gerçi siyasî gerçekler ne vakit meydana çıkacak desek, o gün gölge altına alınmasını ustaları bilirler. Böyle söyleyeceklerdir, ama nihayet büyük vatandaş topluluğu memlekete huzur sağlamada, silâh kullananlar ve zor kullananlara aynı muamele yapılması lüzumunu takdir edecekler. Şimdilik söyleyeceğim bu, başka bir şeyim yoktur. İtham etmek de istemiyorum. Araştırmaların sonucu olarak iktidar bize ne tedbirler teklif edecek, bunları bir görelim. Seçim için ne düşünüyor, onu göreceğiz. Bu zor kullananlar aynı muameleyi mi görüyorlar, onu tatbikatta göreceğiz. Ondan sonra parti olarak programımızı tatbik edeceğiz. Bize, şim-diye kadar muhalefet etmiş olanlar da, şimdi iktidarda bulunan arkadaşlarımız da, onların mahiyetleri tamamıyla belli olmuş olan adı söylemeyeyim, dayanakları yazarlarda bir sabit fikir var. CHP bir alternatif değildir, alternatif olmaktan çıkmıştır. Bu demektir ki, CHP iktidarı korkutucu bir şekilde akıllardadır. Ve [onu] istemeyenler[in] uykusunu kaçırmaktadır. Bu büyük tehlikeyi bertaraf etmeye çalışıyorlar ve ondan sonra kim gelirse gelsin, efendim demokratik rejim buhran olacak, her buhranın sonunda, o buhranı nasıl çözemeyeceğimizi, kimlerin çözeceğini, millet elbette tayin edecek. Demokratik rejime inanmıyorsunuz demek. Demokratik rejimde, sizin iktidarınız iflas ederse, sizin iktidarınızı değiştirmek siyasî istikrarsızlık getirir, deyip, bağlı tutmak, zorla veya marifetli seçim usulü ile vatandaşın iradesini böyle bir prensibe bağlı tutmak mümkün değildir.

Siz gideceksiniz

Siz gideceksiniz, siyasî istikrarsızlık sizle beraber gidecek. Hiç olmazsa başında, siyasî emniyet de, siyasî istikrar da sizin değişmenizle gelecek. Millet anlar seçimde bunu. Çünkü bunu anladığını görürseniz, bir hal şekli mi bulursunuz, yoksa yapmacık bir seçime gidip vatandaşın iradesiyle bu oldu diye bir seçim oyununa mı bağlamak istersiniz, bunları yakın zamanda göreceğiz. Sükûnetle bekliyoruz. Demokratik rejimin yaşaması ve demokratik rejim içinde dertlere çare bulunacağı kanaatindeyiz. Bugünlük mülâhazam bu kadardır. Hiç olmazsa bir oturum daha yapalım, bu görüşme açılmış. Bir takım arkadaşlar, dillerinin altında bir takım gerçeklerin bulunduğunu ifade eder görünüyorlar. Bütün başından beri görüşülenleri dikkatle tâkip ettim. Bugün daha fazla bir neticeye varamayız. Belki gelecek Salı günü bu müzakereye devam ederiz. O zamana kadar siyasî olaylar da yeni inkişaf gösterecektir. Ama bu müddet zarfında tâkip edeceğimiz politika budur. Silâhlı öğrenci tartışması ve memleketin kaderinin silâhlı öğrenciler arasındaki silâhlı üstünlüğe bağlı olması kesin olarak kanaatimizin dışındadır. Bunu kabul etmeyiz. Tartışmalar silâhsız olacak, öğrenci içinde öğrenci dışında da herhangi bir idarede seçim doğru, baskısız, namuskârane olacaktır. İstediğimiz budur.”

 

 

 

 

CHP İller Toplantısında Parti İçi Gündemler ve Demokratik Rejimin Yaşatılmasına İlişkin Yapılan Konuşma[54]

Sevgili arkadaşlarım, il ve ilçelerden buraya önemli meseleler konuşmak için geldiniz. Hepinizi sevgi ile karşılıyoruz. Sizi selâmlamak için buradayım. Naçiz fikirlerimi, size çalışmalarınızdan evvel söylemek istiyorum.

Sevgili arkadaşlarım, tüzükte yapılacak değişiklikler için bir Olağanüstü Kurultay toplamak istiyoruz. O Kurultay çalışmasına hazırlık yapacaksınız. Aslında demokratik hayatın en yaşlı partisi, en esaslı partisi olarak, bizim tüzü-ğümüzde yapacağımız değişiklikler, getireceğimiz iyilikler belki memleketin siyasî hayatına da ışık tutacaktır. Teşkilâtımız içinde görevli olanların yaptıkları işler memleketin siyasî hayatı için çok değerlidir.

Bir parti, özellikle CHP, kendi içinde ne kadar intizamlı çalışırsa ve disiplin bir parti içinde ne kadar kuvvetli olursa, memleketin siyasî hayatındaki huzur da o kadar kolaylıkla kurulur.

İlk önce, bir siyasî partinin malî idaresi tam bir intizam içinde olmalıdır. Bu şu demektir. Ne ihtiyaçları olacaksa, bunların masraflarını, kolaylıkla, kendisi sağlamalıdır ve intizam ile yürütmelidir. Partinin kendi içindeki malî hayatını kolaylıkla düzene koyması, bu yöne gitmesi, masraflarını karşılayacak varidatı kendi partililerinden sağlamasına bağlıdır. Bir partinin, ne devletten, ne dışarıda zenginlerden, ne hiç kimseden bir yardım almaksızın, kendi malî hayatını düzene koyması ve memleketin ihtiyacı olan araştırmaları, mümkün olduğu kadar, kendi imkânlarıyla yapacak halde olması lâzımdır. Onun için, her partili, beş liradan başlayan bir muntazam aidatı taahhüt etmelidir. Buna alışmak gerekir. Yoksa, parti hayatı, malî yönden tehlikeye maruzdur.

Memleketin siyasî hayatına malî yönden musallat olan bir dert vardır. Büyük iş adamları, endüstride, iktisadî politikada, düzelmesini istediğimiz düzende başlıca sorumlu olan büyük iş adamları, partilerin ihtiyaç zamanlarında onlara yapacakları yardımlarla memleketin siyasetine hükmetmek iddiasın-dadırlar. Onların bu hastalığını önleyemezsiniz. Bunu tabiî görmelisiniz. Siyasî hayatta en çok şuurlaşan onlardır. Siyasî partilere yapılacak yardımları mutlaka kendi maksadına hizmet edecek siyasî partilere yaparlar. Bir defa bu ihtiyaçtan kurtulmak lâzımdır.

Bakınız, meydan okuyarak söylüyorum, bu ihtiyaçtan kurtulmak lâzım. Evet, meydan okuyarak söylüyorum. İçlerinde pek çok dostlarım vardır. Bu geçmiş zamanlarda, zaman zaman bizim partiye yardım edenleri olmuştur. Fakat şurası mühimdir ki, bizim partiye, dar zamanında yardım etmesi için, bir zengin işadamına müracaat etmeyi hiçbir zaman hevesle yapmamışımdır. Mümkün olduğu kadar yapmamaya çalıştım. Fakat, kesin ihtiyaçlar karşısında, geçmiş zamanlarda kendilerinden vakit vakit yardım rica ettiğim olmuştur.

Yaşadığımız devir, zaman, iktisadî ve sosyal tedbirlerin ön safa geçtiği bir devirdir. Memleketin hakiki ihtiyaçlarını ve sağlam tedbirlerini milletin önüne koymak lâzımdır.

İktisadi hayatımızın bugün içinde bulunduğu hakiki ihtiyaçlarını görmek, işadamlarının henüz lüzûmlu gördükleri bir şey değildir. Memleketin sosyal ve ekonomik ihtiyaçlarını kendi özel çıkarları açısından görürler, bunu kınamıyorum. İş yapan her adam, evvelâ, kendi işinin imtiyazlı ve kuvvetli olmasını ister. Bu tabiî bir şeydir. Ama memleketin siyasî ihtiyacını, her küçük mülâhazanın üstünde millet olarak göz önüne almış siyasî partiler için böyle bir bağlılık son derece faydasızdır, zararlıdır.

Şimdi, bir misâl veriyorum. Biz endüstri yapmak isteriz. Ve ciddî, temelli endüstri yapmak isteriz. Yani memleket namına isteriz ki, memleketimiz uçağımızı yapsın, makinemizi yapsın. Bu, her şeyden evvel, motor yapmamıza bağlıdır. 40 seneden beri motor yapacak, motor yaptıracak adam ararım. Herkes, en yetkili mütehassıs, “Ondan kolay bir iş yoktur efendim” derler ama, sonra, arkalarında bir avuç iş bırakmaksızın, memleketi bırakıp giderler. Çünkü güç iş bunlar. Gördünüz mü “Aman motor yapalım, aman makine yapalım” diyen bir iş adamı? Bunlar bizim haddimizin, liyakatimizin fevkinde hayaller addederler. Bunların en önemli isteği kendi kazancını sağlamaktır. Bunu tabiî görüyorum. Bu işleri devletçi olan bir siyasî parti nihayetle yapacaktır.

Bu siyasî parti biziz.

Mühendislerin tutumu

Mühendislerimiz ümit verici bir istikamet tutmamışlardır. Siyasî hayata girdikleri zaman ya, “Korkmadan Müslümanız diyebilelim” derler. Bu, düpedüz, bütün Atatürk devrimlerini Saidi Nursi’nin gözü ile görmektir. Yahut çıkar, “Biz okullarımızda sosyal dersler değil, İmam-ı Gazali’nin derslerini okutacağız” derler.

Tasavvur ediniz. Kurtuluş Savaşından sonra, Atatürk’ün bizden ayrıldığından 34 sene sonra, cemiyetin lâik Cumhuriyet ilkelerini anlayışı, mühendislerin ağzından bu sözlerle söyleniyor.

Bu tam bir irticadır arkadaşlarım.

Hamiyetli insanlar

Bu temel kuvvetin içinde dış âlemin tesirleriyle memlekete yön vermeye çalışan akımlar vardır. Bunlara aşırı akımlar diyoruz. Sağ akımlar, sol akımlar. Sağ akımlar geleneklerimiz, göreneklerimiz, örf ve adetlerimiz perdesi arkasında, cemiyetimizi ele geçirmek istiyorlar. Bunu kuş sütü ile besler gibi, komandolarla besliyorlar. Eee, hamiyetli insanlar bunlar. Ne yapsınlar? Aşırı akımlara karşı gelsinler diye fedakârlık da yapıyorlar. Talim görürler. Hükûmet eliyle talim görürler. Bir yerlerde, gözlerden uzak yerlerde talim görürler, arasanız bulamazsınız. Ondan sonra da, ya spor yapıyoruz diye çıkarlar, ya da buna benzer bir vesile ile..

Yahut, aşırı uç soldadır. Onun iddiası basittir. “Bilimsel sosyalizm yapacağız” diyerek, dış âlemin kolu, irtica sosyalizmine gözü kapalı sürüklemek isterler. “Sosyal meseleleri öne almak, halletmek lâzımdır” dediğimiz zaman, bizim gafletle memleketin aşırı sola sürüklenmek istendiğini anlayamadığımızı zannederler. Bunların hepsine karşıyız biz arkadaşlar, herkesin dilinde “Bağımsız Türkiye” vardır. Herkesin dilinde yeni bir “Kurtuluş Savaşı yapıyoruz” vardır. Kurtuluş Savaşını her babayiğidin sabahları kalktığı zaman icat edebileceği bir meydan muharebesi zannederler.

Şimdi, her 25 yaşında bir delikanlı nereden, nasıl bir kuvvetle, izan ile meydana çıktığı belli olmayan tahriklere âlet olarak, Kurtuluş Savaşı yaptığını ilân etmektedir. İnsaf, biraz insaf lâzım. Atatürk 500 sene de bir defa gelmiş, ikinci 500 senede değil.. Türk milleti bağrından daima Mustafa Kemaller yetiştirecektir. Türk Milletinin cevheri, kanı, anlayışı budur. Müstakil bir cemiyet olarak yaşayacak. Bu zihniyeti yaşatmak için en son bulduğu şekil, cumhuriyettir, Türkiye Cumhuriyeti şeklidir. Onun içinden büyük istidatlar, büyük kahramanlar çıkacaktır. Ama her gün bir düzine böyle adamlar çıkacak..

Tabiat bu kadar zengin değildir, cömert değildir.

CHP ve demokrasi

Bu tarih hikâyelerinden bahsederken, gözünüzde CHP’nin deruhte etmiş olduğu vazifenin önemini belirtmek istiyorum. Büyük bir vazife görüyoruz. Cemiyetimizin demokratik rejim içinde ilerlemesi için lâzım olan bütün fedakârlıkları, öncülükleri yapmaya çalışıyoruz, çalışmışızdır. Kudret mutlak olarak elimizde iken, zamanı geldikçe, demokratik rejimin usullerine yer vermişizdir. Bu nizamı, bu idare usulünü memlekete getirmişizdir. Bizim samimiyetimizin delili. Bu idare, demokratik rejim idaresi, iktidarların millet istediği zaman değişmesini ister. Bunu göze alacak mıyız? Biz kolaylıkla göze aldık, kaybettik, üzülmedik. Ama irtica unsurları hâlâ yakamızı bırakmamaya çalışmaktadırlar. Bunların hepsini yenmişizdir. Memleket gerçekleri anlamıştır. Memleketin ihtiyaçları Saidi Nursi sloganları ile iktidarda kalmak veya iktidara gelmek devrini atlatmıştır, kanaatindeyiz.

Şimdi, onun için size partimizin hayatını intizama koymak, cemiyet içinde bugün ve gelecekte büyük vazifelerimiz olduğunu bilmek lâzımdır. Ve bu her şeyden evvel parti içinde ciddî bir intizama bağlıdır. Ciddî bir intizam partiye kayıtlı ve parti içinde ödevli olmak, onun malî yükünü karınca kararınca mütevazı bir şekilde kendi içinden sağlamasına bağlıdır. Parti içinde geçim, birbirlerini anlama ve iktidara büyük vazife kararları ile hazırlanma niteliklerine bağlıdır. Siz şimdi CHP’nin intizam ile çalışmasını sağlayacak bir toplantı halindesiniz. Uzun müddetten beri hazırlığı yapılıyor. Birkaç gün daha çalışacaksınız. Olağanüstü Kurultay’ın toplanması hazırlığımızı tamamlamak istiyoruz. Hazırlayacağınız, getireceğiniz projelerde uzun tecrübelerin mahsulü olan doğru fikirler ve amile fikirler bulunsun.

İstikrarsızlık gidecektir

Memleketin bugünkü hali bir siyasî bunalım manzarası göstermektedir. Biz bunun üzerinde fikirlerimizi söyledik, söylüyoruz, söyleyeceğiz. Memleketin huzur içinde olması, istikrar içinde bir idarenin bulunmasına bağlıdır. Gel gör ki, istikrarsızlığın başlıca sebebi olan zihniyetler, kendileri iktidardan çekilirlerse, istikrarsızlık olur zannediyorlar. Tekrar edeyim, istikrarsızlık kendileri ile beraber gidecektir.

Sevgili arkadaşlarım,

Siyasî partilerin münasebetleri, Saidi Nursi sloganlarından kurtulacak, siyasî partiler arasında kolaylıkla düzelecektir. Aşırı uçların memleketin kaderine hâkim olmalarına imkân görmüyorum. Türk milleti, cemiyetimiz, millî beraberliği kurulmuş olan Türk Devletine aşırı uçların heveslerine, yakalarını, kaderlerini, kaptırmayacaktır. Tehlike meydana geldiği zaman, her fedakârlığı, herkes yapacaktır. Kendi postlarını kurtarmak için tehlikeyi büyüterek, yanlış politikalara gitmek artık Türk kaderinde, geçmiş sayılabilir. Biz, hiçbir telâş ve endişe içinde değiliz. Yalnız ciddî vazife tesiri altındayız. İktidarın yakında ilk seçimlerde CHP’yi davet etmesi ihtimalî vardır. Yani, seçimlerin CHP’ye yönelmesi ihtimalî vardır. Bu ihtimale kendimizi hazırlayacağız. Ya iddia ettiğimiz ıslahatı memlekette sarsıntı vukua gelmeden kolaylıkla anlattığımız gibi kolaylıkla tatbik edeceğiz. Görülecektir ki, Toprak Reformu yapılan bir Türkiye’de üretim artmıştır, ürünün cinsi iyileşmiştir, ihracat artmıştır.. Endüstri bakımından ciddî endüstriye geçilmiştir. Hafif endüstrinin sahipleri ziyan etmeyeceklerdir. Ama memleketin endüstriyel hayatı ciddî bir ekonomik durumun kazanç hudutlarıyla ve onun icaplarıyla sınırlanacaktır. Tarım ve endüstri böyle olduğu gibi, cemiyetin hayatı da birbirini ve hepsi beraber birbirimizin ihtiyacını makûl ölçüler içinde, sosyal ihtiyaçlarımızı makûl ölçüler içinde sağlamayı bileceğiz. Bunlar bizim iktidarımıza bağlıdır. Biz, iktidarda ve muhalefette yaşamayı sağlamış olan partiyiz. Daha bizim kadar iktidarda ve muhalefette uzun seneleri sağlayabilmiş olan parti yoktur. Bununla övünüyoruz. Diğer partilerin de, iktidardan giderlerse kaybolacaklardır korkusundan kurtulmalarını isteriz. İktidara gelmek için Saidi Nursi sloganlarına, vatandaşı dindarlar ve dinsizler bölümüne [bölünmesine] ayırarak bundan faydalanmak heveslerine son vermelerini kendilerine tavsiye ederiz.

Ciddî vazife hisleriyle işbaşına geleceğiz. Ve memleketin iddia ettiğimiz kusurlarını, eksiklerini kolaylıkla tabiî ciddî bir vazife hissi ile gece gündüz çalışmayla sağlayacağımıza güveniyoruz.

Hepinizi sevgiyle selâmlarım.

 

 

 

 

AGC’nin 16. Genel Kurulunda Yapılan Konuşma[55]

Sayın arkadaşlar,

Ankara Gazeteciler Cemiyeti’nin nazik davetini kabul etmekle huzuru-nuzdayım. Gazeteciler Cemiyeti’nin her sene yaptığı nazik davetler ve toplantılar gibi, bugünkü toplantınızın da aynı hava içinde aynı hudutlar içinde geçeceğini tahmin ederek huzurunuza geldim. İlk toplantıda, biraz evvel gördüğüm gibi bir emrivâki olarak, bir açık oturuma davet edilmeyi doğru bulmadım. Şimdi açılmış olan müzakerede ilk meseleyi dinledim. Ona ait fikirlerimi söyledim.

Muhterem arkadaşlarım, TRT’nin vaziyeti hakkında hükûmet adına, Başbakan adına konuşan muhterem zatın fikirlerini ve tavırlarını hep beraber dinledik. Bu çok önemli bir konudur. TRT’nin bugünkü hali tesadüfen bulunmuş bir tedbir değildir. Uzun zaman bu memleketin altında ezilmiş, inlemiş olduğu bir fena gidişin sonunda, bir daha gelecekte radyo yüzünden, TRT vazifeleri yüzünden, memlekette bunalımları olmasın diye, düşüne düşüne getirilmiş bir özerk müessesedir ve onun çalışmasıdır. Bugünkü TRT’nin durumu budur.

Bundan evvel hâdiseler o hale gelmişti ki, memlekette hür vatandaş olmak, radyo yüzünden mümkün olmuyordu. Sihrini kaybetmiş fakat kudret sahibi bir insan radyoya kayıtsız şartsız hâkim olduğunu zannedince, istediği insanı, istediği fikri, istediği gibi hırpalayabiliyor ve kimseye en ufak bir yanlışı tashih etmek imkânı vermiyordu. Onun neticesi, TRT özerkliğini bugünkü Anayasa-mıza konmuştur.

Şimdi bunu düzeltmek istiyoruz, buyuruluyor. Mesele büyük bir Anayasa müessesesinin düzeltilmesi meselesidir. Siyasî hayatımızda büyük dikkati çekecektir. Parlâmentoda, Meclislerde çok çırpınmalara, savunmalara ve açık fikirlere, tartışmalara vesile verecektir. Bunların hangisinin üzerinde, memleketin siyasî emniyetinin temeli olan bir konu parlâmentoda karara bağlanacaktır. Şimdi nasıl istersiniz ki, bu konu üzerinde efkârı hazırlamak için daha evvelden haberdar olmadığımız, bir açık oturum forumuna davet edilmiş olalım?..

Sevgili arkadaşlarım,

İlk söyleyeceğim budur. TRT’yi değiştirmek fikri, ilk gününden beri, 1965’-den sonra, bizden sonra gelen hükûmetlerin ilk gününden beri dillerine dola-dıkları bir fikirdir. Yalnız bu da değildir. Anayasa müesseselerinin çoğu, bu tarzda, ya tatbike konmamış, ya tatbike konmaz hale getirilmiştir.

Bugün memleketin en kıymetli valileri, yenileri yetişinceye kadar seneler-den beri açık hapishanede oturur gibi muattal durmaktadırlar. Danıştaya yapılan müracaatlarda hakkını kurtarmış olan insanlar çok defa, çok zaman, her meslekte, haklarını yerlerine getirememişlerdir. Anayasanın düzelecek yerleri, oyunlarla onun hükümlerine uymak istemeyenleri, Anayasaya göre salâhiyetli olan mahkemelerin kararlarını yerine getirmek istemeyenlere nasıl yeniden müeyyide konulacağını bulmak ve zamanında tatbik etmektir. Bugün tecrü-belerin gösterdiği gerçek ihtiyaç budur.

Şimdi bunun karşısında, “Alınan istikamet çok yerinde olmuştur; tedbirler şimdiye kadar fiili olarak, kanun dışında olarak tatbik olunan davranışlar verimli olmuştur; şimdi bunları kanuna ve usule bağlayalım, resmî bir mahiyet alsın”, çabasında bulunan bir gidişin kabul ettirilmesi zamanı gelmiştir, zannolunuyor. Bu zan yanlıştır. Anayasanın esas hükümlerini korumak, kurtarmak en önde herkesin vazifesidir. Bunları fiilen iptal etmek usulleri netice vermemiştir. Kanun ile iptal etmek teşebbüsleri de netice vermeyecektir.

Sevgili arkadaşlarım.

Saygılar sunarım. İlk mülâhazam budur. Bundan sonra bu açık oturumda, daha neler konuşulacağını bilmeyerek buradayım. Onun için sizi selâmlayarak buradan ayrılacağım.

 

 

 

 

Balıkesir Gönenli Çiftçilerin Ziyaretinde Söyledikleri[56]

(...)

“Başbakanla görüştüğünüzü öğrendim. Baraj işini önümüzdeki sene plâna koymaya çalışacakmış. Yapabilirse her türlü yardımı yaparım. Kırk yılda bir de faydalı bir iş yapacaklar, İstanbul Köprüsü’nden çok daha faydalı bir iş. Bu çeşit üç beş baraj yapsaydı bugün bu sıkıntıyı çekmezdi.

Su İşleri, Başbakanın iyi bildiği bir iştir. Yalnız çok ağır şartlarla para veri-yorlar. Hükûmet bunun farkında değil.”

İnönü, Gönenli çiftçi heyetiyle yakından ilgilenerek, aralarında en küçük toprak sahibinin kim olduğunu sormuştur. 20 dönüm toprak sahibi olduğunu söyleyen bir çiftçiye, geçinip geçinemediğini sormuş, aralarında şu konuşma geçmiştir:

–20 dönümle geçinebiliyor musun? Ne alıyorsun dönüm başına?

–10 dönümüne buğday ekiyorum Paşam, iki buçuk ton alıyorum.

–Demek ki dönüm başına 250 kilo.. Senin 20 dönümün az.. Bir misli daha olmalı.. Hayvan bakıyor musun? Geçimin için değil, piyasaya satmak için?

–Bakıyorum, Paşam.

Bu arada, Gönen’de 7 bin dönümlük bir toprağın Almanlar’ın kullanımında bulunduğunu öğrenen İnönü “Bayılırlar Almanlar; bizde ziraat yapsınlar diye bayılırlar yabancılar” demiştir.

 

 

 

 

Kurban Bayramı Dolayısıyla Yayınlanan Mesaj[57]

Kurban Bayramını vatandaşlarıma saygı ile kutluyorum.

Bu ödevi yaparken, geçen son bir ay içindeki siyasî hayatı da, başlıca konularıyla vatandaşlarımın gözünde canlandırmak istiyorum.

Öğrenci hareketleri

1. Hiçbir ülkede öğrenim ve bilim hayatında yeri olmayan silâhlı öğrenci baskısı, memleketimizin haline ve geleceğine yönelik kesin bir tehlike olmuştur. Bu tehlikeye son vermek için yeni hiçbir kanuna ihtiyaç bulunmadığı, yürürlükteki kanunlarla da ciddî teşebbüslere girişileceği görülmüştür. Bu yoldaki tatbikat Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde büyük zarar olmadan başladı. Fakat Siyasal Bilgiler’de facialı müsademelere sebep oldu. Büyük müsademelerin tabiatında olan zorlukların ve kaçınılmaz muamelelerin ötesinde, mazur görülmeyecek davranışlar vuku buldu. Hükûmetin silâhlı gruplar arasında taraf tutması, emniyet kuvvetlerini kendi özel amaçlarına göre kullanma huyundan vazgeçmemesi gibi ihtimalleri, bilinen üzücü olaylara yol açtı.

Yeni tatbikatlarda, dâvanın aslına gölge düşürecek fena hareketlerden sakı-nılması için her gayreti sarf ediyoruz.

Silâhlı öğrenci hareketlerini perde arkasından tahrik edenlerin ortaya çıkarı-lamaması, endişeleri artırmaktadır.

Üniversiteli gençlerin büyük çoğunluğunun durumdan mustarip ve şikâyetçi olmaları, gençlik sorunlarına öncelikle ve tarafsız olarak eğilecek iyi niyetli bir idarenin duruma çare bulmasını kolaylaştırıcı bir unsurdur.

2. Parlâmenterlerin tahsisatı, Personel Kanunu ve Anayasa Mahkemesi hü-kümleri sonunda, anlaşılmaz garip bir duruma düşmüştür. Biz[de] görünüşe göre, Parlâmenterlik, alınan tahsisatla geçinilemeyecek bir duruma düşmüştür ve siyaset yoluyla millet hizmeti zenginlerin hakkı ve sanatı olma yolunu tutmuştur.

İlk aşama

Demokratik rejimin uyandığı medenî memleketlerin ilk atlamağa mecbur olduğu aşama, millet idaresini zengin sanatı halinden kurtarmak olmuş idi. İlk devirlerde hükümdarın tayin ettiği insanlar veya seçilenler, tahsisat almadan memleketi idare ederlerdi. O yüzden de çoğu, halkla ilgisi bulunmayan varlıklı kimseler olurlardı.

Parlâmenterlerin devletten tahsisat almaya muhtaç tabakalardan da seçile-bilmesi, demokrasinin gerçek halk yönetimi yolunda ilk ve en büyük ilerlemesi sayılmıştır.

Şimdi biz, kanunların, mahkeme kararlarının çelişkileri sonunda, Parlâmen-terleri geçinemeyecekleri tahsisata, hem de Personel Kanunu sonucu olarak düşürmüş oluyoruz.

Tabiî bu hal, eşit hakla her vatandaş tabakasından millet idaresine ortak olmak idealinin tam tersidir. Onun için, Parlâmenterler tahsisatı, kanunlar arasındaki çelişkiler mutlaka giderilerek, lâyık olduğu seviyesine derhal kavuşturulmak lâzımdır.

Rejime indirilen darbe

3. Siyasî partilere Hazine’den yapılan yardımın ilke olarak kaldırılması kararı, demokratik rejimin bugünkü anlayışına indirilen darbe olmuştur.

Bizden çok zengin memleketlerde bile, siyasî partilere Hazine’den yardım edilmektedir.

Siyasî partiler, Anayasa hükmüne göre, demokratik rejimin vazgeçilmez un-surlarıdır.

Vazgeçilmez unsur hükmü

İhtiyari olarak ve özel siyasî eğilime göre, bazı derneklere hesapsız paralar verilirken, siyasî partilere Hazine’den yardım yapılmasını ilke olarak kaldırmak, Anayasanın gördüğü ihtiyaca ve Anayasanın “vazgeçilmez unsur” hükmüne uygun düşürülemez.

Sayısız siyasî parti, şüphesiz hayatımıza huzur getirmez.

Ama siyasî partileri, hükûmetçi veya öz-hesapçı zenginlik tabakalarına bağlı bir duruma getirmek suretiyle, sosyal alanda yardım gücü geniş ölçüde bulunmayan memleketlerde, kamu hizmetinde siyasî parti yaratılamaz.

Siyasî partilere yardım ihtiyacı, bizim bugünkü koşullarımızda, demokrasinin vazgeçilmez unsuru olan partileri doğru yolda ve güven içinde çalıştırmak için şarttır. Bu görüşü savunacağız.

Hayat pahalılığı

4. Genel olarak hayat pahalılığı, işsizlik ve geçim darlığı konularında vatandaş ağır bir sıkıntı içindedir. Bu sıkıntıların giderilmesi her şeyden evvel ve her şeyden sonra devamlı ve düzenli bir kalkınma ve ilerlemeye bağlıdır. İyi ve sebatlı bir idare, 10 yılda, bu sonucu, gözle görünür ve elle tutulur hale getirebilir.

Çözülmesi kolay olmayan bugünkü meseleleri saydım. Memleketimizin bu meseleleri ve daha güçlerini çözebilecek bir fikri ve manevî kudrette olduğuna samimî olarak inanıyorum.

Güçlüklerden kurtulacağız

Biz bu güçlüklerden kurtulacağız. Ve bugünkü halleri, hatırlanması istifadeli olduğu kadar eğlenceli hikâyeler olarak anlatmak devrine geleceğiz.

Gelecek için iyimser olmaya bütün nedenler mevcuttur.

Bu anlayışla vatandaşlarımı kutluyorum ve saygılar sunuyorum.

 

 

 

“Sıkıntıları Gidereceğiz” (Makale)*[58]

Ankara Bayram Gazetesi’nde vatandaşlarıma sevgilerle kutlama söylemekten mutluluk duyuyorum.

Politika meseleleriyle daha önce yeter ölçüde meşgul olduk. Şimdi Bayramı, her gaileyi zihinlerden atarak, gönül refahı ile geçirmek başlıca hevesimiz olmalıdır.

Çok güçlükleri atlatabilmiş bir büyük milletin evlâtlarıyız.

Bugünkü sıkıntılarımızı da geçireceğiz. Buna inanıyorum ve Bayramı geleceğe sıcak bir umut besleyerek geçirmenizi diliyorum.

Yürek dolusu sevgiler ve saygılar sunarım.

 

 

 

 

Anayasa Mahkemesi Başkanı İsmail Hakkı Ketenoğlu’nun Siyasi Partilere Yardımın Kaldırılmasıyla İlgili Açıklaması Üzerine Verilen Demeç[59]

Anayasa Mahkemesi Sayın Başkanının benim beyanatımı da hatırlatan izahlarını dikkatle okudum. Mütalâaları, yüksek ve tecrübeli bir hâkimin düşün-celerini anlatmaktadır. Tartışma konusu olan meselelerde her ihtimalî, çareleri ile beraber söylemektedir. Bundan sonrası, herkesin vazifesini ciddiyetle yapa-bilmesine bağlıdır.

 

 

 

 

İzmit Belediye Başkanı Leyla Atakan’ın Ölümü Dolayısıyla Em. Org. Hasan Atakan’a Gönderilen Mesaj[60]

Genç kuşakların değerli yıldızı olarak devlet ve millet hizmetinde başarılarla çalışan Leyla Atakan’ı kaybetmekle memleketin uğradığı kayıp, nesiller boyu Türk Milletini acı içinde bırakmıştır.

Ailece uğradığınız büyük acıyı sizin yanınızda ailelerimiz paylaşmaktadır.

Size, derin saygılarla sevgilerimizi, başsağlığı dileklerimizi sunuyoruz.

Leyla Atakan ve arkadaşlarının kayıplarını İzmit Belediyesine bütün yurt-taşların müşterek acısı olarak taziyet eder ve Belediye mensuplarına başsağlığı dileriz.

Sayın Orgeneral Güzey’in acısını ailece paylaşır ve pek muhterem ailesine tahammül ve başsağlığı dileriz.

 

 

 

 

Annesi Makbule Güley’in Ölümü Üzerine CHP Milletvekili Ferda Güley’e Gönderilen Mesaj[61]

Kardeşim Ferda Güley,

Muhterem validenizi kaybetmenizin derin acısını takdir ediyoruz. Acınızı ailece paylaşırız.

Size sabır ve başsağlığı dileriz, aziz kardeşim.

 

 

 

 

Halkevleri’nin Kuruluşunun 39. Yıldönümü Dolayısıyla Kadri Kaplan’a Gönderilen Mesaj[62]

Sayın Kadri Kaplan

Halkevleri Genel Başkanı

Atatürk Spor Salonu

ANKARA

Halkevleri’nin kuruluşunun 39. yıldönümünü yürekten kutluyorum.

Bilmenizi isterim ki, Halkevleri’ni eski ruhunda yaşatmak ve canlandırmak, milletimize yapılacak en büyük hizmetlerden biridir.

Halkevleri, kültürün, zamana ihtiyaç gösteren en zor dallarını, başta güzel sanatlar olmak üzere, halkımızın bilincine yerleştirecek etkili araç olarak düşünülmüştü. Büyük ölçüde başarı alanına da girmişti. Demokratik rejimle Cumhuriyet Halk Partisi çekilince, yeni iktidarın Halkevleri konusunda gösterdiği gözü kapalı taassup, şimdiye kadar bir türlü anlaşılamayan bir faydasız, belki çok zararlı içgüdünün tepkisidir.

Yeni iktidar Halkevleri’ne tamamıyla el koyabilir ve kendi idaresinde her türlü siyasî sakıncasını önlerdi.

Bu yollarda harcadığımız gayretler fayda vermedi.

Hayatımın en büyük başarısızlığı budur.

Şimdi siz Halkevleri’ni yaşatmakla, hâlâ muhtaç olduğumuz yetkili ve etken bir kültür müessesesini işletmek iddiasındasınız.

Bilesiniz ki, güçlükler ve engeller bitmemiştir. Ummadığımız zamanda karşınıza çıkabilirler.

Siz Halkevleri’nde olumlu neticeye ancak bir noktada varabilirsiniz. O da Halkevleri’ni halka benimsetip sevdirmek yoludur.

Size yürekten başarılar dilerim.

İsmet İnönü

 

 

 

 

Tüm Sivil Asker Emekli Dul ve Yetim Haklarını Koruma Komitesinin Ziyaretinde Söyledikleri[63]

(...)

CHP Genel Başkanı İsmet İnönü, 1101 sayılı kanunun aynen uygulanması yolunda emeklileri destekleyeceğini belirterek şöyle demiştir:

“Memlekette sosyal meselelerin hallini ön plâna aldığımız için emekli haklarında hizmeti geçmiş ve çokları ihtiyaç içinde bulunan emekli vatandaş-larımızı haklı oldukları ölçülerde memnun etmeyi vazife sayarız.”

Emeklilerin direniş yapacakları yolundaki haberlere değinen İsmet İnönü “Kimsenin ne söylediği anlaşılmaz bir gürültülü hale, emekliler kendi dâvalarını sokmasınlar” demiştir. İnönü, emeklilerin sorunlarını devlet adamları ve politikacılarla konuşarak çözümlemelerini de istemiştir.

 

 

 

 

Alman Frankfurter Rundschau ve Neue Zürchner Zeitung Gazeteleri Adına Roland Örtel ile Yapılan Söyleşi[64]

(...)

Soru 1–Siz, İsmet Paşa, kendi ülkenizde ve dış dünyada halen de (Kemal Atatürk’ten sonra) Cumhuriyetin “ikinci babası” olarak anılıyorsunuz. Sizin sözünüz hâlâ bir durumu kurtarabilir veya da ağırlaştırabilir. Hareketleriniz bakımından size tarihi şuur, “tarihin nefesini” duyabilmek kabiliyeti atfediliyor. Türkiye’deki bugünkü durum hakkında nasıl bir hüküm verirsiniz?

İsmet İnönü: Bu tür soruları beklemediğimden, beni bir “oldu bitti” karşısında bırakmış oluyorsunuz. Ben aramızda basit bir konuşma geçecek sanmıştım. Sorularınıza cevap verebilmek için, elimden geleni yapacağım.

Türkiye’de şimdiki durum her şeyden önce arızî ve geçicidir. Ben, şiddet ve huzursuzluğu besleyici ciddî bir sıkıntının milletin köklerine dal budak sardığını sanmıyorum. Ne yazık ki, düzelmez gibi görünen anlaşmazlıklar ortaya çık-mıştır. Güven duygusu ve karşılıklı diyaloglar bunları yapıcı şekilde etkile-yebilir. Gerçi durum çok kaygı uyandıracak niteliktedir. Eğer resmî makamlar huzursuzluklarla baş edecek ve hükûmet otoritesine karşı güven uyandıracak bir güç gösterebilselerdi, bütün bunlar kolaylıkla geçiştirilebilinirdi. Eksik olan bu güvendir. Görünürde durum şimdi öyle bir hal aldı ki, sanki gerisinde gizli güçler varmış ve çok kuvvetli ajanlar tarafından idare ediliyormuş gibi.

İlk sorunuza özetle vereceğim cevap şudur: Biz çözümlenemeyen bir durum karşısında değiliz. Benim kanım budur.

Soru 2–Şimdiki durum karşısında ne gibi politik zorunluluklar ortaya çıkıyor?

İsmet İnönü: Milletin devlet otoritesine, millî haysiyetine ve kendine karşı güveni yeniden uyandırılmalıdır. Güvenin yitirilmesine sebep olan şimdiki atmosfer giderilmelidir.

Soru 3–Türkiye gibi dengesiz bir sosyal bünyeye sahip ülkelerin çoğu, kolektivist-marksist veya psödo*-marksist olsun, veya da faşist veya psödo-faşist olsun, diktatorya rejimleri altına girmişlerdir. Türkiye’nin bu alternatiften sıyrılabileceğine inanıyor musunuz?

İsmet İnönü: Bunalım kışkırtıcıları bizde, şu veya bu yönde bir diktatorya idaresine yol hazırlamağa çalışıyorlar. Diktatörlüğün gelmesi için, vatandaşları kısa bir zaman da birbirine katmanın ve zoraki tedbirlere baş vurulacak bir ortam gibi gözüken bir havanın yaratılmasını yeterli sanıyorlar. Kışkırtma hangi yönden gelirse gelsin, aynıdır: Suni olarak halkı görünürde bir çıkmaza sürüklemek ve bir ümitsizlik havası yaratıp, diktatörlük için bir istek uyandırmak çabasıdır.

Soru 4–Öğrencilerin şiddet hareketlerini nasıl izah edersiniz? Gerisinde “meslekî ihtilâlci” bir el mi yatıyor? Şiddet hareketleri sosyal dengesizliğin bir yankısı mıdır? Türkiye’de bir ihtilâlci durum var mı?

İsmet İnönü: Öğrenci durumu bugün diğer sorunlara nispetle ön plânda gözükmektedir. Huzursuzluk hareketi, halka bir kaos hissi vererek bir ihtilâl hazırlamak hevesindedir. Oysa ki, öğrenci hareketlerine vakit geçirmeksizin bir çözüm yolu aransa, huzura kavuşmak kolay olurdu.

Soru 5–Sosyal-tarihî anlamda Demirel hükûmetine ne gibi bir rol atfe-dersiniz? Başbakan Demirel gerici kuvvetlerin bir temsilcisi sayılır mı? Demirelsiz bir Adalet Partisi hükûmeti teklif etmeniz, sayın Demirel’in burjuva çevreyi dahi temsil etmediği anlamına mı gelir?

İsmet İnönü: Biz şimdiki hükûmetle ve bilhassa yöneticisi ile çok şiddetli bir tartışma halindeyiz. Hükûmet şefi tabiatıyla birinci derecede sorumlu gözü-küyor. Maalesef bütün başarısızlıklar onun üzerinde toplanmaktadır.

Soru 6–Ordunun “Demirel’in yanında” olduğu iddiası doğru mudur? Bugünkü durumda orduya düşecek bir görev görüyor musunuz?

İsmet İnönü: Ordu kiminledir gibisinden bir soru üzerine eğilmek doğru değildir. Ordu tabiatıyla Başbakanın emrine bağlıdır, bu normaldir. Bugünkü durumda ona bir görev düşebilir mi? diyorsunuz. Sanmam. Esasen ordu böylesine bir rol oynamak bakımından istekli görünmüyor.

Soru 7: Bugünkü durum karşısında partinizin politikası nedir? Sizin partiniz tarafından kurulacak bir hükûmet ve hattâ Demirelsiz yeni bir hükûmet, öğrencilerin baş vurduğu şiddet hareketlerinin sebeplerini ortadan kaldırabilir mi?

İsmet İnönü: Uzun süreli bir tek parti hâkimiyetinden sonra, memleketin yönetim şeklini değiştirerek, demokratik düzeni, çok partili sistemi getirdik. Şimdi muhalefetteyiz. Memleketi demokratik zihniyete alıştırmak için, var gücümüzle çalışıyoruz. Hangi parti olursa olsun, ancak seçimle iktidara gele-bileceğini savunuyoruz. Biz bu yolla iktidara gelirsek, memlekete uygula-yacağımız politika, esaslı sosyo-politik reformlar konusunda olacaktır. Başta Toprak Reformu gelmektedir. Milletin güvenini barışçı yollarla milletle beraber yeniden kuracağız. Bütün bunları kolaylıkla yapabileceğimize inanıyoruz.

Şurasını unutmamak gerekir ki, biz –söylemeksizin– Mustafa Kemal Atatürk’ün büyük reformlarının hesabını daimî olarak vermekteyiz.

8Ek Soru– (Yazılı metin dışında)- Partiniz gelecek seçimlerde de iktidarı elde etmek için gereken sonuçları almazsa durumu gene de “geçici”, “arızî” ve “suni” olarak mı yorumlarsınız? Şimdiye dek halkın “demokratik şuurunun” verdiği sonuç, Atatürk’le yapmış olduğunuz reformlar aleyhinde cephe almış partilerin seçilmesi değil midir? Seçmen kitlesinin bu tür bir şuur bünyesine sahip olması, bugünkü durumun sorumluluğu bakımından bir pay taşır mı?

İsmet İnönü: Tek parti sisteminden çok parti sistemine geçeliden beri, demokratik reformlar yönünden çok büyük ilerlemeler olmuştur. Gerçi seçim savaşı sırasında, gündelik menfaat peşinde olan politikacılar aşırı konservatör [conservator] çevreleri, eski fanatizm hikâyelerini canlandırmak yoluyla işlemektedirler. Bizim parti aleyhinde geçmiş günün antipatilerini uyandırarak, partimiz liyakatını seçmen gözünde düşürmek çabası vardır. Ancak bu davranış yıldan yıla etkisini kaybetmekte ve diğer memleketlerdeki benzer davranışlar gibi çekilir bir hale gelmektedir. Yeter ki biz kendi kendimize olan güveni yitirmeksizin sabırlı olalım. Şimdiki sıkıntı, dediğim gibi güçlü ve suni olarak büyütülmekte. Bu demek değildir ki, hafife alınabilir. Vatandaşlar asayişe kavuşmak istiyorlar. Zaten diğer partilerin hepsi de fanatizmi temsil etmiyorlar, ancak bundan seçim zamanında faydalanıyorlar. Seçim geçtikten sonra, bu davranış taşıyor ve diğer partilerde eski yollarında devam ediyor.

 

 

 

 

Üniversitede Polisin Arama Yapmasına İlişkin CHP Yöneticilerine Söyledikleri[65]

Bir ihbar yapılmıştır. Adalet arama kararı vermiştir. Bu durum karşısında Üniversiteye polis de girecektir, asker de girecektir. Başka bir tutum olamaz. Gerekirse Mecliste söz alır bunu ilân ederim.

 

 

 

 

CHP Ortak Grup Toplantısında Mevcut Siyasi Bunalım ve Demokratik Rejim Üzerine Yapılan Konuşma[66]

Geçirdiğimiz önemli olaylar, henüz hakiki mahiyetlerini ve neticelerini göstermemiştir. Her an yeni bir havadis çıkıyor. Heyecan verici, endişe verici havadis.. Havadis çıkıyor mu, çıkarılıyor mu? Memleketin siniri üzerinde sarsıntı dalgası durmadan işliyor. Şimdi bu şartlar altında Ana Muhalefet Partisi olarak CHP’nin durumunu kısaca anlatmak isterim:

CHP ile bugünkü iktidar partisi arasında, seçimden önce seçimden sonra daima siyasî ayrılıklar olmuştur. İktidar partisiyle düşünceleri tamamen ayrı partiler halindeyiz. Bu, memleketimiz için yeni bir gelişmedir ve faydalı olacaktır, umut ediyoruz. Birbirimizden düşüncede ve tedbirde farklı partiler olarak memleketin siyasî hayatında sorumluluk taşıyoruz. Bizce, bugünkü buna-lımın esas sebebi, bizim hiç kimseden geç kalmayarak –herkesten önce deme-mek için bir tevazu kelimesi bulmaya çalışarak söylüyorum– hiç kimseden geç kalmayarak, ilân ettiğimiz memleketin esas reformlarının gerçekleştirilmemesidir. Bu, bizim, bugünkü siyasî partiler arasındaki başlıca ayrılığımızdır. Sosyal ve ekonomik bir düzenin kurulmasını, sosyal reformların vakit geçirilmeden yapılmasını, çektiğimiz bunalımların başlıca tedbiri, başlıca dâvası sayıyoruz ve bunların yapılmamasını her geçen gün bunalımı arttıran başlıca sebep sayıyoruz. Sırası geldiğinde basın âleminde, Mecliste, CHP’nin durumunu açık olarak göstermekten geri kalmıyoruz.

Demokratik bir rejim içinde yaşıyoruz. Demokratik rejimin kurallarında dikkatliyiz ve demokratik rejim usulleri dışında herhangi bir mesele ve çözüm şekli bulunmasını kabul etmiyoruz. İktidar karşısında tasvip etmediğimiz fikirlerde ısrar edildiği takdirde, nihayet Mecliste oylara müracaat edilerek iktidarın politikası yürüyor. Çokluk onlardadır çünkü, iktidarın çokluğu ile yürüttüğü bu hareketleri Meclisteki oy usulünden başka herhangi bir usulle karşılamayı tasvip etmeyiz.

Meclis dışı muhalefet ve türlü şekil ve türlü adlar takılarak meydana gelen örgütlerin, iktidara ne kadar muarız olduklarını ölçmeye kudretimiz yok. Fakat, kendi ihtilâlci, aşırı ve anarşist davranışlarına karşı Cumhuriyet Halk Partisi’ni başlıca engel gördüklerinin farkındayız. Onun için bizimle uğraşıyorlar, onun için CHP alternatif değildir, diyorlar, CHP hiçbir şey yapamaz diyorlar. Ve bunu o kadar ustalıkla ve o kadar yaygın olarak anlatmaya çalışıyorlar ki, demokratik rejim içinde bulunan bazı kişiler de bile tereddüt hasıl oluyor.

Bu esasları söyledikten sonra günün meselesine geliyorum. Günün vaziyeti henüz tamamıyla açılmamıştır. Sabahtan beri burada heyecan verici bir takım zıt haberler yayılmaktadır. Şimdi bu zıt haberler içinde bize teveccüh eden saldırılar ve tertipler ikinci derecede kalıyor, iktidarı iş yapamaz halde göstermek kadar şimdi veya seçimde alternatif olan CHP’yi zayıflatmak için, çürütmek için türlü vasıtalar arıyorlar.

Arkadaşlarım, bugünkü iktidarın eksiklerini, yanlışlıklarını söylemekten geri kalmadık. İktidarda olduğu için bugünkü aksaklıkların sorumluluğu iktidar üzerindedir. Ancak bir nokta vardır ki, büyük buhran zamanlarında benim gözümde önemli olan şudur: Demokratik rejim içinde hatalı olan bir Hükûmetin düşmesi, değişmesi usulleri demokrasi içinde işlesin. Ama memlekette anarşi olacak, hiçbir kuvvet işlemez hale gelecek, böyle bir manzaradan, böyle bir zayıflıktan memleketimizin behemehal kurtulmasını isteriz. Hiçbir vesile ile Türk Devletinin varlığı anarşi içinde tehlikeye düşmemelidir. Onun için memlekette anarşiye varacak artık hiçbir tedbire ve hiç kimseye güven kalmadı, herkes ayağa kalksın istediğini yapsın şeklindeki bir manzarada, anarşiyi yürütmek isteyenlere kuvvet verecek, onların sözüne itibar sağlayacak dağınık, taşkın ve herkesin birbirine tecavüz etmesi şeklindeki havanın yayılmasına bütün kuvvetle, gücümüzün yettiği kadar manî olmayı görev bileceğiz. Bunu açık olarak söylüyorum. Memlekette anarşi istemiyoruz. Anarşiyi teşvik eden her cereyanın aleyhindeyiz. Bütün dertlerimizi demokratik rejim içinde halle-deceğiz. Ama her gün bir vilâyetimizde, bir kasabamızda yeni bir vaka çıkacak, devlet kuvvetlerini dinlemeyen başı boş bir idare baş gösterecek, memleke-timizin böyle bir hale düşmesini asla istemiyoruz. Bunu açık olarak bizimle uğraşan bütün muarızlarımıza bildirmek isterim.

Arkadaşlarıma CHP zor günlerin partisidir demiştim. İlk Atatürk Meclisi toplandığı zaman karşılaştıklarımızı gözümde canlandırıyorum. Hiçbir ümit mantıkî olarak nazari olarak görülmediği günlerde Meclis toplanmıştı. Memle-ketin idaresini üzerimize almaya karar vermiştik. Ve işe başlamıştık. Kapının önüne kadar anarşi gelmişti. Ondan sonra, adım adım nizam kuruldu, dar boğaz-lardan geçildi ve nihayet insan tarihinin son zamanlarda kaydettiği başarının en büyüğünü kazanarak Türk Milletini selâmete çıkardık. Türk Milletinin ruhu, cevheri böyledir. Bütün bu güçlüklerden Milletimizin selâmetle çıkacağına ve varlığını koruyacağına kesin olarak inancımızı muhafaza ediyoruz.

Bu vaziyet içinde hükûmetin karşılaştığı güçlükler vardır. Bu güçlüklerin çoğu, başından beri bizim kanaatimizce iktidarın teşhisindeki ve tedbirlerindeki yanlışlıklardan doğmuştur. Ama bunlar siyasî partilerin, siyaset adamlarının başına gelebilecek olaylardır. İktidar partisi bunu önce kendi içinde halletmeye çalışacaktır.

Olaylar ciddîleşmekte ve durumu vahamete götürmektedir. Sorumlular için söylüyorum. İşin hafife alınacak bir tarafı yoktur. İnsanların idaresinde, prensip-lerin tatbikatında, demokratik rejimin halini ve atisini tanzim etmekte büyük hatalar yapmamaya ve mevcut ağırlığı arttırmamaya dikkat etmek lâzımdır. Demokratik rejim hiçbir şey yapamaz inancının yayılmasına kesin olarak karşıyız.

CHP olarak kendimize güveniyoruz, bize sorumluluk teveccüh ettiği vakit yani seçimle teveccüh ettiği vakit görevlerimizi inançla ve metanetle yapaca-ğımıza kesin olarak güveniyoruz ve demokratik rejim usulleri ve kuralları dışında hiçbir eylemi tasvip etmiyoruz ve bunların karşısında da olacağız.

Politika olarak şu anda yapabildiğim özet budur.

 

 

 

 

CHP İller Toplantısında Amerikalı Askerlerin Kaçırılmasından Hareketle Mevcut Siyasi Durum Üzerine Verilen Söylev[67]

İnönü, “Sizi çağırdığımız zaman çok önemli meselelerimiz vardı. Fakat, Devlet ve Millet işleri birbirinden önemli ve etkili işlerdir. Bugün önemli olanlar yarın ikinci dereceye düşer. Sizi çağırdığımız zaman memleketin başlıca dayanağı ve kuvveti olan CHP’nin kendi varlığı ve kendi iç bünyesi nedir bunu anlatmak istiyorduk. Bugün, Devlet ve Milletimiz büyük ölçüde varlık meselesi karşısındadır. Yani, Devletin dengesine ve temeline dayanan tehlikeler karşısın-dadır” demiştir.

İnönü şöyle devam etmiştir:

“Bugün Devletin içinde açıktan ihtilâl sebepleri, büyük dâvalar ve iddialar ortaya süren gizli kuvvetlerin tasallutu altındadır. Şehirlerimizde, Devlet müesseselerimizde aklın almayacağı tecavüzler yapılmaktadır. Hatıra gelmeyen, tasavvur edilemeyen iddialar ortaya sürülmektedir. Açıktan Kanun dışı olan hareketler ve bunları yapanlar bulunamamaktadır. Bu bir milletin, bir devletin bağımsız olarak, haysiyetli olarak kendi içinde vatandaşları emniyet içinde bulunduklarını kendilerine inandıracak olan bir sistemin tam zıddı bir yaşama şartıdır. Bir defa dış memleketlerle, Amerikalı askerlerin kaçırılması gibi memleketin temel varlığına ve itibarına dokunan saldırılar yapılmaktadır. Bunlar, kaçırılan askerler Türk Hükûmetinin rızası ile ve Türk Kanunlarına güvenerek memleketimizde vazife yapmaktadırlar, hayatları, emniyetleri Türk Milletinin maddi olduğu kadar manevî haysiyeti ve varlığına emanet edilmiştir. Bunların hepsine meydan okuyarak, Devletin ve Milletin manevî vasıflarına aykırı olanak [olacak] bir duruma saldırganlar düşmektedirler.

Aklınızı başınıza toplayın

Türk Milletinin hayatında kendisine emanet halinde memleketinde yaşayan insanları, vazifelileri bu çeşit bir saldırıya uğramış bir tek misâl gösterilemez. En zayıf olduğumuz, en güçsüz olduğumuz zamanlarda dahil böyle bir misâle rastlanmamıştır.

Onun için Amerikalı askerlerin kaçırılmasında, hayatlarının tehlikeye düşürülmesinde maddi ve kanunî olduğu kadar manevî ve şeref bakımından uğradığımız tecavüzün ölçüsü yoktur.

Türk halkının belirli bir kesiminin temsilcileri olan sizlerin huzurunda söylemek isterim ki, bu tecavüze kalkmış olanların akıllarını başlarına topla-ması, kendi içimizde ne meselelerimiz olursa olsun bunları konuşarak, birbirimizi türlü vasıtayla ikna etmeye çalışarak halledebiliriz, şarttır. Bu olayı bir dış politika meselesi haline getirmek her bakımdan Türk ahlâkına, Türk şerefine ve Türk maneviyatına aykırıdır ve varlığımız için tehlikelidir. Onun için bütün vatandaşlarımızın dil birliği ile bu hareketleri tasvip etmediğimizi, bu hareketlerin Türk Milletinin hiçbir vasfına uygun olmadığını ilân etmeliyiz ve söylemeliyiz. Büyük tehlikelere, haksız muamelelere evvelâ millet gözünde hüküm giydirerek çare bulunur.

Hiç bir hak insan haklarını kaldırmak için kullanılamaz

Bütün bu kanun dışı saldırılar âdet olduğu üzere milletin esas hakları namına yapılıyor. Milletin Anayasal haklarını koruma iddiası ile yapılıyor. Dikkatleri çekmek için görünüşte bunun gibi sebepler ileri sürülüyor. Bir Milletin esas haklarını koyanlar, o esas hakların milletin varlığını tehlikeye düşürmek için kullanılmasını bir an zihinlerinden geçirmişler midir? İnsaf etmez misiniz?

Üniversite özerkliği, bilim, düşünce, hiçbir siyasî baskı altında bulunmasın esası üzerine milletlerin bulduğu bir yasadır. Üniversite Kürsüsü, hayatı özerk olsun, siyasî ve idare baskılardan hiçbir surette müteesir olmasın. Asil bir dâva, biz koyduk bunu. Ve ömrümüz oldukça, siyasî hayatta tesirimiz devam ettikçe savunacağız. Zaten üniversite özerkliğini yasalaştırdığımızdan beri de her sağduyu sahibi yurttaş bu hakka sahiptir. Şimdi bazı çevrelere göre, Üniversite özerkliği kanunların dışında saldırıları hazırlamak ve merkezlemek için, silâh deposu haline üniversiteleri getirmektir. 9 saat devletin askerlerine karşı ve kanunlarına karşı muharebe ediyorlar. Nedir? Amaçları Üniversite özerkliğini savunmakmış. Bu tamamıyla yanlış bir şeydir. Hiçbir hak insan haklarını ortadan kaldırmak için kullanılamaz. Bunun için aklı başında genç, yaşlı vatandaşın sağduyulu düşüncesi kâfidir. Vatandaşlar, emniyeti, kendi evine girilmemesi, işine karışılmaması için ister. Ama bu emniyetler, başkalarının evine girilmek ve işlerine karışmak için kullanılabilir, böyle bir mâna hiçbir kanunda yoktur ve hiçbir vatandaş böyle bir bahanenin arkasına sığınarak taşkınlık yapamaz.

Ellerini kana boyamasınlar

Şimdi döndük dolaştık, insan hakları ne ölçüde, nasıl muhafaza edilir, onun usullerini bulmaya çalışıyoruz. Bazı kimselerin savunmak istediği saldırganlar, hiçbir hak tanımayan cemiyette idare tarzı olarak bildiğimiz kuralların hepsine meydan okuyan ihtilâlci geçinen insanlardır. Bu kimseyi inandırmaz, saldırganlar akıllarını başlarına alsınlar, ellerini kana boyamasınlar, her kusur, her yanlışlık nihayet tamir olunabilir ama kan kaybı, kan kusuru, kanla biten netice tamir olunamaz.

Sevgili arkadaşlarım, biz, Halk Partisi olarak Cumhuriyeti kurduğumuz zaman, yeni devletin hukuk kurallarına dayanan bir devlet, bir hukuk devleti olması son gayemiz olmuştur. İlk günlerde Cumhuriyetin temel esası olarak konulan kanunlar kolay anlaşılamayabilirdi. Onun için, bir taraftan izah ediyorduk, bir taraftan da uyguluyorduk. Cumhuriyetin kurulma ve temellerini yerleştirme dönemi uzun süre devam etti. Ondan sonra kendi tecrübemizle ve memleketin ihtiyacı ile Cumhuriyet Halk Partisi’nin demokratik rejim esaslarına etrafıyla ve tamamıyla bağlı olarak kanunları uygulamak devri geldi. Bunun güçlüklerini biliyorduk. Bu güçlükler, demokratik rejime ne vakit geçecek olsak aynı mahiyette karşımıza çıkacaktır. Düşündük ki, Cumhuriyet Halk Partisi olarak savaşlardan ve barış dönemlerinden, Devrimlerden başarı ile geçtikten sonra bu güçlüğü de aynı başarı ile giderebilirdik. Böylece tek dereceli seçim usulünü kabul ettik. Bu usulün vatandaş gözünde eski alışkanlıklardan gelme ve yeni koşulların özelliklerini bilmeme yüzünden doğan hatalarını gördükçe düzelttik, vatandaşın anlayacağı hale getirdik. Herkesin dürüst bir seçimin gereği olarak tedbir diye düşündüğü ne varsa hepsini tatbik etmeye çalıştık. Bu bizim iktidarımıza mâloldu. Bunu tabiî saydık. Uzun müddet iktidarda kalmış bir Partinin nihayet serbest seçime, diğer iddia ve idare tarzı sahiplerine fırsat vermesi tabiî bir muamele idi, o gözle sonucu görerek ve hiç bir kırgınlığa uğramadan Muhalefete geçtik. 20 yıldan beri kısa fasılalardan sonra bu hayat içindeyiz. Bizim kendi rızamızla, kendi ihtiyarımızla Demokratik hayata geçtiğimiz zaman, bu oluşumumuz bizim elimizden silâhla ya da zorla alınmış haklar gibi kullanıldı. Yeni idare tarzı böyle bir havayla kurulmak ve kullanılmak istendi. Bunların hepsini tahammülle karşıladık, iktidar karşısında muhalefet hayatına girdik. 1950-1960 arasını size tafsilatı ile anlatmayayım, hepimiz o dönemi yaşamış, görmüş insanlarız. 1950’de iktidara gelenler, bir süre sonra bir daha iktidardan gitmemenin çaresini aramaya, bulmaya çalıştılar. Uzun süre demokratik rejim dışında yaşamış olan milletimizin başından geçen başlıca güçlük budur. Bu sadece bize mahsus değildir. Uzun süre demokratik düzen dışında yaşadıktan sonra iktidara gelenler kısmen korku nedeniyle kısmen insan tabiatının arzusu olarak kendilerini kaptırıyorlar.

İktidardan düşmekten korkulmamalı

Uğradığımız güçlüklerin hepsi budur. İktidarda bulunan insan, iktidarına yapılan serbest eleştirilerin sertliği ve pervasızlığı karşısında, iktidardan çekildiği zaman başına neler geleceğini büyüterek düşünür. Kendisine hatalarını sayanların iktidara gelince bunların hesabını soracağı korkusuna kapılır. Gene böyle bir dönem geçiriyoruz.

Bu korkuların hepsi beyhudedir. İktidardan vatandaş oyu ile ayrılanlardan sonra gelen yeni iktidar, hemen bir saat sonra o kadar çok dert ve sorun ile karşı karşıya kalır ki, bunların hallolunması birinci safha geçer, geçmiş sıkıntıların hesabını vermek, tali bir mesele olur. Bunu tecrübe etmeyenler bilmiyor. En büyük iftiralara biz uğramışızdır. Şahsî hayatımızdan, ailevi hayatımızdan, partimiz hayatına kadar her türlü tecavüze uğramışızdır. Bunlardan tertemiz ve alnımız açık olarak çıkmışızdır. Dilerim, yeni iktidarlar değişmesinde, eskilerin demokratik yollarla ayrılıp yeniler iş başına geldiği zaman, eskilerin endişesinden bu kadar senelik tecrübeden sonra aynı emniyet havası sürüp gidecektir, başka türlü olamaz.”

İnönü bundan sonra, memlekette demokratik rejim bakımından kaydedilen ilerlemeye değinmiş, CHP’nin şu anda Ana Muhalefet Partisi görevini yürüttüğünü ve Anayasanın teminatı altında olduğunu söylemiş, “İktidarı denetlemek görevimizde hiçbir kayıt tanımayız” demiştir.

CHP aşırı eylemler karşısında en büyük duvardır

CHP Genel Başkanı şöyle devam etmiştir: “Memleket idaresinin Devlet ve Millet varlığından sorumlu olduğu kadar, kendimizi devlet ve millet varlığından sorumlu saymaktayız. Onun için haksız olmaktan korkarız, tabiî hataları kendi ölçüleri içinde değerlendirerek söyleriz. Ama, bahane olarak her gün, her meseleyi en büyük memleket derdi gibi dallandırıp, budaklandırmakta fayda görmeyiz. Bizim bu hareketimizin dallarını ve dalgalarını, tecrübesi olmayanlar, maksatları olanlar yeni siyasî hayatta kendilerine ebedi hayat hayaline düşenler anlamaktan aciz kalmakta, bizimle uğraşmaktadırlar. Bugün iktidarla uğraşılıyor, hep beraber uğraşıyoruz. Fakat bilesiniz ki, gerçekte siyasete heves eden yenilerin gözünde en büyük sakıncalı duvar, kötü niyetlere ve aşırı eylemlere karşı en büyük duvar Cumhuriyet Halk Partisi’dir. Bizi kendi maksatlarına göre kullanmak isteyenler, tutumumuzu zayıf görürler, kendi arzularının istediği derecede kargaşalık çıkaralım isterler. Kargaşalıklarla, memleket huzursuzluğunu sağlayan eylemlerle hiçbir ilişiğimiz yoktur ve hiçbir teşvikle bu yola girmeyiz biz. Bizim bugün iktidarda bulunan parti ile esaslı ihtilâflarımız var. Biz, uzun tecrübelerden sonra kesin reformlar devrinin geldiği inancındayız.

Sosyal ve ekonomik sorunların bir an önce kesin çözüm yollarına kavuş-masını istiyoruz. İktidarda bulunan muhaliflerimiz öngördüğümüz reformların gün tehiri kabul etmeyecek kadar acele ve zorunlu olduğuna inanmamaktadırlar. AP iktidarı bu konularda inanılmaz bir geniş yüreklilik içindedir. Evvelâ bizim savunduğumuz sosyal ve ekonomik reformları kötü tarzda nitelemekte, bizim için bunlar mal düşmanıdırlar, can düşmanıdırlar, rejim düşmanıdırlar, komünistlik isterler derler ve başka memleketlerin usullerini tatbik ettiğimizi iddia ederler, tevahhuş gösterirler. Sonra iki üç yıl uğraştıktan sonra, ülkede sosyal ve ekonomik meseleler vardır. Bunlarla da uğraşmak lâzımdır diye hiç olmazsa dil ile dâvalarımızı etkisiz kılmaya çalışıyorlar, ama aslında arzulu değildirler. AP ile aramızda kesin olarak iç politikada ayrılık vardır. ‘Biz hafif muhalefet yapıyoruz, etkili muhalefet yapmıyoruz’, bu sözlere hiç kulak asmayınız. Bir ciddî mesele olup, sesimizi biraz yüksek çıkardığımız zaman bütün kamuoyu, herkes, bizim ne söylediğimize kulaklarını kabartmaktadırlar. Vaziyet budur, ama her sabahtan erken kalkan kanun içi ve kanun dışı davranış hevesine kapılan adam, bizi peşlerinde hazır bağırıcı ve kendisini destekleyici bir örgüt olarak görmek istiyor. Buna müsaade etmeyiz, kendimizi başka arzuların vasıtası kılmayız, buna çok dikkatliyiz, bu sınırları iyi ölçmeye çalışırız. Saf Partililerimiz, saf vatandaşlarımız özellikle geçmiş zamanların gürültülü politika olaylarına alışmış olanlar, muhalefet dendiği zaman memleketin ertesi günü baştan aşağı huzurunun sarsılacağı derecede gürültü ve eylem halinde kalmasını isterler. Bunu yapmayız biz. Biz sınırları, hedefleri belli dâvalar sahibi bir partiyiz, vatandaşlarımıza dertlerimizi anlatacağımıza ve neticeyi kazanacağımıza güveniyoruz, bunun dışında demokratik düzen dışı usullere kendimizi kaptırmayacağız.

İktidar geldiği günden beri bugünkü 1961 Anayasası ve onun sağladığı Millet hakları düzeninden şikâyetçidir. Meselâ Yeni Anayasanın Türk vatanda-şına tanıdığı haklardan biri, herkes uğradığı resmî bir muameleden dolayı mahkemeye başvurmağa yetkilidir. Mahkemeler resmî kurulların verdiği bir hükmü adalete ve kanunlara aykırı gördüklerini ilân edebilirler. Dolayısıyla o tarzda bulunan Hükûmet eylemi iptal olunur ya da zararının giderilmesi istenir. Yeni iktidar Danıştay kararlarının bu mutlak etkisini ve devletin her müesse-sesine geçerliliğini önlemeye çalıştı. Bunun gibi Anayasa Mahkemesinin müdahalesinden bezgin ve şikâyetçidirler ve bu konuda birtakım tedbirlerin peşindedirler. Biz deriz ki, Yeni Anayasanın nereleri iyi işlemiyor? Bunun için yeterli zaman geçmemiştir ve işlemeyen yönleri ortaya çıkmış olsa bile, bunlar için usulünde düşünülebilir. Bir ikisini ele almak ihtiyacını bütün Anayasa düzeninin yanlış olduğunu ve hükümsüz olmasını gerektirmez. Biz diyoruz ki, Anayasa düzeni sarsılır ve ortadan kalkarsa nasıl bir idareye avdet ederiz ve neresine kadar, kaç asır geriye gideriz, bunu ölçmeye imkân yoktur. Garibi şurasıdır ki, sizi topladığımız asıl sebep gene böyle Anayasa meselelerinden çıkmaktadır. Değindikleri meselelerin bugünkü memleket dertleri karşısında çok daha farklı ve çok daha az önemli olmalarına rağmen gene bundan bir hafta on gün evvel bu meseleler huzursuzluk yapıyordu, sizi toplamaya mecbur olmuştuk.

Sevgili arkadaşlarım, şimdi yeni vaziyette her türlü Anayasa özgürlüğü Devleti de, Milleti de tahrip etmek için saldırı vasıtası olarak kullanılıyor, üniversite özerkliği diyoruz, vatandaş hakları diyoruz, vatandaş hakkıdır kendimi savunacağım diyor, silâhla ortaya çıkıyor, silâhla vatandaş hakkını kullanmak için yalnız kişi olarak ortaya çıkmak kâfi gelmiyor buna karşı örgüt yapmak lâzım geliyor, o örgütü de yapıyor. Başında dâva sakat. Anayasaya aykırı. Başlı başına devleti kökünden itham edip, ona karşı silâh kullanma hakkını iddia edemezsin. Bununla karşısına çıkıyoruz. Silâhlı saldırıyı vatan-daşa karşı, devlete karşı, açık örgüt, gizli örgüt haline getiremezsin.. Bu dâvaların peşindeyiz. Bunlar hayati dâvalardır. Vatandaşın dâvalarına inanmamız lâzımdır. Bu dâvalara inanmak için her şeyden evvel memleketin muhtaç olduğu kudret Cumhuriyet Halk Partisidir. Onun için, Cumhuriyet Halk Partisi içinde, esas dâvalarda beraberlik olduğunu söylemeye, göstermeye mecburuz. Meselelerin önemli olanlarını ve önemli olmayanlarını kendi ölçüle-rinde değerlendirmeye vatandaşın gözünde memlekete karşı sorumluluğunu bilen, gelecek günlerin idarecisi olan bir büyük siyasî partinin her türlü güçlük ve ihtilâfları içinde ehliyetli olduğunu ve başlıca ehliyetlerden biri olduğunu anlatmaya mecburuz. Onun için arkadaşlarım, bundan on gün evvel birinci dere-cede olan meseleler, ikinci derecede olmuştur. Bunları gene konuşacaksınız. Ama bugün memleketin varlığı, gizli olduklarını iddia eden kuruluşlar söz konusu iken, vatandaş gözünde CHP’nin temelde hiçbir ihtilâfta olmadığını, aralarında anlaşma olduğunu göstermeye mecburuz.

Dış politika olarak, varlığımız bir sınıra maruzdur. Başka devletlerle münasebetlerimiz saldırıların sorumsuz düşüncelerle oyuncak olmak yolun-dadır. Buna müsaade edemeyiz. Memleketin emniyeti, her şeyden evvel memleketin anarşiden kurtarılması ve vatandaşın can ve mal emniyetinin güven altına alınması lâzımdır. Saldırganların, kanun dışı örgütlerin, öteden beri bizim gözümüzde sağcısı-solcusu farkı yoktur. Biz sağcı aşırı örgütlerin ve solcu aşırı örgütlerin aynı derecede önemle karşısındayız. Daha bu hâdiselerin hiçbirisi çıkmadan bunu ilân etmişizdir. Bundan hiç kimsenin kuşkusu yoktur. Şimdi sorumsuz gizli örgütlerin saldırılarından memleketin bir an önce kurtarılması lâzımdır.

Vatandaşın hukuk devleti rejimini benimsemesi ve siyasî hayata ilgi göstermesi için ilk şart malının ve canının emniyette olmasıdır. ‘Kendi şahsının, ailesinin, canının malının emniyetini tehlikeye düşmüş, nereden gelirse gelsin saldırılara karşı kendisini koruyacak devlet kuvveti yoktur.’ Böyle bir vehme kapılmış vatandaşın her hareketinden devletin dolaşık ve karışık büyük mesele-lerini düşünebileceğini beklemek haksızlıktır. Vatandaşın ilk evvel istediği, yaşama emniyetidir. Bu yaşama emniyeti bahis konusudur.

Buradan alternatif olmaktan çıkmıştır propagandası yayılan CHP yerine, teşkilâtı, Meclis grupları ve bütün CHP’liler olarak sağduyulu vatandaşa sağduyu söyleyebilecek kadar soğukkanlı bir parti olduğuna vatandaşı inandırmaya mecburuz.

Size saygılar sunarım arkadaşlar.”

 

 

 

THKO Militanlarınca Kaçırılan Dört Amerikan Havacısının Serbest Bırakılması Dolayısıyla ABD Büyükelçisi William J. Handley’in Mesajına Verilen Yanıt[68]

       Ekselâns William J. Handley

Amerikan Büyük Elçisi

Ankara

Ekselâns Büyük Elçi,

Dört Amerikan havacısının sıhhat içinde kurtuldukları haberini vatandaşlarım gibi ben de engin sevinçle öğrendim.

Amerikalılar’ın derin ıstırabını vatandaşlarım da, ben de yakından izledik ve bunu tam ölçüyle yüreğimizde paylaştık. Kurtuluş gerçek bir mutluluk oldu bizim için..

Sayın Büyük Elçi,

Şahsınız ve Amerikalılar adına söylediğiniz âlicenap sözlerden dolayı size çok teşekkür ederim.

Kurtulanların bütün hayatlarında, geçirdikleri fena macera yanında Türk halkının yakın sempatisini de değerlendireceklerini umarım.

Samimiyetle.

İsmet İnönü

 

 

 

 

Kendisine Atfedilen Sözler Üzerine Yapılan Açıklama[69]

Bana atfedilen sözler bir temenni mahiyetindedir. Bütün dikkatim demokratik rejimin normal işlemesi üzerinedir. Bunu temenni ediyorum.

 

 

 

 

12 Mart Muhtırasının Ardından Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’ın Partilerin Genel Başkanlarıyla Düzenlediği Toplantı Öncesi ve Sonrasında Söyledikleri[70]

(…)

CHP Genel Başkanı İsmet İnönü’nün toplantıya gelirken neşeli olduğu görülmüştür. İnönü gazetecilerin ısrarlı sorularına “Konuşma yok Beni konuş-turamazsınız” diyerek cevap vermiştir.

(…)

Toplantıdan çıkan (...) CHP Genel Başkanı İnönü gazetecilere “Çarşamba gününe kadar yazılı bir teklif istiyorlar” demiş ve sorulara şu cevapları vermiştir:

S: Sayın Cumhurbaşkanı’nın konuşması ne mealdeydi Paşam?

C: Vaziyet bundan ibaret başka bir şey söyleyecek değilim. Hadi bakalım.

S: Paşam ne teklif edildi?

C: Edildi veya edilmedi. Söylediğimden ibarettir.

 

 

 

 

CHP Ortak Grup Toplantısında 12 Mart Müdahalesinden Hareketle Demokratik Rejim ve Ordu Üzerine Verilen Söylev[71]

Saygıdeğer arkadaşlarım,

Önemli bir zamanda toplanmış bulunuyoruz. Size vaziyeti, düşündüklerimizi açık açık söyleyeceğim.

Sayın Cumhurbaşkanı dün bizi çağırdı. Kendilerinin beyanatı okundu. Bilgi edindiniz. Şimdi buna, Çarşamba gününe kadar bizim bir cevap vermemiz bahis konusudur. Bu vereceğimiz cevap için, bulunduğumuz vaziyetin bir tahlilini yapacağım.

Sayın Cumhurbaşkanı ordu içinde olan huzursuzluğu ve kendi teşebbüslerini tafsilatı ile ve tahlil ederek anlatıyor. Siyasî hakların iadesi konusu ile Parlâmentoda partiler arasında geçmiş olan müzakereleri ve ordunun bununla ilgisini de hatırlatıyor. Bundan sonra kumandanların müdahalesi, Hükûmet Başkanının çekilmesi ele alınıyor. Muhtıra malûmunuzdur.

Yüksek ordu kumandanları bir hükûmetin değişmesini ve yeni kurulacak hükûmetlerin kısa vadeli ve uzun vadeli ne gibi işler yapmaları lâzım geldiğini düşünür, takdir eder ve yapılması lâzım zarurî  bir tedbir olarak teklif ve ısrar ederse, artık parlâmento hayatının işlediği tasavvur olunamaz. Parlâmento Anayasa düzenidir. Kendi denetlenmesi, hükûmetin düşürülmesi, kurulması usullerinin tayin olunduğu yerdir. Seçimden itibaren yeni gelecek Parlâmen-tonun hangi esaslar üzerinde çalışacağı belli olur. Bizim Parlâmento çalışmasındaki hareket hattımızı bilirsiniz. Senelerden beri sosyal ve ekonomik Anayasa reformları üzerinde dururuz. Ve bunların bir an önce tatbik olunması lâzım geldiğini söyleriz. CHP olarak tâkip ettiğimiz politika budur. Buna karşı, diğer partiler çıkmışlardır, onlar da seçimlerde fikirlerini söylemişlerdir ve Parlâmentoya gelmişlerdir. Şimdiye kadar programımızı tatbik edecek bir çokluğu Parlâmentoda temin edemedik. Fakat bundan meyus olmuyoruz. Evvelâ, seçmene kabul ettireceğiz. Ondan sonra da, kabul olunan programımızı Parlâmentoda tatbik edeceğiz. O zamana kadar, demokratik rejimin verdiği haklar, verdiği yetkiler ve imkânlar içerisinde hem denetlemek görevini yapacağız, hem de programın isabetini her vesile ile belirteceğiz.

Geçici hükûmet reformları yapsın, ondan sonra seçime girelim fikrini ileri sürenler olabilir. Bu hususları Mecliste konuşuruz. Biz demokratik rejime inanıyoruz. Reformları nasıl yapacağız? Reformlar yapmak niyetiyle Meclise geldik. Fakat başka niyetle de gelenler var. Onlar çoklukta. Reformları yapmak, bunun için bizim sayımızla mümkün değil. Bu durumda nasıl bir hükûmet teşekkül edecek de bu reformları yapacak? Meclisin hükûmeti tutması için kumandanlar her gün yeni bir müdahale de bulunacaklar, demektir bu.

Demokrasiye inanıyorsak, seçimle iktidara gelecek bir hükûmetin yetkisi nispetinde bu reformları yapacağını kabul etmek zorundayız.

Denilebilir ki seçime gidildiğinde gene böyle bir Meclis gelebilir ve hiçbir şey olmayabilir. O zaman dertler devam edecek, demektir. En kötü ihtimalle gene bugünkü duruma gelinebilir.

Bu husus şöyle bir soruyu akla getirir: Demokratik rejim lâzım mı, değil mi? Biz böyle bir konuyu düşünmeye dahi taraftar değiliz. Meseleyi seçmen halledecektir. Seçmene gider, Anayasanın öngördüğü reformları yapacak vasıf ve mahiyette yeni bir iktidarın mutlaka gelmesi zorunluluğunu anlatırız. Yoksa, bir Meclis’e, askerî bir kıta gibi, şunu şöyle, bunu böyle yapacaksın demeye imkân yoktur.

Böyle bir tartışmada bizim yerimiz bellidir. Biz, demokratik rejim dışında bir rejim kabul etmeyeceğiz.

Müdahalenin sonucu ne oluyor? Memleketi bu hale getiren bir iktidar partisi, mağdur vaziyette çekilmiş olarak, şimdi yeniden kuvvet kazanma imkânını buluyor. Meclise yapılacak her yeni müdahale, şimdiye kadar yanlış usulleri savunanlara kuvvet ve fırsat vermekten başka bir işe yaramaz. Kumandanlar neden bu davranış içine girdiler? Müdahale hevesi ile bu duruma geldikleri söylenemez. Kumandanların bir vaziyete gelmeleri, geçmiş hükûmetlerin ısrarlı tutumları ile memleketi huzursuzluğa sevk eden sebeplere müdrik olmalarının neticesidir. Memleketin huzurunu bozan, anarşik hava aldı yürüdü. Aşırı cereyanlar kâfi derecede tâkip olunamadı. Teşkilâtlanmış bir halde saldırı devam ediyor. Senelerden beri ordunun müdahale etmesi istenir, başka çare kalmadığı, Parlâmentonun bir şey yapamayacağı söylenir, bu telkin devam eder durur. Bundan tabiî, her vatandaş gibi, her müessese gibi ordu mensuplarının müteessir olmaması, huzursuz olmaması mümkün değildir.

Parlâmentoya ait bir iki söz söyleyeceğim. 27 Mayıs İhtilâli neden oldu? 27 Mayıs İhtilâli Anayasa dışı davranışta ısrar eden bir Hükûmet aleyhine oldu. Milletin direnişi Anayasa metnine girdi. Bunun aslı vardır.

İhtilâf şuradan geliyordu. Hâkimiyet, kayıtsız şartsız milletindir, bu bir. Hiçbir Kanun Anayasaya aykırı olamaz, bu iki. Anayasaya aykırı mıdır, değil midir? Parlâmento karar vermek yetkisindedir. Bu üç. Eski durum bu idi. 1924 Anayasasında bir Kanunun Anayasaya aykırı olup olmadığına karar verileceği zaman Kanunları çıkaran Meclis, ayrıca Anayasa savunucusu olarak çıkan kanunların Anayasaya mutabık olup olmadığını tetkik edecek ve hüküm verecek diye tasavvur etmişti. Tatbikat Anayasaya aykırı her kanun çıkabilir, her tedbir alınabilir ve itiraz olunduğu zaman Meclis o kanunun Anayasaya mutabık olduğuna karar verebilir, şeklinde cereyan etti. Bununla, müeyyideler olmadıkça Meclisler, Partiler kendilerine verilen salâhiyetleri aşırı kullanabilir hükmü Milletin şuurunda yerleşti. Parlâmentolar hayatında bizim geçirdiğimiz büyük tekâmül bu noktada oldu. Anayasaya aykırı kanun olmaz, buna kim karar verir? 1961 Anayasasına göre buna bir Yüksek Mahkeme karar verir.

1961 örneği

1961 Anayasası müeyyideler Anayasası oldu. Şimdi bu müeyyideler, 1961 Anayasasının tatbike konmasından beri şikâyet konusudur. Şuna manî oluyor, buna manî oluyor diye. Bunları düzeltme hevesi vardır. Ama bunun sebebi, önce, Meclislerde mutlak olan yetkilerin kullanılması, maksadın tamamıyla zıddına kullanılması ve bu sebeple de icranın Meclisin millet nazarında gittikçe mahkum olur hale gelmesidir. 1961’den sonra, hükûmetler teşekkül etti. Bu hükûmetlere koalisyon olarak biz başladık. Askerî ihtilâl teşebbüsleri oldu. O ihtilâl teşebbüslerinin sebebi, daha seçim zamanlarında 27 Mayıs İhtilâlinin esaslarına aykırı olarak bir takım taleplerin iddiaların ortaya sürüldüğünün ordu içinde yerleşmesidir. Nihayet, hayır gelmez, 27 Mayıs 1961 Anayasası tatbik olunmaz iddiasında olan insanlar ordu içinde de kuvvetler topladılar. İktidar üzerinde cebir kullanmak istediler. Fakat muvaffak olamadılar. Biz Anayasayı ve Meclis hâkimiyetini hükûmet meşruiyetini esas tuttuk. Ve bunu sonuna kadar savunduk ve muvaffak olduk.

Ordu bu gibi siyasî cereyanlarla son haddine kadar tahrip, tahrik edilmiş, kararlı bir halde toplandıkları halde kanun karşısında ısrar edemeyerek dağıldılar. Bu hareket ordunun siyasetten tamamen ayrılması ve Anayasanın kayıtsız şartsız millet hâkimiyeti esasında işlemesini doğurdu.

Sonradan tekrar aynı şey başladı siyasî hakların iadesi, 1965’de seçimlerin esasını teşkil etti. Daha garibi siyasî hakların iadesi memleketin daimî bir meselesi imiş gibi ortaya atıldı. Nihayet, vatandaşlar arasında esaslı bir huzurun kurulması ve düşmanlığın giderilmesi bakımından dahili bir düşmanlık zemini kalmasın sözünü söylediğimiz zaman, siyasî hakları seçimin temeli saymış olan iktidar bunun karşısına çıktı. Hatırlayacaksınız. Cumhurbaşkanının beyanatında da bu hâdise hatırlatılıyor.

Yazılı olmayan kanunlar

Şuraya varmak istiyorum. Meclislerin salâhiyetleri mutlaktır. Hareketleri müeyyidelerle bağlıdır. İcrayı Meclisler kontrol ederler ve istikamet verirler. Ama bu istikamet veriş ve kontroller, bunların hepsi yazılı kanunlara tabi olduğu gibi, yazılmamış olan kanunlara da tabidir. Bu yazılmamış olan ve milletin şuurunda yaşayan kanunlara riayet etmeyen her Meclis, her müessese, her örgüt nihayet dayandığı kanunların kendilerini müdafaa etmediğini görmeye mahkûm oluyorlar.

Milletin hoş görmeyeceği bir takım suiistimaller ile düşer, milletin zihnine yerleşirse bu baştan aşağı ordusuyla, müessesesiyle, vatandaşıyla, herkesin zihninde bir yer tutar.

Bunu demokratik kural icabı Meclis çoğunluğu ile halledersin, ama tortusu mütemadiyen işler. Tıpkı eskiden, kanunlar Anayasaya aykırı olmaz, Meclis karar verirse bu halledilir derdin, onun gibi..Ama nihayet Milletin sabrı taşar. Her kanun her kural mutlaka iyi niyetle tatbik olunmak lâzımdır. Eline yetki alan kimse onu iyi niyet dışında tatbik etmeye kalkarsa, mutlaka memlekette birikmiş, yerleşmiş tepkilerle karşılaşır.

Düşmüş iktidar için aleyhte söz söylemeyi hiç arzu etmem ama, Ordunun müdahalesi neden bu hale geldi, bunu tahlil etmeye mecburuz. Derdi bilelim ve ona göre tedbir alalım.

Ordunun zihninde, vatandaş zihninde hoş görülmeyecek, arzu edilmeyecek bir takım olayların yapılması elbette iktidarı da, Parlâmentoyu da zayıflatır. Bunu gelecek iktidarların da hiçbir suretle gözden uzak tutmaması icab eder.

Derhal yeni seçimler

Kumandanlar, Millî Güvenlik Kurulu olarak kayıtsız şartsız hükûmeti des-tekliyorlar, desteklemelidirler, beraberdirler. Bunu Meclise böyle göstermekte, vatandaşa böyle göstermekte fayda vardır diye düşünen bir iktidar, Kuman-danların ertesi günde beğenmediklerini, tutmayacaklarını bilmesi lâzımdır.

Arkadaşlarım, Ordunun hareketiyle parlâmentonun çalışmasına imkân veril-miyor. Anayasa düzeninde hükûmetin kurulması ve denetimi usulü rahnedar olu-yor. Yapılan hareket fiilen parlâmento hayatının işlemesini imkânsız kılmıştır.

Şimdi bu vaziyette ne tedbir bulacağız? Milletin ve Devletin bekası, her mülâhazanın, her kurulun, her konunun üstündedir. Bizim idaremizde Milleti-mizin de Ordumuzun da bütün teşkilâtımızın da gözünde bulunan Devletimizin kuvveti, Milletimizin selâmeti ve istiklâlidir. Ordumuzun, Kumandanların gözünde son tebliğde de gördüğümüz gibi, ümit verecek, teselli verecek bir esaslı nokta vardır. O da Demokratik rejim içinde Devlet idaresini esas tutma-larıdır. Böyle olunca Ordunun Millet nazarında itibarını koruyarak vaziyeti bir hal tarzına götürmek mümkün görülüyor. Bu da, süratli bir hükûmet teşkil etmek.. Bu hükûmet, anarşiye mahal vermeyecek, asayişi koruyacak bir hükû-met olur ve derhal seçime gider. Yeni Parlâmento teşkil edilir. Bunun başka hal çaresi yoktur. Bu vaziyette Ordu Kumandanlarının takdir ve kontrolü altında bir hükûmetin icraat yapması, geniş programlar tatbik etmesi mümkün olmaz.

İlk iş aşırı uçların hareketlerine manî olacak, anarşiyi önleyecek hükûmeti kurup seçime gitmektir. Yani Parlâmento Anayasa düzeni içinde hiçbir tesir altında olmayarak işe başlar.

Biz ordu müdahalesi olur diye hiçbir zaman düşünmedik ve hiçbirisi ile hiçbir münasebetimiz yoktur. Ne üst kademesi ile ne alt kademesi ile müdahale edilir veya Devletin bir işi tenkit olunur diye bir ilişkimiz olmamıştır.

Dikkat ederseniz aşırı uçlar ordunun müdahalesini mütemadiyen ister olmuşlardır. Aşırı uçlar Parlâmento hayatına bir ordu müdahalesi ile nihayet verilmesini teşvik etmişler, her suretle tahrik etmeye çalışmışlardır. Kumandanların son müdahalesi sebebiyle de aşırı uçlar çok sevinç içindedirler ve şimdiye kadar Parlâmentonun bir işe yaramadığını ve ordunun bir an önce el koymasını istemiş olanlar ki, bunların bazıları açıktan aşırı sağcı veya aşırı solcu olanlar bilinmektedirler. Bunlar aşırı fikirlerinin tatbik edileceği zaman gelmiştir diye adeta sevinçten uçmaktadırlar.

Tahmin olunabilir ki bu kadar yakından ordu hareketini tâkip eden ve onun icraatını bu kadar tasvip edip, daha ilerisini isteyen insanların ordu ile daha çok münasebet aramış olmaları da mümkündür.

Türk Ordusu

Türk Ordusu özellikle Cumhuriyet Ordusu, Kuvvai Milliye Ordusu, çok güç şartlar içinde doğmuş, imtihan vermiş, görev yapmış bir ordudur. Bu yüzden ordu olarak bir ucundan öbür ucuna, Kuvvai Milliye’nin başından son gelen safhalarına kadar BMM teşekkül edip kendi ordusunu bir takım buhranlardan kurtararak kuruncaya kadar Türk Ordusu her türlü tesirler altında, İstanbul’un tesiri, Anadolu’nun tesiri gibi türlü tesirler altında bölük bölük olmuştur. Ve birbirleriyle vuruşmuştur. Nihayet, Büyük Millet Meclisi idaresi düşmanla uğraşırken ordusunu da millî hedeflerin peşinde, her türlü tesirlere karşı mukavemetli bir hale getirmiştir. Memleket içinde çeşitli akımların baş gösterdiği, hükûmetin tutarsız bulunduğu ve Orduyu siyasette kendi maksadına göre kullanmak hevesinde olduğu bir iktidar devrinden sonra, ordu, memleketin siyasî cereyanlarına kulak kabartır bir hale gelmiştir. Ordu bu halden süratle kurtarılabilir, çünkü Ordunun esas hedefi memleketin selâmetidir. Ordunun selâmetini ve iç huzurunu sağlayabilmesi, onun, iç ihtilâflar yüzünden sarsılmamasına bağlıdır. Ordu, kapının önünde bulunan hesapsız tehlikelere karşı da başlıca bir settir. Memleket ordusu ve Devlet zayıflasın da tehlikeler baş göstersin diye, bu hırsla kapımızın önünde bekleyenleri ordumuz bilir. Kanaatım odur ki, Türk Ordusu dış tehlikeleri bilir, iç tahriklerin, iç ihtilâfların memlekete ve orduya getireceği zaafları hakkı ile ölçebilir. Bu sebeple Türk Ordusunun her halükarda memleketin başlıca mesnedi ve başlıca kuvveti olduğu bilinmelidir. Ve bu ordunun demokratik bir rejimde daima asil ve çok itibarlı mevkiini muhafaza edeceğine emin olunmalıdır.

Senelerden beri partiler arasında türlü ihtilâflar olmuştur. Bunların hepsi, ordu bahis mevzuu olduğu zaman, memleketin savunması bahis mevzuu olduğu zaman durmuştur. Ve herkes Orduya güvenini tek ses olarak söylemiştir. Bu, hakiki kanaatimin mahsulüdür. Ordunun sağlam bir halde, özellikle kendi içinde mütesanit bir halde her türlü anarşiden ve her türlü çekişmeden uzak bir halde bulunması lâzım geldiğini Türk Milleti takdir eder. Ve nihayet, Ordu, milletin bir vasıtasıdır. Ordu, ancak milletin zihniyetine, sağlamlığına ve fedakârlığına dayanan bir müessesedir.

Millete karşı olamaz

Millet arzusuna karşı ve millet arzusuna rağmen ordu içinde bir mülâha-zanın yürüyebileceğine asla ihtimal vermem. İhtimal vermeyişimin iki sebebi vardır: Biri Ordunun asaletine, tecrübesine sarsılmaz güvenim vardır. İkincisi, milletimizin ordu içine düşecek zayıflığı derhal takdir edeceğine ve bunun için el birliği ile sağlam bir ordu peşine düşeceğine kesin inancım vardır.

Millet Ordusunu korumasını bilir, doğru yolda olmasını, milletin desteğini sağlamasını ister. Millet, ordunun kendi gelenekleri ile yetişmesini ister. Zaferleri ile milletin başlıca mesnedi olduğunu, kendi içinde hiçbir ihtilâfının bulunmaması lâzım geldiğini takdir eder.

Bu inançlarla, ordumuza güveniyoruz, onun memleketin bekâ ve selâmeti için başlıca mesnedimiz olduğunu biliyoruz. Anayasa düzenine bağlı olduğunu işitiyoruz. Kendilerini müdahaleye mecbur eden sebepleri saydıktan sonra Anayasa düzeni içinde demokratik rejimin bir an önce kurulmasını söyleme-leriyle, bunu bir daha anlıyoruz.

Sayın Cumhurbaşkanı bize fikirlerinizi söyleyiniz demişti. Kendilerine sun-madan önce yarın fikirlerimizi tekrar sizinle görüşeceğim.

Şimdiden söyleyebilirim ki, Parlâmento böyle bir baskı altında kaldıktan sonra artık görevini yapacak halde değildir. İcranın emri altında bulunan Kumandanların takdir edeceği veya tenkit edeceği ölçüye göre hükûmetler kalacak veya kalmayacak, böyle bir düzen demokratik düzen değildir. Demokratik düzenin bir an önce avdet etmesi için Sayın Cumhurbaşkanına yapacağımız teklif, geçici bir hükûmetin kurulmasıdır. Bu hükûmet asayişi muhafaza etmekle görevli olsun, seçimi uygulama görevini o yerine getirsin. Benim bulabildiğim yol budur.

 

 

 

 

CHP Ortak Grup Toplantısında Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’a Verilecek Yanıta İlişkin Yapılan Konuşma[72]

Sevgili arkadaşlarım,

Geçen 24 saat, memleket için çok önemli bir devre idi. Büyük hâdiselerden sonra, ne gibi olaylar ve ne gibi ihtimaller belirebileceğini, bütün dünya ile beraber biz de vatandaşlar olarak merak ediyorduk. Fakat size kalp huzuru ile söyleyebilirim ki, bu geçen 24 saat zarfında, Türkiye, millet olarak bünyesindeki sarsılmaz metanetinin bir defa daha örneğini vermiştir.

Bulanık suda avlanmak isteyecekler her memlekette bulunabilir. Bizde bulunanların ümitlerinin bu geçen 24 saat zarfında arttığı tasavvur edilemez. Bu iyimser sözlerimin sebebi şudur: Gerek müdahale etmiş olan ordunun tutumunda, gerek siyasî partilerin ayrı ayrı hepsinin tutumunda, memleketin umumî hayatında sorumluluk hissine ve memlekete sahip olmak ve bu önemli çıkmazdan şerefle ve vatandaşlarımıza zarar gelmeden çıkmak isteği hâkim olarak yaşamaktadır. Bugün olayların ve hazırlıkların mahiyetini henüz bilmeksizin çok iyimser, ümidi kuvvetli bir halde huzurunuza çıkmış bulunuyorum.

Cumhurbaşkanı ve komutanlarla aramızdaki görüş farkı

Şimdi arkadaşlarım,

Biliyorsunuz ki, yarın için Sayın Cumhurbaşkanı siyasî partilerin görüşlerini istedi. Uzun boylu düşündükten sonra bizim vaziyete koyduğumuz teşhis şudur:

Bu fevkâlade vaziyetten bir an evvel çıkmak için, hiç olmazsa büyük ölçüde çıkmak için süratle bir hükûmetin teşkil edilmesine ihtiyaç vardır. Bir hükûmetin teşkilinde kuvvet kumandanlarının ve Sayın Cumhurbaşkanının istek ve arzularıyla bizim gördüğümüz gerçek arasında bir fark vardır. Kumandanlar ve Sayın Cumhurbaşkanı teşkil olunacak hükûmetin esaslı reformlar yapmasını istiyorlar, memleketin uzun zamandan beri hallolunmasını istediği ekonomik ve sosyal dâvaların esas unsurlarını gerçekleştirmesini lüzumlu görüyorlar. Bu değerli bir arzudur, fakat bizim görüşümüze göre, bugünkü Parlâmentonun bünyesi ve olayların tesiri ile büyük ekonomik ve sosyal reformları bu Meclisin yapabileceğini sanmıyorum. Ama, kurulacak hükûmet, bizim bu tahminimiz hilafına reformları yapacak kuvvette olursa, o reformların tatbiki için kendisini desteklemeye hazırız.

Ne vakit seçime gidilir, nasıl gidilir? Kurulacak hükûmetin alacağı neticeye göre Parlâmento seçimin zamanına karar verir kanaatine varıyorum.

Sayın Cumhurbaşkanına yarın vereceğimiz cevap umumî olarak şudur:

Memlekette aşırı uçlar vardır. Aşırı sol uçları temsil ettikleri farz olunan insanlar ve örgütler, son zamanlarda cüretli hareketler yapmışlar ve bunlar yanlarına kalmıştır. Buna karşı tepki olarak ve daha önceki hazırlıkların neticesi olarak aşırı sağ da geniş ölçüde örgütlenmektedir. Aşırı sağın örgütlenmesi, tabiatı icabı yavaş olur, görünmez olur ve patladığı zaman onların getirdiği huzursuzluk çok yaygın ve çok geniş olabilir ve memlekete çok zarar verebilir. Onun için Sayın Cumhurbaşkanına, bu aşırı akımların durdurulmasını ciddî görev olarak deruhte edecek bir hükûmetin kurulması lüzumuna işaret edeceğiz.

Bütün mesele, Sayın Cumhurbaşkanının yeni hükûmeti teşkil edebilmesidir. Hükûmet teşekkül ettikten sonra mahdut olan göreviyle, uzun siyasî çekişmelere gitmeksizin memleketi huzursuz kılan aşırı uçların saldırılarına karşı bünyenin selâmetini sağlaması, dileğimizdir. Bunu başarırsa büyük başarıdır ve bunu başarmasında siyasî parti olarak görev alacaklarla herhalde yardımcı olmaya çalışacağız.

Sayın Cumhurbaşkanına vereceğim cevap için daha fazla bir şey söyleyemem. Yazacağım cevabı size aynen okumayı düşünmüştüm. Fakat kabul buyurunuz ki, sahibine gitmeden yazıyı açıklamak nezaket kurallarına uygun düşmeyecektir. Sayın Cumhurbaşkanına bu muameleyi yapmak istemiyorum.

Seçim için derhal müddet tayin ederek bir ısrarda bulunmuyorum; yeni hükûmet nasıl teşekkül edecektir, nasıl vaziyet karşısında kalacaktır, bunu bilmiyorum.

Arkadaşlarım, mühim olan nokta, kuvvet kumandanlarının müdahalesi, ciddî bir iğbirarın, çok birikmiş endişelerin mahsulü olarak görülüyor. Bunda, geçmiş hükûmetin uzun zamandan beri yüklendiği büyük mesuliyetinin payı olduğunu tahmin ederim. Geçmiş hâdiseler üzerinde, meydanda kimse yokken söz söylemeyi, konuyu daha fazla uzatmayı uygun görmem. Hali böyle görüyorum. Ve tekrar edeyim ki, gerek ordu kumandanlarının tutumu, gerek siyasî partilerin tutumu, ciddî bir sorumluluk hissinin varlığını göstermektedir. Memleketin felakete düşmemesini esas gaye sayıyorlar. Tâkip ettikleri usul, çaresizlik ve bunalımın sonucudur. Devam etmesini onların da arzu ettiklerini sanmıyorum. Onun için süratle demokratik rejime geleceğiz ve Parlâmentonun denetimi altında hükûmet teşekkül edecek, ondan sonra da tabiî hayatımızı süreceğiz. Aşırı uçlar, aşırı sağ ve aşırı sol olarak memlekete zarar vermekte, birbirlerinden çok farklı olduklarını sanmıyorum. Hep bu kanaatte bulundum, yine bu kanaati muhafaza ederek aşırı uçlara kendilerini kaptırmış olan ve özellikle genç nesillere akıllarını başlarına toplamalarını, ailelerinin yuvasını ve memleketin selâmetini şimdiden genç yaşta daha serinkanlılıkla düşünmelerini tavsiye etmek isterim.

Sayın arkadaşlarım,

Ordu herhalde asıl hedeflerini, vatan bütünlüğü, demokratik rejim, medenî bir cemiyet hayatı hedeflerini göz önünden ayırmayacaktır. Bunu ümit ediyorum. Bu ümidim sarsılmamıştır. Hal bunu gösteriyor. Bu çıkmazdan şerefli bir surette memleketi kurtarmak fikrinin onlarda hâkim olduğuna kaniyim. Siyasî partilerin hepsini sorumluluk hissinde görüyorum. Sağduyumuz umumiyetle işlerse bu çıkmazdan toplum olarak kısa zamanda çıkarız ve demokratik rejimin çalışma devresinin açılmasını ümit ederim, temenni ederim.

Saygılarımı sunarım.

 

 

 

 

Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay ile Görüşmeden Sonra Söyledikleri[73]

“Sayın Cumhurbaşkanı ile konuştuk. Vaziyeti izah etti. Yeni hükûmeti teşkil etmeye çalışıyor. Vaziyeti nasıl gördüğünü, neler düşündüğünü izah etti. Bu vaziyette bize bir söz söylemek düşmez. Cumhurbaşkanı’nın çalışmalarına herhangi bir söz söylemek her türlü yanlışlıklara mahal verir. Sayın Devlet Başkanı’na çalışmalarında [tam?-okunamadı] bir imkân vermek için dilimizi tutmamız lâzım.”

CHP Genel Başkanı İsmet İnönü, gazetecilerin “Bu görüşme ile ilgili olarak Partinizin  yetkili kurullarını toplayacak mısınız?” şeklindeki bir sorusuna da “İhtiyaca göre toplayacağım” demiş, ancak ne zaman toplayacağı hakkında şimdilik bir şey söylemeyeceğini ifade etmiştir.

 

 

 

 

Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’a İletilen, CHP’nin Yeni Hükümet Kuruluşu ile İlgili Görüşlerini İçeren Mektup[74]

Sayın Cumhurbaşkanı,

14 Mart 1971 Pazar günü, toplantıda yaptığınız beyanat ve gösterdiğiniz arzu üzerine, Cumhuriyet Halk Partisi adına düşüncelerimizi arz ediyorum.

Memlekette aşırı sol propagandası ve saldırıları ile gergin bir vaziyet olduğu bellidir. Aşırı sağ irticanın hazırlıkları ve saldırıları aşırı soldan az değil, belki de ondan daha fazla, herhalde Anadolu’da daha yaygındır.

Ciddî bir hükûmetin aşırı uçları her türlü cesaretten mahrum edecek kesin karar ile idareye başlamasına lüzum vardır. Onun için süratle, anarşiyi durdu-racak bir hükûmet kurulmalıdır.

Benim kanımca, politikaya karışmayan bir ordunun sağlam olarak vaziyete hâkim olması da, böyle bir hükûmetin sükûneti sağlamasına büyük ölçüde yardımcı olur.

Ondan sonraki iş seçime gidilmesi ve reformları yapacak bir Parlâmento teşekkül etmesini temenni etmektir.

Saygılarımla arz ederim.

 

 

 

 

Amerikan CBS Televizyonu Muhabiri Fenton ile 12 Mart Müdahalesi Üzerine Yapılan Söyleşi[75]

Penton–Bugün Türkiye’de gerçek iktidar nerededir?

İnönü–Ordunun müdahalesiyle komutanlar kendi arzularını memlekete kabul ettirmişlerdir. Komutanların arzuları demokratik rejimin devamıdır. Bir intikal içindeyiz. Tekrar demokratik rejime geçmenin çarelerini arıyoruz.

Penton–Ordu kimin kontrolündedir?

İnönü–Ordu, kendisinin kontrolündedir. Cumhurbaşkanı ile beraber hareket ettikleri görülen büyük komutanlar, orduyu kontrolleri altında tutuyorlar.

Penton–Türkiye’de parlâmenter hayat halen işliyor mu?

İnönü–Şeklen.

Penton–Müdahale Anayasaya uygun mu?

İnönüOlağanüstü bir hal. Anayasa ve kanunlarla irtibatını düşünmek müm-kün değildir.

Penton–Müdahaleye ihtiyaç var mıydı?

İnönü–Bu hususta fikirler mutabık olmaz. Müdahale edenler ağır ıstırap içinde görülüyorlar. Mecbur kaldıklarını söylüyorlar. Kısa sürmesi için hepimi-zin sorumluluğu ayaktadır. Bunu tamir edeceğiz.

Penton–Türkiye’nin bir askerî diktatörlüğe yöneldiği söylenebilir mi?

İnönüSöylenemez, başındayız. Teşebbüsü alanlar, böyle bir halden uzak-tırlar. Öyle söylüyorlar.

Penton–Bu olaylar Türkiye ile Amerika ilişkilerini etkiler mi?

İnönü– Sanmam. Bu olay Türkiye ile Amerika’nın ilişkilerini menfî olarak etkilemiyecektir.

Penton–Geleceği nasıl görüyorsunuz?

İnönü–Çok ümitli, aydınlık görüyorum. Bu buhranı, ortak sağduyunun işle-mesi ile memleketin bünyesinde atlatacağız.

 

 

 

 

CHP Ortak Grup Toplantısında Yeni Hükümet Oluşumu, 12 Mart ve Dış Politika Üzerine Yapılan Konuşma[76]

CHP Genel Başkanı İsmet İnönü, dün saat 17.30’da başlayıp, saat 20’de sona eren CHP TBMM Grup Genel Kurulunda, yeni hükûmetin teşkili ile ilgili olarak Cumhurbaşkanı ile önceki gün yapılan temaslar hakkında bilgi vermiştir. Daha sonra CHP Genel Sekreteri Bülent Ecevit de görüşmelerle ilgili ayrıntılı bilgi vermiştir.

Tarafsız bir Başbakanı bugün öğleden sonra açıklanacağının Cumhurbaş-kanınca, CHP yetkililerine söylendiğini belirten İnönü, “Hükûmetin nasıl teşkil edileceği hakkında, sayın Cumhurbaşkanı teferruata girmedi. Tarafsız Başbakanın kuracağı hükûmetin teşkilinde ve sonraki çalışmalarında yardımcı olması CHP’den istendi. Biz de memleketin huzurunu sağlıyacak hükûmeti destek-lemeye çalışacağımızı söyledik” demiştir.

12 Mart muhtırası üzerine Türkiye’nin dış politika bakımından durumuna da değinen İnönü, bu konuda şöyle demiştir.

“İç idare buhranını geçirmekte olduğumuz bir zamanda, Türkiye’nin dış âleme karşı vaziyeti ne olmuştur? Buna teşhis koymaya da çalıştım. Bir memleket iç buhrana girdiği zaman, tabiatıyla, bünyesi itibariyle zayıf bir mevkide kalır. Dış tehlikelerde her mülâhazaya cevap vermek kuvveti azalır. Ve iç politikada mücadelelerden nasıl bir dermanla çıkılacağı herkesin merakını çeker. Böyle zamanlarda fırsat bekleyenler, memleketin iyiliğini istemeyenler neler hatırlıyorlar, bu fark edilmeye başlar.

Bizim coğrafi durumumuz bakımından Orta Doğu memleketleri ve komşu-larımız tesire sahip olduğu gibi, dünya barışının kontrolünde başlıca güçlü devletler olarak Birleşik Amerika ve Sovyetler Birliği’nin tutumları, bizi yakından ilgilendirir.

Birleşik Amerika ile olan ilişkilerimizde, kaçırılan dört Amerikalı’nın durumu bahis konusu idi. Bu buhran esnasında Birleşik Amerika’nın tutumunda bir nokta dikkatimi çekti. Türkiye’nin iç politika bakımından dermansız kalması, arzu edilir değil idi. Askerlerinin hayat tehlikeleri bahis mevzuu olduğu zamanda dahi, Türkiye’yi, Türk idaresini itham eder bir vaziyet alınmadı, bilakis askerlerin kurtulması için hükûmetçe, siyasî partilerce ve halkça takınılan tutumda serin kanlı olmayı bildiler.

Temaslarımdan anlıyorum ki askerî müdahale ile yeni idarenin ne şekil alacağı belli olmadan Türkiye ile Birleşik Amerika arasındaki münasebet bozulur mu diye bir endişeli istiğfam [istignâ’?] karşısında kalıyoruz. Bizim siyasetimizde, düşmanlık politikası gütmemek esastır. Politikamızı böyle ilân etmişizdir, binaenaleyh bu sarsıntılardan Türk-Amerikan münasebeti müteessir olmayacaktır. Bunu bir muhalefet lideri olarak söylediğim zaman, memnunlukla karşıladıklarını görüyorum.

Sovyetler Birliği tarafına da teşhis koymak imkânını buldum.

Son iç buhranımız sırasında Sovyetler Birliği de çok dikkatli bulundu. Memleketin zıddına gidecek her gösteriden sakınır haldedirler. İki gün önce, 1921 yılında Türkiye ile Sovyetler Birliği arasında imzalanmış bulunan dostluk ve saldırmazlık paktının 50. yıldönümü münasebetiyle, Sovyetler Birliği sefaretinde bir merasim yapılmıştı. Bu vesile ile aramızdaki görüşmelerimizden benim anladığım şudur: Türkiye’de henüz belli olmayan yeni idare kurulduğu zaman, Sovyet Rusya ile aleyhtarı bir hükûmet manzarasıyla karşılaşacaklar mıdır? Yani, iç politika çalkantıları durulduğu zaman, Sovyet Rusya ile başla-mış olan iyi ilişki havası bozulacak mıdır? Gerginlik ve düşmanlık havasına yeniden girilecek midir? Bu endişeleri kendilerinde gördüm. Bu demektir ki, Türkiye ile iyi münasebet havası, iyi ilişkilerin devam etmesi, yaşayan bir politika olarak devam etmektedir.

Ben, dilimin döndüğü kadar teskin edici cevaplar verdim “Buhranı halle-dinceye kadar bu iyi münasebetlerimizi bozacak herhangi bir olay sizden gelmezse, iyi ilişkiler devam edip gidecektir” tarzında muhalefet lideri olarak teminat vermeye çalıştım.

Netice olarak, Sovyetler Birliği ile Birleşik Amerika’nın, Türkiye ile müna-sebetleri bakımından güç bir duruma, arzu edilmeyen bir duruma düşme ihtimalî görülmüyor.

Hâdise, münhasıran iç politikamızda istikrara ve huzura varacak bir idare tarzını kurmaktır.

Hükûmet kurulması konusunda, memleketi boşlukta bırakmaya niyetimiz yoktur.”

(…)

Öte yandan sabahki toplantıdan sonra (...) İnönü şunları söylemiştir:

“Sayın Cumhurbaşkanının temasları henüz devam ettiği için, O’na faydalı olmayacak açıklamalar yapmak doğru değildir.

Sayın Cumhurbaşkanı bugün de temaslarına devam edecek, yarın yeni Başbakanı kabineyi kurmakla görevlendirecektir.

Partilerden kurulacak hükûmete, partilerin yardımcı olmasını istiyor.

Öte yandan ordunun, milletin başlıca dayanağı ve içinde ihtilâflar olmayan sağlam bir hale gelmesini temine çalışmaktadır.”

 

 

 

 

CHP Ortak Grup Toplantısında Yeni Hükümet Kuruluşu ve Genel Sekreter Bülent Ecevit’in İstifası Üzerine Yapılan Konuşma [77]

Sevgili arkadaşlarım,

İçinde bulunduğumuz durumun özelliği vardır. Bir askerî müdahale vâki olmuştur. Bir an önce, bu müdahaleden kurtulup, demokratik rejimin muhafa-zası için intikâl hükûmetini kurmamız söz konusudur. Bu kurulacak hükûmet, anarşik hareketleri önleyecek ve ciddî reformları yapacak nitelikte görülüyor.

Tarafsız Başbakan, tanıdığımız bir arkadaşımızdır. Uzun zaman siyaset hayatında bulunmuş, bir siyaset adamımızdır. Başbakanın tecrübesi ve ehliyeti bulunduğu bir gerçektir.

Kurulacak hükûmete partiler yardım edeceklerdir. Nasıl edecekler? Bu yardımın şeklini, Cumhurbaşkanımızın mesajında açıkça görüyoruz. Ciddî olan durum, bizim bir an önce demokratik rejime geçmek arzusudur. Bu arzunun gerçekleşebilmesi memleketimizde yerleşmiş, anarşik havayı önleyecek intikâl hükûmetinin kurulmasına lüzum görülmektedir. Aksi takdirde, kumandanlar idareye el koyacaklarını söylüyorlar.

Cumhuriyet Halk Partisi’nden, Başbakan, kuracağı hükûmete bakan almak isterse verecek miyiz vermeyecek miyiz? Biz, Cumhuriyet Halk Partisi’ne mensup milletvekili senatör ve bunların dışında bir partili üyemiz ile Başbakan çalışmak isterse bunu meneder bir tutum içinde bulunmayalım. Uzun boylu düşündükten sonra Başbakanın Cumhuriyet Halk Partisi’nden kabinesine alacağı insanları, kendileriyle görüşerek kabul etmeyi doğru buluyoruz. Bu, esasında bir koalisyona katılmak değildir. Burada parti olarak mesuliyet almış sayılmayız. Çünkü, kurulacak hükûmetin programını bilmiyoruz. Bu duruma göre kurulacak hükûmete güvenoyu vermemiz, denetlememiz hiçbir kayda tâbi değildir. Nasıl Başbakan, hükûmeti teşkil etmek için hiçbir kayda bağlı değilse, biz de güvenoyu vermekte bir kayda bağlı değiliz. Programını göreceğiz, ona göre hareket edip fikrimizi söyleyeceğiz. Bu kayıtlar altında, partimizden Başbakanın kabine üyesi almasını kabul ve vaat ediyoruz.

İhtilâfımız Genel Sekreter Bülent Ecevit ile bu noktada doğmuştur. Kurula-cak kabineye kimse iştirak etmesin dediler. Hiç kimse hükûmete yardım etmezse, bu hükûmetin teşkili ve başarısı güç olur.

Biz ne istiyoruz? İntikâl devresini tamamlayacak bir hükûmet mi, yoksa askerî müdahalenin uzamasını mı? Genel Merkez, hükûmet teşkil eder veya etmez. Bizi ilgilendirmez dedi. Ben bu fikre iştirak etmedim. Hattâ, Meclis Gruplarının fikri alınmadan, böyle kesin bir fikre ve karara karşı çıktım. Biz karar almadık, görüşümüzü bildirdik dediler. Genel Sekreter Ecevit de bu konunun asıl görüşülecek organın Meclis Grupları olduğunu kabul etti.

Bülent Ecevit’in partimize değerli hizmetleri olmuştur. Bundan sonra da aramızda siyaset adamı olarak vazifelerine devam edecektir.

 

 

 

 

Bülent Ecevit’in İstifası ve Yeni Hükümet Üzerine Ankara Televizyonu ile Yapılan Söyleşi[78]

Soru–Bülent Ecevit son gelişmeleri CHP’nin Ortanın Solu kanadına karşı bir darbe şeklinde nitelemektedir. Genel Sekreterin istifa gerekçesi hakkında ne dersiniz?

Cevap–Bu gelişmeleri Sayın Ecevit’in söylediği gibi bizim Ortanın solu politikasına karşı bir darbe mahiyetinde olması mübalâğalı bir görüştür kanısındayım. Muhtırada ve etraflı neşriyatta askerî müdahale ihtiyacının sebepleri etrafıyla söylenmektedir, daha ziyade bunlar üzerinde durmak lâzımdır.

Soru–CHP tarafından benimsenen ve son Kurultayda tarafınızdan destek gören Ortanın Solu ilkelerinden bugünkü istifalardan sonra bir dönüş, bir değişiklik söz konusu mudur?

Cevap–Ortanın Solu politikası benim tarafımdan ilân olunmuştur. Ben bunu ekonomik ve sosyal bir ihtiyaç olarak kamuoyuna ve partililere söylediğim zaman bugünkü Ortanın Solu etrafından teşekkül etmiş olan çekirdekler yoktu. Bülent Ecevit de daha vazifeye başlamamıştı. Onun için Ortanın Solu eski ve doğru bir kanaat tarzıdır, devam edecektir.

Soru–Bugün CHP Genel Merkezi önünde olaylar oldu. Belki duydunuz. Bu olayları nasıl karşılıyorsunuz? Parti parçalanma tehlikesiyle karşı karşıya mıdır?

Cevap–CHP’yi zayıf düşürmek için fırsat düştükçe birçok teşebbüsler yapılacaktır. Sosyal Demokrasi Derneklerinin hareketleri anlaşılmaz bir şeydir. Aramızda ihtilâf çıktı ve münakaşa halindeyiz diye daha ziyade benim noktainazarımı benimsemeyenlerin bir gayreti gibi görünüyor. Fakat tabiî sayıyorum. Fikrimizi tâkip ederiz.

Soru– Grubunuz Nihat Erim başkanlığındaki yeni hükûmeti desteklemek kararı aldı. Bu grup kararının gerekçesini izah eder misiniz?

Cevap– Gerekçe basit. Bir askerî müdahale var. Bundan kurtulacak, bu müdahâleleri daha ileri götürmemek için bir hükûmetin muayyen işler yapmasını istiyorlar. Biz de bu hükûmetin kurulmasına yardım etmek ve demokratik rejimin bir an evvel kurulmasını sağlamak istiyoruz. Gerekçe budur.

 

 

 

 

Bülent Ecevit’in İstifa Nedeniyle Yaptığı Veda Ziyaretinin Ardından Söyledikleri[79]

“Veda etmek için geldi Bülent. 24 saatte üzüntümüz yatıştı. Politik hayatın cilvelerindendir. Dostluğumuz beraber, aynı kanaatlerle memlekete hizmet etmek şevkiyle beraberiz. Vaziyet bundan ibaret.”

İsmet İnönü bir soru üzerine de,

“Partimizde birlik ve beraberlik eskiden olduğu gibi devam edecektir.”

 

 

 

 

CHP PM Toplantısında Bülent Ecevit’in İstifası, SDDF’lilerin Bir İthamı ve PM’nin Boş Üyelikleri Seçimine İlişkin Yapılan Konuşma[80]

CHP Genel Başkanı İsmet İnönü ancak saat 11.50’de Genel Merkeze gele-bildiği için saat 11’de başlaması gereken Parti Meclisi toplantısı geç açılmış, İnönü, içeriye girerken, gazetecilerin “Olağanüstü bir kurultayın bâhis konusu olup olmadığı” yolundaki bir sorusuna “Olağanüstü kurultayı gerektirecek bir durum yok, bugün sadece seçimleri yapacağız” demiştir. Daha önce genel merkeze gelen Ecevit ise “görüşünde ısrar edip etmediğini” soran gazetecilere, “Görüş ayrılığımız devam ediyor, görev almayacağım” demiştir.

İnönü Parti Meclisine geldiği zaman Ecevit’in de orada olduğunu görünce, “Oo, hoşgeldin, gelmeyecektin?” diye Ecevit’e takılmıştır. İstifa eden merkez yönetim kurulunun bir üyesi Orhan Birgit tek başına Genel Başkanın yanına oturmuştur. İnönü muhtıra, Cumhurbaşkanının mektubu, kabine teşkili ve son olayları kapsayan bir konuşma yaptıktan sonra, “Şimdi Genel Sekreter Ecevit’in istifasına geleceğim. Bu istifa benim için bir emrivâki oldu. Kendisi istifayı Genel Başkana bildirmeden kamuoyuna açıkladı, ben basından öğrendim. Grupta ara verilip Genel Sekreterin arkadaşlarıyla gelmelerini istediğim, beklediğim sıra istifasını gazetecilere açıkladı. Zaten ben bu istifayı almaya hazırlanmıştım.”

İnönü, Genel Sekreter Yardımcısı Besim Üstünel’in kendisini ziyaret etti-ğini, Ecevit’in istifasından söz ettiğine değindikten sonra sözlerine şöyle devam etmiştir:

“Ne istiyorsunuz? Ruhî sebeplerle, hissi sebeplerle istifa ediyor. Bırakın git-sin. Ecevit hükûmetteyken de haftada bir bana istifasını getirdi. Şimdiye kadar Genel Sekreter olarak kendisiyle 50 defa bu ihtilâfa düştüğümüz oldu. Gerçi olayların ilk gününde aramızda ihtilâf vardı. Fakat bana istifa edeceğine dair hiçbir şey söylemedi. Niyetli de görülmüyordu. Şimdi istifa ediyor.”

İnönü daha sonra son günlerde çeşitli gösterilerde bulunan ve bu gösteri-lerini CHP’ye yönelten ve CHP’nin bir yan kuruluşu olan SDDF’den bahsetmiş, sinirli bir şekilde, “Bunlar da kim oluyor? İşittim ki, benim için de ileri geri konuşmuşlar. Bugün de marifet hazırlamıştır. Onun için ben de polissiz geldim. Polise emir vermedim. Hani nerdeler?” demiştir.

Parti Meclisinin gençlik temsilcisi Nail Gürman söz almış, üyelerin İnö-nü’ye karşı büyük bir sadakatle bağlı olduğunu, yapılan hareketlerin İnönü’ye karşı olmadığını söylerken İnönü, müdahale etmiş, “Dur, dur şimdi sana bir şey soracağım, Genel Başkanla Genel Sekreter arasında bir ihtilâf olmuştur. Genel Sekreter ve Merkez Yönetim Kurulu istifa etmiştir. Şimdi senin istifa etmiş [olman], Ecevit’te olmanız, bazı hareketler yapmanız, Genel Başkana karşı gelmek değil midir?” demiştir. İnönü, gençlerin bu işe karışmamasını, bunun bir parti içi meselesi olduğunu sözlerine eklemiştir.

Sinirli bir şekilde bulunan Ecevit, “Paşam müsaade ederseniz ben ayrılıyo-rum. Benimle ilgili konuşmalar olabilir, müsaade ederseniz ben gideyim” demiş ve kapıya geldiği sırada İnönü, Ecevit’e, “Dur, nereye gidiyorsun?” diye seslenmiştir. Bunun üzerine eski Genel Sekreter geri dönmüş, yerine oturmuş ve bilâhare söz istemiştir. Ecevit “Paşam ben sizin karşınıza çıkmak için değil, sizin karşınızdan çekilmek için istifa ettim” demiştir. Ecevit, daha sonra toplantıyı terk etmiştir.

Bütün bu konuşmalar geçerken Parti Meclisinde büyük bir sessizlik dikkati çekmiştir. Verilen bir önerge ile Parti Meclisinde açık bulunan 4 boş üyelik için seçim yapılması istenmiş ancak istifa eden bazı Merkez Yönetim Kurulu üyelerinin bu önerisi İnönü tarafından kabul edilmemiş, İnönü “Hayır bugün sadece Genel Sekreter ve Merkez Yönetim Kurulunu seçtireceğim” sözleriyle reddetmiştir.

Bu arada bazı üyeler “Paşa adayını bildirsin” şeklindeki sözleri üzerine İnönü, ne söylendiğini yanındakilere sormuş bilahare sert bir şekilde, “Benim bir adayım vardı, fakat şimdi pörsütülmemesi için isim bildirmeyeceğim. Bu heyetin temayülünü öğrenmek istiyorum. Adayınızı bildirin seçime gideceğim” demiştir.

(…)

Seçim sonuçları belli olduktan sonra, İnönü, “Düşünün, taşının adaylarınızı tespit edin. Bunun için toplantıyı saat 18’e erteliyorum” demiştir.

[Tamamlayıcı haber]

Eski Genel Sekreter Bülent Ecevit’in de hazır bulunduğu toplantıyı kısa bir konuşma ile açan İnönü, Ecevit’in Genel Sekreterliği zamanında partiye büyük hizmetler yaptığını belirtmiş ve kendisini çeşitli alanlarda çalışma imkânlarının beklediğini ifade etmiştir.

(...)

Boş çıkan 11 oy için Genel Başkan İnönü, bu oyların olumsuz bir anlam taşımadığını nasıl olsa Bakşık’ın seçileceğine kesin olarak bakıldığı için bu şekilde davranıldığını ifade etmiş ve Şeref Bakşık’ı yanına çağırarak kutla-mıştır. İnönü bu arada şunları söylemiştir:

“Şeref Bakşık yürekten saydığım bir arkadaşımızdır. Muvaffak olacaktır. Yeni Genel Sekreterin önünde büyük işler vardır. Bunların en önemlisi Meclis Grupları ile Merkez Yönetim Kurulu arasındaki çalışmaların ahenk içinde ve süratle devamını sağlamaktır.

Meclis Grupları ile Merkez Yönetim Kurulu ve parti teşkilâtı ahenk içinde çalışacaktır.

İkinci mesele olarak Bülent Ecevit’le benim aramdaki, bir konuya münhasır ihtilâfın parti içinde ciddî bir mesele imiş gibi telâkki edilmesine asla müsaade etmeyecektir.

Bundan sonra parti merkez yönetiminin karşı karşıya bulunduğu büyük zorluk malî meselemizdir. Bunun da partiye kayıtlı üyelerimize ödentilerini düzenli olarak vermeleri alışkanlığını kazandırarak halledilebileceğini sanıyorum. Çeşitli reformlarını programına almış olan bir partinin sermaye çevrelerinden yardım görmesi mümkün değildir. İş adamları hiçbir yardımı kendi siyasî ve malî vaziyetlerinin zarar göreceği bir istikamette yapmazlar. Hülâsa güç bir durum malî vaziyetimizdir. Maruzatım bundan ibarettir.”

(...) Gençlere Lozan hatıralarını anlatan İnönü, salondan ayrılırken “Dumanlı ve karamsar geldim, ferah gidiyorum” demiştir.

 

 

 

 

Bülent Ecevit’in Genel Sekreterlikten İstifası Dolayısıyla CHP Örgütüne Gönderilen Genelge[81]

Sayın Bülent Ecevit’in bir görüşte ayrılık yüzünden ayrılması olayını bili-yorsunuz. Sayın Bülent Ecevit veda ederken belki yanılmışımdır ancak yanıl-mamış olduğuma hâlâ inanıyorum, “Ayrılmam zarurî idi” dedi. Ciddî vazife sahipleri arasında ve yakın dostlar arasında fikir ayrılıklarından ayrılmalar olması, bir büyük medenî cemiyette ve CHP gibi çok tecrübe görmüş ve memlekete daha çok hizmetler etmeğe aday olan partide vakit vakit böyle münakaşalar olacak ve geçecektir.

Azizliği seven yakın ve uzak dostların tahminlerine ve beklemelerine rağmen yeni Merkez Yönetim Kurulunun kurulması, ahenk içinde ve ayrılık olmaksızın tahakkuk etmiştir. Şimdiki tarafsız hükûmette ve gelecek geçimlerde Partimize önemli vazifeler düşmektedir. Birbirimizle yürekten yakınlığımızı muhafaza ediyoruz. Teşkilâtın huzur içinde büyük vazifeler için hazırlanmasını isterim. Merkez Yönetim Kurulu ile Meclis Grupları arasında içten bir işbirliği devam edecektir.

Bülent Bey arkadaşım ve diğer sorumluluktan ayrılan arkadaşlarım Parti içinde canlı ve kararlı olarak vazifelerine devam edeceklerdir. En önemli konu, milletvekilleri ve teşkilât arasında tam bir emniyetin hüküm sürmesidir. Memleketin geçirmekte olduğu büyük bunalımda CHP, tabiatıyla hükûmet sorumluluğunda olmaksızın, memleket sorumluluğunda, milletimizin demokratik rejim içinde, millet hayatının selâmet ve emniyet içinde yaşamasını sağlamaya muvaffak olacaktır.

Arkadaşlarıma bu tafsilatı verirken Parti içindeki bunalımın bitmiş olduğunu haber veriyorum. Şimdi büyük mesele memleketin içinde bulunduğu bunalımın huzur ve selâmet içinde nihayete ermesidir. Bunun için elimizden gelen hizmeti ve yardımı ifa etmeğe dikkat edeceğiz.

Bu seçim münasebetiyle Merkez Yönetim Kurulu görevinden ayrılmış arkadaşlara teşekkürlerimi ifade etmeyi borç bilirim.

Saygılar sunarım.

 

 

 

 

Başbakan Nihat Erimi’i Kutlama Ziyaretinde..[82]

(...) Erim, makam odasında kendi yerini İnönü’ye vermek istemişse de, İnönü koltuklardan birinde oturmakta ısrar ederek “Siz kendi yerinizde oturunuz” karşılığını vermiştir.

İnönü daha sonra Erim’e “Sizi tebrik etmeye geldim” demiştir. Erim İnönü’-nün bu sözlerine “Lütfettiniz, zahmet ettiniz” karşılığını vermiştir.

(...)

İnönü gazetecilerin sorularına karşılık, “Sadece kendisini tebrik ettim” demiştir.

 

 

 

 

31 Mart Ayaklanmasına İlişkin Televizyon Konuşması[83]

Rumeli’de bulunan 2. ve 3. Ordu, İstanbul ihtilâlini, İstanbul’da patlayan irticai hareketi üzüntü ile haber aldılar. 3. Ordu kumandanlığı erkânı harbiyesi 2. Ordu erkânı harbiyesi ile temasa geçti. Müşterek bir kuvveti aralarında kararlaş-tırdılar. Büyük kuvvet 3. Ordudandı. Edirne’den hareket eden bir mürettep tümen Hareket Ordusu’nun takriben yarısını teşkil ediyordu. İstanbul’da isyan etmiş ve devletin bütün ana müesseselerine el koymuş olan askerî ihtilâl komitelerine karşı bir sefer açma zarurî görülmüştü.

Hareket Ordusu adı verilen Selanik ve onun efradından, Edirne’den tertip edi-len ordu muntazaman sevk edilerek İstanbul kapılarında bir yığınak yapıldı. Orduya Mahmut Şevket Paşa  kumanda ediyordu. Her iki ordunun tümen komu-tanları vardı. 2. Ordudan Şevket Turgut Paşa mürettep fırkaya kumandanlık ediyordu. Bu ordular İstanbul civarında toplandıktan sonra şehri muhtelif konum-lardan işgal etmeye başladılar. İşgal eden kuvvet (31 Martta isyan edenler) büyük bir kıtayı sevki idare edecek insandan ve teşkilâttan mahrum bir kalabalık halindeydi. Bununla beraber başlarında bulunan çavuşlar kendilerinin sevki idare edeceği bir muharebe tarzını çok maharetli bulmuşlardı. Beyoğlu’ndaki Taksim kışlası ve diğer askerî kışlalara kapandılar. Zaten taştan kuvvetli olarak yapılmış bu binalarda silâh ve cephane hazırlığını yapmışlardı. Sonuna kadar müdafaa ettiler.

Taksim kışlası ve Gümüşsuyu kışlasında muharebeler oldu. Kanlı muhare-beler oldu. Çok inatçı idiler ve fedakârca çarpıştılar. Nihayet bu kışlalara top ateşi ve süngü hücumu ile zorla girildi. Müdafaa edenlerin kaçabileni kaçtı, bulunanlar yakalandılar. Başlarında bulunan ve başlıca isyan ve irticaı hazırlayan, dış elemanlarla temasta ve tertipte bulunan insanlarla ele geçtiler.

Bir günlük muharebeden sonra İstanbul’a, Rumeli’den gelen Hareket Ordusu tamamı ile hâkim oldu. Yeşilköy’de Hareket Ordusu karargâhı vardı. Asiler bir iki gün içinde tutulabildi. Padişahın halline karar verdiler. Yeni hükümdar seçildi. Askerî kısım sefer kısmı bu surette bitmiş oldu.

Meşrutiyetin ilânından sonra bir seneden beri büyük emeklerle çalışıp bir manevra tecrübesi geçirmiş olan Birinci Ordu bu hareketin sonunda tamamı ile tahrip edilmiş oldu. Bu isyanın ilk neticesi Birinci Ordunun, büyük bir kuvvetin memleket sathından düşmesi oldu. Bundan sonra Hareket Ordusunun kurduğu hükûmetler iş başına geldiler. Biz daha 1908 ihtilâlindeyken, bütün genç subaylar, ihtilâlin üstüne gitmiş olan aklı başında erkânı harp zabitleri herkes bir dış seferin, Balkan Seferi’nin çok erken olduğu kanaatinde idik. Bütün ihtilâlin her safha-sında herkesi, askerî ve sivilleri o zamana kadar görülmemiş bir siyasal taşkın-lığın tesirine kapıldığı bir zamanda mahdut miktarda erkânı harp subayları bir dış seferin tehdidi altında bulunduğumuzu daima gözönünde tutmaya çalışırdık.

 

 

 

 

İkinci İnönü Zaferinin 50. Yıldönümü Dolayısıyla İnönü Bucağı Kutlama Komitesine Gönderilen Mesaj[84]

II. İnönü Zaferi’ni kutlamanızda beni hatırlamanız âlicenap duygularınızın eseridir.

İnönü Savaşında canlarını vermiş olanları minnetle anmamız borcumuzdur.

Komitenize çok duygulu olarak tebriklerimi sunarım.

 

 

 

 

İkinci İnönü Zaferinin 50. Yıldönümü Dolayısıyla CHP MYK Üyeleri ve Başbakan Nihat Erim’in Ziyaretinde Söyledikleri[85]

(...) İsmet İnönü, Zafer dolayısıyla intibalarını soran gazetecilere şunları söylemiştir:

“Arkadaşlarım lütfettiler, Zafer gününü kutlamak için geldiler. Minnettarım kendilerine. Cumhurbaşkanı’ndan da çok alicenap ve lütufkâr bir tebrik telgrafı aldım. Bir bakıma geçen haftaki havadislerden bahsediyor gibi oluyoruz. Meğer 50 sene geçmiş… Sizin 50 sene sonranız de böyle olacak, bugünkü gibi hatırlayacaksınız. Teşekkür ederim arkadaşlar. Alâka gösterdiniz.”

İsmet İnönü, 50 yıl önceki zaferle ilgili bir anısını anlatmasını isteyen gazetecilere şunları söylemiştir:

“50 yıl önceki hatırayı geçen haftaki hatıra gibi bahsettim size. Bundan kuvvetli hatıra ister misiniz? İkinci İnönü Zaferi hayatımda geçirdiğim buhranların en önemlilerinden biridir. Metristepe üzerinden muharebenin neticesini Büyük Atatürk’e yazmıştım. Ve O’ndan çok lütufkar bir cevap almıştım. Bu gün daha kuvvetli bir hatıra beni işgal etmiyor.”

[Başbakan Nihat Erim’le yapılan sohbet]

(...)

Bu sırada bir başka odada Japon Büyükelçisi ile konuşmakta olan İnönü, Erim’in geldiği kendisine haber verilince hemen salona gelmiş, Başbakana “Sizi beklettim mi?” diye sormuştur. Erim “Ben de iki dakika önce gelmiştim Paşam. Sizi İkinci İnönü Zaferinin 50’nci yıldönümü dolayısıyla tebrike geldim. Türkiye sizin sayenizde bugünlere ulaştı” demiştir.

İnönü ile Erim arasında şu konuşma geçmiştir:

İnönü: Japon Büyükelçisine Toprak Reformunu nasıl yaptıklarını sordum. İkinci Dünya Savaşından sonra yapmışlar. Her çiftçiye 10 dönüm arazi vermiş-ler, böyle halletmişler..”

Erim: Paşam.. Onların arazisi volkanik bölge.. Bizim şartlarımıza pek uygun düşeceğini sanmıyorum. Bizim için 10 dönüm arazi bahçe sayılır..

İnönü: Hayvancılığı nasıl hallettiklerini de sordum. Hayvancılık yokmuş. Keşke yakın olsalar da biraz hayvan satsak onlara..

Başbakan Erim, bu sohbetten sonra yalnız kalmak istediklerini ima etmiş, bunun üzerine gazeteciler salondan ayrılmışlardır. Bu sırada İnönü:

“Sayın Başbakan pek lütufkâr davrandı. Beni ihya etti” demiştir. (...)

Başbakan Nihat Erim’in İnönü ile yaptığı görüşme 50 dakika sürmüş, görüşmeden sonra gazetecilerin sorularını cevaplandıran CHP Genel Başkanı, “Hükûmete güvenoyu vermemiz tabiî görünüyor” demiştir.

(...)

Başbakan Erim’in Pembe Köşkten ayrılmasından sonra görüşmeyi tâkip eden gazetecilere dönen İnönü, Erim’in kendisine program hakkında kısa bir bilgi verdiğini, Başbakanın bu akşam (dün) Cumhurbaşkanı Sunay’ı da ziyaret edeceğini ve programın ondan sonra kesinleşeceğini söylemiştir.

Yarın (bugün) Mecliste okunacak olan hükûmet programı ile ilgili olarak Erim ile bir daha görüşmesinin söz konusu olmadığını bir soru üzerine söyleyen İnönü “Sayın Erim’in size bugün ana hatlarıyla bilgi verdiği hükûmet programını destekleyecek misiniz. Yani hükûmete güvenoyu verecek misiniz?” şeklindeki soruya da şu karşılığı vermiştir:

“Güvenoyu vereceğiz inşallah. Aldığım haberlere göre program çok olumlu olacak. Onu kolaylaştırmak bizim için vazife olacak. Onun için güvenoyu vermemiz tabiî görünüyor.”

 

 

 

 

İkinci İnönü Zaferinin 50. Yıldönümü Dolayısıyla Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’ın Mesajına Verilen Yanıt[86]

Sayın Cumhurbaşkanı, II. İnönü Zaferi’nin yıldönümü münasebetiyle lütfet-tiğiniz yazıyı saygı ile ve dikkatle okudum.

Âlicenap takdir sözleriniz çok teşvik edici ve yüce varlığınızın delili olan ifadelerdir.

Bu münasebetle söyledikleriniz, yaşayan gazilere gurur verecektir. Şehitlerine minnetlerimiz artacaktır.

Derin saygılarımı sunarım, Sayın Cumhurbaşkanı.

 

 

 

 

Hükümet Programı Üzerine THA Muhabirine Söyledikleri[87]

CHP Genel Başkanı İnönü programın okunmasından sonra Meclis kulisinde THA muhabirinin “Programı nasıl buldunuz Paşam?” şeklindeki sorusuna, “Mükemmel program” karşılığını vermiştir.

İnönü, bu konudaki ısrarlı soruya karşılık şöyle demiştir:

“Mükemmel program dedim. Daha ne diyeyim, Pazartesi günü Mecliste görüşülecek. Çok iyi tesir yapan esaslı meselelerin hepsine dokunmuşlar.”

 

 

 

 

CHP Ortak Grup Toplantısında Bülent Ecevit’in Konuşması, 12 Mart, 27 Mayıs ve Demokratik Rejim Üzerine Yapılan Konuşma[88]

“Sevgili arkadaşlarım,

Burada birbirimizden ayrı, farklı olan bütün fikirleri serbestçe konuşacağız. Serbestçe karar vereceğiz. Fakat sayın Ecevit’in beyanatını benden evvel AP’lilere vermişler. Onlar benden önce okumuşlardır. Ecevit’in hakkı var mı bunu yapmaya? Gelsin burada hesap versin.

Ben hiçbir zaman bir araya gelmeye niyetli olmayan insanları birlikte çalıştırmak için durmuyorum içinizde. Bunu yaparım ben. Buna muvaffak olacağım. Zamanında Turhan Feyzioğlu böyle yapıyordu. O yanlış yaptı.”

İnönü, daha sonra ikinci bir konuşma yaparak şunları söylemiştir:

“Sayın arkadaşlar,

Önemli bir toplantı yapıyoruz. Bugün konuşmalar tahminin üstüne çıktı. Bülent’in böyle bir konuşma yapacağını bilmiyordum. Daha evvel, Merkez Yönetim Kurulu toplantısında ve Grup Yönetim Kurulu toplantısında aykırı fikirleri olduğunu gördüm, işittim. İknaa çalıştım. Bülent Ecevit arkadaşım fikrinde ısrar ediyor. Hürmet ederiz. Dikkatle dinledik. Eleştirisini yaptı. Dışarıda gazeteciler bunu elde etmiş, kendisi vermiş,. “Ben verdim” dedi. Ulus’da neşre hazırlamışlar, “Ulus’a gücüm yetiyor henüz” dedim. Neşretmesin dedim. Daha ben konuşmadım. Daha evvel grup adına bir propaganda yapıl-masını kabul etmem.

Bir askerî müdahale oldu. Mevcut hükûmeti istifaya mecbur etti. Bu bir askerî müdahaledir. Sivil usul değildir. Kabul edeceğimiz bir husus değildir. Kabul etmeyeceğimiz bir husustur.

Demokratik rejim kendi usulleri içinde işlesin. Çok çile çektik. Milletin bünyesinde bu yolda çektiğimiz çilenin hesabı büyüktür. Son devrine geldik. Bir tekâmül devri geçiriyoruz. Çektiğimiz güçlükleri bir ölçüde normal alıyorum. Tahammülü[m]n artıyor. Bir müdahale oldu. Fakat 1960’daki gibi olmadı. 1960’da müdahale ettiler. Partileri kaldırdılar. Yeni bir Anayasa yaptılar. Kendilerini kanunla kontrol altına aldılar. Bir an önce demokratik rejime çevireceğiz dediler. Bunu senet ittihaz ettik. Askerî idare ikiye bölündü. İktidarda kalanlar seçimle demokratik rejimi getirmeye sadık kaldılar. Seçimler oldu. Netice demokratik rejimi ve 1960 ihtilâlini teyit edecek mahiyette çıkmadı. Askerler tekrar toplandılar. Bu iktidar Anayasayı Meclis huzuruna getiremez, dediler. Biz demokratik rejim şimdi kendi güçlüklerini kendi içinde yener dedik. Kani olmuş göründüler, sözümüz geçti. Bunu onların iyi niyetine vermek lâzım. Meclisin açılmasını serbest bıraktılar.

Bana Başvekilliği teklif ettiler, AP ile temas ettim. Bir demokratik çare bul-maya çalıştım. AP o günkü kuruluşu ile 27 Mayıs’ın karşısında görünüyordu. CHP’ye karşı olanlar da şahsen bana karşı olanlar da Mecliste bulunuyorlardı. Buna rağmen AP’nin grup toplantısına gittim. Demokratik rejime gitmenin faydasını anlattım. Bir tecrübe edelim dedim. İstemediğimiz zaman hükûmeti düşürmek elimizdedir dedim, onları ikna ettim. Koalisyonu kurduk. O koalisyon, bilhassa af sebebiyle dağıldı. Diğer partilerle de koalisyon yaptım. Onlarla da bir müddet iktidar yaptık. Bu da hükûmeti havada bırakmak için benim Başbakan olarak, Amerika’da bulunduğum ve Kıbrıs meselesini görüşeceğim zamanı intiham [zaman intihâ’?] etti. Koalisyon üyeleri istifa etmek niyetinde olduklarını söylediler. Bütün bunlarla koalisyonun güç teşekkül ettiğini bilirim.

Şimdi yeni bir askerî müdahale oldu. Ondan önce askerî ayaklanmalar oldu. 22 Şubat olayı biz koalisyonda iken Ankara ve etrafında ne kadar kuvvet varsa, hepsi asilerle birleşmiş olduklarını ifade ettiler. Hepsini göze aldım. Genelkurmaya gittim. Bir şey istemiyorum, bu binayı müdafaa edin dedim. Hükûmet Hava Kuvvetlerinde toplanmıştı. Biz de burayı müdafaa edeceğiz. Gerekirse canımızı veririz dedim. Kan dökmeden giderlerse, Divan-ı Harbe vermeyeceğim, fakat hepsini yarın tekaüt edeceğim dedim. Beyanatımı şifahi verdim. Bakanlar Kurulu kararına da bağladım. Tekaüt etme sözünü söyleme dediler. Emeklilik cezai takibat değildir. Daha sonra onların da bu şekilde telâkki ettiklerini öğrendim. 21 Mayıs enteresandır. Emekliye ayrılmış olan Aydemir etrafında bir çok kıtalar toplanmıştı. Onu bertaraf etmek, bugünkü Cumhurbaşkanı o zaman Genelkurmay Başkanı idi, 21 Mayıs’tan kurtulduk, onların metanet ve cesaretleriyle 21 Mayıs’tan kurtulduk. Bundan sonra AP’de artık asker kışlasına girmiş kanaati uyandı, bizim çekilmemiz için her marifeti yaptılar, çekildik. Kıbrıs meselesi patlamış idi. Buhranı geçirmiş olduk.

Üçüncü koalisyona hangi partiyi çağırdımsa, kimse yanaşmak istemiyordu. Yalnız CHP ve Bağımsızlardan bir kabine kuruldu. Meclis tuttuğu müddetçe görev yaptık. Demokratik rejim için bu imtihanları verdik.

Şimdi bu son askerî müdahaleden evvelki memleketin halini düşünün: Öğrenciler zaptolunmuyor. Özerklik var diye, bir yere girilmiyor. Öğrenciler ikiye ayrılmış, hükûmet bocalayıp duruyor. Memlekette asayiş yok. Hükûmet Yargıtay Başkanının cenazesini kafir ilân eden irticadan çekiniyor, Bir memleketin münevverleri ıstırap içinde bulunurken, ordu ile kurulmuş bir Cumhuriyet, ordu ile yaratılmış, ordunun vatanseverliği dillere destan olmuş, onlarda da huzur kalmamış. Birgün altı üstüne gelmesin diye, birgün Kumandanlar teşebbüsü ele aldılar. Muhtıra hazırladılar. İlân edilince menfî karşıladım. Demokratik rejimde müdahale yanlıştır dedim. Buna rağmen ordu, yeni bir hükûmet kurulsun, bu reformları yapan bir hükûmet olsun dediler. Böyle bir intikâl hükûmetini tedbir olarak ele aldılar. Bu hükûmet Nihat Erim hükûmetidir. Konuştuğumuz zaman Cumhurbaşkanı bağımsız bir üyeyi başbakan yapacağım diyordu. Demokratik rejimi müdafaa ettik. Nihayet Erim hükûmeti kombinezonunu buldular. Partiden ayrılmasını şart koştular. Bana geldi, sordu, “Bu işte faydalı olursun, fakat partiden ayrılmanız hakkında size bir nasihat verecek değilim, buna kendiniz karar veriniz”. Sonra bir şey söyleyeyim: Nihat Erim, parti içinde de, grup içinde de kendilerine hiçbir ikbal göremeyecek kadar bedbin olmuş insanlardan biridir. Kendilerini tuttum. Taarruz pençesinden kurtarmaya çalıştım. Başka bir şey yapmadım. Bunların isimlerini verdiler. “Gidecek misiniz?” dedim. “Hayır, gitmeyeceğiz” dediler. “Dikkat edin, parti hepimizin malıdır” dedim. Yöneticileri tuttum, diğerlerini açıktan yerdim. Kanun yollarını gösterdim. Partinin bütünlüğünü muhafaza ettim.

Şimdi insaf ile düşünün. Bir intikâl hükûmeti kurduk. Şunları yapacaklar. Bunun nesine itiraz ediyoruz. Cumhurbaşkanı ilk günden bağımsız birinin başkanlığında bir hükûmet kuracağını söyledi. Partiler iştirak etti. Buna itiraz etmedik. Nihat Erim adı çıkar çıkmaz itiraz ettik. Bütün itiraz Nihat Erim’in şahsınadır. O olmasın da, ne olursa olsun dediler. “Bu olmazsa, hükûmet muvaffak olmaz, sonra ne olursa olsun, memleket nereye giderse gitsin” lafını asla tasvip etmeyeceğim. Herkesten ziyade bir yabancı Türkiye’yi nasıl görüyor? Bilirim ki, bir yabancı Türkiye’yi gördüğü zaman, “O parti gidiyor, öteki parti geliyor. O hükûmet gidiyor, diğeri geliyor. Geçinemiyorlar. Canım bırakın Türkiye’yi” der.

50 sene bütün ömrüm boyunca memleketi kurtarmak için çalışmışız. İçerde ve dışarıda “ne olursa olsun” diyenlere fırsat mı vereceğim. Bunun için mesele, benim için lüzumsuz bir inat meselesi değildir. Askerî müdahale olmuştur. Yersiz olmuştur demeye hakkımız yoktur. Bütün memleketin ıstırap çektiği bir anarşi yuvasında bunları hissiz kabul etmek hatadır. Geçen hükûmet kumandanları yanında göstermek için her şeyi yaptı. Bütün kumandanların hükûmete yardımcı olması tabiîdir. Onların gerçek kanaatinin ne olduğunu bilir misiniz?

Demokraside anlayamadığımız bir şey var. Demokrat Parti neden gitti? Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir. Bunu Meclis temsil eder. Hiçbir kanun Anayasaya aykırı olamaz. Kanunu kabul eden Meclis ertesi gün şikâyet edilince, onun Anayasaya uygun olduğunu söyleyen gene Meclis.. Bütün millet yapılanların zulüm olduğu kanaatindedir. Böyle düşününce kanunun Anayasaya uygunluğu düşünülür mü? Anlayamadığımız budur? Böyle olunca, tepki gösterilmez olur mu? Adam 226’yı bulun, düşürün, diyor. Demokrasinin içinde bulunduğu güçlüğü söylemek istiyorum. Kanunlar Anayasaya aykırı olamaz. Bunu Anayasa Mahkemesi kararlaştırır. Mahkeme kararları da tartışılır. Her müessese kendini sorumluluk içinde görür. Yetkisini hak dışında kullanmazsa, o zaman bu memlekette demokratik terbiye yerleşir. Bunun buhranını geçiriyoruz.

Şimdi Bülent Ecevit’in yaptığı ne? Bugün burada konuştu. Dışarıda dağıttı. İnsaf etmez misin? Bir de bizi dinle. Ulus’a vermişler. Bizim konuşmamızdan evvel Ulus yazacaktı. Durdurun dedim. Olur mu? Bir Genel Sekreter geldi, onu çok sevdik durmadı. Onunla beraber çalışanlara, karşı gözle bakmadık. Onlar oturacaklar, “Vefalıyız” diyecekler. Vefalı bir takım zümrelerden ibaret bir parti olacağız. Böyle parti olur mu? Yaptırmam bunu.

Diyorlar ki, hükûmetin teşekkülü, üye vermek koalisyon değildir. Üyeleri serbest bıraktık. Münakaşayı beraber yaptık. Vereceğimiz üyeler, partiden çıksın dedi. Niçin, kendi rızalarıyla giderler mi? Bilmem, fakat neden ceza vere-ceğiz. Bu hükûmete vereceğimiz üyelere, partiden çıkma cezası verirsek, ya hiç üye vermeyeceğiz, veya hükûmeti bidayetten itibaren desteklememeyi ilân ede-ceğiz, demektir.

Nihat Erim olsun da ne olursa olsun. Bu kadar küçük bir hesaba ben kendimi bu yaştan sonra kaptırırsam, ayıplamaz mısınız, beni…

Gözümüzle görüyoruz. Değerli insanları buluyorlar. Mümkün oldu, güçlükler çıktı, istediklerini aldılar, istemediklerini almadılar. Bütün bu müşkülat içinde bir hükûmet kuruluyor, bir program getiriliyor. Biz, gözü kapalı güvenoyu vermeyiz diyorlar. Bir intikal hükûmeti olacak, bizi geçitten geçirecek bir hükûmet istiyoruz. Bunun programı bizim bildirgemizde olanları almamış diye, tenkit etmekte mantık var mı? Bizim yaptığımız koalisyon hükûmetlerinden bile, arkadaşlarımızı ikna ederek, bu kadar ileri sözler söyleyebildik mi? Toprak Reformundan, eğitim reformundan, irticadan, asayişten, vergi reformundan bahsediyor. Bunlar, yapılacak şeylerdir diyor. Açıktan açığa söylüyor.

Meclislerde güvenoyu başta verilir. Sonuna kadar değişmez değildir. Bu Meclisin tabiatında yoktur. Hiçbir hükûmet denetsiz değildir. Daimî denetim içindedir. Şimdiye kadar 1960’dan beri reformcu olarak kurulan hükûmetlerin en ilericisidir.

Sevgili arkadaşlarım,

Fırsat vermeyeceğiz, eğer bu askerî müdahale maksadı ciddî bir intikal devresinden geçmek değilse, ki buna inanmıyorum, askerî müdahale ile mücadele etmişimdir. Orduda askerî müdahale fikri yok. Zorla bu noktaya getirilmişlerdir. Ciddî olarak bunu ele alıp, kolaylaştırmak vazifemiz değil mi?

Ne diyoruz? Nihat Erim muvaffak olmasın, memleket ne olursa olsun diyoruz. Bunu yapamayız. Memleketi düşünmek lâzımdır.

Bir meselenin leyh ve aleyhinde söyledikten sonra, bir karar verirsek, yine ben muhalefet şerhi vereceğim, serbest bırakacağım. Bülent Beyin istediği gibi, onu tutanlar belli olacak, tutmayanlar meydana çıkacak. Böyle bir imtihanla meydana çıkmayalım. Daha dün bir, bugün iki… Güvenoyunu birlikte vermeye davet ederim. Evvelâ Senatörler versin, onu kaydedelim. Sonra Milletvekilleri versin. Eğer sonuçta hükûmeti tutmak fikri galip gelirse, tutarız, galip gelmezse, bütün politikamız iflas etmiş olacaktır.”

 

 

 

 

Hükümetin Güvenoyu Alması Üzerine Başbakan Nihat Erim’i Kutlama Ziyareti ve Sonrasında Söyledikleri[89]

Başbakan ve güvenoyu alan hükûmeti tebrik ettik. Hükûmetin kurulması büyük nispette güvenoyu olması parlâmento hayatımızda büyük hâdisedir. Fevkalâde rejim, yani askerî müdahale ile atılmış olan âdil parlâmento kuralları ve Anayasa kuralları içinde tabiî mecrasına girmiştir. Bundan sonra hükûmetin, rejimi güçlendirecek çalışma azmi içindedirler. Ümidimiz kuvvetli olarak ayrılıyoruz.

 

 

 

 

 

Asılsız Bir Haber Üzerine Söyledikleri[90]

Grup içinde fikirlerimizi serbestçe birbirimize söyledik. Grubun bağlayıcı kararı ile Merkez Yönetim Kurulu teşkilâta örnek olacak bir şeklide oyunu kullandı. Grup içinde konuşurken sinirli olduğum doğrudur. Ama hiçbir arkadaşıma ve Tekirdağ Milletvekili Yılmaz Alpaslan’a kırıcı olacak bir kelime söylemedim ve Haber Ajansı’nın verdiği aşırı sözler asılsızdır. Grup içinde ve teşkilâtta dayanışma içindeyiz ve öyle devam edeceğiz. Yakın ve uzak dostların malûmu ola.

 

 

 

 

Milliyet Gazetesi’nden Abdi İpekçi ile 12 Mart Müdahalesi ve Bağlantılı Konular Üzerine Yapılan Söyleşi[91]

(...)

İnönü–Yâni askerî müdahaleye neden ve nasıl geldik?

İpekçi–Evet.

İnönü–Biliyorsun memleket anarşi içinde. Son seneler yaşanmaz hale geldi. Öğrenci tamamen elden çıktı. Silâhlı öğrenci türedi. Bunlar olmaz dedim. Silâhlı öğrenciden sonra El-Feth* hüküm sürmeye başladı burda. Onun hesabına vakalar oldu. Mevcut hükûmet anarşi havasına karşı tamamen âciz bir halde kaldılar. Askerî idare, mevcut hükûmeti desteklemekte olduğunu açıkça ilân etti. 15 gün sonra da o hükûmetin değişmesinden başka çare olmadığına karar verdi. Böyle bir anarşik hava içinde askerî idare el koydu. Aslında taleplerini söyledi ve birdenbire tamamıyla idareye el koymamak için bir hükûmet teşkil olunmasını demokratik rejime çıkış yolu olarak gösterdi. İş bu noktada düğümlendi son vaziyette. Bir hükûmet kurulsun. Evvelâ hiç kimsenin bilmediği bir şekilde Nihat Bey hükûmeti ortaya çıktı. Tecrübesi, ehliyeti olan bir insandı. Bu hükûmet kurabilirse ve askerî idarenin lâzım olmadığını fiilen gösterirsek yeniden Meclis hayatı, demokratik rejim usulünde işleyerek bir neticeye varılabilir ümidi hasıl oldu. Bu ümit üzerine Nihat Bey hükûmetine yardım etmeye karar verdik. Tereddütler geçirdik. Her gün nasıl yapacağız diye düşünüyorduk. Belki hükûmete bütün siyasî partilerin koalisyon halinde iştiraki ümit edilmişti. Ne olabilir? İşte asgari haddini bulduk. Siyasî partilerden hükûmete üye vermemek şıkkını tercih edersek. Herkes evvelâ bizim kararımızı bekliyordu. Halk Partisi ne karar verecek o evvelâ belli olsun istiyordu. Biz bu kararı verdikten sonra diğer partiler, başlıca büyük parti olan Adalet Partisi de hükûmete iştirak kararını verdi ve hükûmet teşekkül edebildi. Vaziyet bu. Şimdi hükûmet kuruldu. Meseleler çoktur. Bunların en başında asayiş meselesi geliyor. Yâni öğrenci, silâhlı öğrenci halinden çıkacak, polis, adam kaldırılıp insan kaldıranların hâkimiyetinde 16 saat aileler kalacak. Polis farkında olmayacak.. Hayat normal medenî bir polis ve idare şeklini alır, emniyet teessüs ederse, ilk başarı kadar olmuş olur. Esaslı başarı budur, esaslı dert budur, asayiş meselesidir. Ondan sonra bence, ikinci önemli mesele, malî meseledir. Çünkü birincisi asayiş, öğrenci meselesini de kapsıyor. Silâhlı öğrenci var bugün. İki taraf olmuş birbiriyle uğraşıyor ve her birisi memleketi peşinde hiç olmazsa heyecan olarak sürüklüyor. Bu bitecek, ondan sonra malî meseledir. Memleketin içinde bulunduğu dert malî mesele. Bir memlekette hazine tediyelerini muntazam yapacak halde olmazsa; ekonomik hayat her sahada intizamını kaybeder. Özel teşebbüs, kamu teşebbüsü, bunların hepsi hazinenin intizamına bağlıdır bizde. Vaziyet bu. Sonra reformlar var. Reform hükûmetidir. Bunlar için esaslı araştırma yapacaklar, esas tedbirler bulacaklar. Ne kadar ilerletirler, ne kadar hazırlarlarsa, netice almış kadar hizmet etmiş olurlar. Nihat Erim hükûmetinin muvaffak olması lâzım.

İpekçi–Efendim başlangıçta sizin görüşünüz, böyle bir hükûmetin geçici olması ve..

İnönü–Öyle idi.

İpekçi– Değiştirdiniz mi bu görüşünüzü?

İnönü–Evvelâ asayiş kurulsun, diğer reformlar için Meclisin faal olarak çalışması lâzım. Mecliste partilerin reformlar hususundaki görüşleri birbirlerinden farklıdır. Bunlar nasıl bir araya gelecek, bunu tahmin edemiyordum. Şimdi vaziyet şöyle oldu.. Gene asayiş meselesi ön plândadır. Malî meselenin ehemmiyeti tamamıyla anlaşılmış bir haldedir. Reformlar meselesi işte hükûmetlerin partilerin mutabık olabilecekleri hudut içinde bulunacaktır ümidi var. Mühim olan Toprak Reformudur. İşte onda Başbakanın ve mütehassıslarının tecrübesi, ehliyeti, nokta-i nazarları oldukça birbirine yaklaştıracak, mühim bir adım atılabilecektir ümidi var bende.

İpekçi–Yani başlangıçtaki görüşünüzü değiştirmiş bulunuyorsunuz değil mi böylelikle?

İnönü–Reformların Meclis tarafından neticeye kadar götürülebileceği ümidi kuvvetli değildi. Ama ele alınacak, tedbirleri bulunacak, çok mesafe alınacak, belki neticelenecek, belki neticeye kadar bütün hazırlıklar yapılmış olacak.

İpekçi–Yani erken seçim konusundaki görüşünüz.

İnönü–Erken seçim hususundaki görüşüm, bu suretle bir tâdile uğramış oluyor. Erken seçim, aynı usulde seçim gelecek. Meseleyi halletmeyecek. Asayişe hükmeden bir hükûmetin teessüs etmesi müstacel ve mukaddem oldu. Asayiş iktidarı dahilindedir. İyi bir polis tertibatıyla iyi, sağlam idare prensipleriyle ve halkın yardımıyla muvaffak olabilir. Halkın yardımı lâzım.

İpekçi–Bu arada Ordu’da da bazı huzursuzluklar doğdu..

İnönü–Ordu tekrar sâbit oldu ki. Ordu idareyi ele almak istemiyor. Fiilen idareyi ele almamak için her çabayı sarf ediyor. Bunu kolaylaştırmaz, dikine gidersek, zorla onu istemediği işlere sokmuş oluruz. Bundan da sakınırım.

Şimdi asayiş emin olunursa ordunun bünyesi tahrikata karşı masumiyet kazanacak ve kendileri daha çok hâkim olacaklar. Asayiş tehlikesi herkesin normal muhakemesini sapıtıyor. Silâhlı öğrenci genç yaşta, herkesi “Anarşi ideal mahsulüdür” gibi bir istikamete sevk ediyor. Fenalık buradan çıkıyor. Kimlerin elinde olduğu belli olmayan bir silâhlı öğrenci takımı peyda oldu. Ve silâhlı öğrencinin bu kadar etkili olması, iki taraflı silâhlı öğrenciyi aynı şiddetle tâkip edecek bir hükûmetin olmamasından. Yâni bir kısmı mahzursuzdur, bir kısmı mahzurludur tarzında muamele etmek, bütün kanun dışı hareketleri tesirsiz bir takibe mâruz bıraktı.

İpekçi–Bu hükûmetin tertibinde Halk Partili üyelerin aldığı sorumluluk, ilerde seçimlerde Halk Partisi hesabına sakıncalı olur mu?

İnönü– Olacağı söylenir, bu propagandayı yapacaklar. Nitekim 27 Mayıs 1960 seçimlerinde onun da sorumlusunun Halk Partisi’dir diye propagandasını yaptılar ve az çok tutundu. Bununla ve “korkmadan Müslümanız diyeceğiz” gibi irtica sloganlarıyla ve bizzat askerlerin de o zaman Halk Partisi yalnız başına iktidara gelir korkusuyla onlar da teşvik ederek, kolaylık göstererek salt çokluk kimsenin elinde bulunmayan bir seçim neticesi hâsıl oldu. O günden beri geliyoruz. Şimdi demokratik rejimin talihsizliği burda: Biz esasen bütün inkılâpların hesabını Halk Partisi olarak veriyoruz. Şahsen Atatürk’ün hesabını veriyorum ben. Bütün inkılâpların hesabını, yâni başta Cumhuriyetin, ondan sonra vicdan hürriyetinin, Latin alfabesinin. Bunların hepsinin hesabını Halk Partisi veriyor. Tabiatıyla bunlar büyük reformlardır. Bunlar ister istemez bir çok posa ve birikmiş yadırgamalar bırakmıştır. Bir siyasî parti bunları hazır kuvvet sayarak, bunların yüzüne gülerek seçime girdi mi hazır taraftar buluyor. Hepsi, bunu işledi. İlki “itikadı diniye ve ananatı milliye taraftarıyız” diye teşekkül etti. Ondan sonra “lâiklik demek, dinsizlik demek değildir” sloganı yapıldı. Türkçe ezan ilk günü kaldırıldı. Demokratlar’ın zamanında Köy Enstitüleri derhal kapatıldı. Yani bunlar tutuca kısmına, irtica kısmına hoş görülecek tedbirler sanıldı ve öyle işlendi. Bunlar hepsi çürük çıktı. Bilinmeyen demokratik rejime girip tam hürriyetle herkesin her konuda ve her türlü inkılâp bahsinde ağzını açtıktan sonra Atatürk inkılâplarını tahmin olunmayan bir taze kuvvet halinde milletin bünyesinde yerleşmiş olduğudur. Bütün bu menfî unsurlara karşı ordu büyük ölçüde inkılâp taraftarıdır, temeli, bünyesi itibariyle. Ondan sonra taze kuvvetlerin, genç kuvvetlerin de inkılâp taraftarı olduğu anlaşıldı. Bugün eski harfleri bilmeyen insanlar Bakanlık edecek seviyede. Sen biliyor musun?

İpekçi–Hayır.

İnönü–Bilmiyorsun. Böyle.. Büyük bir kuvvet, müdafaa eden durumda. Çokluk olarak irtica kuvveti gene yürüyebilir, zannolunuyor. Vaziyet bu, ikincisini müdafaa edebilecek halde olunca demokratik rejim nihayet muvaffak olacaktır ve yeni reformlar yapılabilecektir.

İpekçi–Efendim bu yeni durumla ilgili olarak iki iddia ve görüş var. Meselâ Demirel Adalet Partisi Grubundaki açıklamasında dedi ki, “İsmet Paşa yeşil ışık tuttu. Ordu da bu müdahaleyi yaptı” diye bir iddiası var. “27 Mayıs’ta öyle olmuştu, şimdi de öyle yaptı” diye…

İnönü–Haksız, bilâkis kendileri orduyu karıştırdılar. Orduyu idare edenlerin kendi hükûmetlerini tuttukları ve bu surette destek olacakları, yani beğendikleri ilânını yaptılar. Emir altında bulunan kumandanlara orduya beğenmek hakkını verince, beğenmemek hakkı da kendiliğinden doğdu. Ondan sonra şaşıra kaldılar. Biz ne beğenmek hakkını veriyorduk, ne beğenmemek hakkını. Herkes vazifesiyle meşgul olsun ve ordu siyaset haricinde kalsın. Demokratik rejim muntazam işlesin. Bu kanaatteyiz. İşler çığırından çıkıp ordu da vatandaşlar kadar üzüntü içine düştükten ve seslerini çıkardıktan sonra el koymadılar. 27 Mayıs 1960’dan farklı olarak. Bir çıkış yolu gösterdiler. Bu çıkış yolunu tatbik etmeye çalıştık. Bundan ibaret.

İpekçi–İkinci nokta da şu Paşam; Erim Hükûmeti, her ne kadar Erim Halk Partisi’nden istifa etmiş olsa da, yine halk nazarında Halk Partili olarak tanınıyor. Ve diğer Bakanların da önemli bir kısmı ya doğrudan doğruya Halk Partili yahut Halk Partisi sempatizanı sayılıyor. Dolayısıyla bu bir Halk Partisi Hükûmetidir..

İnönü–Böyle alırsan, mevcut siyasî partilerin hepsini Halk Partili saymak lâzım. Hepsi benim etrafımdaydılar. Hepsi bizden ayrıldılar, parti teşkil ettiler. Güven Partisi’nin bugün tâkip ettiği politikayı ve teşkil edeceği hükûmeti, bizim Halk Partisi’nin saymağa imkân var mıdır? Onun gibi bir şey bu. Dediğim gibi evvelâ “ananat-ı milliye” diye başladı. İrticadan siyasette istifade etmek fikri. Ondan sonra “Lâiklik, dinsizlik demek değildir” sloganı ile başladı, en sonra bulunan, “Korkmadan Müslümanım diyebilelim” sloganı yürüdü. Gerisi ne olacak bilmem. Ama mutlaka bir şey bulunacaktır. Yenisi de bulunmuş gibidir. Bu komandolar, sağcı öğrenciler, komandolar filân hükûmetin yardımı ile müsamahatiyle kapalı yardımı ile teşekkül ettiler, talim gördüler, silâhlandılar. Şimdi faaliyetteler. Yeni vaziyet ne olacak? Şimdi Hükûmetin her iki uçta silâhlı öğrenci ile mücadele edeceğini zannediyorum.

İpekçi–Netice itibariyle Paşam Halk Partisi bu yeni durumdan zararlı ola-cak mı, olmayacak mı?

İnönü–Hükûmetin başındaki Başbakan Halk Partisi’nden istifa etmiştir.

Bizden doğrudan doğruya Meclisten, Halk Partisi’nden aldığı hükûmet azası, Adalet Partisi’nden aldığından daha azdır. Bunun dışında aldıklarının eskiden şöyle idi, böyle idi ararsan, Güven Partisi’ni de hepsini de Halk Partili saymak lâzımdır.

İpekçi–Yani sonuç olarak bu durumdan Halk Partisi’nin zarar görüp görme-yeceği?

İnönü–Bizde zarar mevzu bahis değil. Asayiş temin olunsun. Ondan sonra hükûmet çare bulabilirse malî vaziyete de bir çare bulsun. İlk yaşama şartlarını sağlamış olacaktır. Ondan sonra ilmi usullerde reformları araştırabilecek, değerlendirebilecek insanlar vardır içlerinde. Bunlarla reformları ne kadar ilerletebilirlerse o kadar ilerletebilir. Ne vakit seçim olur onu bilmem.

İpekçi–Yani gerek bu sebepler, gerek Ecevit’in aldığı vaziyet Halk Partisi’-nin bu durumdan zararlı çıkmasına…

İnönü–Söyledim. Bu bir koalisyon hükûmeti değildir. Koalisyon olarak iştirâkimiz yoktur. Bu hükûmet başına buyruktur, kendisi Meclis karşısında mesuldür. Bunun icraatından hiç birimize mesuliyet teveccüh etmez. Her icraatını başlıca başlı başına bir konu olarak değerlendirip oy vereceğiz. Bu hükûmetin muvaffak olmasını istiyoruz. Asayiş bir an evvel kurulsun istiyoruz. Malî vaziyet bir an evvel ve reformlar müspet istikamette ele alınsın istiyoruz. Eh buna mutabık olunca oy verince hükûmetin programına, Adalet Partisi de bizim kadar istiyor. Resmen böyle değil mi? Biz de öyleyiz. Diğer partiler de, rey veren partiler de böyle. Onun için muvaffakiyetleri kendilerinindir. Muvaffakiyetlerine hizmet etmek isteriz, hükûmetin Halk Partisi’nin programına bağlı değildirler. Onlar böyle bir yükümden uzaktırlar. Biz de bunu Halk Partisi hükûmeti saymıyoruz. Saymıyoruz hiçbir surette.

İpekçi–Peki Paşam bu hükûmet muvaffak olursa o zaman bu bir model olmaz mı?

İnönü–Neye?

İpekçi–Rejime.

İnönü–O zaman belki bu hükûmet de bir şekilde seçime girer. Muvaffak olmuş bir hükûmet seçime girmenin çaresini de bulabilir. Muvaffak olsun da seçime de girsin.

İpekçi–Hayır yani benim modelden kastım şuydu, böyle dışardan kurdu-rulacak bir kabine, partilerin resmen katılmayacağı partiler üstü teknisyenler kabinesi iyi bir modeldir diye.

İnönü–Her memlekette böyle, partiler üstü hükûmet demokratik rejimde kurulabilir, muvaffak olur. Bu demokratik rejimi nihayete erdirmez, onun geliş-mesine hizmet eder. Gelecek Meclis daha kuvvetli çıkacak Meclisin kontrolü altında her hükûmet serbest seçimle gelecek. Her hükûmet demokratik rejimle gelmiş demektir.

İpekçi–Başlangıçta Nihat Beyin Başbakanlığını yadırgamıştınız zannedi-yorum. Sonra görüşünüzü nasıl değiştirdiniz?

İnönü–Tarafsız bir adam istiyorlardı, arıyorlardı. Nihat Beyle istifa etmeden evvel, temas etmişler. Nihat Bey daha bize sormadan açıktan söylüyordu. “Ben tarafsız değilim. Ben Genel Başkana sormadan vazife kabul edemem.” İlk havadisler böyle yayıldı ve Nihat Bey böyle karşıladı. Ondan sonra Nihat Beyin Halk Partisi’nden istifasına yol açıp Halk Partisi’yle irtibatını kesmek yoluna gittiler. Bu netice hasıl olduktan sonra Halk Partisi ile irtibatı kalmadı.

İpekçi–Yani siz başlangıçta tereddüt etmiştiniz? Yani benim bildiğim başlangıçta Ecevit’le görüş birliği vardı aranızda Nihat Bey’in Başbakanlığının uygun olmadığı hususunda. Sonra siz değiştirdiniz görüşünüzü.

İnönü–İlk başlangıçta Nihat Beyin istifasına kadar bir mesele olmadı parti içinde, bir görüşülecek vesile olmadı istifa edip de hükûmeti teşkil ettikten sonra hükûmet âzâsı alınacak, hükûmete âzâ kimi alacaksa alsın, onlar da kendisi gibi istifa etsin. Veyahut istifa etmesin. Bunun üzerinde münakaşa oldu. Bunu tetkik ettik. Hükûmete alınmış olanların istifasını şart koşarsak, hükûmetin teşekkülüne yardım etmemiş olacağız kanaatine vardım. Onun üzerine hükûmetin teşekkülü esastır, demokratik rejime geçmenin tek çaresi bu kalmıştır, onun için bu yardımı yapacağız. Bu kanaate vardım, bu kanaati kabul ettirdim. Bunda Bülent Bey ayrı kalmış olduğunu bu kanaate iştirâk etmediğini söyledi. Beraber konuştuk sabahleyin. Bana israr etmedi, kabul eder gibi göründü, kabul etmiş zannederek Meclis Grubuna gittim. Sonra kendisi bunu izah etti. Eğer kabul etmediğini istifa etmek mecburiyetinde olduğunu söylerse bana, bırakmayacağım ve uzun münakaşadan sonra yüzü tutmayacak diye korktuğu için bunu benden saklamış olduğunu, iyi yürekle, saf yürekle söyledi. Sonra bana böyle söyledi. Sabahleyin görüştüm, sen inanmış göründün, işte söyleyemedim dedi. Söylersem fikrimi ısrar edeceksin, dayanamam diye sakındım demek istedi. İyi yüreğinin icabıdır diye yordum. Vaziyet böyle oldu. Ondan sonra işte vaziyetin fevkâladeliği kendi geçirdiği ruhî buhranın genişliği usullerde ayrıca meseleler çıkardı ve bugünkü vaziyet hasıl oldu. Şimdi fazla durmuyorum üzerinde. Ama mevcut teşkilâtta kanunsuzluk hüküm sürmesini kabul etmem. Mutlaka kanun ahkâmı, tüzükler ahkâmı ve bir siyasî partinin bütünlüğü kuralları yürüyecektir.

İpekçi–Bu son sözünüzü biraz açıklar mısınız?

İnönü–Yani hem idareciler Halk Partisi içinde bulunurlar; amma meşrû idare makamlarının, Meclis Grubunun, teşkilâtın, Genel Başkanın herkesin salâhiyeti dahilinde olan idare kurallarını tanımazlar, karşı gelirler olmaz.

İpekçi–Ecevit’ten böyle bir şey mi bekliyorsunuz?

İnönü–Beklemem. Ecevit’ten beklemediğim gibi. Ecevit de yapmaz bunu. Teşkilâttan da beklemem. Tabiî bir ihtilâf olmuştur. Ecevit uzun müddet hepimiz tarafından sevilmiştir. İltizam edecekler, vefa göstermek isteyecekler bulunabilecek. Vefa göstermekle kanunî mecburiyet hududunu iyi ayırmak lâzım. İstediğim bu. Bu hudutlar içinde partiyi toparlayacağım. Ecevit’in kanunsuzlukları teşvik edeceğine ihtimal vermiyorum.

 

 

 

 

Celal Bayar’ın İstanbul Taşlık’taki İade Ziyaretinde..[92]

(...)

İnönü doktorunun kendisine yürümeyi tavsiye ettiğini, her gün aynı saatlerde evinin bahçesinde dolaştığını söylemiş ve Bayar’a “Siz de yürüyor musunuz?” diye sormuştur. Bayar buna karşılık “Bana da doktor aynı tavsiyede bulundu. Ben de her gün yürüyorum” demiştir.

Daha sonra İnönü ile Bayar arasında şu konuşma geçmiştir:

İnönü–Nerede?

Bayar–Evimin bahçesinde.

İnönü–Bahçeniz müsait mi?

Bayar–Bu iş için müsait.

(...)

Görüşme ile ilgili olarak gazetecilerin sorularını cevaplayan İnönü, Bayar’ın gelişini “İade-i ziyaret” olarak nitelemiş ve kendisinin bugün Ankara’ya döne-ceğini, bu nedenle, ziyaretin bir “uğurlama” niteliğini de taşıdığını belirtmiştir.

 

 

 

TRT Muhabiri ile Erim Hükümeti, Güvenlik ve Ulusal Egemenlik Üzerine Yapılan Söyleşi[93]

Soru: Başbakan Yardımcısı Koçaş, Erzurum’da verdiği demeçte bugünden itibaren asayişsizliklere karşı savaş açıldığını bildirdi. Bugün için Türkiye’nin en aktüel sorunu da bu. Her kesimdeki yurttaşlarımız Erim Hükûmetinden bu konuda tedbir bekliyor. Sizin bu konuda teklifleriniz var mı?

Cevap: Memleketin bugün en önde gelen baş ihtiyacı asayiş meselesidir. Türkiye asayişe tecavüz edenlerin bu kadar pervasız olduğu bir devri nerede görmüştür? Erim Hükûmeti bugünkü asayişsizlik vaziyetinden hiçbir surette bir vebal taşımıyor. Bulduğu vaziyeti bir çareye bağlamak istiyor. Asayiş mesel-esinde bugün memleketin bulunduğu bunalıma çare olacak temel tedbir, halkın asayişe sahip çıkmasıdır.

Yedi düvelin istilâsına uğramış bir halk, aynı zamanda içerde padişahın bütün teşkilâtıyla asayişi bozduğu bir devrede bile asayişe tecavüz edenlere karşı bu kadar kayıtsız olmamıştır. İlk tedbir, baş tedbir ki, her tedbirin üstünde gelen tedavi çaresi halkın memleketin huzuruna sahip çıkması ve her türlü asayiş düşmanı eşkıyayı ayıklaması lâzımdır. İlk tedbir budur.

Soru: İlgililer asayişsizlikleri önlemek için, ilk tedbir olarak yürürlükteki yasaların tam olarak uygulanacağını, yasalarda bazı yetersizliklerle karşılaşır-larsa yeni tedbir tasarılarının hazırlanacağını belirtiyorlar. Sosyal ve ekonomik düzensizlikten ileri geldiği öne sürülen anarşi hareketleri polisiye tedbirlerle önlenebilir mi?

Cevap: Asayişsizliğe karşı ilgililerin kanun içinde, kanun eksikliklerini tamamlamak yolunda tedbir almaya çalışmaları tabiîdir. Biz politikacılar olarak hükûmetin çare diye bulduğu tedbirleri çok iyi niyetle dinleyip onu kolaylaştırmak ödevine sahibiz. Buna çalışacağız. Asayişsizliğin ekonomik ve sosyal tedbirlerle önleneceğini düşünerek başka tedbir olmadığını zannetmek geride kalmış bir fikirdir. Bugünkü asayişsizlik, eşkıyalığın bir muvaffakiyet yolu olduğuna inanılması ve bundan namuslu vatandaşların ürküntü duyması sebebiyle bu hali almıştır. Nazariyat zamanı değil, eşkıya ne vatan menfaati, ne aile hayatı düşünmeksizin sokaklara, evlere hâkim olmuşlardır. Bunları her vasıta ile önlemek lâzımdır.

Soru: Önceki gün Başbakan İdari ve Siyasî İşler Yardımcısı Koçaş, hükûmet çalışmaları hakkında size bilgi verdiğini söyledi. Bu görüşmeden edindiğiniz intiba nedir? Durumdan ümitvar mısınız?

Cevap: Başbakan Yardımcısı sayın Sadi Koçaş İstanbul’a gelişinde beni ziyaret etmek lütfunda bulundu. Ankara’da diğer partilerle hükûmetin yaptığı temasların bir şeklini andıran bu zarurî  temas benim için istifadeli olmuştur. Bu temasın zarurî  olduğuna şunun için değiniyorum ki, burada yarı tedavi için bulunmaktayım. Ankara’da vazife başında bulunamıyorum. Sadi Koçaş’ın ziyareti benim için istifadeli olmuştur. Hükûmetin alacağı tedbirlerden ümitliyim. Başta da söylediğim gibi bugünkü durumda hiçbir vebali ve sorumluluğu olmayan bir hükûmet, canı ile, başı ile vaziyete çare bulmaya çalışıyor. Bunda muvaffak olmasını bekleriz. Bunda muvaffak olacağına ümidimiz vardır. Eğer böyle bir hükûmet bu kadar açık olan bir derdi gece gündüz çalıştığı halde bir çareye bağlayamazsa vatanın içinde bulunduğu tehlike tahmin ettiğimizden de daha büyük demektir. Ama dileğimiz odur ki ve ümidim odur ki, bu tehlike bu kadar vahim bir şekil almadan hükûmet bunun üstesinden gelecektir.

Soru: Sayın İnönü yarın 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı. Topyekün bir kurtuluş savaşı verilerek yeniden kurulan Türk Devletinin bugünkü durumunu ulusal egemenlik açısından nasıl değerlendiriyorsunuz?

Cevap: Konuşmamın başından beri bugünkü durumdan memleketin büyük bir üzüntü içinde bulunduğunu belirtmiş bulunuyorum. 23 Nisan ilk gününde yedi düvelin işgali altında bir memleket içinde her türlü fitne ve nifak çalışmaları hüküm sürerken toplanmış olan bu bir millet ödevinin hatırasıdır.

O gün içinde bulunduğumuz güçlükleri yenmek gayreti, yenmek azmi taptaze ruhlarımızı kaplamıştır. Bugün ona benzer hiçbir tehlike ve hiçbir ihtiyaç olmadığı halde, sadece eşkıyanın cüretli olması ve namuslu adamları korkutacak bir iddiada, bir cürette bulunmaları vaziyeti bu hale getirmiştir.

Namuslu adamlar, hal; vatana sahip çıkan eşkıyaya karşı olduklarını her surette belli ederlerse bugün karşısında bulunduğumuz güçlük oyuncak kalır.

 

 

 

 

Emekli Orgeneral Fahrettin Altay’ı Hastane Ziyaretinde..[94]

(...)

İnönü, bu sohbet sırasında Altay’a “Hanım nasıl? Çocuklar nerede?” diye sormuş ve daha sonra, “Yarın Ankara’ya gidiyorum. Seni bir ziyaret edeyim dedim” şeklinde konuşmuştur. Altay ise, “Zahmet ettiniz. Beni mahcup ettiniz” diye karşılık vermiştir.

İnönü ile Fahrettin Altay bir süre görüştükten sonra, Altay gazetecileri görmüş ve İnönü’ye “Biraz da siyasetten bahsedelim. Yarın 23 Nisan Ulusal Kurtuluş günü” demiş (...) İnönü “İyi oldu. Bir süre öğretmenlik yap” demiş, Altay ise “Gücüm yetmez” diye cevap vermiştir. (...)

 

 

 

 

İstanbul Havaalanında..[95]

(…) İnönü, havaalanında gazetecilerin, “Başbakanın 23 Nisan mesajını nasıl buldunuz” sorusuna karşılık olarak, “Çok iyi buldum. Çok iyi, istifadeli. Dikkatle dinledim” demiştir.

 

 

 

 

Belediye Başkanlığı Seçimleri Dolayısıyla İzmit Halkına Gönderilen Mesaj[96]

Sevgili vatandaşlarım,

Rahmetli Leyla Atakan’ın yerine yeni vazifeliyi seçeceksiniz.

Değerli bir arkadaşı seçeceğinize güvenim vardır. Leyla Atakan’ın bıraktığı yeri doldurmak güçtür. Bunu hepimiz biliyoruz.

Kaybettiğimiz Belediye Başkanı, az zamanda kendisinden beklediğimiz hiz-metleri cömertlikle yapmıştır.

Kendisini daima iyi hatıralarla anacağız.

Yeni Belediye seçimi seçmenlerimizin demokrasiye ve belediye hizmetlerine verdikleri önemi gösterecektir.

Hepinize saygılar sunarım, başarılar dilerim.

 

 

 

 

CHP Tokat Heyetinin Ziyaretinde Söyledikleri[97]

(...)

Tokat CHP Senatörü Zihni Betil ve Tokat Milletvekili İsmail Hakkı Birler’in başkanlığındaki 50’den fazla CHP’li ile bir süre görüşen İsmet İnönü, “Bugün memleketin en önemli ve derhal halledilmesi gereken sorunu asayiş ve huzurun sağlanmasıdır” demiştir.

 

 

 

 

Trafik Kazası Geçiren BP Genel Başkanı Mustafa Timisi’ye Gönderilen Mesaj[98]

Sayın Mustafa Timisi

B.P. Genel Başkanı

Devlet Hastanesi

Sivas

Trafik kazası geçirdiğiniz haberini üzüntü ile öğrendim. Ameliyatın başarılı geçmesi beni teselli etti. Bir an önce sağlığınıza kavuşmanızı dilerim.

İsmet İnönü

 

 

 

Göz Ameliyatı Öncesi ve Sonrasında Söyledikleri[99]

(...)

İnönü, hastaneden çıkarken, “Nasılsınız Paşam?” diye soran basın mensuplarına “İyiyim.. İyiyim..” şeklinde cevap vermiştir.

(...)

İnönü, söyleyecek bir sözü olup olmadığını soran bir gazeteciye, “Söyleyecek bir şey yok; ameliyat olacağız işte. İnşallah muvaffakiyetle ve tam sağlam olarak çıkacağız” demiştir.

(...) Bu arada gazetecilerin; “Kendinizi nasıl hissediyorsunuz?” sorusuna “Çok iyiyim, çok iyiyim” karşılığını veren İnönü, Zafer Paykoç’a teşekkür ettikten sonra üst kata çıkmıştır.

 

 

 

 

Başbakan Nihat Erim’i Ziyaretin Ardından Söyledikleri[100]

Sayın Başbakana, hastahaneden çıktıktan sonra, iadeyi ziyarette bulunmak istedim. Çok borcum vardı.

Sayın Başbakanı iyi gördüm, bildiğiniz şeyleri görüştük.

 

 

 

 

İsrail’in İstanbul Başkonsolosu Efrail Elrom’un Öldürülmesi Üzerine Verilen Demeç[101]

İsrail Başkonsolosu faciası acısının bütün Türkiye’yi kaplamış olduğunu görüyorsunuz. Bu facianın insan aklı ve haysiyeti yoktur. Tarih boyunca Türk milletinde anti semitizm hastalığı olmadı ve olmayacaktır. Başkonsolosun ailesine mensup olduğu şerefli millete taziyet hislerimiz derin ve samimîdir.

Suçlular hakkında kanun yolundan ve millet duygusuyla tesirli tepkiler görülecektir.

Sözlerim, derin üzüntülerimizin sade ifadesidir.

 

 

 

 

Bingöl Depremi Dolayısıyla Valilik ve Belediye Başkanlığına Gönderilen Mesaj[102]

Deprem felaketinin acılarını her ailede paylaşıyoruz. Böyle zamanlarda en önemli tedbir, vatandaşı felaket karşısında meyus olmaktan kurtarmaktır. Felaket ne kadar şiddetli olursa olsun, milletçe onun acılarını mutlaka tamir edeceğimize inanmak lâzımdır. Bu inancı beslemek ve kuvvetlendirmek her şeyden evvel yapılacak tedavidir. Bunları bilirsiniz. Vatandaş felaket karşısında devlet memurlarının her manâsıyla yardımına, tesellisine muhtaçtır. Metanetinizle örnek olacağınıza şüphemiz yoktur. Milletçe felaketzedelere her yardım yapılacaktır. Cumhuriyet hükûmetinin az zamanda acıyı unutturacak tedbirleri alacağına şüphe yoktur.

Geçmiş olsun derken, felaketi unutacağınıza, yardımları göreceğinize inan-manızı rica ediyoruz. Felaket günlerini sizlere unutturmak, milletçe vazifemizdir.

İsmet İnönü

 

 

 

 

Göz Ameliyatı Olduğu Günlerdeki Gelişmelere İlişkin Gazetecilerle Yapılan Söyleşi[103]

Soru: Paşam siz hasta iken bazı olaylar oldu?

Cevap: İstanbul’daki olaylar mı? Büyük eserdir o.. Daha çok vazife şuuru ile başarılmış büyük bir başarıdır. Sıkıyönetim emniyet kuvvetleri, başından beri bu İstanbul Maltepe faciasında çok şuurlu hareket etmişlerdir. Ve çok müspet bir neticeye varmışlardır. Bütün memleketce kendilerine minnettar olduk. Yeni bir faciaya mahal vermeden insanları yola getirmeye çalıştılar. Ümit ederim ki bu hâdise diğer adaletten korkup kaçacak, kurtulacak yer arayanlara da ibret verecek bir misâl olur. Böyle fevkâlade delillerde hâdiseleri bir yerde kesmek lâzımdır. Dikkat ederseniz ben “Buhranların çok buhranlı kritik zamanında çıkış yolu olarak kesiyorum hâdiseleri burada, bundan sonrasının hesabını soracağım” derim. Hepsinde isabet etmişimdir.

Muharebe esnasında isabet ettim ve son hükûmetim zamanında da isabet ettim. Olmaz. Fedakârlıkları yapmak zararlıdır zannolunuyordu. Bıraktık, serbest bıraktık, serbest bıraktığımız zaman da aklı başına gelenler kendilerini felâkete atmaktan, yeni bir felâkete atmaktan kurtuldular ve temize çıkmış oldular. Ama yeis ile nihayetine kadar uğraşmak hırsı kendilerini mutlaka felâkete götürür ve memlekete yeni dertler açar.

En iyi çıkar yol kaçmakta olanların adalet fikriyle çalışacağına, işleyeceğine emin olmalarıdır.

Felâketleri kısa yoldan bitirip huzur devrine girmenin ilk şartı budur.

Soru: Anayasa değişiklikleri hakkında Başbakan Nihat Erim size bilgi verdi mi?

Cevap: Henüz daha biz konuşmadık. Henüz daha hazırlık devri bitmedi diyebiliyoruz. Konuşacak hale geldiği zaman biz de konuşacağız. Biz de konuşacağız teferruatı ile..

Soru: Paşam bir başka soru sormak istiyoruz. Sıkıyönetim uzatılırken Grup Başkan Vekiliniz Necdet Uğur, geniş çapta tutuklamalar hakkında bir konuşma yaptı..

Cevap: Şimdi dinleyin.. Sıkıyönetim yeni geldi. Hükûmet devraldığı eski düzeni, eski idare şeklini henüz hiçbir tarafından düzeltmeye vakit bulmadan büyük olaylar karşısında kaldı. Bir çok işleri tahmin üzerine yapıyorlar. Sıkıyönetim de böyle..

Şimdi bu zamanda her tepkinin özel bir tesiri vardır. İdare edenlerin, Sıkıyönetimde bulunanların kendilerini geçici tesirlere kaptırarak, yanlış bir yola girmelerine manî olmak için dikkat içinde bulunduklarını biliyorum. Biliyorum ve her vesile ile bu dikkatlerini devam ettirmelerini hatırlatmaya çalışıyorum. Çalışıyorum çünkü tahrikler yanlış bilgilerin insanı sevk edeceği yollar inanılmayacak kadar üzücü olabilir.. Ne kadar dikkat edersek mutlaka bir yanlışlık yapmış olacağız.

Mesele, yanlış yapmayayım diye dikkat etmekte ve bir hata işlenirse bunu bir an evvel düzeltmektedir. Düzeltilirse hataların tesiri derhal unutulur. Büyük bir çabalama içindeyiz milletçe. Bu maksatla söyledim. Tutuklamaların en geniş zamanında aman dikkat edin bir yanlışlığa mahâl vermeyelim. Yanlışlık anlaşılınca derhal giderilsin. Böyle buhran zamanlarında idare edenlerin itidalini muhafaza edebilmelerini kendilerine güvenlerinin artması ve vatandaşın onlara yardımcı olması ilk şarttır.

Dikkat ettinizse hallolunmaz sanılan, her tarafta bir muamma endişesi mevcut iken, halk beraber çalışma işaretini gösterir göstermez, birden vahamet yüzde seksen azaldı. Halk idareye itimat eder ve idare onun yardımından istifade etmeyi nimet bilirse her şeyden kurtuluruz. Yakın zamanlarda bütün güçlüklerin kalkması ihtimalîni çok kuvvetli görüyorum.

Asayiş düzelecek, ondan sonra her meseleyi sükûnetle halledebileceğiz.

Soru: Kısa zamanda huzur ortamına gireceğiz dediniz. Kısa zamanda bu mümkün olur mu?

Cevap: Kısa zamanda olacak.. İfratçılar barınamaz hale geldiler. Bir yeisten kurtulabilirlerse, kurtarabilirsek hem kendileri için, hem memleket için yararlı olacaktır. Tehlike, suçlu görülenlerin yeis halinde bulunup ne yapacaklarını bilmez bir halde ifrata varmaları ve tâkip edenlerin “bunlar hiç adam olmaz” tarzında aşırı tedbirlere yönelmeleridir. Sıkıyönetim bu istidadı göstermiyor.

Bu, İstanbul’da Maltepe hâdisesi için hem gösterdiği, hem tedbir olarak maharet, hem ifrata varmamak için dikkat, çok ümit vericidir. Ve her türlü tedbire şayandırlar.

 

 

 

 

Başbakan Nihat Erim’in Ziyaretinden Sonra Söyledikleri[104]

(...)

İnönü ise gazetecilerin sorularını, cevaplamamış ve “Başbakan hepsini anlattı” demiştir. Bir gazetecinin “Sizin söyleyeceğiniz bir şey yok mu Paşam?” şeklindeki sorusuna CHP Genel Başkanı İsmet İnönü “Henüz metin gelmedi. Başbakan hepsini söyledi. İlâve edecek bir şey yok” karşılığını vermiştir.

 

 

 

 

Alman Stern Dergisinden Randolph Braumann ile İç ve Dış Politik Duruma İlişkin Yapılan Söyleşi*[105]

Stern: Ekselâns, sizce Türkiye’nin politik durumu 12 Mart 1971’den bu yana iyileşti mi?

İnönü: 12 Mart’tan yana durumun iyileşmekte olduğunu söyleyebilirim. Demokrasi muhafaza edildi. Hükûmet ve ordu birlikte ve uyum içinde çalışıyor. Hükûmet ve partiler arasındaki çalışma da aynı şekilde yürüyor. Burada önemle fark edilmesi gereken bir nokta ordunun iktidarı ele geçirmek niyetinin olmadığının açıkça görülmesidir.

Stern: Ekselâns acaba ‘devrimci gençler’in Türk mantalitesine aykırı bir tutumla bazı savaş taktikleri (adam kaçırma, cinayet) uygulaması sizi hayal kırıklığına uğrattı mı?

İnönü: Bugünün dünyasında yaşadığımız bazı olaylar bizi hayal kırıklığına uğratıyor.

Stern: Bu gençler yurtdışındaki terör olaylarından mı etkilendiler?

İnönü: Elbette. Bu tür mantalite ve karakter değişiklikleri kendiliğinden gelişmez. Bunlar Türkiye dışındaki bazı güçler tarafından desteklendiler. Türkiye Orta Doğu’nun bir parçası ve Orta Doğu’daki kriz tüm dünyadaki huzursuzluğun kaynaklarından biri. Tüm dünyayı bir krize sürüklemek umuduyla yaşayan güçler, Türkiye’yi de karıştırmak için Orta Doğu’daki bu kargaşayı kullanıyorlar.

Stern: Bununla birlikte en azından Doğu Akdeniz’de Yunanistan ile Türkiye’-nin yakınlaşması başladı.

İnönü: Evet, Yunan Başbakanı Papadopoulos’un bir gazeteciye düşünce-lerini açıkça söylemiş olması cesaret verici. Başbakanın dilekleri realize edilebilir şeyler. Eğer iki taraf da iyi dileklerle ve istekle bir araya gelirlerse, Kıbrıs sorunu gibi zor konuları çözmek bile mümkün olabilir. Böyle bir şey gerçekten de pozitif bir gelişmedir.

Stern: Ekselâns, birçok Türk yurtdışında yaşıyor, bunlardan 300.000’i de Almanya’da. Onlar modern dünyadaki gelişmelerle iç içeler, tâbi bu gelişmelere sosyalist düşünceler de dahil. Size göre bu insanlar Türkiye için bir şans mı yoksa bir tehlike olarak mı görülmeliler?

İnönü: Öncelikle Türk işçilerine Almanya’da iyi davranılıyor olmasının beni ne kadar mutlu ettiğini söylemeliyim. Onlar orada –temel yapısı Türkiye’den çok farklı olan bir ülkede– elbette buradakinden çok farklı koşullarda yaşıyorlar. Benim kişisel görüşüm şudur ki, işçilerimizin yurtdışı tecrübeleri Türkiye açısından iki nedenle şanstır. Onlar Türkiye’de olmayan bazı sosyal kurumlarla tanışıyorlar ve mesleki bilgilerini geliştiriyorlar. Özellikle mesleki gelişmişliklerini geri döndükleri işyerlerine getirecek olmaları önemli. Bir Türk’ün yurtdışı tecrübesi sonuç olarak bir çok ülke vatandaşının yararına olacak.

 

 

 

 

Anayasa Değişikliğine İlişkin THA Muhabirine Söyledikleri[106]

Merkez Yönetim Kurulu metin üzerinde iki gündür çalışıyor. Grup Yönetim Kurullarına da metin bugün verildi. Anayasa değişikliği üzerinde etraflı çalışma icap edecek çok mühim bir konudur. Ben metni bizzat okumadım. Şimdilik sadece bana anlatılanları dinliyorum. Çok şey öğrendim, ama sathi şeyler üzerinde fikir mütalâa ettiğimi görmemişsinizdir. Esaslı bir kanaat getirmeden konuşmam. Metni çok ciddî bir vazife hissiyle tetkik edeceğiz. Anayasa değişikliği tabiî çok önemli bir şeydir. Biz başından beri ta 1924’den beri Anayasa arıyoruz. Bütün bunlar tekâmül safhalarıdır. Bunları tabiî görmek lâzımdır. Tabiî bir halde seyrini tâkip etmek kararındayım.

 

 

 

Göz Ameliyatına İlişkin THA Muhabiri ve CHP MYK Üyelerine Söyledikleri[107]

Ameliyattan önce uzun bir hazırlık devresi geçirdim. Ama ameliyat enfesti.. Oturuyorsun yakında bir tahta üzerinde çalışıyorlarmış gibi sadece bunu hissediyorsun, hiçbir acıma yok. Göz kapaklarına falan iğne yapıyorlar. Tam bir anestezi. Ama 24 saat sonra “Aman Allah..” 88 yaşındaki delikanlının yarım düzine hastalığı var, göz ağrısını azaltmak için bir şey yapacaklar, “Kalbine dokunur mu? Ciğerine dokunur mu?” diye dahiliye doktorlarına soruyorlar. Ama ameliyat yaptırdığıma çok memnunum. Bana ameliyat yapan hoca Cahit Örgen fevkâlade müstesna bir hoca.

Şimdi intibak devresindeyim, ameliyattan sonra okumamda bir fark yok zannettim ama, çok fark varmış, her hafta bir gözlük değiştiriyorum, uzak ve yakın görüşe intibak edeceğim, ameliyatın neticelerini pratik sahaya nakledeceğiz. O da çok zor bir şey, insanın sinirine dokunuyor. Geçen gün bir test yaptırdım, buna göre sinirlerim 35 yaşındaymış.

 

 

 

Anayasa Değişikliğine İlişkin Gazetecilere Söyledikleri[108]

CHP Genel Başkanı bir gazetecinin Anayasa değişikliği konusunda yapılan çalışmalar hakkındaki sorusuna “Çalışmalarımızı bitirmedik. Sürdürüyoruz. Tet-kiklerimiz bitmedi” karşılığını vermiştir. Bir başka gazetecinin, Erim taslağının nasıl karşılandığı yolundaki sorusuna ise “Böyle ciddî bir meselede, hemen, hazır cevap verecek kadar kendimi yeterli bulamıyorum” demiştir. İnönü daha sonra şunları söylemiştir:

“İyi niyetle, uzun bir çalışmanın mahsulü olarak getirdiler. Ama bakalım nasıl olacak? Çok ciddî bir meseledir. Hep beraber, fikirlerimizi açık söyleyecek zama-na hazırlanıyoruz. Bir ihtiyaç olarak getiriliyor. Meselenin ehemmiyetini takdir ediyoruz. Sarih fikre varmaya çalışıyoruz.”

CHP Genel Başkanı Anayasa değişikliği taslakları konusunda diğer sorulara cevap vermemiş. “Şimdi söylersem, hepsini söylemiş olurum” demiştir.

 

 

 

 

CHP PM’de Anayasa Değişikliğine İlişkin Söyledikleri[109]

İnönü üyelerden dikkati çeken Anayasa değişiklikleri hususunda bilgiler almış. Bazıları için “Hayret, bunun böyle olduğunu bilmiyordum. Nasıl olur?” diyerek şaşkınlığını belirtmiştir. İnönü ayrıca yapılmak istenen değişikliklerde titizlikle durduğu “sağ tehlike” ye ilişkin hiçbir hükmün bulunmadığını ısrarla belirtmiştir. CHP Genel Başkanı Merkez Yönetim Kurulunun, Cumhuriyet Sena-tosu Grup Yönetim Kurulunun, Millet Meclisi Grup Yönetim Kurulunun komis-yonlar kurarak bütün maddeler üzerinde görüşlerini tek tek saptamalarını istemiş, “Hepsini selâmetle inceleyeceğiz. Her madde üzerinde dikkatle duracağız. Geri bırakılmasına muvaffak olacağımız ve olamayacağımız maddeler olabilir. biz tarihi bir parti olarak görevlerimizi ciddiyetle yerine getireceğiz. Sizden istediğim gayet titizlikle çalışmanızdır” demiştir.

 

 

 

 

İnönü Şehitlerini Anma Töreni Dolayısıyla Bozöyük Kaymakamı Saffet Bekaroğlu’na Gönderilen Mesaj[110]

İnönü Şehitlerini Anma Töreninde hepimiz ruhen saygı ile hazır bulunuyoruz. Şehitler nur içinde yatsınlar.

Umutsuz günlerde vatana parlak geleceklerin ışığını kanlarıyla vermişlerdir.

Ömrümüz oldukça ve nesiller yaşadıkça milletle ve minnetle kendilerini anacağız.

 

 

 

Kocaeli Sanayi Fuarının Açılışı Dolayısıyla Belediye Başkanı Erol Köse’ye Gönderilen Mesaj[111]

Kocaeli Sanayi Fuarının açılışını sevinçle öğreniyoruz. Fuarın başarılı olmasını ve memlekete güven hissi, ilerleme duygusu aşılamasını isteriz.

 

 

 

 

Başbakan Nihat Erim ile Görüşmeden Sonra Gazetecilerin Sorularına Verilen Yanıtlar[112]

S–Paşam görüşmeler hakkında açıklamanız olacak mı?

C–Başbakan ile görüştük, her zaman olduğu gibi mutabık olarak ayrılıyoruz. Hatırınıza gelebilen her meselede..

S–Anayasa değişikliği Temmuz ayı içinde gerçekleştirilebilecek mi?

C–Başbakanın anlattığı mülâhazaların hepsi aklıma yatıyor..

S–Temmuz ayında gerçekleşebilir mi?

C–Çıkar zannederim.

S–Partinizin içinde Anayasa değişikliği konusunda ikilik çıktığı söyleniyor. Bu husus karşısında gerekli çoğunluk tehlikeye girebilir mi?

C–Şimdi ben bizim partide konuşanlarla, Başbakanın arzu ettikleri arasında anlaşmazlık ihtimalî görmedim.

S–Parlâmentoda grupları bulunan bütün partiler Anayasa değişikliği konu-sundaki görüşlerini açıkladılar. CHP’nin kesin görüşü ne zaman açıklanacak?

C–O kadar çok akıllı ve çabuk karar verir değiliz. Yavaş yavaş karar veri-yoruz. Çalıştık, uzun boylu işte çalıştık. Bundan sonra fikirlerimizi Başbakana arz ettik…

S–Başbakanın yemek davetine icabette CHP’nin son görüşünü mü getir-diniz?

C–Son görüşü diye bir şey olamaz. Mesele Başbakanın güç vazifesini kolaylaştırmaktır, bizim vazifemiz..

S–Olumlu mu olacak Anayasa değişikliği konusunda CHP nin görüşü?

C–Tabiî her hareketinde olumludur CHP.

 

 

 

 

3 Sovyet Kozmonotunun Ölümü Dolayısıyla SSCB Büyükelçisi Vasili Groubyakov’u Ziyarette Yapılan Sohbet[113]

Sovyetler Birliği Ankara Büyükelçisi Groubyakov tarafından kapıda karşı-lanan İnönü ile Büyükelçi arasında şu konuşma geçmiştir:

İnönü–Üç kozmonotu kaybettiğiniz için üzüntülerimi bildirmeye geldim. Rus milletini taziyet ediyoruz. Bütün insanlık âlemi onları hürmet hatıralarında daima anacaktır.

GroubyakovÇok teşekkür ederim Paşam. Çok teşekkür ederim. İlim daima kurban ister.

İnönüÇok gençtiler, çok fedakârdılar, fevkalâde müteessir oldum. Sovyetler Birliğini idare eden ricale ve o vasıta ile Rus Milletlerine teessürlerimi söyle-mek istiyorum.

Groubyakov– Çok mütehassıs olduk. Buraya geldiğinizi Moskova’ya bildi-receğim.

CHP Genel Başkanı daha sonra, Büyükelçilik salonunda açılan özel deftere şunları yazmıştır:

“Üç kozmonotunun kahramanca hayatlarını feda etmeleri üzerine Sovyet Milletlerinin duydukları derin acıyı paylaşıyoruz. Üç kahraman insanlık tarihin-de de saygı ve minnet yeri tutacaktır.”

Özel defterin CHP Genel Bakanı tarafından imzalanışından sonra basın mensupları salondan ayrılmışlardır. İnönü ile Groubyakov arasındaki görüşme yarım saat kadar sürmüştür. İnönü, Büyükelçilikten ayrılırken Groubyakov ile aralarında şu konuşma geçmiştir.

İnönü–Çocuğunuz var mı?

Groubyakov–Bir tane var Paşam.

İnönü–Kız mı, oğlan mı?

Groubyakov–Kız, bir senelik evli.

İnönü–Torununuz var mı, torununuz?

Groubyakov–Yok ama bekliyoruz Paşam.

İnönü–Yolda mı?

Groubyakov–Bekliyoruz.

Bu arada, Sovyet Büyükelçisi, eşi bayan Groubyakov’u İnönü’ye takdim etmiştir. Bayan Groubyakov, Türkçe olarak “Hoş geldiniz. Nasılsınız Paşam?” diye sormuş, İnönü de “Çok teşekkür ederim. Hanımefendinin de hürmetleri var” karşılığını vermiştir.

CHP Genel Başkanı, basın mensuplarının “Görüşmede başka bir konu ele alındı mı?” sorusuna da, “Yok, konuşmadık” şeklinde cevap vermiştir.

 

 

 

 

Halkevleri 5. Kurultayında Yapılan Konuşma[114]

(...) Halkevleri 5. Kurultayında konuşan CHP Genel Başkanı İsmet İnönü, Halkevlerinin çalışmalarına, bir talihsizlik eseri olarak, siyasal hayatımızın bir döneminde son verildiğini hatırlatmıştır. “Halkevleri Atatürk’ün önemli eserlerinden biridir” diyen CHP Genel Başkanı İsmet İnönü konuşmasına şöyle devam etmiştir:

“27 Mayıs’tan sonra yeni Anayasa döneminin önemli icraatlarından biri olarak Halkevleri yeniden ihya edildi ve memleket hizmetinde canla başla çalışmaya başladı. Çalışmaları yakından tâkip ediyor ve iftihar duyuyoruz.”

Kültür kuruluşlarının politika dışında tutulmalarının gerektiğini de belirten CHP Genel Başkanı İsmet İnönü, Halkevlerinin bugüne kadar yaptığı çalışma-ları övmüş, “Halkevleri bu yönden takdire değer çalışmalar yapmaktadır” diyerek konuşmasını şöyle tamamlamıştır:

“Kültür meselelerini siyaset dışında tutmak önemli bir husustur. Halkevleri-mizden geçmişte olduğu gibi, gelecekte de memleketin kültür hayatı için başarılı hizmetler beklemekteyiz.”

 

 

 

 

CHP Ortak Grup Toplantısında 12 Mart, Anayasa Değişikliği ve Demokratik Rejim Üzerine Verilen Söylev[115]

Sevgili arkadaşlarım,

İçinde bulunduğumuz devri başından beri size izah etmek istiyorum. Bildi-ğiniz bir vesika ile sözlerime başlayacağım. Size 12 Mart muhtırasını yeniden okuyorum:

“Ordu, derin üzüntü içinde bulunduğunu anlatıyor, çare söylüyor. Bu çare inkılâp kanunlarını inandırıcı görüşlerle ele alacak yeni bir hükûmetin teşkil olunmasıdır. Muhtıranın 1. maddesi şikâyet, 2. maddesi tedbir maddeleridir. 3. maddesi ise, müeyyide getirmektedir. Türk Silâhlı Kuvvetleri böyle bir hükûmet teşkil olunmadığı takdirde kanunların kendisine vermiş olduğu yetkilere dayanarak Türkiye Cumhuriyetini korumak ve kollamak görevini yerine getire-rek idareyi doğrudan doğruya üzerine almaya kararlıdır.”

Şimdi bu beyannameyi hukuki bakımdan inceleyecek değilim. Biz siyaset adamları olarak, o zaman memleketimizin içinde bulunduğu şartları düşünerek muhtırayı gerçekçi bir gözle tetkik ettik. Bütün siyasî partilerde böyle yaptılar. Sonucunda zaten Cumhurbaşkanının da, yeni hükûmet kurulması için teşebbüsü vardı. Tarafsız bir hükûmet teşkil olunacaktı. Bu hükûmete partilerce yardım edilecekti. Böyle bir hükûmetin kurulmasında ve Demokratik rejimin kaderi, yani varolması veyahut çekilerek askerî bir idarenin gelmesi şıkları arasında, Demokratik rejimi kurtarmak için gayret göstermemiz gerekiyordu. Bunun üzerine partide uzun boylu konuştuk. Gruplarda konuştuk. İyi niyetlerle fikirlerimiz belli oldu. Partili arkadaşlarımızın da iştirakiyle Erim hükûmeti teşekkül etti. Bu hükûmet bir koalisyon hükûmeti değildir. Başlı başına mes’ul ve doğrudan doğruya Meclisten güvenoyu alan ve Meclisle temasta bulunan bir hükûmettir.

Memleketin uçuruma gitmesi önlenmiştir

Demokratik rejim böyle bir anlayışla son bulmaktan kurtarılmış ve mem-leketin bir uçuruma ve meçhule gitmesi önlenmiştir. CHP’nin bu konuda samimiyetle ve ciddiyetle hareket ettiği meydandadır. Memleketin durumunu size hatırlatmak isterim. Üniversite öğrencilerinin halini biliyorsunuz. Memlekette asayiş denilen şeyin en iptidai manâsıyla kalmadığı bir manzara ile karşı karşıyaydık. Bankalar soyuluyor, insanlar kaçırılıyordu. Hiç kimse de siyasî ve şahsî emniyet yoktu. Anarşi bayrağını açmış olanlar, çok iddialı bir vaziyette isyan bayrakları altında meydanı tamamıyla boş bulmuş bir durum-daydılar.

Erim Hükûmeti asayişe tahminlerden de çabuk hâkim oldu

Erim Hükûmeti, siyaset ve meseleler bakımından böyle bir ortamda iktidara geldi. Başlıca görevi, asayişe bir an evvel hâkim olmaktı. Bizim kanaatimizce senelerden beri süren, zayıflığa düşürülmüş bir ekonomik bünye, Erim Hükûmetinin karşısında bulunacağı en büyük engeldi, asayişi hemen tâkip eden başlıca meseleler olarak ekonomik meselelerle uğraşacağı tahmin ediliyordu. Nitekim Erim Hükûmeti, programında reformları ele alacağını ve tahakkuk ettirileceğini hepimizi sevindirecek şekilde ayrıca ilân ediyordu. Erim Hükû-meti, asayiş meselesine tahmin olunduğundan daha çok çabuklukla ve az zamanda kesin neticeler alarak hâkim olmuştur. Vatandaşın güvenini kazandı, Erim Hükûmeti, içerde ve dışarda iyi kabul gördü. Türkiye’nin Demokratik rejimden ayrılacağı ve askerî bir rejime gireceği hususunda dış âlemde peyda olan gruplar, şüpheler hiç yerleşemedi, az zamanda dağıldı denilebilir. Erim Hükûmeti, her tarafta güven ve itibar gördü. Dış devletlerle münasebetlerimizi, Erim Hükûmeti zamanında geçmiş hâdiselerin tamiri ve yeni ufukların açılmasıyla değerli bir şekilde nitelendirmek mümkündür.

Erim Hükûmetinin karşısında bulunduğu ödevlerden en mühimi reformlardı. Reformlar üzerinde ilk sızan haberler radikal tedbirler almak olacaktı. Bu radikal tedbirler reformları, bilhassa Toprak Reformunun tahakkuk ettirile-bileceği ümidini bizde uyandırmıştı.

Anayasa değişikliği teklifi

Erim hükûmeti, anarşik ve umutsuz ortam içinde ve tasavvur olunamıyacak kadar tecavüzlerin bulunduğu bir zamanda güvenoyu aldı. Nisan başlarında Erim Hükûmetine yardım etmek meselesini ciddî olarak görüştük. Nisan ayı geçti, 4 Haziran’da bize Anayasa değişikliği hakkında teklif geldi. Başlangıçta Erim Hükûmeti Anayasa değişikliğinden söz etmemişti. Bize gönderilen ilk teklifte, kendisinin partilerle daimî bir temasta bulunarak ayrı ayrı onların görüşlerini alacağı, onlarla uyuşmaya çalışacağı ve hepsini bir araya getirerek, neticede Meclise mal olabilecek bir Anayasa değişikliği projesi meydana getirileceği zikrediliyordu. Durum buydu. Partilerle ayrı ayrı görüştükten sonra neticeye varılacak, partilerin ne istediğini öğrenen Erim Hükûmeti, bir teklifle, bu teklifi proje olarak, Meclise getirecek ve hepimiz bu teklifi mutabık ve müttefik bir zihniyetle Mecliste tetkik edip geçirecektik.

Anayasa değişikliği meselesi, esasta ve teferruatta birden bire memlekette büyük münakaşalar uyandırmıştır. 1961 Anayasası içinde bulunduğumuz anarşik ortamın başlıca ve tek sebebiydi, yani her mesele ve derdin nedeni Anayasa olarak gösteriliyordu. O halde her şeyden önce Anayasayı değiştirmek lâzımdı. Bu esas münakaşayı seyredenler, politikacılar, bilim adamları, aydınlar arasında münakaşa açılınca, kuvvetli bir hükûmetin çalışması için Anayasanın değişmesi gerekir fikri de yayılıyordu. Hatırlıyacaksınız, iddiada bulunan Adalet Partisi hükûmeti ilk günden itibaren Anayasadaki bağlayıcı ilkelerden ve Anayasanın müsait olmayan, güçlük çıkaran noktalarından hep şikâyetçiydi. Memlekette olup biten hâdiselerin hepsinden Anayasa sorumlu tutuluyordu. Erim hükûmetinin Anayasa değişikliğini getirmesi üzerine biz bu münakaşaları ciddî olarak gözden geçirdik. Anayasanın kusuru olmadığı fikrinde ve hele olayların zuhurunda Anayasanın tek bir sebep gibi mübalağalı olarak gösterilmesi fikrinde değildik. Bu gibi görüşlerin samimî olmadığına kaniydik ve bugün de kaniyiz. Ancak memleketin ciddî bir bunalım içinde bulunduğunu kabul ediyoruz. Bir çok aklı başında insanların, sorumlu sorumsuz engin bir propaganda ile ‘Anayasanın değiştirilecek bir çok yönleri vardır, oradan da bir çok güçlükler gelmiştir’ şeklindeki kanaatleri ciddî olarak göz önüne aldık, nazari bir mülâhaza ile daha teklif gelir gelmez, ‘Hayır böyle bir teşebbüse lüzum yoktur’ tarzında reddedip durdurucu bir vaziyet almaya imkân göre-miyorduk.

Değişiklik teklifini pratik bir zihniyetle karşıladık

Kamuoyunda birleşmiş olan şüpheci kanaatlar, bir çok güçlüklerin Anayasa-dan geldiği ve Anayasanın değiştirilmesi gerektiği kanaatları orduda da mevcut idi. Bunları nazarı dikkate alarak Anayasa değişiklikleri hakkındaki teklifi pratik bir zihniyetle karşıladık. Bu değişiklikleri ciddî olarak tetkik edelim. Faydalı olan, lüzumlu olan ne bulursak bunlar hakkında anlaşalım, diyerek açık bir hareket tarzı tuttuk. Bunda bir isabet kaydettiğimizi zannediyorum. Nazari bir münakaşa ile çıkmaz bir yola girerek hükûmetin çalışmasını durduracak bir kısır çekişmeleri önlemeye karar verdik.

Anayasa değişikliği gelmiştir, bazı şeylerin değişmesi lâzımdır, bize düşen hizmeti yapacağız diyerek Erim hükûmetinin yaptığı teklifler üzerinde uzun boylu çalıştık. Neticeye kadar geldik. Birbirinden ehemmiyetli, birbirine nazaran güçleri, tesirleri farklı bir çok maddeler üzerinde uğraşarak tetkik olunan maddelerin çoğunda vuzuha ve anlaşmaya vardık. Anlaşmadığımız yerlerde tekliflerimizi söyledik. Benim başkanlığımda CHP sorumlu organları günlerce sabahtan akşama kadar uğraşarak bir neticeye varmaya çalıştık. Hiçbir zaman mübalağalı yayınlara ve tefsirlere kendimizi kaptırmadık. İyice tetkik edip maddeler üzerinde açık bir kanaat hasıl edinceye kadar dilimizi tutmayı başardık. Bu çalışmalarımızın 15 Temmuz’da cevabını aldık. Bu tarihte hükûmet bize ikinci bir teklif gönderdi. Bu teklifte diyordu ki, ‘İlk verdiğim teklifler üzerine partilerle temasa geçtim. Her partinin fikirlerini öğrendim. Anlaşabileceklerimizi kabul ettim. Aramızdaki farkları tesbit ettim. Artık bundan sonra benim yapacağım bir şey kalmadı. Neticeyi size bildiriyorum. Bundan sonrasını Mecliste, Komisyonda görüşerek partiler bir neticeye varır. Yani aramızda konuşur mutabakata varmaya çalışırsınız. Sonucuna göre Meclise tekliflerinizi sevk edersiniz’. Bu tarzda görevi tamamen bize devreden bir tebliğ yaptı.

Bundan sonraki vaziyet

Bu duruma kadar olanları sorumlu arkadaşlar yani yönetim kurulları bütün teferruatı biliyorlar. Bundan sonraki yeni vaziyeti arzedeceğim. Bu yeni vaziyeti arkadaşlar bilmiyorlar. Çünkü bu müddet zarfında grup genel kurulumuzla temas etmeye imkân bulamadık. Müzakere halindeyiz. Müzakere halindeyken grup genel kurulunda bir taraflı olarak münakaşa edip bir takım sabit kararlar alırsak sonunda müzakere imkânımız kalmaz ancak, müzakerelerle her madde hakkında ne netice elde edersek onları kabul etmek veya etmemek, esaslı olarak hangi hedeflerde tadil etmeye çalışmak istiyorsak onlar üzerinde grubun kara-rını almaktan başka ameli bir usul tasavvur edemedik.

Şimdi son vaziyet şudur arkadaşlarım: Bugün elimizde bulunan 36 maddelik teklifin 23 maddesi kısmen evvelce görüştüğümüz ve bildiğimiz meselelerdir. Bunların birbirinden ehemmiyetleri önemleri farklıdır. 23 madde üzerinde anlaşmanın kolay olacağını, yahut kötü olmayacağını zannediyoruz. Burada diğer 13 madde kalıyor. Bu 13 madde birbirinden önemli olan konulardır. Hükûmetle ilk görüşmemizde bunlar üzerinde mutabakata varamamıştık. Bir kısmı üzerinde ise, sonuna kadar ihtilâfta kaldık. Son teklifte ise, evvelce bilmediğimiz yeni bir takım meseleler de çıktı. Zannediyoruz, bazıları askere taallük eden Anayasa değişiklikleridir. Tecrübelerine göre askerî ihtiyaçlara uygunluk gösterecek bir düzeltme istiyorlar. Bunlar için zaten uzun münakaşa yapmak istemiyorduk. Temel devlet ve hukuk esasları üzerinde durduk, önemli meseleler bu 13 madde içinde mevcuttur. Mesele üniversite meselesi, kanun kuvvetinde kararname çıkarma isteyen maddeler bu 15 madde içindedir.

Bu arada mes’ul idareciler ve onların muhitleriyle temas etmemiz zarurî  oldu. Çünkü bizim ısrar ettiğimiz noktalarda, hükûmetle anlaşabildiğimiz bazı maddeler vardı ki, bu maddelerde ordu daha dikkatli ve endişeli görünüyordu. Onun için bu 15 madde üzerinde anlaşmanın ehemmiyetli bir ameliye olduğu görülür. Bu 15 madde üzerinde partilerin birbirinden farklı mülâhazaları olacaktır. Bunu tahmin ediyoruz. Hükûmet bizimle anlaştığı zaman teklifle-rimizi dikkate aldı, diğer partilerden nasıl bir muamele gördü onu bilmiyoruz.

Olumlu olarak beslenen her ümidi teşviki borç bildik

Şimdi karşısında bulunduğumuz mesele, Anayasa değişikliklerini Mecliste ele almamızdır. İlk önce doğrudan doğruya Meclise, Komisyona gitmesi meselesi vardır. Anayasa değişikliğini teklif etmek için büyük sayıda milletvekilinin teklif yapması lâzımdır. Bu sayı en kuvvetli muhalefet partisi olan bizde yoktur. Bizden başka ve AP’den başka partilerde de yoktur. Demek ki teklifi Adalet Partisi yapacaktır. Sonra onların teklifi ile gelen değişiklikler komisyonlarda görüşülecektir. Bu arada Millet Meclisi Başkanı partilileri çağırdı. Anayasa değişikliğinin Meclise takdiminde partiler arasında bir anlaşma ve görüşme olmasının faydalı olacağını söyledi. Evvelâ tereddüt ettik. Doğrudan doğruya Meclis Komisyonuna verilecek olan bir takım meseleleri partiler arası bir komisyonda ve Meclis Başkanının Başkanlığında bir neticeye vardırmak bize imkânsız gibi görünüyordu. Vakit geçirmeden Meclise gidelim fikrini zihnimizde ilk anda taşıdık. Sonra etraflıca düşündük, bir teşebbüs yapılmıştır. Bir anlaşma umudu getirebilir. Olumlu olarak beklenen her ümidi teşvik etmeyi borç bildik. Sabit kanaatle bir netice almak fikrinden sarfınazar ederek partiler arası bir komisyonda değişiklik yapılacak maddeleri birer birer gözden geçirmeyi Meclise getirilecek değişikliğin partilerin müşterek bir eseri olarak tahakkuk ettirmeyi uygun bulduk. Şimdi bu vaziyetteyiz. Komisyona üye gönderiyoruz. Yarın komisyon çalışmaya başlayacaktır. Partiler arası komisyon-da bir anlaşmaya varılabilirse, bu tahmin olunabilecek nimetlerin en kıymetlisi olacaktır. Anayasa değişikliği diye açılmış olan siyasî mesele bir buhran yaratmadan kolaylıkla Meclisten çıkacak ve memlekette bir sarsıntı olmaksızın 1961 Anayasasının temeli, esas bünyesi, esas unsurları muhafaza edilerek bir uzlaştırma havası, zemini bulunacaktır.

Anayasanın değişmesine esasen lüzum yoktu, lüzumsuz ve beyhude gayret sarf ediyoruz fikrinden vazgeçip kamuoyuna mal olunmuş bir fikri saygıyla karşılayıp çalışırsak netice müspet olur. Gelecekte göreceğimiz faydalar, çok büyük olacaktır ümidini muhafaza ederek kabul ediyoruz.

Bundan sonra ne olacak? Başlıca sebebi Anayasa olarak kabul etmedik. Bu fikrimizde ilmi olarak ve gerçekçi olarak haklıyız. Bunun başlıca delili de Anayasanın tek maddesi değişmediği halde bizi 12 Mart’a götüren anarşik havanın emniyete çevrilmesidir. Anayasanın tek satırı ve tek harfi değiştirme-diği halde Erim Hükûmeti zamanında Sıkıyönetimde asayiş meselesi emniyete dönüşmüştür. Bugünkü emniyetin sebebini Sıkıyönetim idaresinde görmek mümkündür. Bu görüşün de ağır bir yanı vardır. Ancak Sıkıyönetim 12 Mart’tan evvel eski hükûmetler zamanında da vardı, hattâ ilân edilmişti. O zamanlarda asayişsizliği ve anarşi havasını durduramadık. Demek ki idare eden hükûmetlerin zamanında neticeler başka olmuştur. Teferruata girmeyip olumlu çalışmak istediğimiz bir zamanda lüzumsuz münakaşalar açmak istemiyorum. Ama gerçekleri en insaflı ölçüde de olsa olduğu gibi ilmeden yeni tedbirler alamayız. Bir hastalık var ise o hastalığa doğru teşhis koymamız lâzımdır.

İkinci fasıl

Şimdi ikinci fasıla geliyoruz. Ordu Komutanları Anayasa değişikliklerinden büyük ümit beklemektedirler. Onlar da Anayasa da bir takım eksiklikler olduğu kanaatindedirler. Teklifler buna göre yapılmıştır. Şimdi farz ediyoruz ki, partiler arasında anlaşacağız, mutabakatla bu maddeleri Meclisten geçireceğiz ve eksikleri düzeltilmiş bir Anayasa ile memleketi idare edeceğiz.

Şimdi karşımızda bundan sonrası ne olacak dediğimiz zaman bana şu mese-leyi söylüyorlar: Bundan sonrası ne olacak, bakın ne olacak: Anayasa değişik-liğini yapacağız. Ondan sonra Demokratik Rejim içinde memleketin idaresine devam edeceğiz. Meselelerimiz vardır. İç ve dış meselelerimiz. Bu meselelerin hallinde Meclisin kontrolü altında hükûmetin koyacağı tedbirler ve memleket bünyesinin sağlayacağı maddi kuvvet vasıtaları, akıl, her şey, bunlarla beraber memleketi idare etmeye çalışacağız.

Hayır bu olmayacak, Anayasa değişikliği yapılacak, Sıkıyönetim kalkacak, normal heyet gelir gelmez anarşik ortam bırakıldığı yerden ertesi günü tekrar fırlayacak, gene üniversitelerde olaylar olacak, gençlerimiz sınıflarda okumak görevlerini tamamen unutarak tekrar memleketi ve dünyayı idare etmek iddiasıyla her türlü tecavüze yeltenecekler. Gazeteler tahrik edecek, anarşi havası isteyenler her türlü vasıta ile memleketin altını üstüne getirecekler. Onun için bu gibi olaylara yer vermeyecek bir takım tedbirler de almak lâzımdır. Geçici maddede yapılan son bir madde var. Orada söylenen, bugünkü şartlar içinde 10 Ekim 1971’deki seçimleri yapmak mümkün değildir. Bu seçimleri tehir etmek lâzımdır. Düşünülebilir. Bugünkü şartlar içinde mahzurlu ise makûl sebeplerle tehiri müzakere edilebilir. Bunun dışında memleketi idare eden temel yasaların bünyelerinde, Millet Meclisinin, Senatonun teşekkülünde bir takım değişiklikler, düzeltmeler yapmak lâzımsa, bütün bunlar için kanun çıkarmak gerekir. Böyle bir teklif geçici bir madde olarak elimizde vardır. Bunlar hakkında bizim hiçbir fikrimiz yoktur. Memleketimizin, Cumhuriyet idaremizin bünyesinde bir değişiklik yapmak lüzumunu hiçbir zaman düşünmedik. Sonuna kadar da meclislerimizin bünyesini savunacağız. Onların hiçbir kusuru olmadığı kanısındayız.

Demokratik rejimin yürümesini sağlayacağız

Söylemek istediğim, geçirilen zamanların bıraktığı derin tesirlerini anlatmak içindir. Geçirilen zamanların zihinlerde bıraktığı derin yaraların tesiri vardır. Bu tasavvurlar, bu düşünceler ümit ederim ki, partiler arası bir anlaşma vücuda getirmek için yapacağımız temaslar ve alacağımız iyi neticeler, memleket idaresinde itibarı kuvvetlendirecektir. Bu görev haleti ruhiyesi içinde, bundan sonra bu veya bu olacaktır ihtimallerini mübalağalı bir tarzda değil, normal bir tarzda karşılamanın mukadder olacağını bileceğiz. Normal bir şekilde Demokratik rejimin yürümesini sağlayacağız.

Vaziyet bundan ibarettir. İlk iş olarak Anayasa değişikliği diye karşımıza gelen meselenin partiler arası bir komisyonda müşterek bir anlayışa varabilmesini görmek istiyoruz. Buna ciddî olarak gayret etmek istiyoruz. Bundan sonra Anayasa maddeleri hakkında partiler arası bir birlik doğarsa Demokratik rejim zihinlerde çok kuvvet bulacak, kök salacak bu kuvvetle bundan sonraki karanlık ihtimaller için tedbirler düşünmek, ona göre hükûmetler kurmak kolaylaşacaktır. Ufku bu tarzda görüyoruz. Çıkışlarımızın hududu budur. Şimdi arkadaşlarıma bu devrede çalışma için CHP’ye özel ve önemli bir ödev düştüğünü hatırlatmak istiyorum. Gerçi sayımız arzu ettiğimiz kadar değildir. Başlıca muhalefet partisi olarak hizmet ediyoruz. Bu hizmeti 20 seneden beri başarı ile yaptığımız kanaatindeyim. Atatürk’ün bizden ayrılmasından 30 seneden fazla bir zaman geçmiştir. 1950’den beri 21 senesi içinde muhalefette bulunuyoruz. Muhalefet partisi olarak memleketimize iktidardaymış gibi hizmet etme sorumluluğu hissi içinde çalışmışızdır. Bir çok başarı kazandığımızı zannederim. Bundan sonra da ve bugün de askıda bulunan meselelerin halli için gerekli ölçüde tesirimiz vardır. Bu tesiri değerlendirmemiz lâzımdır. Bu tesiri değerlendirmek, tahakkuk ettirmek aslında çok zor. Fakat çok basit bir tedbire bakıyor. O da CHP olarak Meclis içinde çalışmaya ve devama en çok dikkat etmemizdir.

En fazla devama mecbur olduğumuz günlerdeyiz

Oy verme zamanı geldiği vakit Mecliste bulunmamak veya birbirinden farklı olmak gibi hallerden kesin olarak sakınmak mecburiyetindeyiz. Böyle bir toplulukla, böyle bir tek vücut olmakla aklımız başımızda olarak bugünkü dar geçitlerden geçmek için muhakkak çok başarılı hizmetler yapacağımıza yürekten inanıyorum. Partimizin başında bulunmakla şeref duyan bir insanım. Sorumlu olarak size bu görevi hatırlatmak isterim. En fazla devama, en çok dikkatli olmaya mecbur olduğumuz günlerdeyiz. Böyle bir beraberliği çok ciddî bir sebeple, herhangi bir arkadaşımın bulunmamasını en büyük mesele yaparım. Red oyu vermek, bağlayıcı kararlarda esasen söz konusu değildir. Böyle bir beraberlik ve devamlılık gösterirsek bu geçitlerin geçilmesinde memlekete büyük hizmetler yapabileceğimize ciddî olarak inanıyorum.

Kusur etmemeye çalışacağım

Uzun zamandan beri beraber toplanmadık. Bundan sonra ümit ediyorum, sıhhatim hizmetimi etmeye daha çok yardımcı olacaktır. Kusur etmemeye çalışacağım. Grubun karar vermesi gereken her fırsatta beraber olacağız. Güçlüklerin hiçbir noktasını azaltmayarak etraflıca anlatmaya çalıştım. İçinde bulunduğumuz vaziyet, içinden çıkamayacağımız bir vaziyet değildir. Böyle dar geçitlerden, Atatürk partimizi idare ederken çok geçmişizdir. Tabiî o zaman Atatürk gibi müstesna bir kudret ve tecrübe başımızda olduğu için daha kolaydı. Ama ondan sonra da ona layık olacak bir şekilde vazife görmek için büyük bir dikkat ve her türlü fedakârlık ve feragati gösterdim. CHP olarak memleketin siyasî hayatında ihmal edilmez bir varlık halindeyiz. Bu varlığı şimdiki gibi dar geçitlerden geçerken de elbirliği ile birbirimize yardım ederek dikkatli bir devamlılıkla koruyacağız.

Ben başınızda size örnek olacağım. Siz de benim hayatımı kontrol ederken kâfi derecede ciddî ve uyarıcı, kabili caizse sert olacaksınız. Bundan sonra düşünülebilecek bütün ihtimalleri, memleketin selâmeti ve demokrasinin memlekette yaşaması ve işlemesi yolunda kurtaracağımıza eminim. Emin olarak huzurunuzdan ayrılıyorum. Sizinle beraber çalışmaktan şeref duyuyorum.

 

 

 

 

Lozan Barış Antlaşması’nın 48. Yıldönümü Dolayısıyla Tarcan Gönenç ile Yapılan Televizyon Söyleşisi[116]

Tarcan Gönenç: Lozan Konferansı’nda içerde olduğu kadar dışarıda da takdir edilen büyük bir diplomasi gösterdiniz. Evvelce diplomasi mesleğinde bulunmadığınıza göre böylesine diplomasi örneği ortaya koyma gücünüz nereden geliyor?

İsmet İnönü: Lozan Konferansı’na gidinceye kadar askerî mesleğimde de diplomasi vazifeleri yaptım. Kurmay subaylara mahsus hudut vakaları veya muharebe esnasında, bilhassa Yemen’de bulunduğum zaman muharipler arasında temaslar gibi vesilelerle diplomatik vazifeler yapmışımdır.

Diplomatların yaşayışları, düşünüşleri, özel hayatları hakkında hiçbir fikrim yoktu. Meslekten o kadar uzak bir hayat geçirmiştim ki, meselâ, basit bir misâl söyleyeyim, diplomatların her yemekte ayrı bir giyinme usulleri olduğunu zannediyordum. Bunu ilk günü otelin salonunda yemek yiyeceğimiz vakit bir mesele olarak etrafıma sordum. “Ne giyeceğiz, ne yapacağız?” diye. Ben o zamana kadar çizmeden başka bir ayakkabı tanımıyordum. Sabahleyin yataktan kalkar kalkmaz ilk işim olarak çizmeyi ayağıma geçirir, ondan sonra tabiî bir şekilde terlikle dolaşıyormuş gibi hazırlanırdım. Lozan’a bu bilgi ile gittim. Ondan evvel Mudanya Mütarekesi’ni idare etmiştim. Cephe kumandanı olarak generallerle beraber, o da tam bir asker hayatı idi. Generallerle temas ettim. Birbirimizin usullerini, yaşayış tarzını biliyorduk. Aramızda çok fark yoktu. Onun için güçlük çekmedim. Mütarekeden sonra Lozan’a gittiğim zaman, böyle merasim içinde geçecek bir hayat hülyası ile oraya vardım. İlk iki gün geçer geçmez büsbütün başka şartlar içinde yeniden çalışmaya mecbur olduğumu şimşek çakmış gibi gözümde, derhal fark ettim. Muharebe meydanından çıkmış, oraya gitmiştim. Vazifemin bu kadar ehemmiyeti olduğunu bilmiyordum. Her tarafı ile birdenbire gözümde o kadar geniş bir vazife aldığım kanaati geldi ki, hemen ilk işim, ciddî olarak konferans işine başlamadan evvel Lozan Konferans heyetimizi teşkil eden büyüklü küçüklü bütün murahhas mütehassısları etrafımda toplamak oldu.. Onlara kısaca şu hitabeyi yaptım. “Arkadaşlar” dedim, “Biz buraya büyük bir vazife için geldik. Bu vazifeye hazırlanmak için şimdiye kadar geçirdiğimiz bir tecrübe yoktur. Fakat iki üç günlük temaslarımdan öyle anladım ki, ben bir muharebeden çıkmış, öteki muharebeye girmişim. Onun için çalışma programımız olarak başlarken size bir şey söyleyeyim, öyle muharebe meydanında vazife yaparken gece demeden, gündüz demeden tesanüt ve dikkat içinde çalışmamız lâzımdır. Gece demeden, gündüz demeden ne vakit ihtiyacımız olursa arkadaşlarımdan her birini ayrı ayrı bulmaya mecburum ve davet ederim. Burada kendisi ile çalışacağımız arkadaş-larla böyle bir çalışma azmi ve disiplini içinde bu konferansa başlamamız lâzımdır.”

Hepsi iyi telâkki ettiler. Bundan sonra o şekilde çalışmaya başladım.

Diplomatlarda herkesten farklı bir yan vardır. Farklı olduğunu zannederim. Askerlikten diplomasiye başlamamın neticesi olacaktır. Ben diplomasi mesleğinde bulunan devlet memurlarının da askerler kadar, kumandanlar kadar memleket müdafaası ve emniyeti meseleleri ile zihinleri daimî olarak meşgul olmak lâzım geldiğine inanmışımdır. Bir diplomattan özel hayatında, resmî hayatında, bütün temaslarında, bütün vazifelerini yaparken kendi memleketinin emniyetine, selâmetine ait bir unsur geçiyor mu? Onun tarafından bir mesele var mı? Bunun üzerinde vesveseli ve dikkatli olmasını isterim.

Diplomatların vazifesi bugün yalnız kendi mesleki unsurlarını değil, meslekleri dışında meselâ ekonomide, sosyal meselelerde çok okumuş olmasını, bilgin demeyeyim ama mütehassıslar kadar çok şey bilir olmasını istemektedir. Bunun yanında ve hepsinin başında memleketini savunması, selâmeti ve emniyeti bakımından dışarıya başlıca bekçi ve dikkatçi olarak gönderilmiş olduğunu bilmesi lâzımdır. Dikkatle çalışması memleketi için, memleketine karşı ilk borcudur. İlk vazifesidir. Tecrübe ettim. Bütün protokol meseleleri, etiket meseleleri benim için ikinci dereceye, konferansın ikinci gününden itibaren ikinci dereceye düştü.

Gece gündüz demeden çalışmak, son derece dikkatli olmak, bize mesleğin yeni zaruretleri olarak yerleşti.

Konferans içinde bu zihniyetle çalışma disiplini sağlamaya çalıştım. Konferans heyetimizin nezaketine rağmen vazife hususundaki vakit vakit hatıra gelmeyecek arızalarla karşılaştığımı bilirim. Hepsine karşı tam bir askerî dikkatle ve bir kumandanın mahiyetine karşı mükellef olduğu vazifeleri ciddiyetle yapması kadar ciddiyetle vazife yapmaya çalıştım. Lozan Konferansı’nın hayatıma verdiği ilk istikametlerden birisi, diplomasi mesleğinin ehemmiyetini anlamak oldu.

Tarcan Gönenç: Lozan Konferansı’nda elde ettiğiniz neticeler umduk-larınıza uygun düşmüş müdür?

İsmet İnönü: Lozan Konferansı’nda elde ettiğimiz neticeler umduğumuza uygun düşmüş müdür? Bu suale daima muhatap olmuşumdur. Bu suali kendi kendime de sordum. Memleketime ve kendi nefsime karşı istediklerimizle elde ettiklerimiz arasında bir nispet olup olmadığını daima düşünmeye çalışmı-şımdır. Evvelâ konferansların mahiyetini söyleyeyim. İnsanlar arasında müzakere ile alışılmış manâsı ile pazarlıkla bir meseleyi halletmek dâvalarında daima bir uzlaşma esastır. İnsan hiçbir zaman umduğunu tam bulamaz. Fakat neticeden memnun olması lâzımdır. Alınabilecek ve alınamayacak şeyleri, iki tarafın hangi noktalardan hayatî noktaya kadar ısrar edebilecekleri meseleleri teşhis etmek, müzakere esnasında mümkün olduğu kadar isabet etmek lâzımdır. Kendi esas dâvalarını müdafaa ederek onun yanında müdafaa ettiği diğer tali dâvaların esas dâvalar kadar ehemmiyetli meseleler olduğu kanaatini muhatabına verebilmesi lâzımdır. Müzakere esnasında karşılıklı bulunanların hangi meseleyi ciddî tuttuğu, hangi meseleleri diğer esaslı meseleleri elde etmek için, halletmek için vasıta olarak kullandığı asla hissolunmamalıdır.

Müzakerecinin başlıca dikkat edeceği keyfiyet budur. Çünkü, bunu hisseden taraf için müzakerenin idaresi oyuncak kadar basit bir hale girer ve bütün müzakereler esnasında murahhasların ve devletlerin birbirine karşı tutumlarında başlıca aradıkları nokta hangi noktanın, hangi meselenin meydana çıkarılmasında karşı tarafın esaslı menfaati veya tali menfaati veya gösteriş manevrası olduğunu anlayabilmesidir. Bunun üzerinde çok tecrübe ister. Tecrübesi olmayanların çok dikkatli çalışması lâzımdır. Gözünü çok iyi açmalıdır. Her şeyden evvel müzakerelerden hiçbiri ehemmiyetsiz görülmemelidir. Biraz evvel söylediğim gibi Lozan Konferansı’nda baş murahhasların başkanlığında toplanan birinci komisyonlar vardı. Bunun arkasından tali komisyonlar gelir. Bunu yeni murahhaslar idare ederler. Çok değerli mütehassıslar vardır. Her mesele tali komisyonlarda hazırlanır. Büyük komisyona gelir. Bizim baş murahhaslarımız çok kuvvetli idi; karşımızdakiler de çok seçme insanlar idi. Meselâ; Lord Curzon, İngiltere heyetinin baş murahhası idi. Onun yanında bulunan murahhas, İngiltere’nin İstanbul’u işgalinde İngiltere’yi temsil eden komiser idi. İtalya’nın, Fransa’nın, Japonya’nın, bilhassa diğer Balkan devletlerinin her birinin murahhasları, Yunanistan baş murahhassı Mösyö Venizelos gibi başlıca seçme insanlardan ibaretti. Onun için birinci komisyona gelecek ve alt komisyonda bulunan meselelerde mütehassıslar ayrı ayrı temas ederlerdi.

Mukabillerinden meseleleri öğrenmeye, tetkik etmeye çalışırlardı. Bunların hepsinin konferans başkanı olan murahhasın zihninde, elinde ve avucunda bulunması lâzımdır. Bunların her birinin –toplantıya gitmediğim halde– devam eden çalışmalarının raporunu alır, bilgisini toplar ve her akşam konferansın cereyanı üzerinde bir netice çıkarmaya çalışırdım. Böyle bir usul tuttum konferansta. Alınan neticeler her konferansta, her pazarlıkta olduğu gibi daima eksik görülebilecektir. Bahusus elde edilen neticelerin yanında elde edilemeyenler de vardır. Ve meselelerin karşısında bulunan serbest insanların hangisine daha ehemmiyet verdiklerini tahmin edemezsiniz. Zaten elde edilen meseleler, elde edilemez zannedilecek kadar fevkâlade güç olsa da bir neticeye bağlanıp hallolunduktan sonra birden bütün ehemmiyetlerini kaybetmiş gibi bir seviyeye düşerler. Herkes konferanstan sonra elde edilemeyen meselelerin büyüklüğünü düşünerek bir türlü muhakemeye dalar ve ancak tecrübeli ve insaflı insanlar heyeti umumîyesiyle nereden çıktığımızı ve elde edilen meselelerin büyüklüğünü, elde edilemeyenlerle mukayese edecek durumda olurlar. Bu meselede Osmanlı İmparatorluğu’yla, Lozan Konferansı’nda esaslı bir farkımız vardı. imparatorluk ricaliyle Harbi Umumî’den sonra Osmanlı ricalinde hâkim olan fikir; harp sonunda Türkiye’ye vâki olan taleplerin baştan aşağıya memleketin parçalanması, ekonomik ve istiklâl meselelerinde Türkiye’nin müstakil bir devlet gibi hareketine müsaade etmeyecek bütün kayıtların konması gibi tehlikeler karşısında idi. Osmanlı ricali imparatorluğun parçalanmasını kabul etmek ve öyle bir hesaba dayanmak yerine, imparatorluğun olduğu gibi muhafaza edilerek toptan zayıf bir halde bulunmasını tercih eder zihniyetteydiler. Millî Mücadele’nin kuvveti ve özellikle Atatürk’ün Millî Mücadele siyaseti büsbütün başka bir manâ taşırdı. O da şu idi: Biz elimizde bulunan memleket parçalarını tam istiklâl ile kurtarmayı hedef ve gaye bilmeliyiz. Bu fikir bize hâkim olmuştur. Arap memleketlerinin ayrılmasını tabiî görüyorduk. İşgalimiz altında bulunmayan memleketlerin kurtarılmasının çok müşkül olacağını, tahmin ediyorduk. Meselâ; muharebe esnasında, Millî Mücadele esnasında fiilen istirdat etmeye muvaffak olmadığımız yerlerden, bütün Osmanlı tarihinde ilk defa olarak Lozan Konferansı’nda yer kazandık. Meselâ; Trakya’yı muharebe esnasında istirdat etmemiştik. Lozan Konferansı neticesinde Trakya’yı Meriç’e kadar tekrar memleketimize alabilmeye muvaffak olduk. Yalnız arazi almak meselesinde Trakya bile bizim için enteresan bir misâldir.

Çünkü biz Trakya hudutları Meriç’e kadar, İstanbul’un [İstanbul’u] ve Trakya’yı Meriç’e kadar işgal etmeyi Lozan Konferansı’na gelmeden evvel esas itibariyle müttefiklere kabul ettirmiştik. Mudanya Mütarekesi olmadan evvel müzakereye kadar müttefiklerle aramızda büyük bir buhran geçti. Göze çarpmadan geçirdik, geçirdiğimiz zaman ehemmiyetini biz de teferruatıyla tamamen bilmiyorduk. Biz İzmir’e vardıktan sonra mütarekeye başlayıncaya kadar, müttefiklerin ve Yunanlılar’ın harpten evvelki hudutlarına çekilmelerini şart koşmuştuk.

Mütareke esnasında bu esas üzerinde çalıştık. Ve esas olarak müttefiklere bunu kabul ettirdik. Yani mütareke neticesi biz orasını işgal etmediğimiz halde Yunanlılar tamamıyla Trakya’nın şimdiki hudutlarının Meriç garbine çekilmişlerdi. Yalnız müttefikler İstanbul’da ve Çanakkale’de bulunuyorlardı. Orada bulunuşlarını geçici olarak kabul ettirmiştik. Bu şart ile mütarekeyi kabul edip muzaffer ordularımızın Boğazları geçerek İstanbul’u ve Trakya’yı elde etmesi üzerinde durduğumuzu söyledik. Bunu kabul ettirdik. Mudanya Mütarekesi başlamadan evvel ve onun esnasında sıcağı sıcağına muharebe esnasında fiilen işgal etmediğimiz bir yeri müzakere ile elde etmek fırsatı elimize geçti.

Tarcan Gönenç: Lozan Konferansı’nda Batılı devletlerin, yeni Türk hükûmetine ve evvelce Osmanlılar’a bakmakta oldukları düşünce ile bakma-dıkları anlaşılıyor. Batılıların davranışlarındaki bu değişikliklerin nedenleri hakkında siz ne dersiniz?

İsmet İnönü: Konferansta bizim konuşma tarzımız içerde ve dışarıda dik-kati çekmişti. Bidayette biraz diplomasi usullerine uymayacak zannolunuyordu ve bizim eski diplomatlarımız ilk tarizlerini, taşlamalarını bu şekilde bana yaparlardı. Ama sonradan konuşma tarzımız her tarafta takdir edilmeye başlandı. Bu nereden geliyordu? İmparatorluğun asırlar boyu söz oyunlarıyla iş yapmaya alışmış sanatkâr diplomatları, bu usulleri büyük bir marifet zannederlerdi. Biz meseleleri sade şekliyle mütalâa ederek fikirlerimizi açıkça ortaya koymayı usul ittihaz etmiştik. Mücadelemizde Millî Mücadele’nin başından, yani Büyük Millet Meclisi kurulduğundan itibaren, –hem eski meseleleri, eski konuşma usullerini bilmediğimizden, alışamadığımızdan, hem dâvalarımızı ancak açık olarak söyleyip müdafaa etmeyi göze aldığımızdan– böyle bir konuşma usulü tutmuştuk.

Açık söylüyorduk fikirlerimizi. Yadırganıyordu. Sonra tabiî bir halde müzakere ediyorduk. Bu hususta Lozan Konferansı’nda bana öğretme vazifesi gören iki misâl hatırlarım.

İmparatorluğun Avrupa’da bulunan büyükelçilerinden bir vezir bana mütareke esnasında konuşma halimizden ve konferansın tehlikeye girmesi ihtimalînden samimî bir surette endişe ederek fikirlerini söyledi. Vezir, bana, bir maaş meselesini, mütareke esnasında ecnebi memlekette çalışırken alacakları kaldığını, bunun için eski devlet memuru olarak benden yardım istemeye geldiğini söyleyerek temas etmişti. Konuşma esnasında konferansın idaresi şekline sözü getirdi. Bazı tali meseleler olarak tâkip ettiğim noktaları hicvederek bunlar üzerinde ısrarla durduğumu ve bundan dolayı konferansın akamete uğrayacağını, bunun vahim bir tehlike olduğunu bana uzun boy1u anlatmaya çalıştı. Bunları, tali meseleleri müdafaa ederken gösterdiğim bu ciddiyeti, bu tarzda mübalağa ile müşahede etmiş olan vezirin anlayış tarzına atfederek sükûnetle dinledim.

Diğer bir vezir, yine Osmanlı İmparatorluğu’nun son günlerindeki vezir-lerinden merhum Rıfat Paşa idi. İmparatorluğun son günlerinde Hariciye Nazırı olmuştu. O zaman da, gençliğimde de çok kıymetli bir insan olduğunu işitirdim. O beni İsviçre’de bir gün ziyarete gelmişti. Konferanstan bahsederken çalışmamız ve hareket tarzımız için müsait mülâhazalar söylüyordu. Kendisine, fırsat bularak, konferansta kendi tecrübelerinden istifade etmek isteyerek tavsiye edecekleri usuller ve esaslar bulunup bulunmadığını sordum. Bana nezaketle ve tevazuuyla cevap verdi. Dedi ki, “Bizim size müzakere idaresi ve konuşma tarzı için yapacak hiçbir tavsiyemiz yoktur. Bizler, sizin konuştuğunuz gibi müzakereleri ortaya atmaya ve eşit bir tarzda münakaşa etmeye, müzakere etmeye alışmamışızdır. Bu usulleri hiç bilmeyiz. Onun için bize hiçbir şey sormadan kendi bildiğiniz, anladığınız tarzda idareyi nihayete kadar yapmanızı ve muvaffak olmanızı dilerim. Size verilebilecek hiçbir nasihatim yoktur” demiştir. Sade onu gördüm, Rıfat Paşa bizim halimizi takdir ediyor, cesaret veriyordu. Diğer birçok vezirlerle de ya görüştüm ya bana nakil ettiler, hepsi dudaklarının ucunda hiçbir şey bilmeyen insanların acemice çalışması ve çabalaması suretinde bizim halimizi manâlandırıyorlardı.

Tarcan Gönenç: Lozan’ın imzasından sonra, içerde bazı muhaliflerin barışı kabul etmediklerini görüyoruz. Acaba onların bekledikleri nelerdi? Büyük başarıyı neden küçümsüyorlardı? Lozan Anlaşması’ndan neden memnun olmayanlar vardı?

İsmet İnönü: Lozan Konferansı için merak edilen noktalardan birisi de muahede imza edildikten sonra onun aleyhinde gerek hemen akabinde, gerekse senelerce karşı koyanların bulunduğunun merak edilmesidir. Bunu bana sorarlar niçin memnun olmayanlar vardır, diye. Bir defa Lozan Konferansı imza edildikten sonra onun tatbiki meselesi müttefikler arasında bir mesele oldu. Biz hemen bir iki ay içerisinde muahedeyi tasdik ettik, müttefikler ancak iki sene zarfında muahedeyi yürürlüğe koydular. Müzakere esnasında kabul ettikleri birçok maddenin Türkiye’nin kuruluş devrinde birçok hâdiseler geçireceğinden ve daha tasdik olunmadan birtakım hükûmetlerin düşeceğinden ümitleri vardı. İki sene kadar sürdü, bu esnada Cumhuriyet ilân olundu. Cumhuriyet yeni ve esaslı temeller üzerinde kuruldu. Cumhuriyet bir iki senelik büyük tepkilere, meselâ; Şeyh Sait isyanı gibi silâhlı mukavemetlere maruz kaldı. Bununla beraber yerleşti. Bir iki sene müttefiklerin gösterdiği tereddüt memlekette yeniden endişe yaratınca muahedenin kıymeti ilk defa anlaşılmaya başladı. Muahedeler tasdik olunduktan sonra da sözler söylenmiştir.

Alamadığımız imparatorluk dışında bulunan memleketlerin büyük veya küçük bir karakoluna kadar teferruatı merak edilmiştir. Bunlar alınabilirdi, bunlar yapılabilirdi, ya da borçlardı, alacaklardı, hesaplardı, bunlar daha şöyle yapılırdı, daha böyle yapılırdı diyerek birçok mütalâalar serd edilmiştir. Muahedeler de, milletlerarası mukaveleler de özel hayatın pazarlıkları gibi daima münakaşa konusu olan meselelerdir. Bunlar üzerinde Lozan’ın kıymeti daima bahis konusu olmuştur. Bugün bile seyrek de olsa, hep Lozan’dan gelen mahsurlar diyerek söz edecek insanlar bulunur. Fakat şu anlaşılmıştır ki Lozan Muahedesi imzasından itibaren elli sene geçtiği halde 2. Cihan Harbi’nin mukavelelerinden hiçbirisi ayakta bulunmadığı halde Lozan Muahedesi dün imza edilmiş gibi devletimizin politikasında esas mahiyetinde gösterdiği yeni istikametleri muhafaza etmektedir. Lozan’dan sonra “Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması yeni bir anlayışla uluslararası siyaset hayatına yerleşmiştir” hükmünü bir kaide ve doktrin olarak bizim siyasetimizde icra etmektedir. Lozan Konferansı devam ederken, tâkip olunurken yalnız meseleleri değil, usulü ve şahısları itibariyle münakaşa ve tenkit konusu olmuştur. İmza olunduktan sonra yeni bir tenkit safhasına girmiştir. O zamandan beri geçen devirde de daima sırası gelmişken Lozan’a atfen şikâyetler yapılmıştır. Sabit olan gerçek şudur ki; Lozan Konferansı elli seneden beri her gün kıymetini yenileyerek bugün bile taze hüviyetini muhafaza etmektedir.

 

 

 

 

Lozan Barış Antlaşması’nın 48. Yıldönümü Dolayısıyla CHP MYK Üyelerinin Ziyaretinde Söyledikleri[117]

(...)

Çok neşeli olduğu görülen İnönü “Teşekkür ederim arkadaşlar. Hepinizin tebrikine çok teşekkür ederim. Sağ olun” demiş ve daha sonra şunları söyle-miştir.

“Tesadüfen Lozan’da baş murahhas olarak ben bulundum. Şimdi sağ olan ve olmayan bir çok arkadaşım adına ben sizin teveccühünüze muhatap oluyorum. Onların adına da size ayrıca minnetlerimi sunarım.”

Basın mensuplarının “Bir hatıranızı anlatır mısınız?” sorusu üzerine CHP Genel Başkanı İnönü şöyle konuşmuştur:

“Giderken bilmediğim bir âleme gittim. Gelirken büyük sevinçle heyecanla karşılandım. İşte seneler geçiyor. Yarım asra yaklaştı. Lozan bize bir eser olarak milletin hatırasında kaldı. Teveccüh gösterip hatırlayan arkadaşlarıma, orada Lozan’da çalışmış olanların emeklerini değerlendirmeye çalışarak teşekkür ediyoruz.

Gittiğim zaman, beni ilk kabul ettikleri zaman, konuştuktan sonra, senelerce sefirlik yapmış Fransız baş murahhası yanıma gelmişti. ‘Aaa çok sert konuşu-yorsun’ dedi. İlk konuşmam. Lord Curzon’a cevap verdiğim ilk konuşma. ‘Ama hallolunur, hallolunur göreceksiniz, çıkaracağız’ dedi. Yani kendilerine güvenen bir yüzü vardı. Beni yola getireceklerini söylüyorlardı. Hepimiz sonra, beraber yola geldik.”

 

 

 

 

 

Lozan Barış Antlaşması’nın 48. Yıldönümü Dolayısıyla Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay, Başbakan Nihat Erim, KDB Genel Başkanı İlker Örgüt ile Bülent Ecevit’in Mesajlarına Verilen Yanıtlar[118]

[Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’ın mesajına verilen yanıt]

Lozan Antlaşması’nın yıldönümü münasebeti ile lütuf buyurduğunuz nazik ve alicenap kutlamanıza minnet ve şükranlarımı arz ederim. Ve bu vesileyle de, derin saygılarımı sunarım.

[Başbakan Nihat Erim’in mesajına verilen yanıt]

Lozan Andlaşması münasebetiyle lütuf buyurduğunuz kutlamaya derin saygılarla şükranlarımı arz ederim. Lozan’da beraber çalıştığım arkadaşlarımı benim şahsımda takdir etmek nezaketini gösteriyorsunuz. Onun için size daima minnettarım. Güç vazifenizde daima başarıya ulaşmanızı isterim.

[Kemalist Devrimciler Birliği Genel Başkanı İlker Örgüt’ün mesajına verilen yanıt]

Lozan için tebrik mesajınıza çok teşekkür ederim. İçten sevgilerimi ve saygılarımı sunarım.

[Bülent Ecevit’in mesajına verilen yanıt]

Lozan Andlaşması münasebeti ile lütfettiğiniz nazik telgrafa yürekten teşek-kürlerimi saygı ile sunarım.

 

 

 

 

Türkiye Radyoları ve Ankara Televizyonunun “Atatürk’ü Anlatıyorlar” Programı İçin Yapılan Söyleşi[119]

SoruPaşam, nasıl karşılıyorsunuz siz, Atatürk ilkelerini tespit çalışmalarını?

İsmet İnönü–Atatürk ilkelerine dönüş teşebbüsü çok olumlu bir teşeb-büstür. İçinde bulunduğumuz ve daha bulunacağımız güçlüklerden doğru istika-mette, uyanıp, kurtulmak için de en verimli yoldur.

Atatürk ilkeleri, Atatürk bizden ayrıldığı günler 1938 Kasım ayından başla-yarak, o günden Atatürk ilkelerinin hayatı bahis konusu olmuştur. Atatürk büyük bir devrim devrini tâkip etmiştir. Cumhuriyet kurulmuştur. Cumhuriyet yeni medeniyet ilkeleri üzerine kurulmuştur. Bunların hepsi, Osmanlı İmparatorluğu’nun kültür geleneklerine aykırıydı. Onları, geri dönülmesi mümkün olmayacak hesaplara bağlamıştır.

Türk Dil Kurumu’nu daima yaşayacak bir halde bırakmıştır. Ve Türk Tarih Kurumu’na daima yaşayacak ve ilerleyecek bir surette meydana getirmiştir. Bununla Türk Milleti’nin yeni bir millet olmadığını da dünyayı idare etmiş büyük milletlerden belki en büyüğü olduğunu Türk Milletine inandırmak için yapmıştır.

Atatürk ayrıldığı zaman arkasında Terakkiperverler ve Serbest Fırka mensupları olarak iki kolda birbirini tâkip eden, iki kolda siyasî maruzlar [ma’ruz/muarızlar] bırakmıştır. Biz, ilk iş olarak Atatürk’ün siyasî ihtilâfla ayrıldığı muarızları ile arasında bir düşmanlık kalmamasını ve ilkeleri üzerinde, milletçe beraberlik sağlanmasını ilk hedef saydık. Onun için, Terakkiperverleri vazifeye çağırdığımız zaman, Atatürk’ten sonra, onlar bize çok haksızlık gördüklerini söylediler. Ve biz onlara, “Atatürk’le olan şahsî meseleleri bir tarafa bırakalım. Atatürk’ün eserleri, temel eserlerin ilkeleri üzerinde mutabık mısınız?” bu mevzuyu açtım. “Cumhuriyet kurulmuştur. Buna bir itirazınız var mı?” Bunlar üzerinde itirazlarının olmadıklarını söyleyince, “Başka bir şartımız yoktur” dedim ve bunların hepsini cemiyete iade ettim. Kısa bir zamanda gerek, Terakkiperverler ve gerekse Serbest Fırkacılar’dan kırgın olarak ayrılmış olanların hepsi ihtilâfları unutarak, siyasî hayata avdet etmişlerdir. Ve Atatürk ilkelerinin üzerine ihtilâf kalmadı. İlk müşkül devre bu idi. İkinci Cihan Harbi geçinceye kadar vaziyeti idare ettikten sonra, hemen rejim meselesi meydana çıktı.

Buna çok anlayışla cevap verdik. Atatürk’ün hedefi, çağdaş medeniyet ve ileri haklar. Bunların hepsiydi. Bunların hepsini yarı kalmış olanlar, bunları tahakkuk ettireceğiz. Çok partili hayatta tek dereceli seçim, cemiyete olan bu istidadı görmemiz neticesi olarak, kendi başlamıştır. İkinci devre, eski teşebbüslerinden partili surette, çok partili hayat devri açılmasıyla başlar.

Soru–Paşam, o dönemde siz ‘Devrimler ne olacak?’ diye çok tereddüt [geçirdiğiniz] söylenmiş.

İnönü–Demokratik rejime geçeceğimiz zaman, başımıza neler geleceğini, bana endişe verecek surette söylemişlerdir. Benim başıma gelecek hiçbir şey yoktur. Bunların hepsini göze almak lâzımdır. Korkacak sıkılacak bir tarafımız yok bizim. Buna göre rejimimizden korkmuyoruz. Sonra, yeni muhalefet devri olarak, Demokratlar, Atatürk’ün yakın arkadaşlarının da içinde bulunduğu bir teşebbüstür. Teşekkül ettikleri zaman dil üzerine bir oyun olup olmayacağını sormuştum. “Hayır bir tek kelime vardır bizde; Lâiklik dinsizlik demek değildir.” Hakikaten öyledir. Bunu slogan olarak kullandılar ve gidinceye kadar “lâiklik dinsizlik demek değildir” tabiri altında, “lâiklik vaktiyle dinsizlik olarak kullanılmıştır” fikrini aralarında istismar edenler çıktı. Yani hepsini suçlamıyorum. İstismar edenleri oldu. Nihayet bir ihtilâlle düştü Demokratlar. Ondan sonra yeni devre girdik: 1961’den beri tekrar Atatürk ilkeleri mevzubahis oldu. Ordu 1960’da ihtilâli yaptığı zaman:

“Atatürk ilkelerini kurtaracağız” diye geldi. Ordunun ilk günden beri Atatürk ilkelerine bağı orduya aşılanmıştır. Uzun vadeliliği, vasıf olarak kendi kendineli çalışmalarla dahi bugüne kadar Ordudan Atatürk ilkelerine bağlılığı çıkarmak mümkün olmamıştır. 1960 İhtilâli olduğu zaman ilk söz olarak Atatürk ilkelerine dönüşü ileri sürdüler. Ve aleyhtar olan bütün cereyanlar Atatürk ilkelerine karşı olan bütün cereyanlar tâkip olundu. Yalnız, tabiatıyla demokratik rejim ona avdet o da, Atatürk’ün yarım kalmış ilkelerinden birisiydi. Tahakkuk etmişti. O’nun tuttuğu yollarıdır. Onun için de yine yeni şartlar altında rey kazanabilmek için fısıltıyla başladı. Ve nihayet korkmadan Müslümanım diyerek Atatürk ilkelerine karşı bulunanları, onları [bir] siyasî partide toplamak arzusu ve avcılığı, fikri uyandı. 12 Mart, o da nihayet Atatürk ilkelerine avdet prensibini esas tutan yeni bir müdahale olmuştur. Bugün onun çaresini arıyoruz. Çünkü yeni Atatürk ilkelerine bağlılık, yeni şartlarla yeni kisveler giymiştir. Şimdi Atatürk ilkelerine açıktan aykırı olan hiçbir siyasî parti yoktur.

Ve kurulacaklar da yoktur. Aşırı sol da yoktur. Aşırı sağ da yoktur.. Aşırı sol emperyalizme karşı Atatürk mücadele etmiştir. O’nu bayrak telâkki eder. Aşırı sağ, ‘Halifeyi Ruyu Zemin’i kurtaracağız’ başlangıcını verimli bir dâva olarak tâkip eder. Şimdi içinde bulunduğumuz bu devirde dahi Atatürk ilkelerini anlamak, onları yaşatmak gene selâmetin yolu, medeniyetin yolu ve bütün ihtiyaçlarımızı halletmenin yolu halindedir.

Her yeni devir, insan hayatında, gerek siyasî gerek iktisadî her yeni ilerleme, her yeni devir, çok zaman bir takım hastalıkları da beraber getirir. Çok partili hayatta tek dereceli seçim kurulduktan sonra siyasî partilere başından beri kolay rey almak vasıtası Atatürk devrimlerine karşı millette mevcut olduğu farz olunan dolgunluk ve uzaklık bir seçim vasıtası olarak kullanılmak fikri beraber gelmiştir.

Soru–Paşam bunlar başarıya ulaştılar mı? Bugünkü kanaatiniz nedir?

İnönü–Biz, tarihte her millete nasip olmayan ölçüde büyük reformları tahmin olunmayan kısa zamanda tahakkuk ettirmişizdir. Derim ki; Atatürk ilkeleri imtihan vermiştir. İmtihan vermiştir. Bütün darbelere karşı kuvvetlerini ispat etmişlerdir. Siyasî hayat kolay bir kazanç vasıtası olarak, oy vasıtası olarak inkılâp aleyhtarlığını kullanmağa başladıktan sonraki ilk teşebbüsten dolayı bu meyil kendini göstermiştir. Başladıktan sonra Atatürk ilkeleri de mukavemet imtihanı vermeye başlamış oldu.

Atatürk ilkeleri bu sebeple sağlam temele dayanmaktadır. Şimdiye kadar ordu içinde köklerini muhafaza etmiştir. Aşırı sol, ordu içine girip bu kökleri bertaraf etmeye çalışmıştır. Muvaffak olamamıştır. Aşırı sağ başından beri daima mülayim görülerek, bunu idare etmeye çalışırlar. Atatürkçülük basittir, açıktır, ilkeleri meydandadır. Cumhuriyetin temelleri lâik Cumhuriyetle, vicdan hürriyetiyle, kadın hürriyetiyle, Cumhuriyetin temelleri Latin harfiyle meydandadır, bunlar Atatürk zamanında karşı gelinmiş olan karma ekonomi, yeni sosyal hayatta bizim gelişmemiz için başlıca düstur olmak lâzımdır. Yeni devirlerin ihtiyacına göre yeni hedeflere teveccüh etmelidir. O yeni hedefler zamanın istediği endüstrileşmeyi, her alanda askerî alandan bütün endüstri alanlarına, ağır endüstriye kadar tahakkuk ettirmek lâzımdır. Bu suretle tamamıyla siyasî partilerin tutucu zihniyetleri istismar ederek oy almak hevesleri gerçek ihtiyaçlar ve sosyal meseleler karşısında tesirini kaybedecektir.

Soru–İyimsersiniz Paşam.

İnönü–İyimserim çare söylüyorum.

Soru–Evet.

İnönü–Bir defa bir noktada emin olmalı, milletin bünyesi ordusuyla, bilhassa ordusuyla Atatürk ilkelerini onun tamamıyla zıddını tâkip eden bir idareye asla müsait olmayacaktır.

Soru–Ve teminattır.

İnönü–Bu teminatın kadrini bilerek,siyasî partiler hayatlarını, oy oyunlarını düzeltmeğe mecbur olacaklardır.

Çelebi–Çok teşekkür ederim Paşam.

 

 

 

 

UG Yerine Yayına Başlayan BG Sahipleri Vedat Dalokay ve Yaşar Aysev ile UG, Basın Özgürlüğü, TİP’in Kapatılması, Anayasa Değişikliği ve Çin Üzerine Yapılan Söyleşi[120]

İnönü–Ulus’un kurulması, Anadolu’da bir gazete çıkarmanın herhangi bir mücadele için bir güç ve kuvvet olduğu devre rastlar. Atatürk’ün İstanbul’dan ayrıldıktan sonra, bütün dünya ile irtibatı kesilmiş olarak bir büyük dâva takibine başlamasını müteakip, ilk hissettiği ihtiyaç, Anadolu’da kendi fikirlerini söyleyecek, yayacak bir organ bulunması olmuştur. Bu maksatla kurulmuştur. Ulus, bir zamanlar Anadolu’nun başlıca gazetesiydi. Ondan sonra da, nihayete kadar da Kuvayi Milliyenin sözcüsü olmak vasfını muhafaza etti. Tabiî o günün müşkül şartları içinde bir gazeteyi Anadolu’da çıkarmak, onu yaşatabilmek büyük bir malî ve iktisadî meseleydi. O zamanları Ulus’un geçinmek için ne kadar fedakârlık yaptığı, ne kadar güçlüklere tahammül ettiği ne tasavvur edilebilir, ne anlatılabilir. Ulus memleket kurtulduktan sonra büyük bir basın âlemi içinde kaldı. Onun için de büyük bir rekabete maruz kaldı. O zamandan beri büyük gazeteler arasında malî bakımdan yaşaması ehemmiyetli bir mesele olmuştur. Parti gazeteleri, esasen basın âleminde geç tutunuyorlar ve onun için her memlekette büyük partilerin gazetesi yok gibidir.

Ulus, uzun müddetten beri bu tür şartlar içinde çalışmaktadır. Başlıca vazifesini yapmaya çalışmıştır. O vazife Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyete, cumhuriyetin ilkelerine, istikametine bir gazeteci için meşru ve tabiî olan ticari kısmını dikkate almadan çalışmak idi. Onunla uğraştı, şimdiye kadar çok güçlüğe uğradı ve nihayet biliyorsunuz Ulus şimdilik parti gazetesi olarak yayından çekildi. İstikbalde tekrar Ulus adıyla çıkabileceğini kesin olarak ümit ediyorum. Ama yakın bir atide bahis konusu değil. Şimdi siz Ulus’u deruhte ediyorsunuz. İlkelerini ve istikametini tâkip edecek tabiatta, mizaçtasınız. Bu bize teselli veriyor, teşebbüsünüzde muvaffak olmanızı dilerim. Ve basın hayatınızda şimdi Ulus’un yerine çıkmaya başlayacaksınız. Büyük kudret sahibi olmanızı memleket kültürüne devamlı bir basın hizmetiyle muvaffak olmanızı yürekten dilerim.

Ulus’tan anılar

–Paşam Ulus’la ilgili, daha doğrusu İradei Milliye’nin* kuruluşuyla ilgili bir hatıranızı, bir anınızı anlatır mısınız?

İnönü–Şimdi böyle suallere derhal cevap vermek benim için güçtür. Tabiî bir haldeyken çok hatıra zihnime gelir de, sıkıştırıldığım zaman hiçbir şey hatırlamaz gibi olurum. Yalnız Atatürk’ün, sıkıştığı zamanlarda İradai Milliye, Hâkimiyeti Milliye, bunlar üzerinde ne kadar titrediğini bilirim. Sonra Ulus adını verdi. Ondan sonra da Ulus’un neşriyatı ile hepimiz hep beraber ilgilenirdik. Muvaffak olmasına çalışırdık. Fakat Ulus’un sanat tarafını şimdiye kadar kavrayamadık.

–Paşam, Zekeriya Sertel hatıralarında İradei Milliye ile ilgili olarak bir bölüm naklediyor. O tarihte de, bundan zannediyorum. 25-30 sene önceki bir hatıra, gene Ulus’un parti gazetesi olarak nasıl daha geliştirilebileceği, nasıl daha mükemmel bir hale getirilebileceği tartışılırmış ve Atatürk özellikle İstanbul basınına karşı Millî Mücadele yıllarında Anadolu’da, Ankara’da Atatürk’ün ve Cumhuriyetin sesini duyuracak bir gazete olsun, kuvvetli bir gazete olsun istermiş. Böyle bir istek dolayısıyla bir komisyon kurulmuş ve Zekeriya Sertel de bu komisyonda zannediyorum varmış. Falih Rıfkı Atay, Yakup Kadri Karaosmanoğlu vesaire, Atatürk’ün emriyle Hâkimiyeti Milliye’nin Anadolu’da İstanbul basınına kafa tutabilecek seviyeye getirilmesi için görevlendirilmiş Atatürk tarafından. Bunu hatırlıyor musunuz, bu hâdiseyi efendim?

İnönü–İstanbul basınına karşı Anadolu’da, anlattığım gibi, Kuvayi Milliye’nin bir sesi olması daimî bir arzumuzdu. İstanbul’dan doğrudan doğruya bir gazetemiz olmamasından çok sıkıntı çekmedik. Çünkü İstanbul basınının büyük kısmı bizi tutardı. İstanbul basınının umumî havası Millî Mücadelenin muvaffak döndüğü, kuvvetli göründüğü zamanlarda hep beraber etrafımızda söz birliği yaparlardı; pek azı İstanbul hükûmetinin taraflısı olarak bizimle mücadele ederdi. Fakat umumî olarak bizi tutarlardı. Tabiî muvaffakiyet günleri de avazı çıktıkları kadar bağırıp sevindiler. Halbuki Millî Mücadelenin, muvaffak olduğu günler yanında, uzun müddet de çok dar Boğazlardan geçtiği olurdu. Ümitsizlik etrafa yayılırdı. O zamanlar da bize taraftar olan gazeteler, çok darlık içinde, dar geçitten geçtiğimiz günlerde meyus olmamalıyız görünmeye çalışırlar. Tabiî İstanbul hükûmetinin taraflısı ve bizim muhalifimiz olan gazeteler o günler pek sevinirlerdi. Tam gazetecilik hayatı kurtuluştan sonra normal şartlarıyla işlemeye başlamıştır. Ondan sonra bizim güçlüğümüz artmıştır. Ticarî ve malî olan tabiî şartlar üstünlük kazanmaya başladılar. Sermaye tesiri, tecrübe tesiri, bilgi ve temas itici tesiri bunlar İstanbul gazetelerinde tabiî daha kuvvetli daha elverişli şartlar içindeydi. Bunlar arasında uğraşmak güç oluyordu. Ben Ulus Gazetesi’nin idaresinde, hemen diyebilirim 40 seneden beri güçlük çektiğimizi bilirim. Onun için Ulus adıyla gazetenin kapanması tecrübesi şimdi zarurî  bir neticeydi. Bu sizin yeni adla çıkardığınız gazete için tam serbest bir fikir verecektir. Onu tecrübe edeceksiniz. Bir de biz tekrar Ulus’u çıkarmaya muvaffak olursak çok dersler almış olarak yeniden neşriyat hayatına başlayacağız. Ama aklımız başımıza gelmiş, ders almış olarak yayınlamamızı ümit ediyorum.

Barış Atatürk’ün politikasıdır

–Paşam, Barış ismini biz de sureti mahsusada koyduk. Türkiye’nin ve Türk toplumunun kavgadan bıktığı, artık sosyal barışa ihtiyacı olduğu ve sınıflar arası bir uzlaşmanın, bir barış havasının toplumumuza esmesi gerektiğini düşünüyoruz. İsmini de bunun için koyduk. İsmimiz hakkındaki, Barış ismi hakkındaki kanaatinizi açıklar mısınız?

İnönü–Barış ismi ne maksatla konursa konsun güzel bir isimdir. Ve bunun Büyük Atatürk’ün politikası olarak da yurtta sulh, cihanda sulh tâkip ederiz. Barış, onun için Barış ismini bulmakta muvaffak olmuşunuzdur. Barış içinde gelişmenizi dilemekteyim.

–Paşam biz bir gün Barış Gazetesiyle bir gün belki Halk Partisi’yle düşünce açısından ayrılabiliriz. Bizim Barış Gazetesi’nin görüşü Halk Partisi’nin görüşüne karşı olabilir. Ama bir şey var ki, her zaman sağa karşıyız. Yani biz solda ancak aramızda tartışabiliriz.

Evvelden Ulus’un belli bir tutumu yoktu. Şimdi tutumu belli bir gazete yanınızda duruyor. Ama onun da bazı yaramazlıkları olacak, siz onu hoş göreceksiniz.

Basın özgürlüğü

–Paşam, bir de basının genel sorunları üzerinde görüşlerinizi, basının şu sıralarda gerek ekonomik bakımdan, gerekse Anayasal değişiklikler bakımından bazı şikâyetleri var. Basınla ilgili gelişmelerde, meselâ efendim, ekonomik gelişmelerin ve yapılan basınla ilgili zamların gazeteleri çok müşkül duruma düşürdüğü topluca yayınlanan bir açıklamayla kamuoyuna duyuruldu. Okumuşsunuzdur. Bunun yanı sıra Anayasada basınla ilgili yapılmak istenen değişiklikler basında rahatsızlık ve huzursuzluk doğuruyor. Bu konudaki görüşlerinizi açıklar mısınız?

İnönü–Şimdi, basın özgürlüğü hem parti olarak hem cumhuriyet olarak temel prensibimizdir. Basın özgürlüğü olmadan, memlekette hiçbir gelişme olmaz. Bu kanaatte samimîyiz ve Meclis, umumiyetle bugünkü Meclis de, umumiyetle bütün partiler de basın özgürlüğünü birinci derecede korurlar. Bunun türlü mahzurlarından her memlekette, her devirde şikâyet olunmuştur. Fakat, basını fena maksatlar için kullanmaya karşı müdafaa tedbirleri alınabilir, alınmaktadır, alınacaktır. Fakat bütün bu savunma tedbirleri içinde herkes, asıl olarak basın özgürlüğünün tamamıyla mahfuz kalmasında mutabıktırlar. Bu bakımdan hiçbir tehlike yoktur bizim basında. Hangi siyasî parti iktidarda olursa basın özgürlüğünü korumaya çalışacaktır. Türkiye bakımından basın özgürlüğü çok zaman da geçirmiştir ders almak için öğrenmek ve öğretmek için, bir mesele üzerinde, basında birbirinin tamamıyla taban tabana zıttı fikirler neşrolunmasına halkımız büyük ölçüde alışmıştır. Bunun mahzurları mübalâğa edilmemek lâzımdır.

Basının iktisadî ve malî meselelerine gelince; Cumhuriyet idareleri basının iktisadî ve malî meselelerini hafifletmek için çok fedakârlık etmiştir. Daima kolaylık göstermeye çalışmıştır. Son zamanlarda bilhassa zannediyorum kâğıt üzerinde şikâyet çıkıyor, kâğıt meselesi yalnız basını ilgilendiren bir mesele değil, bütün Türkiye hayatımızı ilgilendiren bir meseledir. Aynı zamanda ekonomik olarak kâğıt meselesi kendi çıkardığımız kâğıt için intizam ile ekonomik kaideler üzerine işlemezse, kâğıt endüstrisi yaşayamaz hale gelecektir. Bu ihtiyacı bilmek lâzımdır. Basın, ihtiyacı olan, gıdası olan kâğıt için, devlet tarafından, her şart içinde özel bir muamele görsün ister, devlet bu kayda mümkün olduğu kadar riayet etmek ister. Ama ekonomik kaideler hükümlerinde, işleyişlerinde çok tarafsızdırlar ve çok insafsızdırlar. Kaide dışında hiçbir endüstri yaşayamıyor. Anlayışla karşılaması lâzımdır basının, devletin basına sempatisi olması ihtiyacı tabidir. Ve bu ihtiyaç Cumhuriyetin temelinde vardır. Fakat İktisadî Devlet Teşebbüslerinde veyahut vatandaşın özel teşebbüsüyle kurulan her türlü iktisadî teşebbüsün ekonomik kaideleri de vardır. Onları da insaf ile ölçmek lâzım.

En kritik mesele

–Paşam, bugün Türkiye’nin en kritik problemi nedir, ülkemizin, bugünkü siyasî ortamda bulunan ülkemizin en kritik problemi nedir?

İnönü–Ben her mesele, en mühim mesele ve en kritik mesele olarak en son meseleyi göze alırım. Biz son zamanda büyük bir iç bunalımdan geçtik ve geçmekteyiz. Memlekette emniyet, bir umumî hiyerarşi kargaşalığı içinde hakikaten tehlikeli bir halde sarsılmıştı. Bir seneden beri, böyle bir hava içindeydik. Ondan bir dar boğaza düşer gibi yeni bir ferahlık havasına geçmeye çalışıyoruz. Bir defa anarşiden geçtik, bu teşebbüsünde hükûmet muvaffak olmuştur. Ve muvaffakiyeti çok önemlidir, hiç unutulmamak lâzımdır. Ondan sonra bizim içinde bulunduğumuz, millet ve devlet olarak içinde bulunduğumuz büyük geçit malî ve ekonomik geçittir. Malî mesele senelerden beri birikmiş olan bir önem, zarurî neticeleri olarak bugün başımızın üzerinde duruyor. Sinirlerimize dokunuyor, bunu atlamaya çalışıyoruz. Tabiî zaman ister.

Zaman içinde bu dinecektir. Ondan sonra kalkınmamız, iktisadî kalkınma-mız, en başta sınaî kalkınma gelir, endüstri kalkınması, tabiî hiçbir kalkınma yalnız bir dalda, yalnız endüstride, yalnız ziraatta olmaz, hepsi birbirine ayak uydurarak yürümek lâzımdır. Bunu ayarlayıp müesseseleri muntazam çalışır hale getirmeye, ihtiyaçları sıraya koyup kalkınmaya uğraşıyoruz.

Anayasa, demokratik sosyalizme kapalı değildir

–Paşam bir sualim daha var. Ortanın solu 1963’de ortaya atıldı. 1967’de siz 14. Kurultayda bunu açıkladınız. Ortanın Solu nedir? Bugünkü ortamda 1971’e gelinceye kadar Ortanın Solu tanımında bazı değişiklikler ve sapmalar var mı?

–Özellikle bugün TİP kapatıldı. Türkiye İşçi Partisi. İşçi Partisi’nin kapatıl-masıyla solda büyük bir boşluk var. Halk Partisi bu boşluğu doldurmaya angaje midir, olacak mıdır? Onun büyük bir problemi var ki solu boştur. Bu konudaki düşünceleriniz nedir Paşam?

İnönü–Ortanın Solu memleketin ve Anayasanın öngördüğü sosyal ihtiyaç-larını halletmek için Cumhuriyet Halk Partisi’nin ön ihtiyacı olarak ortaya attığı ve üzerine aldığı bir meseledir. Bununla Cumhuriyet Halk Partisi sosyal meselelerde memleketin ihtiyacı olan büyük reformları ve umumiyetle sosyal hayatın verimli ve sıkıntıları daima azalmış olarak ilerlemesi. İşsizlikle daima uğraşması. Böyle bir siyasî mesnet tutması lâzım geliyordu. Fakat bu sosyalizm değildir, tam solunuzda aşırılardan bahsetmiyorum. Demokratik rejim içinde, bizim solumuzda demokratik bir sosyalizm olmak lâzımdır ve bizim Anayasa demokratik sosyalizme kapalı değildir. Bunun üzerine münakaşalar olmuş ve Anayasa Mahkemesi hükmünü vermiştir. TİP kapatılmış ve solumuzda bir boşluk hasıl olmuştur. Bu demokratik sosyalizm boşluğudur. Bu ihtiyaç, bu isteği dolduracak kanaatindeyim. Biz Cumhuriyet Halk Partisi’yiz, sosyalist bir parti değiliz, ortanın solundayız, böyle kalacağız ve Cumhuriyet Halk Partisi olarak hem memleketin kalkınmasında hem sosyal ihtiyaçların, reformların tahakkuk ettirilmesinde kendimize düşen vazifeyi yapacağız. Sosyalizm başka bir şeydir ve bizim solumuzdadır, demokratik olarak çalışacaktır.

Kıt’a Çini konusu

–Paşam dış politikada bugün Amerika-Komünist Çin yakınlaşması sizce ne gibi bir anlam taşıyor. Amerika Çin’e kur yapıyor. Bunun sizin açınızdan anlamı nedir?

İnönü–Şimdi efendim büyük devletlerin söz ile olan yakın alâkaları mecburiyettir, yakın alâkaları vardır. Ve bu alâka mecburidir. Çin büyük bir kalkınma yaptı, her bakımdan; siyasî iktisadî bakımdan büyük bir kalkınma yaptı. Büyük bir kudret ispat etti ve bugün varlık olarak, kudret olarak yeryüzünde her meselenin içinde görünüyor. Bu tesiri dikkate alınmak lâzım geliyor. Böyle olunca dünyada başlıca sorumluluk taşıdıklarını iddia eden devletlerin Çin’e karşı meselâ Amerika’nın Çin’e karşı bir daimî ayrılık halinden kurtulup yakın temas haline geçmesini, bulunmasını tabiî bir oluşma sayılmak lâzımdır. Bundan cihan sulhunun fayda görmesini yürekten dilerim.

–Ülkemiz için Paşam, şimdi dünyada iki güç varken, Rusya ve Amerika araya üçüncü bir güç giriyor. Çin.. Politik alanda, resmî olarak.

İnönü–Çin’in bizimle ve Orta Doğu’yla olan tesiri ne ölçüde olacağını, bizim siyasî hayatımızda ne kadar yakın tesirleri olacağını şimdiden tahmin etmek mümkün değildir. Bir büyük ülkeler her alanda çalışırken dünyanın neresinde dünyanın her yerinde kendi tesirini hissettirecektir. Nazariye olarak böyledir, ölçüsü ne olacak bunu zaman gösterecek. Biz daha ziyade kendi yurdumuzda, Sovyet Rusya ve Amerika plânları ve münasebetleriyle yakından ilgilenmekteyiz, yakından onları tâkip etmekteyiz.

–Komünist Çin’i tanımak hususunda Paşam?

İnönü–Bütün dünya tanıdığı gibi bizim de tanımamız tabiî olacaktır.

–Ama Amerika’yı izlememiz, hemen Amerika’nın ardından yapmamız, biraz tuhaf olmuyor mu Paşam?

İnönü–Böyle tanımalar, böyle münasebetler, er veya geç her devletin kendi müstakil kaydıyla, müstakil kararıyla tahakkuk eder. Zamanlar olur ki, devletler birbirini tâkip ederek bir siyasî hâdiseye karışırlar, zaman olur birbirinden ayrı olarak siyasî harpler içinde kalırlar.

–Paşam, sabrınıza sığınarak birkaç soru daha sormak istiyorum: Anayasa değişikliği konusunda siz bir çok maddelerde Cumhuriyet Halk Partisi olarak itirazınız olabileceğini söylemiştiniz. Sayın Ecevit de grupta yaptığı bir konuşmayla, Anayasanın, Anayasa değişikliğinin tümüne karşı çıktı. Bu konuda birkaç kelime söylemek ister misiniz?

İnönü–Birkaç kelimeye hacet yok. Ecevit’le Anayasa değişikliği ve yeni hükûmetin teşkili hususunda aramızda geçen münakaşa etrafıyla kamuoyuna bildirilmiştir, söylenmiştir. Bir tutum tâkip ettim. Yeni hükûmetin kurulmasında yardımcı olmamız lâzımdır, dedim. Partide bu noktayı nazarı tâkip ettim. Ecevit’in tâkip ettiği noktai nazar bizimkinden farklıydı. O’da partide noktai nazarını söyledi. Nihayet Cumhuriyet Halk Partisi benim noktai nazarımı kabul ederek yeni hükûmete karşı bir vaziyet aldık. Vaziyet bundan ibarettir. Aramızda başka bir fark yoktur. Ecevit kendisi benim görüşüme ters düştüğünü söylemiştir. O ters düşmenin neticesi olarak yalnız kaldı münakaşa neticesi. Partinin aldığı vaziyetle, ayrı bir vaziyette yalnız kaldı kendisi… Şimdi bu vaziyet içinde noktai nazarımı ben parti politikası olarak açıkça tâkip ediyorum. Ecevit, kendi fikirlerini parti içinde söylüyor, herkes söyleyebilir. Parti içinde fikirlerin serbest söylendiği zamanlar vardır. Parti içinde, parti kararı olarak herkesin beraber hareket etmesi lâzım geldiği zamanlar vardır. Bu herkesin beraber hareket etmesi zamanları geldiği vakit Genel Başkan olarak benim vazifem vardır. Herkesi birleştirmeye çalışıyorum.

–Anayasa değişikliğini..

İnönü–Görüşüyoruz. Anayasa değişikliği Hükûmetten teklif gelmiştir. Partiler konuşmaktadır, bir anlaşmaya varılması lâzımdır. Ve varılabileceğini, bir anlaşmaya varılabileceğini ümit ediyorum.

 

 

 

 

Anayasa Değişikliği Temaslarına İlişkin Söyledikleri[121]

(...)

İnönü, saat 10.30’da başlayan toplantıdan saat 12.30’da ayrılırken “Hemen söyleyecek bir şeyim yok. Başbakan İstanbul’da komutanlarla toplanıyorlar. Onların dönüşünü merakla bekliyoruz. Şimdilik başka bir meselemiz yok” demiştir.

CHP Liderinin, partisinin TBMM. Grup yöneticileri ile özellikle Partiler arası komisyonda üzerinde bir anlaşmaya varılamayan Anayasa maddeleri konusunda görüştüğü sanılmaktadır. Nitekim, İnönü bu konuya ilişkin bir soruya da Başbakan Erim’in İstanbul’dan dönüşünü beklediklerini söyleyerek cevap vermekle yetinmiştir.

(...)

Daha sonra gazetecilerle görüşen CHP Genel Başkanı İnönü partiler arası komisyonun Anayasa değişiklik taslağında yer alan ve üzerinde anlaşmaya varamadığı 4 madde ile ilgili bir soruya karşılık, “Bir hal yolu bulacağımızı umuyorum. Başbakandan, İstanbul’dan iyi haberler aldım” demiştir.

 

 

 

 

CHP Ortak Grup Toplantısında 12 Mart ve Sonrası Gelişmeler Üzerine Yapılan Konuşma[122]

CHP Genel Başkanı İnönü grup toplantısında özetle şunları söylemiştir:

“Partimizin müstesna sorumluluk günlerinde sizlerle ortak toplantı yapıyoruz. Bu toplantımızdan başarıyla çıkmak, benim aziz emelimdir. Bu emelim hepimizde müşterek maksadı olacağına eminim.

Aziz arkadaşlarım, memleketimizin geçirmekte olduğu önemli demokrasi devrinin sorunlu gününde toplanıyoruz. 12 Mart 1971’de demokrasimiz, Türk siyasî hayatımız, yeni bir askerî müdahaleye maruz kaldı. Bundan önceki askerî müdahale 27 Mayıs 1960’da olmuştu. Kısaca bu iki müdahalenin farkını söylemekle söze başlayacağım.

1960 askerî müdahalesi, dahilde, görülen, bütün memleketi kaplamış bir bunalım havası içinde oldu. 10 seneden beri süren ve birike birike memleketin kalbinde ciddî bir buhran haline gelmiş olan bir idarenin sonunda kurtuluş hareketi gibi meydana geldi. Bu hareket, ilk günün de demokratik rejime geçmeyi hedef aldığını söyledi. En kısa zamanda bunu sağlayacağını bildirdi. Az zamanda da başlıca yapacağı reformun, 1924 Anayasasını yeni bir şekilde düzenlemek olacağını söyledi. Eski idarenin suçlu görünen unsurları hakkında mübalâğalı bir şekilde geniş, uzun bir yargılama ile işe başlandı. Bu idarenin tafsilâtını size hatırlatacak değilim. Sonuç olarak bir yıl içinde yeni bir Anayasa yapıldı. İçinde çıkan ihtilâfları yendi. 1961’de genel bir seçimle demokratik rejime idareyi devretti. Şerefli insanlar gibi geldiler. Şeref sözlerini tuttular ve sonra çekilip, demokratik hayatın gelişimini tâkip etmeye muktedir oldular.

12 Mart

12 Mart 1971 askerî müdahalesi ise, bütün memlekette emsali görülmemiş bir siyasî bunalımın havası içinde geldi. Daha ilk günden demokratik rejimden vazgeçmek değil, demokratik rejimi kurtarmak emelinde olduğunu söyledi. Tedbirlerini gösterdi, bu tedbirlerin tatbikinde siyasî partilerin, meclislerin ve herkesin yardımcı olmasını istedi. Şimdi bu anlatışında ne dereceye kadar samimîydi? Müdahale bir bahane miydi? Bütün bunlar 3-4 aylık kısa bir tecrübe ile kendini gösterecekti.

Büyük sorumlular tedbir olarak tarafsız bir sivil idarenin teşkil edilmesini öngördüler. Bu tarafsız idareye siyasî partilerin yardım etmesi lâzım geldiğini öne sürdüler. Gerçekten de Meclis varken, siyasî partiler çalışırken, onlar, tarafsız bir hükûmetin memleketi buhrandan çıkarabilmenin ilk şartı olduğunu tahmin ettiler. Siyasî partiler büyük bir anlayış gösterdi. Siyasî hayatımızda 1946’dan bu yana 25 yılı geçen bir müddetten beri görülmemiş derecede bir anlaşma siyasî partiler arasında meydana geldi. Tarafsız bir hükûmetin teşkiline elbirliği ile yardımcı oldular. Kendilerinden üye verdiler. Hükûmet teşekkül etti. Programında hükûmeti tamamıyla serbest bıraktılar. Hükûmetin programında söylediği asayişi korumak ve reformları yapmak esaslarını hep beraber desteklediler. Bu hükûmet Cumhuriyet Hükûmetleri içinde, önemli demokrasi devrine geçtiğimiz günden beri, güvenoyu almış hükûmetlerin en çok sayıda güvenoyu almışı olarak gösterilebilir.

Yeni hükûmet

Şimdi, yeni hükûmetle ilk siyasî hayata girdik. Siyasî hayat 3-4 ay önceki bir hatıra olmakla beraber, şimdi hatırlanması kolay olmayan bir havaydı. Hiçbir  şahsın ve tüzel kişinin emniyeti yok idi. Bir evin veya resmî bir müessesenin veya yabancı bir devletin temsilcisinin kapısında bir bomba patlamadan gün geçmiyordu. Suçlular bulunamıyordu. Göz göre göre bankalar soyuluyordu. Ertesi gün herkes başka bir maceraya boynu bükük olarak hazırlanıyordu. Bu kadar derin ve ümitsiz bir siyasî bunalım milletlerin hayatında insanların başına zor gelir. İşte böyle bir havada yeni hükûmet teşekkül etti. Sıkıyönetimle işe başladı. İdare az zamanda memleketin emniyetine hâkim oldu.

Şimdi ilk huzursuzluk ve taşkınlık devirlerini düşünürseniz orada göze çarpan başlıca eksiğimiz, halkın bütün taşkınlıklara seyirci kalmasıydı. Halkın yardımı olmadan, memleketin huzuruna sahip çıkmak hiçbir hükûmetin elinde değildir. Hükûmetler başlıca sorumludurlar. Hiç şüphe yok ki, bir 27 Mayıs Devrimi hükûmeti toptan nasıl sorumlu saymışsa, bu hükûmet de tabiatıyla bulduğu hükûmeti ilk sorumlu sayıyordu, bunda haklıydı.

Partiler bir anlaşma havası içinde demokratik rejimi sağlamaya çalışıyorlar. Asayişi temin etmek meselesinde en önde gelen dert, en önde huzursuzluğu yaratmış olan zümre idi. Bunlar öğrenciler ve üniversite öğretmenleri idi. Onun için alınacak tedbirler hemen bunları takibe teveccüh etti. Soyguncular, kaçırıcılarda ve her türlü taşkınlığın timsali olan insanlar, gençler ve öğrenciler içinde bulunuyordu. Bunlar sağdan ve soldan aşırı uçları temsil ediyorlardı. İlk günden itibaren vatandaşların başlıca merakı acaba bunlar bulunabilecekler miydi? Bunları idare eden, içerde ve dışarıda asıl kumandanlar kimlerdi? Kısa zamanda bunları tamamıyla tesirsiz ve istediklerini yapamaz hale düşürdüler. Sebebi aşikârdır. Halk bu emniyetsizlikten o kadar bıkmış ve üzülmüştü ki, ilk şaşkınlık geçip gözünüzü açın, halk yardım etmeden bu buhranlardan çıkılmaz feryadı bizden ve her yerden başladığı zaman, halk bir anda uyandı. Şehirden en uzak köyüne kadar anarşi taraftarlarını tâkip etmeye başladılar. Bunların en ilerde olanları, en kuvvetli sayılanları hiç umulmadık bir yerde yurt dışına kaçmaya çalışırken, köylülerin ve şehirlilerin yardımı ile yakalandılar, bu memleketimizin hakiki sahibinin sade vatandaşlar olduğunun ve sade vatandaşların her şeyden evvel huzurun temin edilmesini istediğinin en inandırıcı delilidir.

Hiçbir hayalperest, idealizmi, hayalperestlilikle karıştıran hiçbir politikacı, memleketin huzurunu ve emniyetini boşluğa savurarak bir iş yapabileceğini sanmamalıdır.

Bu tecrübe, ümit ederiz ki bundan böyle cemiyet hayatının nazari hayalpe-restlik içinde önemsemeyen eylemcilerin daima hatırda bulunduracakları bir ders olmalıdır. Bu ders çok istifadelidir. Bundan sonra için de ışık tutacaktır.

Anayasa değişikliği

Şimdi arkadaşlarım, bu tedbirler alınırken Anayasa değişiklikleri bir mesele olarak ortaya çıktı. Bütün taşkınlıklarını ve anarşilerin asıl sebebi, asıl mesulü 1924 Anayasasını değiştiren 1961 Anayasasının her sahayı geniş ölçüde taşkıncılara açık bırakmış olması zannolunuyordu. Böyle bir iddia ortaya çıktı. Onun için Anayasayı değiştirmek ilk hedef olarak ilân edildi.”

CHP Genel Başkanı İsmet İnönü, daha sonra “Biz başından beri bunalımın, anarşi devrinin esaslı sorumlularından birisi, Anayasa olmadığı fikrinde ısrar ettik. Daima bunu savunduk. Anayasa sebep değildir, bunun tatbikçileridir. Tatbikçiler, tedbirlerini zamanında almadılar. Azgınlar meydanı boş bularak işi en ileri hudutlara kadar ilerlettiler dedik” demiştir.

İnönü şunları söylemiştir:

“Anayasa mesul değildir, bu yanlış bir yoldur demek, cemiyetin o günkü anlayışına ve olayların tabiatına uygun düşmeyecekti. Esas kanaat bu olmasına rağmen, ordunun ve cemiyetin büyük kısmının, ‘Bu Anayasada değişiklik yapılacak yerler vardır’ zannetmesini, dikkatle ve saygıyla karşıladık. Genel kanaate uyarak değişiklik yapılacak noktalar varsa, bunları tespit etmeye hazır olduğumuzu bildirdik. Esasına ait fikrimizi cesaretle söyledik. Amelî olan tatbikat sahasında üzerimize düşecek vazifeleri hulûs içinde kabul edeceğimizi ve izleyeceğimizi ilân ettik. Hatırlayacaksınız, Anayasa değişikliği ortaya çıktığı zaman bizim dışımızdakiler değişiklik fikrine evet deyip canla başla beraber yorumları bütün memleketi kaplarken, biz değişiklikler nedir, yorumları ne olacaktır ve ne şekilde değiştirilecektir, bunları tetkik etmeden ve etraflıca kavramadan bir fikir söyleyemeyiz dedik ve söylemedik. Bu şekilde bir anlayış içinde Anayasa değişikliklerini karşıladık.

Büyük kumanda heyeti başı ile görüşme

Şimdi arkadaşlarım, her şeyden evvel müzakere devrinde değişikliklerin büyük meseleleri nedir, bunların ehemmiyeti nasıl görünüyor, buna teşhis koymaya çalıştık. Bu arada ordumuzun sorumlu büyük kumanda heyeti başı ile temasa geçtim. Meseleler nedir, ne yapacaklardır? Bunları öğrenmeye çalıştım. En önce silâhlı hale gelmiş olan öğrenci ve öğretim üyesinin mahsulü sayılan büyük siyasî bunalımın süratle kaldırılmasını öngörürlerken, bundan sonra yine aynı hallerin tekerrür etmemesi için tedbir almak, ordunun başlıca fikri oldu-ğunu fark ettim.

Cumhuriyet ordusu

Bu görüşme yakından temasım bana o kanaati verdi ki, Cumhuriyet ordusu siyasete karışmak arzusunda değildir. Demokratik rejimin bütün icaplarıyla, bütün sorumluluklarıyla tekrar işlemesi, ordunun başlıca hedefidir, 12 Mart’ı yapmış olan kumandanlar, sıkıyönetim suretiyle cemiyetin idaresine karışmış olmaktan bile muzdariptirler.

Bir an evvel vazifesini bitirip, orduya dönüm [dönüp] ve memleket savunması için lâzım olan karakter imtihanını, bilhassa bilgi ve eğitim imtihanını, mem-lekete güven ve millet zeminini kurtarmak arzusunu taşıyorlar. Ordu bu kanaa-tinde samimîdir. Bugünkü devraldıkları bunalımı süratle tedaviye çalışıyorlar. Bundan sonra asıl kaygıları bir daha bu olayların tekerrür etmemesidir. Onların büyük mesele, bunalımın büyük sorumlusu saydıkları üniversite camiası, meselelerin başında geliyor. Üniversite camiasının idari özerkliği açıktan kaldırılmalıdır. Bilimsel özerkliği kayıtlar altına alınarak yürütülmelidir. Bizim, kanaatimizce üniversitenin idari özerkliği işlemezse, onun bilimsel özerkliği de işlemez hale gelir. Toptan üniversite, halde olduğu gibi, istikbalde de hiçbir zaman özerk olmaya layık değildir. Türk camiası bu seviyeye gelmemiştir kana-atine hiçbir surette iştirak etmedik. Türk camiası içinde öğretim görevlilerinin, öğrencilerinin kendi görevlerini ehliyetle bileceklerini ve tâkip edeceklerini daima inancımız içinde tuttuk. Bu buhranı atlarken, üniversite camiasının aynı zamanda yetiştirilmesini hedef tuttuk.

Partiler arası komisyonda, bu şartlar içinde üniversite meselesini mütalâa ettik.

Üniversite

Ordu ve aklıevvel siyasetçiler, bugün Sıkıyönetim kalksa, sivil idare gelse, özerklikler avdet etse, 12 Mart’tan önceki bunalım kısa zamanda tekrar gelecektir. Öğrenci hazırdır, öğretim üyelerinden bazıları da bundan memnun olacak, insanlar da fırsat beklemektedir, gibi kanaate sahiptirler. Biz iki sene müddetle, bir geçici devre üniversiteyi idare etsin dedik. İki sene büyük zamandır. O zamana kadar tedbirler alınır, istikbal kurtarılır ve üniversiteler sorumlulukları içinde çalışmaya başlarlar zannediyorduk. Sonunda üniversiteler meselesinde anlaşmaya vardık. Partiler arası komisyonda özerklikleri ve sorumlulukları mahfuz tutmaya çalıştık. Üniversitelerin idaresi aslında kedi kadrolarını[n] sorumluluğu, denetimi ve yönetimi altındadır, dedik.

TRT

TRT meselesi başlıca mesele olarak karşımıza çıktı. Biz TRT’nin 1960’dan önceki yanlış kullanma zamanında en çok eziyet çekmiş bir siyasî partiyiz. Aleyhimize her türlü tecavüzler radyodan yapıldı. Hiçbir cevap ve düzeltme hakkımız bulunmaksızın bu neşriyat devam etti. O kadar devam etti ki, sonunda bizim kadar en uzak bulunan sade bir vatandaş dahi radyonun haksız olduğunu, gerçeği söylemediğimi anlar bir duruma geldi. 1960 devrimi olduğu vakit ilk düzelttiğimiz eksiklerden birisi, TRT’nin inanılır bir müessese haline getirilmesi oldu. 1961 Anayasası bu tesir altında çıktı. TRT özerk olarak çok muktedir bir genel müdür emrinde yıllarca çalıştı. Bu genel müdür günün birinde sıhhatinden ciddî bir surette müteessir oldu. İnsan üstü bir gayret göstermekle beraber, müessese üzerindeki kontrolü yapma imkânı zayıfladı. Geçirdiği ağır hastalığın tesirleri altında insanların tam iradesiyle, muhakemenin tam isabetiyle doğru tedbir bulabilmesi zordur. Bu şartlar altında TRT herkesin gözüne batan bir takım kusurlar işlemedi değil.”

CHP Genel Başkanı İnönü daha sonra: “Demokratik rejimin bugününü kurtarmak ve atisini kurtarmak için o rejime tekrar dönmeye lüzum vardır. Bu müspet sonucu sağlamak için, değişikliklerin Anayasa komisyonu ve Meclisin umumî heyetinden çıkmasına yardımcı olacağız. Vazifemizi yapacağız. Ama yasa komisyonunda siyasî partilerin anlaşmalarını dikkate almaksızın bir müzakere yapılması bizim ancak zararımız olur” demiştir.

Önemli maddeler

“Bunlardan başka bazı önemli maddeler daha var. Örneğin, basın üzerinde, adaletin dokunulmazlığı üzerinde hassasiyet gösteriliyor. Basın üzerindeki hassasiyet, basın hürriyetinin cemiyet huzuru aleyhinde kullanılması noktalarına değiniliyor. Broşürler dağıtılıyor, gazeteler yazıyor, kumandanlara, orduya karşı emniyeti sarsacak yazılar yazılıyor. Sonra, Türkiye halkları hukukunu savuna-cakmış gibi, her türlü bölücülük yapılıyor, sansür yoktur kaidesine bürünerek, ticaret maksadıyla işleyen bir matbaada her türlü broşürler basılıyor. Bu maksatla çıkmış olan kitapları dağıtıyorlar. Bu çeşit basılı yazıların toplatılması mahkeme hükmü olmadan böyle bir salâhiyetin kullanılmasının sakıncaları uzun boylu düşünülmüş, çare aranmıştır. Bölücü yayın yapan broşürler, gazeteler büyük gürültülerle yol kavşaklarında dağıtılırken, ıstırap içinde çok şikâyetler aldım. Mahkemeye gidip toplamak kararı alınıncaya kadar tahrik edici, ele geçmesi ve o günü tesir etmesi yegâne maksadı olan yazılar gayesine erişmiş oluyor. Bir müddet sonra mahkemelerden alınan toplama kararları hiçbir işe yaramıyor.

Genel mutabakat nedir?

Diğer anlaştığımız, teferruat denilen meselelerde bizim ikna edebildik-lerimiz büsbütün geri alındı. İkna edemediklerimiz de tasavvur edilen mahsurlar asgariye indirildi ve sonunda genel mutabakat hasıl oldu. Şimdi bu genel mutabakat nedir? Bunun hakkında dikkatinizi çekmek isterim. Meydana gelen eser mühim bir eserdir. Bir askerî müdahale olmuştur, tarafsız bir hükûmet teşekkül etmiştir. Siyasî partiler anlaşmaya çalışmışlardır. Bu devrede bir defa daha sabit oldu ki, Cumhuriyet ordusu, demokratik rejimin başlıca teminatıdır. Kendisi ihtiyaç ve buhran zamanlarında el koyarak memleketi idare etmek iddiasında değildir. 12 Mart’ın 27 Mayıs ihtilâlinden başlıca farkı budur. 27 Mayıs doğrudan doğruya idareye el koyarak ve geçmiş idareyi toptan itham ederek takibata geçerek bir çare aramaya çalışmıştır. Kendi devrinde ve kendi zamanında asgari bir müddet durmuş ve ondan sonra ayrılmıştır.

Rejimin geleceği

Demokratik rejimin türlü güçlükleri ve mahsurları yanında, sorumluluğunu bilen, siyasî partilerin büyük buhran zamanları, savaş dışı buhran halinde bir araya gelip beraber çalışma kudreti gösterebilmelerine bağlıdır. Milletin olgunluğu, demokratik rejimin geleceği, siyasî partilerin böyle bir kabiliyete yükselmiş olmasına bağlıdır. Siyasî partilerimiz bu anlaşma ile yüksek seviyede olduklarını memlekete ve cihana ispat etmişlerdir. Bugünkü idarenin bir askerî müdahale neticesi ordusuyla, siyasî partileriyle demokratik rejimi kurtarmak ve bütün şartlarıyla işletmek çabasında beraber olmalarını imtihan verme rejimidir. Şimdiye kadar bu imtihanı başarı ile verdik. Bu imtihanı sonuna kadar başarmak millete karşı görevimizdir.

Eğer 11. madde üzerinde son ana kadar anlaşma olursa, partiler arası demokratik rejimi kurtarmak için kendi aralarında vücuda gelmesine yardım ettikleri tarafsız hükûmetin, memleketi seçime kadar götürmesine de yardım edeceklerini göstermiş olacaklardır. Tarafsız hükûmet, memleketi huzura ve emniyete kavuşturma, memleketin dış itibarını ve dış meselelerini koruma ve yurtta barış, cihanda barış istikametinde yürütme kabiliyetinde olduğunu göstermiş ve bütün dünyada da itibar kazanmıştır. Bu hükûmetin güçlükler içinde bulunduğunu biliyoruz. Her gün başarı gösteren demokratik hükûmet, başarısızlığa başladığı zaman vatandaş onu değiştirmeye hak kazanır. Vatandaş onu değiştirmeye hak kazandığı zaman, ‘Hayır ben hizmet ettim, ben değerliyim’ diyen bir idareye çatarsa, demokratik rejim o andan itibaren son bulmaya yüz tutar. Demokratik rejimde buhran zamanlarında hükûmette bulunanlar gitmeyi göze almışlardır. Biz, geçirdiğimiz zorluklar ne olursa olsun, sonunda vatandaşın hükmüne hürmet ederek çekilmesini bilmiş olan insanlarız. Çekildiğimiz zaman da kendi boşluğumuzu, kendi aranır vaziyette olduğumuzu vatandaşın anlamış olduğu devirlere rast gelmiş mutlu insanlarız. İstikbalde de ümidimiz kuvvetlidir. Bugün siyasî partiler olgunluğunun, ordunun itibarının ve asıl maksatlarının bütün dünyada itibar gördüğü bir devirde, bu Anayasa değişikliklerini sonuca ulaştırmak için önümüzde çalışacağımız bir müddet vardır. Bu müddet içinden de başarı ile çıkacağımızı ümit ediyoruz. Başarılı çıkmamızın sebebi, bundan sonraki tatbikatta anlayışla ve beraberlikle hareket etmemize bağlıdır. Demokratik rejimin bugününü kurtarmak ve atisini kurtarmak için o rejime tekrar dönmeye lüzum vardır.

Değişiklikler çıkacak

Bu müspet sonucu sağlamak için değişikliklerin Anayasa Komisyonundan ve Meclisin umumî heyetinden çıkmasına yardımcı olacağız. Vazifemizi yapacağız. Anayasa Komisyonu’nda, siyasî partilerin anlaşmalarını dikkate almaksızın bir müzakere yapılması, bizim ancak zararımıza olur. Anayasa Komisyonundaki bir üyemiz, ben vicdanıma göre hareket ederim derse, sorumluluğumuz ve Anayasayı korumak ilkemiz ve aylardan beri yanlış bir yola sapmamak için gösterdiğimiz gayretlerin hepsi boş olur. Böyle bir kanaat parti olarak bir insanın tâkip edeceği politika değildir. Dar zamanlarda beraber çalışarak bir meseleyi halletmek partilerin esas görevidir. Bu göze alınmadığı taktirde, siyasî partilere karşı olan vazife yapılmamış olur. Bunu kabul edemeyiz. Anayasa değişiklikleri için demokratik rejimin halini ve atisini korumak için öngördüğümüz esaslı meselelerin anlaşmalarımız gereğince komisyonlardan çıkmasını isteriz. Arkadaşlarımızın buna dikkatli olacaklarını ümit ederiz.”

CHP Genel Başkanı İsmet İnönü, konuşmasını şöyle tamamlamıştır:

“Yaptığımız işin ehemmiyeti iyice ölçülebilmelidir. Bunun teferruatına girerek kötülemeye çalışmak, maksadı aşan, maksadın dışına çıkan bir usuldür. Bu şimdiye kadar yaptığımız çalışmaları ve çabalarımızı manâsız bırakır. Arkadaşlarımın buna göre, toptan bir karar vermesini isterim. Kabul edilebilir bir neticeye varılmıştır, iyi çalışılmıştır kararına varırsanız, CHP olarak bundan sonraki devrelerde de verdiğimiz kararları tahakkuk ettirmeyi elbirliğiyle tâkip ederiz. Akşamüzeri Anayasa değişiklikleri üzerinde toptan vereceğimiz kararı kamuoyuna bildirebileceğimizi ümidi ediyorum.”

 

 

 

 

“12 Yıl Önce Uşak” – İzmir Gezisi Sırasında Kaybolan Şapkası ile İlgili Hikmet Çetinkaya’nın Haberi–[123]

(...)

“Hiç yabancı değil bu şapka bana..”

Öğretmen Coşkuncan atılıyor hemen:

“Kendi şapkanız Paşam, aradan 12 yıl geçse bile yabancı gelmez..”

Şapkanın deri kuşağında yazılı “İ.İ.” rumuzunu görüyor Paşa daha sonra. Biz bu kez deri kuşağın tersine yazılan yazıyı gösteriyoruz. Paşa okumaya çalışıyor ve okuyor:

“His Excelency İnönü..”

“Altında bir imza var Paşam. Biz bu imzayı çözemedik. Sanırız size İngiltere’-den armağan olarak gelmiş..”

“Hatırlayamıyorum şu anda kimden geldiğini! İmzayı ben de çözemedim. Bir giyeyim şapkamı, 12 yıl sonra nasıl gelecek…”

(...)

Bizim Ümit, “Çok yakıştı Paşam..” diyor. Paşa devamlı gülüyor, sonra “Nasıl beğendiniz mi, kafama uydu mu?” diye takılıyor. Öğretmen Coşkuncan, “Ankara’ya getirmeden önce bir şapkacıya verip temizlettim Paşam” sözcüğünü ekliyor..

(...)

“Hanımı bulun hanımı. Hanım bu şapkayı bilir..”

Sekreteri Gültekin Ozan haber salıyor Bayan İnönü’nün bulunması için. Paşa az sonra soruyor yine..

“Hanım geliyor mu hanım?”

Gültekin cevap veriyor:

“Dinleniyorlarmış Paşam..”

“Öyle mi?”

Şapkanın markasını gösteriyoruz Paşaya. Dikkatle okuyor markayı..

“Bu benim iyi şapkalarımdan biri. Kaybettiğimi çok iyi hatırlıyorum. Kayboldu. Aradık ama bulamadık ve yenisini aldık..”

Hikmet Coşkuncan bu kez nasıl bulduğunu anlatıyor:

“Çok kalabalıktı Paşam. Size kimseyi yaklaştırmıyorlardı. Kalabalık arasında şapkanızı düşürdünüz. Ayaklarımın ucundaydı. Hemen aldım ve koltuğumun altına sıkıştırdım. Polis cop kullandığı için yanınıza yaklaşamadım. Sizi de parti merkezine kaçırdılar..”

“Yıl kaçtı, yıl?”

“1959 Paşam.”

CHP Genel Bakanı İnönü, “1959 Paşam” dendiği an şapkasını başından çıkardı ve kesik kesik konuşmaya başladı:

“Çok heyecanlı günler ve çok tâkip altında bulunduğum günler. Mücadele ettiğimiz günler. Hiçbir hareketime mahal verilmiyor. Öyle bir hava yaygın halde. Onlarla mücadele ettiğimiz günler.

Uşak’tan geçtim. Uşak’ta, muharebe ettiğimiz, düşman komutanlarını kabul ettiğim evi ziyaret etmek istedim. Ev sahibi evi ziyaretimde bir sakınca görmediğini söyledi. Bana konukseverlik gösterdi.

Ama hükûmet izin vermedi. İlgililere sıkıyönetim ilânı mı var, hareket yasağı mı var dedim. Gidersin, gitmezsin diye tartışıldı ve gittim. Hayatımın unutulmaz hatıralarından birini yaşadım.

Uşak’tan ayrılırken taş atıldı, hafif yara aldım. İzmir’de de olaylar oldu ve şapkamı kaybettim. Bana karşı iyi tertipler vardı. Ne olmasını arzu ediyorlardı hâlâ bilmiyorum.

Sonra Topkapı olayları, aynı Uşak’taki gibiydi. Topkapı’yı tutmuşlardı. Bizi bir türlü içeriye bırakmıyorlardı. Orada da tartıştık, gidersin gitmezsin diye, yol açtım ve İstanbul’a geldim..” (...)

 

 

 

 

Ünlen Demiralp Tarafından Hazırlanan Televizyon Programında Büyük Taarruz ve Kurtuluş Savaşı Anlatısı[124]

Büyük Taarruz bir sanat eseridir

Soruları dikkatle dinledim. 30 Ağustos plânının nerede, nasıl hazırlandığı vakit vakit merak noktası oluyor. 26 Ağustos’ta başlayan Millî Mücadele, harp tarihinin, en kesin netice muharebesinin hazırlığı, icrası, büyük bir sanat eseridir. Tetkik edenler bu ölçü ile bunu araştırmalı, bugün için yazmalı ve gelecek zaman için bir öğrenme, anlatma konusu olarak çalışmalıdır.

Neden sanat eseridir. Bunu söyleyeyim size, Birbirine müsavi iki ordu. Takriben müsavi iki ordu, karşı karşıyadır. Sayıca takriben müsavi diyorum. Tabiatıyla Yunan ordusunun bütün dünya ile geniş ve rahat münasebetleri var, her ihtiyacını, her silâhı, her hazırlığı, vasıtayı kolaylıkla bulabiliyor. Biz ihtiyaç vasıtaları bakımından çok dardayız. Münasebetimiz (dünya ile) yok, ondan sonra da bütün memleket askerî işgal altında. Dünya ile temasta bulunan hükûmetimiz, bizim ordunun hazırlığının yapılması ve bunun icrası için emek sarf etmek şöyle dursun bütün bu emeklerin, gayretlerin faydasız, hattâ zararlı olduğunu samimî olarak zannediyor. Böyle bir idare altında büyük bir harp hazırlığı üstündeyiz. Bu harbin sanat olarak başlıca askerî kıymeti şu oldu: Bir, işgal ordusu bir kıtaya çıkıyor, bu kıta içinde senelerdir muharebe ediyor. Yunan ordusunu bu vesile ile size bir iki cümleyle anlatmak isterim. Yunan ordusu kıymetli bir ordudur. Ve kuvvetli bir ordudur. Her yerde ciddî olarak muharebe etmiştir. Ve her muharebeyi kazanması, kaybetmesi gibi, her kıymetli ordunun başından geçen olaylar içinden geçmiştir.

Bu ordu iki seneden beri İzmir’e çıktı, işgal sahalarını genişletti ve orda yerleşti. Anadolu içinde de yerleşti. İstilâya teşebbüs etti. Muvaffak olamadı, geri döndü.

Fakat ordu olarak, işgal ordusu olarak ehemmiyetini ve kıymetini muhafaza ediyor. Bu ordu ile meydan muharebesi verilecek. Kesin netice alınacak. Bu ordu ile siper muharebesi yapacağız. Siper muharebesi Birinci Cihan Harbi’nin çıkardığı bir muharebe usulüdür. Bunda kesin netice, yani bir ordunun ötekisini mahvetmesi neticesi hiçbir yerde alınmamıştır. Büyük askerî muharrirler, büyük kumandanlar siper muharebesi devrinde galip gelen ordunun öteki orduyu bir daha muharebe edemeyecek hale getirmesi için, nasıl hareket etmesi, nasıl vurması lâzım geldiğini seferlerin nihayetine kadar aramakla meşgul olmuşlardır. Ve bulunmamıştır. Bu bulunmamış tılsımı biz Anadolu’da, burayı istilâ eden orduya karşı her suretle eksik ikmal ve yenileme imkânlarına rağmen sağlayacağız. Biz bu imkânı temin etmişizdir. Bir büyük meydan muharebesi vermişizdir, vasıtaları ile beraber sayarsak faik bir orduya karşıdır. Kıymet itibarı ile sayarsak, kıymetli bir orduya karşıdır. Bu meydan muharebesi neticesinde bu ordu mahvedilmiştir. Böyle bir misâl yoktur. Bütün Cihan Harbi’nde, iki cihan harbinde böyle bir misâl yoktur. Bu eser bu kadar ciddî, bu kadar nadir bir askerî sanat eseridir.

Bu savaşın hazırlığı bir sene sürdü. Bir seneye güç sığdı. Düşününüz ki Kars’ta çakılı olan eski asırların silâhları öküz sırtında taşındı, buraya (Afyon’a) getirildi. Ve ne yapılıyor, ne getiriliyor düşman bilmiyor veya işitirse ehem-miyet vermiyor.

Taarruza hazırlık

Bu bahsettiğimiz Temmuz günleri, Temmuz ayının son günleri. Artık, taar-ruzun icra gün!eri hazırlanıyor.Bir gün şafakla beraber bu silâhlar patlayacak. Düşman ordusunu imha hareketi yürütülecek.

Atatürk’ün bahsolunan toplantısı, Akşehir’de, Garp Cephesi karargâhındaki toplantısı, böyle bir maksat için toplanmıştır. Atatürk son hazırlıkları görüyor. Bu günlerde silâh patlama, taarruza başlama günü kararlaştırılacaktır, bunu kararlaştıracağız. Kumandanlarla görüşüyor. Akşehir’de karargâhlarla, herkesle görüşüyordu. Fevzi Paşa da yanında bulunuyordu.

1922 Temmuz’unda toplanan kumandanlar toplantısında son hazırlıklar görüşülmüştür diyorum. Plân hazırlanmıştır demiyorum. Plân bir seneden beri, Sakarya Muharebesi’nin sonundan beri karar verilmiş olan plânlar, onun hazırlığının son günleri icra günleridir. İki tesir altındadır memleket: Birincisi, istiyoruz ki, ne günü taarruza başlayacağımız bilinmesin. Onun için Atatürk’ün bu seyahatleri gösterişli oluyor ve yayılmış, konuşulmuş bir şekil veriyoruz. Böyle gelip giderek bununla tabiî bir hâdise haline gelmesi arzu ediliyor.

Bu gelip gidişler bu maksatla yapıldığı gibi moral üzerinde fena tesiri de vardır. Bu da ayrıca düşmanın kulağına gidiyordu. “Canım taarruz taarruz derler, yapmazlar, yapmayacaklardır, yapamayacaklardır.” Dostu düşmanı iste-yenler böyle bir propagandayı da yürütüyorlar.

Bu nasıl olacak? Temmuz toplantısında süvari kumandanı bilhassa bulunu-yordu. İlk iş silâh patlamadan evvel süvari ordusunun düşman karargâhının içine ve gerisine girmesi hareketidir. Bunu hazırlamak lâzımdı. Süvari kıtaatı, muhtelif yerlerindeki ordugâhlarını karanlık bastıktan sonra terk ediyorlar, gece yürüyorlar, gidip birtakım ordugâhlarda gündüzlüyorlar. Ben bir defa Akşehir’-de dolaşırken, bir süvari kıtasının, ikindi vakti ufak bir kıtanın yürüyüş halinde olduğunu gördüm. Çılgına dönmüştüm. Bu hareketi kim yaptı, nasıl yaptı, diye manî olmak için almadığım tedbir kalmamıştır. Hiçbir hareket yaptırtmıyordum bilhassa süvariye. 26 Ağustos’u böyle bulduk. Demek ki plân yapmak için hazırlanmıyoruz, hazırlanmış plânın icra safhasına gelmişizdir. O icra safhasının son günlerini hissettirmemek için böyle gösterişli ve neticesi olmayan seyahatler kanalı ile umumî anlayışı avutma ve uyutma halini tâkip ediyoruz.

26 Ağustos sabah oluyor

Nihayet 26 Ağustos sabahı şafak söktü. Sabahleyin şafakla beraber muhare-be meydanında idik. Tabiî ilk topçu ateşleri başladı. Akşama kadar gayet kesif bir muharebe cereyan etti. Kıtaatımız her taraftan siperlerinden çıktılar, düş-mana taarruz ediyorlar. Düşman, ne kadar çok kuvvetle hücum edersek edelim, son ana kadar yerinden oynamıyordu. Gayet inatçı muharebe ediyordu. Yunan ordusunun karakterlerinden birisi budur, taarruz ettiği zaman çok sert ve titiz hareket eder ve mukavemet ettiği zaman dermanını sonuna kadar kullanmaya çalışır. İyi bir ordunun meziyetlerini taşır. İyi bir ordunun kendi arasında, birbirine karşı da farkları vardır. Ben uzun müddet Garp Cephesi Kumandanı olarak Yunan kumandanları ile tanışmış, görüşmüşümdür. Bundan evvelki başkumandanı bilirim. General Papulas’tı. O, Sakarya Harbi’ne kadar idare etti. Bundan sonra başkası tayin oldu. O adamın bir ordu idaresi vardı. O kadar ünsiyet hasıl olmuştu ki aramızda, muharebe ederken ne derece hâkim olacak, sert davranacak tayin edebiliyordum. Ve ricat temayülleri ne vakit gelecek, ne vakit karar verecek, tayin edebildiğimi zannediyordum.

Yunan topçusunun susmasının sebebini anlayamadık

27 Ağustos günü hep muharebe meydanında bulunuyoruz. Gazi Mustafa Kemal Paşa orda, Fevzi Paşa (Çakmak) orda, ondan beş on adım uzakta bir yerde muharebeyi tâkip ediyorum ve başkumandanla yakından temasta bulunu-yorum. Akşama kadar muharebe, netice hakkında bir fikir vermeksizin, sert ve sıkı bir surette devam etti. Bir nokta dikkatimizi celbetti. Düşman topçusunun ateşi zayıftı ve hattâ bazı zamanlar kesiliyordu. Alışkın kumandanlar gözünde muharebe sevki idaresinde düşman topçusunun sesini kesmesi veya zayıflaması düşman topçusunun mevzi değiştirdiği, bulunduğu yerden çıkıp başka bir yere gittiği intibaını uyandırır. Bu da taarruz eden biz olduğumuza göre düşmanın ricat etmek kararı sayılabilir. Böyle bir ihtimal zihnimizde belirince taarruzu daha şiddetlendiriyoruz ve bir ricat kararı verecekse onun muntazam cereyan etmemesi, o esnada bozgun haline gelmesi için her gayreti sarf etmeye, sarf ettirmeye çalışıyoruz. Fakat bu intizarımız tahakkuk etmeden düşman topçusu vakit vakit susuyor, ateş etmiyor, piyadesini bırakmıştır, ateş altında eziyoruz ama, çekilmiyordu. Düşman çekilmiyor. Ne olabilir? Bir aralık Fevzi Paşa şöyle yanımda duruyor, onun yanına gittim. Ne anlıyorsun? dedim. Nedir bu hal, ne ifade ediyor bu, anlayamadığım bir şey dedim. Fevzi Paşa muharebe meydanı, muharebe manzaralarını bilen bir mütehassıstır. Hülâsa biz anlayamadık bunu; diğer kumandanlar, hepimiz. Bu iş gece basıncaya kadar, karanlık basıncaya kadar böyle devam etti. Biz muharebe meydanını görmez hale gelip de yakın bir örtü altına çekildiğimiz zaman, muharebe esnasında, henüz bir netice almamıştık. Bir saat mi, iki saat mi geçti geçmedi, ordu kumandanından cepheden haberler gelmeye başladı. Düşman çekiliyordu. Tahminler, düşmanın çekildiği merkezinde idi. Hareketlerden, mukavemetten hissettikleri bu. Ona göre aldıkları tertipleri söylüyorlardı, cephe kumandanına. Sabaha kadar harekâtı böyle tâkip ettik. Ertesi günü ricat belli oldu. Mevzileri gece karanlıkta esas itibarı ile bırakmışlar, yeni mevzilere intikal etmişler, daha etmek üzereler. Perakendeler kalmış. Böyle bir vaziyette şafak söktü. Bu sözü unutmayın manzarayı bu tarzda gördüm. Neden böyle olduğunu General Trikopis’le ben konuştum. Ona bugünkü muharebe meydanının bu safhalarını sordum; sebeplerini anlattı bana. Sizi biraz merakta bırakayım, sonra anlatırım. Ertesi günü içeriye girdik biz. Cephe kumandanı olarak ilk hamle muvaffak olmuş haldedir. Düşman ne haldedir, ne kadar hırpalanmıştır, bunu bilmiyoruz. Bun-dan sonra ne karar vermiştir, bunu bilmiyoruz.

Ziyafet sofrasını dağıttım

Ne ise, ertesi gün şehre (Afyonkarahisar) girdiğimiz zaman halk çok sevinmişti. Kumandanlara el çabukluğu ile büyük bir ziyafet tertiplemişlerdi. Büyük bir salonda bütün kumandanları yemeğe çağırmışlardı. Ben de girdim. Bazı kumandanları gördüm. Birçoklarını bekliyorlardı. Sordum, ne oluyor dedim? Davet yaptık dediler. Bir yemek yiyeceğiz beraber. Muharebe içindeyiz, daha meçhuliyet içindeyiz. Benim görüşüme göre tamamen meçhuliyet içindeyiz. Her şey olmuş bitmiş gibi kendinden geçmiş bir hava. Birdenbire sinirlerimin altüst olmasını ne isterim ne de söylerim ortada. Dedim ki orada daveti tertipleyenlere ve kumandanlara: “Düşman nerde? Ne karar verdi? Anlayamadım ben. Siz burada toplanmışsınız yemek zevki yapacaksınız, nasıl şey bu?” dedim. “Gidin kıtalarınızın başına, düşmanı görelim.” “Doğru” dediler. Hepsi yemek yemeden çıktılar, bir soğuk su dökülmüş gibi davet sofrası dağıldı ama, darılmadılar bana. Beraber oradan çıktık. (Bu sözleri İnönü bir yandan gülerek anlatır.)

Savaşın akışı

Muharebe devam ediyor. Muharebenin esası böyle bir televizyon konuşma-sında anlatılacak hududu ile şu: Düşman üç grup, üç ordu diyebilirsiniz. Eskişehir’de bir ordu var. Afyonkarahisar, Dumlupınar orda bir ordu var. Bir de ortada bir ordu var, ikisinin arasında. Bütün mesele bu ordular birbirine faydalı bir yardımda bulunmaksızın bu üç gruptan birini büyük kuvvetle ezmek, ondan sonra öteki, ortadaki ordu nereye giderse ezilmiş bir orduyu kurtarmaya çalışacak ve bir şey yapamadan o da bunun altında ezilecek. O günün özü bu. Bunu da konuştuk Trikopis’le. Şimdi anlatayım. Uşak’ta General Trikopis’le konuşurken, “Niçin topçu ateşini kestiniz?” dedim. “Topçular geride, kuman-danların hepsi ilerde tepeler üzerinde kablo ile kendi tarassutları ile kumanda ediyorlar. Hepsini ateş altına. aldınız” dedi. “Görüyorsunuz bataryalar kuman-dansız kaldı. Topçuların topları donmuş, ateş edemiyorlar. Böyle saatler geçti’’ dediler. “Ben topçu zabitiyim, kumandada dikkat edilecek başlıca felaket budur, böyle düşünürdüm. Ama siz de topçu subayıymışsınız” dedi bana.

Bu ortadaki grup Afyon’un şimalinde ikinci ordunun yaptığı taarruzla hepsi o tarafa gitmiş. Erkenden kalkıp iki gün yürümüş, oradan gelen taarruzu defetmek için de bir gün yürümüş, ondan sonra tehlikenin nerede olduğu anlaşılmış. Parça parça gelirken hepsi parça parça ezilmiş, zayiat vermiş. Ricata mecbur olmuştur. Ne kadar zayiat vermiş ne olmuş bilmiyoruz tabiî. Bu darbe devam ediyor. Bu darbe devam etti, nihayet bir yerde tekrar sıkıştırdılar. Nasıl sıkışıyorlar? Taarruz ettiler Afyon’un şimalindeki ikinci ordu bölgesinden taarruz ettiler. Bilhassa Orgeneral Salih Omurtak’ın fırkası taarruz etmişti. Onu karşısında düşman ordusunun grubunun, ortada bulunan grubun, ortada bulunan ordusunun mevzileri, hepsini zaptedince taarruz oradan oluyor diye bütün ordu bu taarruz eden kuvvetin üzerine hücum etmiş, akşama kadar uğraşmışlar iki gün. Bunu atmışlar, mağlup etmişler. Seviniyorlar büyük zafer kazandılar diye. Bir fırka taarruz etti, büyük kuvvetlere taarruz ettiğini biliyor almış hepsini ileri çektikten sonra adım adım çekerek ikindiye kadar çekiliyor. Yanlış bir istikamete iki gün gitmiş, düzeltip gelmek için iki gün sürüyor, bu üç dört gün içinde iki misli kuvvet karşısında kalan Afyonkarahisar ve etrafındaki ordu tamamı ile ezilmiş bir hale geliyor. Öteki şimdi uğraşıyor.

Biz buradan taarruza devam ettik. Salih Omurtak’ın fırkası ortadan taarruz etti. Anlaşıldı düşman yeni istikametlerde toplanmaya çalışıyor. O buradan girdi süvari kolordusunun arkasında düşmanın tekrar önüne geçti. Şimdi ayın takriben 30’u günleri oluyor. Beşinci günü bunlar bir yerde tekrar küme oldular, orada bozuldular tekrar adalar tepe bölgesine ricat ettiler. Çalköy’de bir öküz arabası üzerinde, ben, Erkânı Harbiye Umumîye Reisi Fevzi Paşa bir de Başkumandan Mustafa Kemal Paşa ile öküz arabası üzerinde toplandık, oturduk. Ne yapacaktık. Ben Garp Cephesi Kumandanı olarak düşmanın bu vaziyetten nasıl kurtulacağını, ne tertip alması lâzım geldiğini zihnimde şöyle tasavvur ediyordum: “Düşman Eskişehir’e çekilecek. Eskişehir’deki ordunun hiç burnu kanamamıştır. Sağ salim duruyor. Süratle Eskişehir’e çekilince, ki kolay çekilir, iki üç gün içinde çekilir ve sarsılmamış bir ordunun gerisine giderek iki üç gün istirahat eder. Bozulmuş bir ordu eğer iyi bir ordu ise iki üç gün istirahattan sonra tekrar muharebe edecek hale gelir.” Düşmanın benim tahmin ettiğim gibi Eskişehir üzerine çekilmediği anlaşılmıştı. Bakiyeler İzmir’e doğru kıtaatı zorlayıp gitmeye çalışıyorlardı. Nasıl bir hareket hattı tâkip edeceğiz? Eskişehir duruyor, düşman o tarafa gidiyor. Nasıl tâkip edeceğiz? Ben Afyon etrafında muharebeyi kazanmış olan bütün kıtaatı bölünmeden, yani birinci ve ikinci orduların bölünmeden İzmir üzerine, yürümeleri fikrinde idim. Eskişehir’dekini bırakalım, Eskişehir’i zayıf kuvvetle karşı karşıya bırakalım, bütün kuvvetle İzmir üzerine gidelim. Bir defa İzmir üzerine niçin giderim? Çünkü Eskişehir üzerine çekilmenin Eskişehir’de bulunmanın bir tek askerî hedefi olabilir, İzmir’e Yunanistan’dan yeni kuvvetler gelir, bu giden kuvvetlerle orda birleşir, yakın bir cephede denizden de yardım ederek İzmir şehrini müdafaa etmeye çalışır. Böyle bir manzara hasıl olur. Çok uğraşmaya mecbur oluruz. Onun için bütün kuvvetle İzmir üzerine gidelim. Bir defa bunun birini halledelim, esas dâvayı halledelim. Şimdi biz o dâvayı hallederken, Yunanistan’dan çıkacak kuvvetleri de püskürtür İzmir’e gidersek, o zamana kalmadan galip ihtimal Eskişehir’deki ordu başlarının derdine düşüp emin bir yerden Yunanistan’a gitmeye çalışacaklar. Böyle yapmazlarsa, hattâ taarruz ederlerse memleket içinde buna karşı tertip almak mümkündür, kolaydır, derinliğine bulunuyorum, bunu ben her yerde karşılarım. Ben bu fikirde bulundum. Genelkurmay Başkanımız Fevzi Paşa “Mağlup olup çekilen düşman çok hırpalanmıştır, mukavemeti kalmamıştır. Onu bütün kuvvetle tâkip etmeye artık lüzum yok, ikiye ayrılması, bir kısmının Eskişehir’e, Bursa tarafındaki kuvvetler aleyhine teveccüh etmesi. Diğer kısmının İzmir’e tâkip etmesi doğru olacağı” fikrinde bulundular. Atatürk, ikimizi de dinledikten sonra benim fikrimi kabul etti. “İsmet Paşanın dediğini, Garp Cephesi Kumandanının teklifini kabul edelim ona göre hareket edelim” dedi.

Ve konferans bitti. Düşündüğüm gibi tertibi devam ettirdim. Öyle yaptım. Bütün kuvvetle İzmir üzerine gittim. Hakikaten dediğim gibi, İzmir’e gittiğimiz zaman, Yunanistan’dan bazı yeni kıtaat iskeleye çıkmış ve çıkan Yunan askerî tekrar koşarak gemilerine binmişler. Öyle bir panik havası memleketin her tarafına yayılmış me’yusiyet havası vardı ki, yakmaktan, canlarını dışarı atmaktan başka bir şey düşünemiyorlardı. Eskişehir’de kalanlar, süratle Bursa’ya, orda da duramadılar bir an evvel adalar iskelelerinden Yunanistan’a gitmeye çalıştılar. Ama bu nihayet düşman üzerine yapılan bir tahmin, onu değerlendirme meselesidir.

Bu meseleyi General Trikopis’le konuştum. “Niçin Eskişehir üzerine çekil-mediniz?” dedim. “Ben böyle tahmin ediyordum sizi.”

“Emir aldım” dedi.

“Nerden aldın?” dedim.

“İzmir üzerine çekilmeye emir aldım” dedi.

“Ama muharebe meydanında idin, İzmir üzerine çekilmenin adeta imkânsız bir hale geldiğini görüyordun. Nasıl yaptın?” dedim.

Münakaşayı uzatmadı, “Emir aldım” dedi. “Kesin emir aldım İzmir üzerine ricat edin diye, onun için öyle hareket ettim. Kesin emir vardı” dedi. İki tarafını böyle öğrenmiş olduk.

İzmir’e yangınlar içinde gittik. Bu yangınlar esnasında Banaz’da bir esir kafilesi getirdiler bana. Bir defa Banaz’dan evvel Uşak’ı söyleyeyim. Banaz hikâyesinden evvel Uşak hikâyesini. Uşak’ta General Trikopis ve orada bulunan ordu kumandanı General Diyenis ile bir iki fırka kumandanını daha bizim tümen kumandanımız Kâzım Orbay arkasına takmış bana getirmişti. Uşak’ta karargâha aldım. Onları yanımda misafir ettim. Gayet yorgun bir halde idiler. General Trikopis su içemiyordu. Dudakları şişmiş. Geçirdiği bütün ıstıraplar yüzünden okunuyordu adeta. Yarı sürüklenir gibi dolaşıyordu. Ne ise biraz dinlendirdik onları. Sonra kendilerini aldım başkumandana götürdüm. Takdim ettim. Başkumandan da iyi muamele etti onlara. Orada beraber Trikopis’le görüşürken demin anlattığım meseleleri sordum. “Niçin Eskişehir üzerine çekilmediniz? Niçin topçunuz ateş kesti?” Sonra başka bir şey sordum: “Niçin Akşehir’e doğru bir taarruz yapmadın aramızdan?” Anlattı, niçin bir hareket yapmadığını.

Şöyle dedi: “Süvari arkamıza düşmüştü. Karmakarışık oldu, çok telâş yarattı. Kıpırdayamıyorduk.”

Sonra bu ortadaki kumandan, bir fırkanın taarruzuna karşı bütün kuvvetiyle oraya gitmişti.

“Niye gelmedi sana yardıma?” dedim. Muharebe esnasında cephenin ku-mandasını Trikopis’e vermişler. Onun için başkumandan muharebeye müdahale edemiyor, uzakta kalmış Trikopis kumanda ediyor.

“Niye bunu almadın yanına?” dedim. “Kesin muharebe sizin cephenizde oluyor?”

“Anlatamadım” dedi. “Neyi anlatamadın?” “Sor buna” dedi. O burada idi. Kendisi duruyor (2. Ordu Kumandanı Diyenis). Sonra ona döndüm.

“Başkumandan sizi yanına çağırmış niçin gitmediniz?” dedim.

“Kaybettim bütün mevzilerimi” dedi. “Ben gidecek halde değildim. Hepsini kaybettim, hepsini istirdat edip, ondan sonra vazifemi yapmaya çalıştım” dedi. “İlerisi benim halledeceğim mesele değil” dedi.

Sesimi çıkarmadım öğrenmek için. “Harp hatırası olarak birbirimizle konuşuyoruz” dedim. Böyle ayrıldık. Trikopis’le Eskişehir üzerine çekilme, İzmir üzerine çekilme, yalnız kalma, yardım görmeme, bütün bu meseleleri görüşmüş olduk.

Banaz’da bir vakaya rasgeldim. Bir ufak Yunan kıtasını esir olarak getirmişlerdi. Başlarında genç bir efendi duruyordu, fırka kumandanı imiş dediler. Onu takdim ettiler bana. Karanlık loş bir hava idi. İyi de görmüyorduk birbirimizi. Sonra bir aralık tercümanına sordu. Zannediyorum, “Bu kumandan kim?” dedi. Cephe kumandanı olduğumu naklettiler ona. Hemen vaziyet aldı. “Ne emredesiniz?” diye sordu. Yangınları gösterdim. Görünüyordu. “Niçin yapıyorsunuz bunu” dedim. “Var mı muharebede köylünün damını yakmak? Niçin yapıyorsunuz bunu?” dedim. “Sizi mahkemeye, divanı harbe bile vermeyi düşünüyorum. Niçin yaptırıyorsunuz böyle?”

Vaziyet alarak, “Söz geçmiyor” dedi. “Asker tamamı ile anarşi halindedir. Ordu artık bizi dinlemez haldedir. Söz geçiremiyoruz. Onun için kusurumuz yok bizim.”

Bu mahalde özür diledi. Sonra bıraktım.

Yer yer, halk hiddet göstermek istiyordu. Her gittiğimiz yerde kesin emir veriyorduk, ricat eden ordulara, perakende kalmış şurada burada efradına kötü muamele etmesinler diye. Onlarla meşgul olarak bir an evvel İzmir’e gelmek istiyoruz. Nihayet İzmir’de Belkahve’ye çıktık. İtilâf donanması İzmir’de. Daha İzmir’de yangın başlamamış. Orada biraz durduktan sonra şehre girdik. Şehre girdikten birkaç saat sonra, akşama doğru yangın başladı. İzmir’de de Atatürk’le İzmir konsolosu görüştü. İngiltere’nin İzmir Konsolosu, Türkçe de biliyordu. Bazı şeylerden şikâyet ettiğini zannediyorum. Atatürk gereken cevabı verdi. Tekrar toplandık. İngilizler İzmir tahliye olunmuş olunmamış, hiç aldırmazlar. Böyle dururuz. Bizimle meşgul olmalarını İtilâf devletlerine hatırlatmak lâzım. Böyle bir politikaya karar verdik. Bu politikanın tatbik şekli şu: Çanakkale’de ve İstanbul’da İtilâf devletleri orduları var. Bunların üzerine yürümek lâzım. İzmir’i işgal ettikten, memleketi Yunan ordusundan temizledikten sonra Çanakkale’ye ve İstanbul’a doğru hareket hazırlığına başladık. Başladık ve derhal karşılığını gördük. “Muharebe mi etmek istiyorsunuz?” dediler. Onu İzmir’de karşılayıp sordular. “Siz İngiltere ile harp halinde misiniz?” diye. Donanma kumandanından bir zabit geldi Atatürk’e mektup verdi. Kumandan, Atatürk’e soruyordu. “Türk ordusunun Büyük Millet Meclisi Başkumandanı olarak İngiltere ile harp halinde misiniz?”

Cevap verdi Atatürk: “Biz İngiltere ile harp halinde değiliz.” İngiltere ile aramızda sulh olmamıştır. Sulh yoktur. Harp halinde değiliz. Ondan sonra ayrıldık. Bilmediğimiz şey bu esnada Londra’da İngiltere kendisinin harbe girmesi için dominyonları ile ciddî bir münakaşa içinde istişare halinde bulunduğudur.

Biz ondan sonra İtilâf devletlerini bizimle meşgul olmaya icbar etmek için Çanakkale’ye ve İstanbul’a hareket etmek kararı verdik. Kesin olarak emir verdik. Taarruza uğrarsanız İstanbul’daki ve Çanakkale’deki İngiliz kıtaatı tarafından, karakollarından taarruza uğrarsanız hiçbir yerde ateş etmek yok. Ateşle cevap vermek yok. Çok üstün kuvvetle gideceksiniz, sizi karşılayacak olanlar her taraftan taşmış gelmiş kuvvetler karşısında muharebe etmek değil konuşmak mecburiyetini duyacaklar. Mesele bu. Bunu tatbik edeceksiniz diye emir verdik. İlk temaslar olduğu zaman mütareke teklifi geldi. Onu kabul ettik. Mütareke için vazife bana verildi. Cephe kumandanlığım fiilen burada bitti.

Mütareke esnasında da cephe kumandanı idim. Mütareke bittikten sonra Hariciye Vekili oldum. Sivil politika hayatına giriş, o giriştir.

30 Ağustos 1922, 1914’te başlayan Birinci Cihan Harbi’nin sonudur. Biz bu harple Birinci Cihan Harbi’ni ve onun sulhunu, Lozan Sulhunu yaptık. Bu harp sonunda yapılan muahedelerden hiçbirisi yaşamıyor. Bunların hepsi 1939’da başlayan İkinci Cihan Harbi’nde yeni bir safhaya girdi. Hepsi tersine döndü. Ve hepsi tekrar tersinin tersine döndü. Biz 30 Ağustos 1922 ile İkinci Cihan Harbi’nden de selâmetle çıktık. Demek ki Birinci Cihan Harbi’nin ve İkinci Cihan Harbi’nin imtihanlarından kurtulmuş olan bir kesin askerî zaferin bayramını yapıyorsunuz. Sözüm bundan ibarettir.

 

 

 

 

CHP’nin 48. Kuruluş Yıldönümü Dolayısıyla Gazetecilere Söyledikleri[125]

Saat 17’de Maltepe’deki evinde basın mensuplarını kabul eden CHP Genel Başkanı, Türkiye’de siyasî hayatın ve özellikle partilerin tarihçesini yapmış, İttihat-ı Terakki’den başlayarak kurulan partilerden ve onların gelişiminden bahsetmiş. Atatürk’ün çok partili hayata geçiş için yaptığı denemeleri hatır-latmış ve sözü bu yolda CHP’nin çalışmalarına getirerek, CHP’nin tek parti devrinde Cumhuriyeti sağlam esaslara oturtmak için gayret gösterdiğini, demokratik rejime geçmek için her fedakârlığa katlandığını belirtmiş ve CHP’-nin bu yolda medenî bir mücadele yapmak idealinde olduğunu kaydetmiştir.

İnönü, Ortanın Solu hareketinin başlarda yanlış anlamalara sebep olduğunu, bu nedenle haksız saldırılara uğradığını söylemiş, Aşırı solun “Ortanın Solu hareketinin kendilerine kolaylık sağlayacağı” inancına kapıldığını ifade etmiştir.

Genel Başkan İnönü CHP’nin yönünü şöyle belirtmiştir: “CHP 49. yılına girerken, yine sosyalist olmayan bir bünyede, sosyal reformları tahakkuk ettirmek isteyen bir parti halinde görünmektedir.. Sosyalist bir parti değiliz, olmayacağız. Sadece sosyal ihtiyaçları kendi prensiplerimiz içinde karşıla-yacağız.”

İnönü daha sonra ülkemizde çok sayıda parti için zemin olmadığını ülkenin siyasî ihtiyacının üç-dört parti ile karşılanabileceğini söylemiştir.

İnönü, CHP’nin inkılâpçı tutumundan söz ettikten sonra sözlerine şunları eklemiştir: “CHP’nin karşısında bulunan partilerin inkılâp aleyhtarı olduğunu söylemek kimsenin aklından geçmez, mevzubahis oy yarışı yapabilmektir.”

 

 

 

 

Başbakan Nihat Erim ile Görüşmeden Sonra Hükümet ve KGK Üzerine Gazetecilerin Sorularına Verilen Yanıtlar[126]

(...) Prof. Nihat Erim’le görüşmesinden memnun olarak ayrıldığını söylemiş ve daha sonra gazeteciler ile İnönü arasında şu görüşme cereyan etmiştir.

Soru–Sayın Paşam, kanun kuvvetindeki kararname konusundaki görüşünüz nedir?

Cevap–Hallettik bunu Mecliste, konuştuk uzun boylu, hükûmete selâhiyet tanıdık. Hudutlarını, sınırlarını her şeyi tanıdık.

Soru–Hükûmetin istediği bütün konularda mı Paşam?

Cevap–Kanun içinde kararname, sınırları ne olabilir? Hükûmet hangi konularda isteyebilir? Ne vakit vermek lâzımdır? Bunu vaktiyle konuşurken hallettik. Esasında bir kanunun çıkmasını arzu etmiyorduk. Bizim nokta-i nazarımızdı, kanun içinde kararname ile bu kabul ettiğimiz reformu tatbik etmek yolunda bir hareket varsa; bunu kabul etmeyelim, bu suretle aslını düşünürüz. Böyle bir arzu –kimseye ihtimal vermek istemem– olursa, bunu, siyasî hayatımızı oyuncak gibi kullandırmayız.

Hükûmet istiyor kanun içinde kararname, bu meseleyi mütalâa edip istediği yetkileri vermek lâzım. Reformu yapmak için, Meclis devam eder mi, etmez mi? Devam edebilir veya edemez. Meclisin çalışmak vazifesidir. İhtiyaç olduğu zaman Meclis durur çalışır, Meclisin çalışma ihtiyacı bahis konusu olursa, biz Halk Partisi olarak ‘Hayır biz durmayız, Meclisi çalıştırmayız’ demeyiz.

Ama, hükûmetin gösterdiği ihtiyacı ciddî olarak alıp değerlendirmek ve hükûmete yardımcı olmak lâzımdır. Kanaatimiz bu bizim.

Soru–Bu tartışma kapanmış mıdır sizce?

Cevap–Tartışma nerede kapanmış, açılıyor daha tartışma, Daha hükûmetin teklifi de Meclise resmen gelmedi, o zaman belli olacak bunlar.

SoruDaha önce bunları görüşmüştük, konuşmuştuk, bir mutabakata varmıştık dediniz.

Cevap–Kanun içinde kararname çıkartmak yetkisi Anayasa değişikliği olarak geldi. Bu nasıl kabul olunabilir, sınırları, hudutları, tatbik olunacak yerler, nereleri olabilir, bunların hepsi konuşularak sınırları tayin olundu, tedbirleri bulundu. Şimdi kanun olarak konuşalım. Teklif geldiği zaman maksatlar anlaşılacak.

Soru–AP büyük bir siyasî teşekkül olarak kanun kuvvetindeki kararname konusuna karşı çıktı…

Cevap–Taraftar idi vaktiyle, sonra mutabık olduk, sınırlarını tayin ettik. Bunda bütün partiler mutabık oldu. Hükûmet bu sınırları tanımayarak mı bu teklifi getirdi bize?

Soru–Adalet Partisi’nin bu davranışını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Cevap–Değerlendiremem. Konuşulduktan sonra bir teşhis konulabilir. Hiç kimseye söylediğinden başka atfetmek âdetim değildir. Tahmin üzerine söz söylemem.

Soru–Hükûmetle her konuda mutabık mısınız?

CevapMutabıkız. Teklif getirdi. Yetki istiyor. Konuşalım bu yetkiyi verelim.

Soru–Bu yetkiyi vermek daha mı iyi olacaktır?

Cevap–Elbette.. İyi olacaktır. Uzun boylu konuşulduktan sonra yetki verme salâhiyeti tanındı. O salâhiyetin tatbik olunması zamanı geldi diye hükûmet karşımıza geliyor. Niye bunu ciddî olarak mütalâa edip cevap vermiyoruz. Bunu anlayamıyorum.

Soru–Meclislerin tatile girme konusu var…

Cevap–Böyle bir mesele yok. Hükûmetin teklifi var. Hükûmetin reform içinde muvaffak olmasına yardımcı olmak var. Bizim için mesele bu.

Soru–AP’nin itirazı şöyle olmuştu. ‘Kararname ile reformların yapılmasına karşıyız’ diyordu. ‘Kanun kuvvetinde kararnameye karşı değiliz. Kararname ile reformlar yapılamaz. Reformlarla ilgili kanunlar Meclislerde görüşüsün’ diyordu.

Cevap–Bunlar hep söz münakaşaları.. Tatbikat, Anayasa değişikliği yapılır-ken, kanun kuvvetinde kararname çıkarmak başlı başına bir mesele olarak getirildi, reform meselesi olarak getirildi. Anayasa hükmü olarak getirildi. Hallettik esasını bunun. Bir kanun çıkacak, şimdi Anayasa değişikliğinde kabul olunan hakların içinde bir yürürlük kanunu bahis konusudur. Onu getirecekler, görüşülsün. Bizim anlayışımız bu, Daha fazla münakaşa ne çıkaracak onu bilmiyoruz.

 

 

 

 

CHP Meclis Grubu Yönetim Kurulu Toplantısından Sonra KGK Üzerine Düzenlenen Basın Toplantısı[127]

CHP Genel Başkanı İsmet İnönü dün sabah CHP Millet Meclisi Grup Yönetim Kurulu toplantısından sonra basına yaptığı açıklamada, yetki kanunu konusunda AP’nin görüşüne karşı çıkmış, “Reformu yapacak mıyız, yapmayacak mıyız? Hükûmet reformu yapmak istiyor mu, istemiyor mu? Bunları açıkça bilerek işe başlamayı arzu ederiz ve bunu bekleriz” demiştir.

İnönü şunları söylemiştir:

“Hükûmetin reformları gerçekleştirmek için kanun hükmünde kararname yetkisi talep etmesi üzerine siyasî hayatımızda yeni bir tartışma başladı. Reformlar gibi önemli işler kanun hükmünde kararname ile yapılmamalıdır. Onun için yetki isteme yersizdir. Doğrudan doğruya kanun sevk etmelidir.

Buna mâni olacak sebep Meclisin çalışmaya devam edemeyecek kadar yorgun olması ise, kanunları o zaman bırakmalıdır, fikri öne sürülmektedir.

Biz bu akımlara karşı açık vaziyet alıyoruz.

Devletin önemli kanunlarını çıkarmak için Meclisin çalışmayı kabul etme-sini istemek yanlıştır. Önemli kanunlar veya önemli işler hallolunacağı zaman Meclisler tereddütsüz ve süresiz çalışırlar. Ödevleri budur, gelenek budur.

Kanun hükmünde kararname çıkarmak fikri, esasında AP’nin fikridir. Seçim beyannamesine girdi ve hükûmet icraatını verimli kılmak için lüzumlu gösterildi. Son Anayasa değişikliklerine de hükûmet teklifi olarak bu sebeple girmiş olacaktır. Ama hükûmet sonra kanun hükmünde kararnameler çıkması, reformları tatbike başlamak için lüzumlu bir tedbirdir, manâsına gelen beyanat verdikten sonra biz bu kanun hükmünde kararname fikrine sahip çıktık ve Anayasa değişikliklerinde o istikamette çaba sarf ettik.

Bunlar geçmişe ait çalışmaların tarihçesi ve sebepleridir. Bugün tartışmalar sonunda kesinleşmiş olan Anayasa hükmü şudur: Hükûmet kanun hükmünde kararname çıkarmak yetkisi isteyebilir. Bu yetki Anayasa ile sınırlanmıştır. Bu sınırlar, Anayasanın ikinci kısmının birinci ve ikinci bölümlerinde yer alan temel hak ve hürriyetler ile dördüncü bölümünde yer alan siyasî hak ve ödevlerdir. Anayasaya göre ancak bu kanunlarda kanun hükmünde kararname çıkarılamaz. Bu sınırlar dışında Hükûmet, kanun hükmünde kararname yetkisi isteyebilir ve alırsa icraya geçer. Hukuki vaziyetimiz budur.

Bugünkü Anayasa vaziyetine uygun hareket olarak anlayışımız şudur: Hükûmetin bazı icraatı için kanun hükmünde kararname yetkisi istemesine Anayasada öngörülenlerden başka bir sınır ileri sürülemez. Bu Anayasanın yeni bir değişikliğidir. Biz Anayasa içinde kalarak yeni bir sınır tutumunu istenilen reformların, özellikle Toprak Reformunun tahakkuk etmemesini isteyen, fakat açık vaziyet alamayan zihniyetin mukavemeti şeklinde görürüz. Hükûmet reformları yapmak için kanun hükmünde kararnameye lüzum görürse Anayasanın sınırları içinde yetki isteyebilir ve istemelidir. Meclis, hükûmet isteğini açıkça bilerek kararını verecektir. Hükûmet, reformları, özellikle Toprak Reformunu yapmak için kanun hükmünde kararname çıkarmayı lüzumlu bir tedbir görür, bunu kanun yolu ile yapmasını esasen fikrin aleyhinde bulunanlar ister ve ona uyarak değiştirirse ilk anından itibaren reformların Anayasanın kaldırılmak istediği mukavemetler tesirinde kalmasını kolaylaştırmış olur. Bundan sakınmasını hükûmete tavsiye ederiz. Hükûmet işin icabı olarak kanun veya kanun hükmünde kararname ile yapılacak işler için Anayasa sınırlarından başka bir kayda tabi olmaksızın karar versin o kararı ciddiyetle göz önüne alarak sonuna kadar çalışırız.

Sözlerimin özeti şudur: Reform yapacak mıyız, yapmayacak mıyız? Hükûmet reformu yapmak istiyor mu, istemiyor mu? Bunları açıkça bilerek işe başlamayı arzu ederiz ve bunu bekleriz.

 

 

 

 

88. Yaş Gününde..[128]

(...) Bir gazetecinin sorusu üzerine meşhur kahkahalarından birini atarak, “Aaa. Çok iyi, çok iyi, bomba gibiyim.” diyerek..

(...)

Sonra gazeteciler küçük küçük soru yağmuruna tuttular 88. doğum gününü kutlayan İsmet Paşa’yı.. Uzun yaşamasının sırrı soruldu kendisine. Paşa önce düşündü düşündü, sonra cevap verdi; “Cevaplamak zor” diye..

Sade yaşamak

Hayatının en önemli özelliği sade yaşamaktı İsmet Paşa’nın. “Sade bir insan gibi yaşamak” diyordu kendi söyleyişi ile. (...)

Mutlu günleri..

Seksen sekiz yıl içinde en mutlu olduğu günler soruldu kendisine bir ara, Yılların yıpratamadığı insan, sade bir insan olarak yaşadığı günlerin tümünü, “mutlu olduğu günler” olarak kabul ettiğini söyledi.

(...)

Bahtiyar olurum

Gazetecilerden biri, bir ara Paşa’ya özel bir soru sormak istedi. İsmet İnönü cevaplandırmayı kabul etti. Gazeteci Paşa’yı şimdiden kendisinin 88. doğum gününe davet ediyordu. Paşa önce anlamadı, sonra da “Bahtiyar olurum, çok memnun olurum” diye cevaplandırdı.

(...)

Dünyadaki siyasî durum

88 yaşına dün giren İsmet İnönü’yü CHP Merkez Yönetim Kurulu ve TBMM Grup Yönetim kurulları üyeleri evinde ziyaret ederek kutlamışlardır. Partililerle birlikte gazetecilerin sorularını da cevaplayan İnönü, Birleşik Amerika-Kıta Çin’i yakınlaşmasını, “İyi bir gelişme” olarak nitelemiş, memnunlukla izlediğini belirterek “Cihan Sulhu için çok faydalı bir gelişmedir” demiştir. 65 yıldır Türk siyasî hayatında bulunan İnönü “88. yaşınızda dünyadaki siyasî durumu nasıl buluyorsunuz?” şeklindeki soru üzerine şöyle konuşmuştur: “Dünyadaki durum her zamanki gibi, ama yeni şartlar var. Biraz evvel konuştuğumuz gibi Amerika-Çin münasebetlerinin iyileşmeye yüz tutması dünya sulhu için çok güzel bir şeydir.”

 

 

 

 

88. Yaş Günündeki Bir Sözünün Basında Aktarılışı ile İlgili Yapılan Düzeltme[129]

25 Eylül tarihli gazetelerde, yaş günüm dolayısıyla bir gazetecinin, sıhhatim hakkındaki sorusu üzerine “Bomba gibiyim” dediğim yazılmıştır.

Bu soruya “Aslan gibiyim” karşılığını verdim. “Bomba gibiyim” sözünü konuşmalarımda kullanmadım.

İzah etmenizi rica ederim.

 

 

 

 

CHP Parti Meclisinde Üniversite Özerkliğinde Yapılan Değişiklik Üzerine Yapılan Konuşma[130]

(...) Halûk Ulman’ın konuşması üzerine söz alan Genel Başkan İsmet İnönü özetle şunları söylemiştir.

– Arkadaşımızın üzüntüsüne katılıyorum. Üniversite öğretim üyelerinin durumu bizi üzmüştür. Karşı çıktım, ama her şey istediğim gibi olmadı. Ne kurtarabildikse onu kurtardık. Bugünkü şartlarla ancak bunu yapabildik.

 

 

 

 

CHP Parti Meclisi Toplantısında Yapılan İki Ayrı Konuşma[131]

Güneş [Turan Güneş], ‘Yağmur yağıyor’ dediği zaman, kendine ördek dendiğini sanan insan kadar alıngan olmuş, sabit fikirli olarak hükûmet aleyhinde olduğu için hükûmetin her hareketini alabildiğine mübalağa ediyor. Herkesin kolay kolay iktidarı bırakıp gideceğini zannetmesin. İktidarı bırakabilmem, benim diğer politikacılardan en büyük farkımdır.

1923’e gelinceye kadar, ordu ve din adamları bu ülkeyi idare ettiler. Demokratik hayatta DP ‘Lâiklik dinsizlik değildir’ diye, dini yeniden politikaya soktu. AP ‘korkmadan Müslümanım diyebilelim’ diye yine bunu kullandı. Din varlığını, iktidara gelirken ve iktidardayken başarı ile kullanıyorlar; ama, sonuçta bütün bu partiler, bir gün ezilip gidiyor. Fakat CHP duruyor. CHP daima, dine ve ananelere saygılı durumuyla, her partiyi karşısında buluyor. Turan Güneş, “Ülke çöküyor” dedi. Ben hiç zannetmiyorum. Çünkü, çökmekte olan bir memleket kolay düşman celp eder, yağmadan hisse almak isteyen unsurlar çoğalır.

(…)

Konuşmacılara bir bir cevap veren İnönü, Dalokay’ın eleştirilerini de cevaplamış, “Ben Dalokay’ın ‘Ordu ile bütünleşelim’ lâfını, onun her dediğine evet diyelim, anlamında anladım. Böyle bir şey hatırımızdan geçmez tabiî. Bunun yanında Dalokay, CHP’nin yeni bir tavır takınması için yeni teklifler ortaya atıyor” şeklinde konuşmuştur.

 

 

 

 

AKDMB Oliver Reverdin ile Görüşme ve Erim Hükümeti ile KGK’ya İlişkin AA Muhabiri ile Yapılan Söyleşi[132]

İsmet İnönü, dün saat 12’de kendisini ziyarete gelen konuk Avrupa Konseyi Danışma Meclisi Başkanı M. Reverdin’ye yaptığı yarım saatlik görüşmeden sonra kabul ettiği Anadolu Ajansı muhabirine, önce M. Reverdin ile yaptığı görüşme hakkında bilgi vererek şunları söylemiştir:

“Türkiye’nin tutumu ve M. Reverdin’in de görüşü bizim için cesaret vericidir. Demokratik rejimin devamına ve bu rejimlere Avrupa ülkeleri ile aynı düzen içinde ciddî ve samimî bir işbirliği havası içinde olduğumuzu müşahede ettiler zannındayım.

Türkiye’nin her hali, her türlü tetkike açıktır. Basın bu konuda başlıca yardımcımızdır. Doğru hedefleri muhafaza etmek çabası içinde olan gazetecilere büyük iş düşmekte ve hakikatin kamuoyuna duyurulmasına önem vermektesiniz.”

Güçlük reform ve onun güçlüğüdür

İsmet İnönü, daha sonra Anadolu Ajansı muhabirinin sorularını cevaplan-dırmıştır:

Ulaştırma Bakanı ile Enerji Bakanının istifalarının sebebini bilmediğini söyleyen İsmet İnönü, Enerji Bakanı Topaloğlu’nun “İdarei maslahatçılıkla reform olmaz ve prensiplerden fedakârlık edilmez” yollu sözleri üzerine ne düşündüğü sorusuna;

“Bu ifade tarzı ile hükûmet içinde bir sebep olduğu anlaşılıyor. Onun için ben hükûmet içinde bir sebebe değinmek istemem. Kendi aralarındaki çalışmalarını takdir etmek için bir vaziyet almak istemem” cevabını vermiş ve sözlerine şöyle devam etmiştir:

“Güçlük reform ve onun güçlüğüdür. Bu belli bir şey. Hükûmet, kalan hükûmet gene reform peşindedir. Reformları tahakkuk ettirmek için çok güçlük çekmektedir. Yeni krizler içindedir. Bunu reform çalışmalarında kusurlu gör-mek güçtür. Güçlük bir yerde, bir istikamette değil ki.”

Parasız reform

İsmet İnönü “Parasız reform olur mu?” sorusuna ise şu karşılığı vermiştir: “Parasız olacak reform da vardır. Reformlar evvelâ tatbik edecek, siyaset adamlarının programlarında ve zihniyetlerinde o reformların lüzumuna inan-makla başlar.

Demokratik rejimde, inanan siyaset adamlarıyla mücadele etmek mecburi-yetindedir. Nihayet seçmen hakem haline gelir, onu da seçim şansıyla yani tekâmülle karar verecek diye beklemek olursa uzun sürer. Arada azıcık krizler olur. O krizler esnasında reformlar tekrar bir hayatiyet kazanabilir.

Bizim tabiatımız, ileriye gitmek için yapılan mücadele, bizde önde gelmektedir. Vakit vakit olan buhranlar bundan geliyor. Bunlar gerek sosyal alanda, gerek reformlarda bir iz bırakıp öyle devam edecektir, zannederim.”

Komutanlar demokratik idarenin kurulması için gerekeni yaptılar

İsmet İnönü, komutanların son demeçleriyle ilgili bir soru üzerine şöyle konuşmuştur:

“Bir defa komutanların vaziyetini iyi anlamak lâzımdır. Komutanlar, bir bunalımın zoruyla siyaset sahnesine çıkmışlardır. 12 Mart’ta geldiler. 11 Mart vaziyeti memleketin her bakımdan güçlük içinde, ümitsizlik içinde bulunduğu bir bunalımdı. Ondan sonra Komutanlar, demokratik bir idarenin süratle kurulması için mümkün olanı yaptılar ve her vesile ile demokratik bir rejimin süratle kurulmasını ve bunun dışında bir idare tarzına heves etmediklerini göstermeye çalıştılar Bu arzuda samimîdirler. Güçlükler vardır. Güçlüklerin ciddiyetini, kumandanların arzularını, samimîyetini bilerek bu buhranlardan elbirliği ile geçebilmeliyiz. Bunun için çalışıyoruz. Ümit ederim ki geçeceğiz. Veyahut uzun sürer. Uzun da sürerse bir bunalıma varmadan geçebilirsek gene başarıdır.”

Parlâmenter hayat için tehlike yoktur

İnönü daha sonra Anadolu Ajansı muhabirinin kendisine yönelttiği “Bugün parlâmenter hayat tehlikede midir?” sorusuna karşılık olarak şöyle konuş-muştur:

“Parlâmenter hayat için tehlike yoktur. Şu bakımdan, politikacılar da ve Ordu da, son zamanda başlıca ıstırabı çekmiş olan Ordu da, demokratik rejimin kurulması fikrindedir. Parlâmenter rejimin devam etmesi fikrindedir. Böyle olunca, tatbikatta çıkan güçlüklerin el birliği ile bir hal şekli bulunması lâzımdır benim ümidim kuvvetlidir.

Parlâmenterler de güçlük içinde devletin işlerini yürütmek çabasındadırlar. Kanun içinde yürütecekler, reformlar tahakkuk edecek. Vazife güçlüğü çoktur parlâmenterler için.”

İnönü daha sonra sözlerini şöyle tamamlamıştır:

“Bu hükûmet, memleketin içinde bulunduğu bunalımın ve anarşik bir devrin geçirilmesinde, demokratik rejimin muhafazasında başarı göstermiştir. Ve bunu demokratik rejim içinde yapmaya çalışmaktadır. Birbirini güçlüğe sevk eden şartlar içinde hepsini uyuşturmaya uğraşmak, bir insan için, bir hükûmet için çok güç vazifedir. Onu başarmaya çalışıyor.

Hükûmet, reformları demokratik rejimi muhafaza ederek yapmak gayretin-dedir.”

 

 

 

 

CHP Grupları ve MYK Ortak Toplantısında “Toprak Reformu Ön Tedbirler Kanun Tasarısı” Üzerine Yapılan Konuşma[133]

(...) CHP Genel Bakanı İnönü, “Bu, Toprak Reformu öteden beri amacı-mızdır söylentilere kulak asılmamalıdır” demiştir.

İnönü, özetle şunları söylemiştir:

“Toprak Reformu, öteden beri üzerinde titizlikle durduğumuz ana dâvalarımızdan biridir. Gayesi, Türk tarım ekonomisinde topraksız köylünün hem toprağa hem de, her türlü araç ve gerece kavuşturulmasını öngörür. Toprak dağıtımındaki esaslar, son derece hassas ölçülerle tespit edilmeli, bir taraftan topraksızlara ve az topraklılara dağıtılırken öte taraftan da, Türk tarım ekonomisine yararlı olarak toprağı işletenlerin zarar görmemeleri temin edilmelidir. Toprak Reformu, sınaî kalkınmaya yardımcı bir mahiyette tahakkuk ettiği takdirde, gaye sağlar, hiçbir siyasal yönü olmamalıdır. Bu inançla, en büyük titizlikle çalışmaya devam ediyoruz. En iyisini bulacağız, söylentilere kulak asılmamalıdır. Kamuoyunda çıkan söylentiler, hiçbir endişeyi çekmemelidir. Hem topraksız köylü, hem de toprağını ekonomik olarak işletenler, en büyük titizlikle tatmin edileceklerdir.”

İnönü, önceki gün başlayan toplantıda bu tasarının bir toprak reform tasarısı olmadığını, Türkiye’de dağıtılacak tarım topraklarının tespitini öngördüğünü söylemiş, “Toprak Reformu kanununda, Meclis görüşmelerinde buradaki tartışmamızın ışığı altında, davranışımızı göstereceğiz” şeklinde konuşmuştur.

İnönü, Mecliste tasarı görüşülürken bazı önerileri olacağını bildirmiş, bataklık arazi ile orman sayılmayan yerlerin bu tasarıya dahil edilmediğini, buraların da dahil edilmesi için teklifte bulunacaklarını ifade etmiştir.

[Tamamlayıcı haber]

CHP Genel Başkanı İnönü, partisinin önceki gün sona eren Grup ve Merkez Yönetim Kurulları ortak toplantısında, toprak reform tasarısının nükleer savaştan daha zor olduğunu söylemiş, AP’yi ima ederek, “Öbür tarafın görüşü ile taban tabana zıt düşeceğiz. Meclisten rahatlıkla geçmesi mümkün değil. Meclislerde komisyonlarda büyük mücadele olacaktır” demiştir. İnönü, şöyle devam etmiştir:

“Bütün gayretimizle, bu tasarıyı grupta kabul edileceği şekilde geçirmeye çalışalım. Seçtiğimiz komisyon da yardımcı olsun.”

(...)

Toplantıda, bazı üyelerin gelmesi beklenirken, İnönü orada bulunanları; “Biraz espri yapalım” demiş ve şöyle devam etmiştir:

“İnsanoğlu çok kuvvetlidir. Taştan, topraktan, aslandan da kuvvetlidir. Birinci Dünya Savaşı çıktığı zaman, her yer yakıldı, yıkıldı, o kadar insan öldü. Artık bir daha harp olmaz diyorduk. Şıp diye İkinci Dünya Harbi başladı yine ‘artık olmaz’ diyoruz. Ben, büyük bir tehlike görüyorum…”

Toplantıda bulunan grup ileri gelenlerinden biri, İnönü’ye, “Nükleer harp olursa, Toprak Reformu çalışmalarımız da boşa gidecek” demiş, İnönü, “Toprak Reformu ondan da zor” karşılığını vermiştir.

İnönü, daha sonra, “Türkiye’nin yararına bu yapılmalıdır. Güç de olsa yapmalı, bu insanları kendi başlarına bırakmamalıyız” demiştir.

 

 

 

 

CHP Ortak Grup Toplantısında Hükümet Bunalımı ve Toprak Reformu Üzerine Yapılan Konuşma[134]

(...) İnönü hükûmet buhranıyla ilgili olarak özetle şunları söylemiştir:

“Mecliste çokluk partisi olan AP ile Başbakan arasında ihtilâf çıkıyor, biz bu ihtilâfın tamamen dışındayız. Yayınlanan bildirilere, verilen kararlara göre, iddialardan anladığımız şudur: Başbakan tarafsız bir hükûmetin başkanı olma-sına rağmen AP’ye karşı tarafsız olmayan haksız bir tutumdadır. Haksızlık etmektedir. Bu sebeple hükûmette kalmayacağız, çekileceğiz, ama ona güvenoyu vereceğiz, sonra seçime gideceğiz; hülâsası budur.

Hükûmetten ayrılıp karşısına geçmek için, bu hükûmeti kendilerine karşı tarafsız olmadığı gerekçesiyle suçlu göstermek kanaatimizce doğru değildir. AP’ye karşı Başbakan haksız davrandı deniliyor. Kabinedeki AP’li Bakanlar böyle bir haksız davranışı şikâyet etmişler midir? Hayır. Şikâyet içerde, kabinenin içinde bulunanlardan değil, dışardan başkanlardan, idare edenlerden gelmiştir. Bu nedenle de vatandaşın ve parti olarak bizim bu davranışı incelemek hakkımızdır. Dışarıdan bu hükmün verilmesi halinde, bu doğru olarak kabul edilemez. Ben koalisyonda iken partilerin dışarıdaki başkanlarından hep yazılı şikâyetler alırdım. Bakanlara bunları söylerdim, kendileri bu şikâyetlerin yanlış olduğunu, doğru olmadığını ifade ederlerdi. Hattâ bir defasında rahmetli Gümüşpala kendi partisinden olan bir Bakanı bile şikâyet etmişti.

Söylemek istediğim, dışardan yapılan şikâyetlerin doğru olmayacağıdır.

Şimdi ne olacak?

Diyorlar ki, çekiliriz, dışarıdan güvenoyu veririz. Bu tarafsız idare, bir anlaşma neticesi kurulmuştur. Bütün partilerin olgunluk göstererek beraberiz dediği hükûmettir. Dışarıda vatandaş memnun olmuştur. Bir diktatör veya aşırı bir idare gelmesin diye itibar görmüştür. Şimdi ne olacak? Çokluk partisi bu hükûmete itibar etmiyor. Çokluk partisi olduğu için de arzu etmediği zaman onu düşürecek. Bir hükûmette bu şekilde istikrar olmaz. Memlekette hâkim olan çokluk partisinin kararıdır. Şu halde içeride ve dışarıda bir hükûmet itibarını kurmak istiyorsak hükûmeti AP’ye kurdurmak lâzımdır. Bugünkü durumla ise hükûmet hiçbir iş göremez, vaziyet hallolunamaz. Meclisin yardımıyla teşekkül etmiş, askerlerle iyi geçinen bir hükûmet manzarası yerine, Meclis çokluğuna karşı durumda bulunan bir hükûmet vardır. Bugünkü buhranı geçici olarak halletmek zarureti mevcuttur. Yakında dış ziyaretler olacak. Bu sırada Türkiye hükûmetsizdir görünmemek için vaziyeti idare edip bu ziyaretleri geçirelim. Peki ama bu ziyaretçiler memleketin ne halde bulunduğunu bilmezler mi? Hem delilleriyle bilirler, hem tecrübeleriyle bilirler.

Ya itimad vardır, ya yoktur. Onun için Türkiye’nin içeride ve dışarıda emniyet edilir bir hükûmeti olmasını istiyorsak, durumu ilk şeklinde tutmak mecburiyetindeyiz.

Fevkalâde müteessiriz

Yapılmış olanlardan, söylenmiş olanlardan fevkalâde müteessiriz, olayın dışındayız. Geçici hükûmetin seçim yapmasında mutabıkız. Ama AP ilk vaziyete dönmelidir. Bu durumun seçime kadar idaresi için tek yoldur. Ordu arasında ihtilâf var gibi, tutarsız hesaplara kimse kendisini kaptırmamalıdır.

Hükûmetle AP arasında ihtilâf çıkmasında bizim hiçbir dahlimiz yoktur. Askerlerin durumunda hiçbir rolümüz yoktur. Silâhlı Kuvvetlerin demokratik rejimi kurtarmak istediğini söylemekte hiçbir kusurumuz yoktur. 12 Mart’a neden gelindiğini çıplak olarak, sade olarak anlamışızdır.

1960 öncesinde bir karar alırlardı. Kanun çıkarırlardı, Anayasaya aykırı olduğunu söylerdik. Aynı Meclis, aykırı olmadığını kabul eder uygulardı.

Böyle durumlar ihtilâle varır, bunu 12 Mart öncesi için de söylemek mümkün. Zira kimseyi incitmek istemiyorum. Bir anlaşmaya varılmasını isti-yorum. Bu anlaşmaya varmamak, bunu anlamamak, düzeni tamamen ters hale getirmektir. Karşınızda hükûmet diye bir oyuncağı bulundurunuz, bunu kimse kabul etmez. Biz böyle bir oyuna vasıta olamayız.

Türkiye’de içeride ve dışarıda itibarı olan bir hükûmet vardı, bu Meclis yardım ederek kurulmuştur. Meclisteki partiler bu hükûmette bir sorumluluk almamışlardı. Sadece murakabe ediyorlardı. İnsaf ile murakabe ediyorlardı. Şimdi çokluk partisi bu hükûmetin karşısına çıkıp seçim propagandasına girecek, ne olursa olsun diyecek, başka partiler buna âlet olacak, onun bu oyununa boyun eğecek.. Böyle bir parti Türkiye’de yoktur.

Ben sade bir şekilde çare gösterdim sanıyorum. Ama yapamayız, edemeyiz diyecekler. Böylece Türkiye’yi bir meçhule götürmekte, biz tertipçilerle beraber olmayacağız; dışında kalacağız, dışında vazifemizi yapacağı. Biz de seçime kadar böyle gidebilirdik. Toprak Reformunu da yaptıktan sonra yeni ufuklar açılacaktır.”

Toprak Reformu

İnönü Toprak Reformu Ön Tedbirler Tasarısı ile ilgili olarak özetle şunları söylemiştir:

“Önce Ön Tedbirler Tasarısı, sonra Toprak Reformu tasarısı, sonra dağıtılan toprakların işletme imkânlarını arttıracak ve toprağın verimini sağlayacak olan tasarı.. Bu böyle olacaktır. İlk hamlede bir milyona yakın topraksız aile toprak sahibi edilebildiği takdirde büyük bir başarıya ulaşılacaktır. Reform yapılırken büyük toprakların bir kısmı kamulaştırılacaktır.

Hükûmetin ortaya koyduğu Ön Tedbirler Tasarısı ciddî bir çalışmanın mahsulü, ciddî bir eseridir. Bunu iyi bir şekilde ortaya çıkarabilmek için CHP gayret sarf edecektir.

Hükûmet seçim endişesi olmayan bir kurul niteliğindedir. Fikir, olarak memleket ihtiyacı olarak ne düşünüyorsa onu getirmiştir.

Hiçbir parti, kanaati ne olursa olsun, Toprak Reformunun aleyhinde görün-mek istemiyor. Her siyasî partinin felsefesi, kanaati muhteremdir. Biz de saygı duymaya mecburuz. Fakat bilinmelidir ki, Toprak Reformu Anayasaya mal olmuştur. Bazı çevreler Toprak Reformunun değil, getirilen tedbirlerin aleyhindelermiş gibi görülüyor. Böylece Anayasanın mülkiyet hakkı esasına dört elle sarılıp Toprak Reformuna karşı çıkmaya hazırlanmaktadır. Böyle bir propaganda her türlü güçten mahrumdur. Ön Tedbirler de, Toprak Reformunun kendisi de Anayasanın içindedir. Toprak Reformuna bu yoldan karşı çıkmak yanlıştır. Zira Anayasa Mahkemesi duruyor. Kanun çıktıktan sonra müracaat edip dedikleri gibi Anayasaya aykırılık varsa tatbikatı durdurmak mümkündür.

Anayasanın savunmasını kendi takdirine bağlamak siyaseti olmaksızın hiçbir siyasî, Toprak Reformunun Anayasanın ihlali demek olduğunu iddia edemez. Reformu gerçekleştireceğiz.

Toprak Reformunun içimizdeki bazı kişilere de zararı dokunacaktır. Ama bu fedakârlığa hazırlanılmıştır. Birbirimize dayanarak, eksiklerimizi tamamlayarak tasarının kanunlaşmasına yardımcı olacağız. Bu konuda müsamahakâr olamayız. Fikirlerimiz açık olacaktır ve reform lehine olacaktır..”

 

 

 

 

Orta Doğu’daki Olaylar ve AP’nin Durumu Üzerine Milliyet Gazetesi’ne Verilen Demeç[135]

CHP Genel Başkanı İsmet İnönü, eşi ile birlikte kalmakta olduğu Termal Otelinde Milliyet’e verdiği özel demeçte “Orta Doğu olaylarına karışmamayı” tavsiye etmiş ve “Daha önümüzde dünya ölçüsünde büyük bir karışıklık çıkması ihtimalî vardır..” demiştir.

İnönü bu konudaki demecine şunları eklemiştir:

“Dışında kalalım diye uğraşıyorum. Ne kadar anlatabileceğimi tahmin etmek mümkün değildir. CHP olarak memleketimizin içinde bulunduğu büyük meselelerin çözümlenmesinde yararlı olmağa çalışıyoruz. Büyük tecrübelerden geçmiş ileri zümre, büyük dâvâlara yakından eğilmiş bir millet olarak, kendimize ve insanlığa karşı ödevlerimiz olduğunu biliyoruz..”

CHP Genel Başkanı “AP’nin büyük güçlükler içinde bulunduğunu” da belirtmiş ve şöyle devam etmiştir: “Bu güçlüklerden kurtulması, memleketin sıkıntıdan kurtulması için faydalı olacaktır. Bunu yürekten arzuluyorum. Mevcut sıkıntılar AP’nin kendi yanlış görüşlerinden ve yanlış uygulamalarından çıkmıştır. Seçmen vatandaşlarımız AP’nin yanlışlıklarını düzeltebilir, yahut da o yanlışlıkları düzeltecek olanları iş başına getirecek olursa, birçok sıkıntılardan kurtulabiliriz.”

 

 

 

 

CHP İl Örgütlerindeki Kimi Haberlerle İlgili Genel Sekreter Şeref Bakşık ile Yapılan Konuşma[136]

(...) İnönü “İstanbul ve Ankara İl Teşkilâtından sonra, İzmir Teşkilâtı da bana cephe almış” demiş; Bakşık “Böyle bir şey varit değildir” cevabını vermiştir. Ancak İnönü “Ne demek varit değil? Her gün yeni haberler alıyorum” diye ısrar etmiş; buna karşılık Bakşık “Paşam ya müfterilere inanırsınız, ya Genel Sekretere inanırsınız” cevabını vermiştir.

[Tamamlayıcı haber]

“Senin nereden haberin olacak? Sen her gün benim yanımdasın, burada oturu-yorsun. Ben ortalıkta neler döndürülmek isteniyor, hepsini haber alıyorum. Buna bir son vermek lâzımdır. Neyi paylaşamıyorsunuz?”

(...) İnönü de “Üzerine alınma, şahsî mesele yapma. Ben vakıadan bahse-diyorum. Senin nereden haberin olacak? Sana şimdiden haber veriyorum: Ne yapacaksanız yapınız, güvendiğimiz arkadaşları gönderelim, bunları inceletelim. Bitsin artık bunlar” demiştir.

İnönü, meselenin bununla da bitmediğini belirterek “Her gün gazetelerde boy boy resimler, yazılar, haberler çıkıyor görmüyor musunuz?” deyince, Şeref Bak-şık, “Hangi gazetelerde?” olduğunu sormuş. İnönü de bazı İzmir gazetelerinden söz etmiştir. (...)

 

 

 

 

Viyana Buz Revüsü Galasında Başbakan Yardımcısı Atilla Karaosmanoğlu’na Söyledikleri[137]

(...) İnönü’nün, bir ara Karaosmanoğlu’na “Bizimkiler de seni yalnız bırak-mışlar. Sakın ümidini kırma” dediği duyulmuştur. İnönü, ayrıca AP ve DP’lilerin ön tedbirler tasarısına şiddetle karşı çıkışlarına değinerek “Hepsi galiba muvazaa yapmış, ne yapacaklarını bilemiyorlar” şeklinde konuşmuştur.

İnönü bir ara, ön tedbirler tasarısına karşı çıkanların “Hükûmet ya tasarıyı geri alır ya da değiştiririz” dediklerini hatırlatarak, Karaosmanoğlu’na “Ne dersin?” diye sormuştur. Karaosmanoğlu “Bilmiyorum” manâsında ellerini açmış İnönü şöyle devam etmiştir:

“Bir görelim ne yapacaklar, bu herkesin gözü önünde cereyan ediyor.”

 

 

 

 

CHP Trabzon İl Kongresine Gönderilen Mesaj[138]

Trabzon İl Kongresini saygı ile selâmlıyorum.

Trabzon İl Kongresinin çalışmaları, yalnız Trabzon için değil, bütün mem-leket için önemli sayılacaktır.

Trabzon her zaman bu önemde idi. Şimdi benim gözümde her zamandan daha ziyade dikkatleri üzerinde toplayacaktır. Biliyorsunuz ki, demokratik rejimimiz 12 Mart’tan beri bir dar geçitten geçmektedir. İlk gününde memleketi boşluktan kurtaracak ve anarşi dalgalarını yenecek bir hükûmet kurmak mecburiyeti vardı. 12 Mart Mecliste, çoğunluğu teşkil eden siyasî partinin yetersizliğe düşmesinden doğmuştu, eğer siyasî partiler hepsi el birliği ile tarafsız bir hükûmet teşkilini başarmasa idiler memleket tam bir boşluğa atılmış olacak idi. Biz, bu bunalımda büyük sorumluluğumuzu göz önünde tutarak siyasî partilerin anlaşmasıyla ve yardımıyla bir hükûmet kurulmasında ve o hükûmeti sorumluluğu içinde ve Meclisin denetimi altında çalıştırmakta ve her şeyden evvel anarşiyi kaldırmakta mutabık kaldık.

Netice, memleket için faydalı ve kurtarıcı oldu. Biz, bu doğru yolda az çok kendi içimizde de tartışmaya düştük. Benim kanaatımca tartışmayı, Cumhuriyet Halk Partisi içinde yaralanmadan geçirmek hedefimizdir. Büyük ölçüde hedefte başarı kazandık. Şimdi Trabzon’a söyleyeceklerim şudur:

Anarşiden ve hükûmet teşkilindeki güçlüklerden hiçbir ders almamış gibi bir havanın memlekete ve Cumhuriyet Halk Partisi içine yayılmak istendiğini anlamaktayım.

Sizi, ilk önce partimiz içinde önemli yeri olan Trabzonlular’ı uyarmak isti-yorum. Mesajım kâfi gelmezse ilk imkânımda kendim gelir daha etraflı görüşür ve anlatırım.

Yeni devrin kurulmasında büyük bir buhrandan geçtik. Sorumsuz ve şuur-suz dalgalara kendinizi kaptırmayacaksınız.

Trabzonlular: Sevgili arkadaşlarım, önümüzde doğru tedbir arayan, fakat bugünkü tereddütlerle dolu olan yeni geçitleri hep beraber tecrübeden geçmiş olarak el birliği ile geçirmemizi isterim.

Çalışmanız, memlekete örnek olacak sağduyu ve basiretle dolu olsun.

Gözlerinizden öper, başarılar dilerim.

 

 

 

 

CHP Tokat İl Kongresine Gönderilen Mesaj[139]

CHP Tokat İl Kongresini saygı ile ve sevgi ile selâmlıyorum. Son zamanlar CHP’nin büyük çalışmalar verdiği günler olmuştur. Anayasa değişikliklerinde büyük emekler verdik ve Tokat’ın iki müstesna evlâdı vazifeli olarak ön safta çalışmışlardır. 1961 Anayasası bütün temelleriyle duruyor ve gelecek günlerin gelişmelerine de ışık tutacak kudrette bulunuyor.

CHP demokratik rejimi savunma ödevini şuur ile yapmaktadır. Tokatlı hem-şehrilerim; partimize güvenlerini sağlam tutmakta daima haklı çıkacaklardır. Kongrenize başarılar dilerim, yürekten sevgiler sunarım.”

 

 

 

 

Irak Dönüşünde Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’ı Karşılama Sırasında Yapılan Sohbetler[140]

(…)

Cumhurbaşkanı Sunay, uçağın yanında kendisini karşılayan İsmet İnönü’-nün elini sıkarak “Paşam zahmet ettiniz. Ama böyle sizi dinç görmekle memnun oldum” demiştir. İnönü de “Çok teşekkür ederim” karşılığında bulunmuştur.

Sunay, İnönü ile şeref salonunda da gezi izlenimleri üzerinde bir süre konuşmuştur. İnönü “Geziniz nasıl geçti?” diye sorunca, Cumhurbaşkanı Sunay “Çok güzel.. Törenler muhteşem oldu” cevabını vermiştir.

(…)

İnönü, Anayasa Mahkemesi Başkanı Muhittin Taylan’la da konuşmuştur. Taylan, İnönü’ye bir göz ameliyatı daha olup olmayacağını sormuş ve arala-rında şu konuşma geçmiştir:

– Bir göz ameliyatı daha olacak mısınız?

– Olmayacağım.

– Olun Paşam… Daha rahat edersiniz.

– Bakalım.

CHP Genel Başkanı İnönü, daha sonra Taylan’a Anayasa Mahkemesi çalış-malarına ilişkin sorular sormuştur. Taylan, Anayasa Mahkemesi’nde üç açık üyelik olduğunu ve bunların süratle seçilmesi gerektiğini söylemiş ve “Açık üyelikler yüzünden toplantı yapmakta güçlük çekiyoruz. Birimiz hasta olunca da toplanamıyoruz. Yaş ortalaması 60’ın üstünde” demiştir.

İnönü, “Demek, teşkilâtınız eksik” diye konuşmuş ve daha sonra pist kena-rındaki bir levhaya göstererek Taylan’a, “Şu yazıları okuyabiliyor musun?” diye sormuştur. Anayasa Mahkemesi Başkanı “Evet okuyorum” deyince, İnönü “Çok iyi” karşılığını vermiştir.

Şeref salonundan çıkarken, Başbakan Erim, İnönü’nün koluna girmiş ve uçağın yanına kadar birlikte gitmişlerdir. Burada İnönü, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Tağmaç’la bir süre konuşmuştur. CHP Genel Başkanı ile Genel-kurmay Başkanı arasında şu konuşma geçmiştir:

İnönü–Nasılsınız?

Tağmaç–Teşekkür ederim.

İnönü–Hava güzel.

Tağmaç–Evet, hava güzel, İstanbul’da da güzeldi. Ama, bugün bozuldu.

(…)

 

 

 

 

Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’ın CHP, DP, MGP Genel Başkanlarıyla Yaptığı Görüşmeden Sonra Gazetecilerin Sorularına Verilen Yanıtlar[141]

(...) CHP Genel Başkanı İsmet İnönü görüşmeden çıkarken kendisi ile konuşan gazetecilerin Türkiye’nin içinde bulunduğu durumla ilgili sorusu üzerine “Böyle buhranlardan geçmişizdir, bundan da geçeceğiz” demiştir.

İnönü ile gazeteciler arasında şu konuşma geçmiştir:

Soru–Sayın Cumhurbaşkanı ile yaptığınız görüşme hakkında bize bir açık-lamanız olacak mı?

Cevap–Hiçbir açıklamam olmayacak. Hiçbir şey söylemeyeceğim.

Soru–Bugün Başbakan Erim ile görüştünüz, bu görüşme hakkında bir açık-lamanız olacak mı?

Cevap–Başbakanla, evet görüştüm. Hayır bir açıklamam olmayacak. Baş-bakanla görüştüm. Arkasından Reisicumhura geldim.

Soru–Sizce Türkiye’de siyasî buhran sona ermiş midir?

Cevap–İçindeyiz. Canım, sona ermedi daha.

Kalmayız buhranın içinde

Soru–Adalet Partisi hükûmetten Bakanlarını çekerse CHP olarak sorum-luluk yüklenmek istemediğiniz için siz de çekeceğinizi söylemiştiniz. Bu konuda bir açıklamanız olacak mı?

Cevap–Ben bunu vaktiyle söyledim. Vaktiyle söyledim. Bunun dışındayız biz dedim. Bu suretle karışmayız ona. Ama, yani kalmayız buhranın içinde.

Soru–AP hükûmete Bakan vermemekte direnirse CHP olarak siz de Bakan-larınızı çekecek misiniz?

Cevap–Şimdi hiçbir şey söyleyemem. Şimdi bayramı geçirelim bir defa.

Bir buhrandan kurtulduk

Soru–Son siyasî gelişmeleri tasvip ediyor musunuz?

Cevap–Şimdi efendim, bir buhrandan kurtulduk. Hükûmet çalışıyordu. Hükûmetin yaptığı işler, zaman geçtiği, unutulduğu için ehemmiyetsiz görü-nüyor, az görünüyor. Hükûmet mühim işler yaptı. Memlekete huzur getirdi. Meclis işlemeye başladı. Bütün bu hizmetler takdir edilmeden siyasî buhran çıktı. Ne olacağını bilmiyoruz.

Soru–Bu buhranın sebebi nedir?

Cevap–Şimdi uzun boylu sebebi nedir diye araştırıp hiç kimse ile münaka-şaya girmek istemem. Çünkü siyasî buhranın azalmasına hizmet etmek mecbur olmadan herkes bir çare arıyor. O çareyi ararken kimseyi kıracak bir söz söylemek istemiyorum.

Soru–Sayın Başbakanla Adalet Partisi sayın Genel Başkanı arasındaki tartışma hakkında görüşünüz nedir?

Cevap–Bu tartışma, çokluk partisi Genel Başkanı ile Başbakan arasındaki tartışma elbette memleketteki siyasî buhranı kolaylaştıracak bir hal değildir.

Soru–Sayın Cumhurbaşkanı dün gece Genelkurmay Başkanlığında yapılan Yüksek Komuta Konseyinin toplantısı hakkında bilgi verdiler mi?

Cevap–Onun üzerine bir şey konuşmadık. Onun üzerine bir şey söyleme-diler, kumandanlar hakkında vaziyet üzerinde konuştuk.

Soru–Altmış yıllık bir devlet adamı olarak şu anda Türkiye’nin durumunu nasıl görüyorsunuz?

Cevap–Canım, böyle buhranlardan geçmişizdir. Bundan da geçeceğimizi ümit ediyorum ben.

Soru–Sizce şu anda Türkiye’nin durumu vahim midir?

Cevap–Canım efendim, “güç”tür, “vahim”dir, diye söz etmeyin. Tabiî, güç bir buhrandan geçiyoruz.

Soru–Çözüm konusunda ümitli misiniz? Türkiye’de siyasî istikrarın yerleşe-bilmesi için eksik olan unsur nedir?

Cevap–Siyasî istikrar bu partiler üstü hükûmetle, şimdi kurulan siyasî istikrar gelmişti. Parlâmento işliyordu. Kanunlar, reformlar tâkip olunuyordu. Onların neticesine göre yeni vaziyet çıkacaktı.

Soru–Şu andaki eksik olan şey nedir?

Cevap–Sonra buhran geldi.

 

 

 

 

Cumhuriyetin 48. Yıldönümü Dolayısıyla Anıt Kabirde THA Muhabirine Söyledikleri[142]

“Cumhuriyetin 48. yılında, hepimiz mutluyuz. Çok bahtiyarız, 48 yıl, büyük bir ömür Cumhuriyet için, bugüne kadar başarı ile gelmek, büyük talihtir. Temelin sağlam olduğunu gösterir.”

İnönü buhranla ilgili bir soruya da “Şimdiden bir şey belli değil” cevabını vermiştir.

 

 

 

 

CHP Manisa Merkez İlçe Kongresine Gönderilen Mesaj[143]

Kongrenizi sevgi ile selâmlıyorum.

Kongreniz memleketin siyasî hayatında önemli bir geçitten geçerken toplanıyor. Manisa’da toplanan arkadaşlarımın bütün konuşmalarında memleketin durumunu göz önünde tutmalarını isterim.

Siyasî bunalımdan memleketin kurtulması Cumhuriyet Halk Partisi’nin dikkatli ve yapıcı davranışı ile kolaylaşacaktır. Siyasî hayatın dar geçidinde bütün gözler, yakınımızdan ve uzağımızdan, bize çevrilmiştir. Tarihi tecrübesi ve memleket menfaat ve selâmeti karşısında, salim anlayışı ile Cumhuriyet Halk Partisi mevkii tutmuştur. Her şeyden önce Cumhuriyet Halk Partisi’nin kendi içindeki meselelerinin partileri birbirinden ayırıcı tabiatta olmadığının anlaşılması lâzımdır. Samimiyetle toplanıp Partimiz içinde, partiler arasında ve Hükûmete karşı ihtilâfları besleyecek gösterilerden sakınarak çalışmanızı rica ederim.

 

 

 

 

CHP Meclis Grup Toplantısında Hükümet Bunalımı Üzerine Yapılan Konuşma[144]

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı İsmet İnönü, “Cumhurbaşkanının Cumhuriyet Bayramı dolayısıyla yayınladığı beyanname bir fırsattır. Bu hitap hepimizi müspet bir sorumluluk yoluna davet ediyor. Bu istikamette özellikle AP’nin kendine düşen görevi yapması lâzımdır” demiştir.

CHP Lideri İnönü, CHP Millet Meclisi Grubunun bugünkü toplantısında yaptığı konuşmada 12 Mart muhtırasından sonra partiler üstü bir hükûmetin teşkilinin uygun görüldüğünü ve kurulan hükûmetin huzur ve emniyeti sağladığını belirtmiş, AP’nin “Hükûmeti desteklemekten vazgeçme” kararını almasının hükûmet teşkilini imkânsız hale getirdiğini söylemiştir.

CHP Grubunca yapılan açıklamaya göre, İnönü şunları söylemiştir:

“12 Mart’tan sonra parlâmento rejimini ve parlâmentonun memleket idaresinde temel tesirini korumak için partiler üstü bir hükûmet şekli muvafık görülmüş ve bu düşünce de muvaffak olmuştu. Gerçekten, başlı başına sorumluluğa sahip ve parlâmentonun denetimi altında bir tarafsız hükûmet kurulmuş idi; bu hükûmet, memleketin ümitsiz halde görünen huzur ve emniyetini nispeten az zamanda her türlü anarşik tesirlerden kurtarmış ve reformlar konusunda ciddî bir yol takibine başlamıştı. Münakaşalar nihayet parlâmento usulleri içinde devam ediyordu. Bu durum esasından değişmekle, bugünkü bunalım meydana gelmiştir.

Esasen değişiklik şuradadır: Meclisteki çokluk partisi, partiler üstü hükûmeti desteklemekten vazgeçmek kararını almış ve bu sebeple hükûmet teşkili imkânsız bir hale gelmiştir. Bu imkânsızlık şundan doğar:

Hükûmet buhranlarında ya Mecliste çoğunlukta olan parti sorumluluğu üzerine alıp hükûmeti kurar veya bu çokluk koalisyonla bir hükûmet kurar. Hülâsa, çokluk etrafında bir hükûmet şekli aranır. Bu imkân bulunamazsa, hemen seçime gidilir…

Nereye gidiyoruz?

Bizim bunalımımızda olduğu gibi, çokluk partisi tarafsız hükûmetten desteğini çeker, bütün Meclisin karşısında seyirci ve denetçi rolünü takınır, böyle bir hükûmet tarzı yoktur. Çokluk, her lüzum gördüğü zaman, bir saatte hükûmeti düşürebilir ve kendi dışında bir hükûmet kurulmasını da daima imkânsız tutar. Bu halin devamı, memlekette hiçbir işde emniyet ve istikrar bırakmaz ve memleketin selâmete ermesi için ihtilâl unsurundan başka bir vasıta olmadığı zihinlerde yerleşir. Bizim vaziyetimiz, buna doğru gidiyor.

Çıkış yolu bulmalıyız

Kararlı ve başarılı bir hükûmetten niçin bu hale düştüğümüzün tetkikine girmeyeceğim. Çünkü sağduyu ile vaziyete bir çıkış yolu bulmak, esas maksadımızdır. Bunalımın çok münakaşa götürür sebeplerine girmekte fayda görmüyorum.

Çokluğun idare dışında kalması ile yaratılan hükûmetsizlik ve kararsızlık, zararsız olarak devam edebilir ve Türkiye gibi bir memleket tehlikesizce böyle bir duruma uzun müddet tahammül edebilir, vaziyeti böyle düşünmek hataların en büyüğü olacaktır. Bu vaziyet içinde CHP olarak, bir çıkış yolu bulmak için şimdi önümüzde bir fırsat bulunuyor. Bu fırsatı ciddî bir memleket sorumluluğu ile değerlendirmemiz lâzımdır. Bu fırsat sayın Cumhurbaşkanımızın Cumhuriyet Bayramı münasebetiyle memlekete yayınladığı beyannamedir.

Sayın Cumhurbaşkanı, partiler üstü bir hükûmet teşkil etmek için siyasî partilerce 7 ay evvel alınmış olan ortak kararın tekrar yürürlüğe konulmasını istemektedir. Bu hitap, hepimizi müspet bir sorumluluk yoluna davet ediyor. Bu istikamette özellikle çoğunluk partisinin yani AP’nin kendisine düşen ödevi yapması lâzımdır. AP’nin, hem çokluk rolünde olması, hem hükûmet dışında ahvali tâkip etmesi, aklın alacağı bir tutum değildir ve bu davranış fevkalâde neticeleri, behemehal doğurur, hiç kimse buna manî olamaz. Demokratik rejimin bütün siyasî partileri, bu gerçeği bir birlerine anlatamamış olmaktan tarih önünde sorumlu olurlar.

Cumhurbaşkanının mesajı, vazifemizi tekrar hatırlattı

Siyasî vaziyetimiz hakkında bu yollarından başka bir çözüm yolu yoktur. Sayın Cumhurbaşkanının mesajı karşısında bütün siyasî partilerin, özellikle çoğunluk partisinin vazife görmesi lâzımdır. Bu mesaj, bize ciddî olarak vazifemizi tekrar hatırlattı. Biz, partiler üstü bir hükûmetin reformları bir neticeye vardırması ve yeni seçimleri sağlayacak bir ortam hazırlaması bakımından isabetli yol olduğuna kaniyiz. Bilhassa ihtilâf halinde bulunan çokluk partisiyle hükûmetin bir anlaşmaya varabilmesini ümitle beklemekteyiz. Hemen bir seçime gitmek, yüksek siyaset sahnesinde olan kararsızlığı ve çekişmeyi en küçük köye kadar aktarmak demektir. Bunu kimse istemez. Ve uygulayamaz.

Ve şimdi seçim yapılsa da, o seçim neticeye erinceye kadar ve neticeye erdikten sonra memleket durumu daha buhranlı olur. Halbuki, partilerce desteklenen tarafsız bir hükûmetin en geç 2 sene içinde emniyetli bir seçimi gerçekleştirmesi başlıca görevi olacaktır Bu seçimin demokratik rejimi muhafaza eden ve kuvvetlendiren bir netice vermesi, başlıca arzumuzdur.

Bugün vaziyet üzerinde başka bir çözüm yolu düşünemiyoruz. Onun için fazla konuşmayacağım. Sayın Cumhurbaşkanının siyasî partilere olan hitabının beraber sorumluluk taşıdığımız partiler tarafından müspet karşılanmasını beklemek lâzımdır.”

 

 

 

 

Pembe Köşkün Bahçesinde Gazetecilerin Sorularına Verilen Yanıtlar[145]

Soru: AP Genel İdare Kurulunun kararıyla ilgili bir yorumunuz olacak mı?

Cevap: O iyi bir şey… Bakalım, olaylar ümit ederim ki, bir çıkar yol istika-metini tutmuştur. Çıkış yolu bulunacaktır. Temsilciler meclisi toplandıktan sonra şimdiki temayül istikametinde bir netice alınmasını temenni ederim. Şimdi söyleyecek başka şey yok.

Soru: AP’nin kararı, Cumhurbaşkanı Sunay’ın demecinde belirttiği husus-ların istikametinde midir?

Cevap: Öyle görünüyor..

Soru: AP ileri gelenleri, Genel İdare Kurulu kararından dolayı üzgün-müşler.. Bir baskı karşısında bu kararı aldık diyorlarmış.. Üzgün olma konu-sunda haklı mıdırlar?

Cevap: Öyle bir şey işitmedim ben. Öyle bir vakadan, görüşten haberim yok.

Soru: AP Genel İdare Kurulu’nun kararı, Temsilciler Meclisi tarafından reddedilirse durum ne olabilir?

Cevap: Bugünkü durum olur. Herhalde etrafıyla meseleyi tetkik edecekler görünüyor. Netice alınmadan bir tahminde bulunmak faydalı olmaz.

CHP Genel Başkanı İnönü, daha sonra basın mensuplarına “Yani, havadisin bu tarzda intişarı bile, sizde olumlu bir tesir yapmadı mı?” diye sormuş, bir gazeteci “Yaptı” deyince, şöyle konuşmuştur:

“Haydi bakalım. İyi günlere gidiyoruz.”

 

 

 

 

 

Atatürk’ün Ölümünün 33. Yıldönümü Dolayısıyla Halkevleri Genel Merkezi ve Kemalist Devrimciler Birliği’nin Düzenlediği Anma Toplantısı Söylevi[146]

Seçkin arkadaşların huzurunda bana söz söylemek fırsatını verdiğiniz için size minnettarım.

Atatürk’ün bizden ayrıldığından sonra 1938’den beri 33 sene Atatürk’ün eserleri hakkında bir çok sözler söylenmiştir. Bu takdirleri, bu minnet sözlerini içeride ve dışarıda Atatürk’e hayranlık ve eserlerini hakkıyla değerlendirme çabalarını anlatmaya çalışacağım.

1918 Mütarekesinden sonra Atatürk, kurulan hükûmette kendisine bir vazife verileceğini tahmin ediyordu. Bu tahmini doğru çıkmadı, yani mütarekeyi yapan hükûmet Atatürk’ü kendi arasına almaya ihtiyaç görmedi. Atatürk, muharebe meydanından İstanbul’a geldikten sonra 1918’de, bir sene İstanbul’da vaziyeti görmeye ve göstermeye çalışmıştır. 1918 mütarekesi, mütarekeyi, yapan amiralin imza esnasında söylediği sözler etrafa yayılarak ümitli bir hava içinde gelmişti. Bu ümitli hava içinde ilk eserler görülür görülmez, ilk vaziyete doğru teşhisi koyan Atatürk olmuştur.

Atatürk, bir sene içinde İstanbul’da yerli yabancı söz sahibi olan herkesle, özellikle yeni hükûmet başına gelen ve ondan sonra hükûmet başına gelecek olan siyaset adamlarıyla temas aramıştır, bunların hepsinin memleketin kurtulması hakkında ne düşündüklerini teşhis etmeğe çalışmıştır. Bu çaba bir sene kadar sürdü ve İstanbul’da söz sahibi olan insanların vaziyeti teşhis etmekte isabet etmedikleri kanaatine vardı. Bu zaman zarfında tek arzusu, herhangi bir vazife ile Anadolu’ya gelebilmekti. Nihayet bu vazife kendisine verildi. Sulh konferansına gidecek memleket kendi içinde bir asayiş ve sükûnet havası vermeye muhtaç idi. Halbuki, İstanbul işgalindeki olaylar ve nihayet Ege’de İzmir’in maruz kaldığı tehlike, vatandaşta büyük heyecan yapmıştı. Her taraf karanlık içinde idi, her türlü asayiş tehlikesi vardı. İstanbul Hükûmeti, Atatürk’ün otoritesinden, adından, dirayetinden memleket asayişini ve hükûmete faydalı olacak hizmetlerini öngörerek kendisine 3. Ordu Müfettişliğini vermişti. Bu kayıtlar altında Atatürk, fırsat bularak Anadolu’ya geldi. Samsun’a çıktığı andan itibaren –sene 1919– vatandaşları gelen tehlike hususunda uyarmaya çalıştı.

Samsun’a çıktığı ilk günlerinden itibaren de İstanbul Hükûmetinin nasıl bir yanlış tayin yapmış olduğu kendi zihninde canlandı.

Samsun’a çıktığından itibaren Atatürk’ü değiştirmek fikri İstanbul Hükû-metinde yerleşti. Onlar, Atatürk’ü nerededir diye arayıp bulmaya çalışırlar. Atatürk bugün bulunduğu telgraf merkezinden bir saat sonra Anadolu içinde yürür ve her gittiği yerde vatan tehlikesinden, büyük tehlikeden vatandaşları haberdar etmeğe çalışır. Bu kayıtlarla haberler arkasından koşar. Atatürk, havadislerin önünde koşar. Erzurum’a geldi.

Erzurum’a geldikten kısa bir süre sonra kendisini vazifeden ayırdılar. Atatürk, resmî sıfatlarından tecerrüt etmiş olarak vatan tehlikesinin ortasında yalnız kaldı. Yalnız kaldığından itibaren de gerek ordudaki arkadaşları ve gerek sade vatandaşlar tarafından aranan bir kurtarıcı olarak görülmeğe başlandı.

1919’dan 1920 senesine kadar Atatürk’ün çabası Anadolu’nun ve Rumeli’-nin her tarafında kurulan kurtarıcı cemiyetler, Müdafayı Hukuk Cemiyetleri, bunların hepsine bir suretle yetişmeğe ve yardım etmeye çalışmak olmuştur. Bu işlerin, bu çalışmaların ortasında bütün gayreti dağınık çalışmaları ve isafsız cemiyetleri, millî kuvvetleri bir merkezi idareye bağlamak çabası olmuştur. Bu çaba, 1920’ye kadar sürmüştür.1920’de İstanbul resmen işgal olunmuştur ve işgal haberi alınır alınmaz Atatürk’ün Anadolu’da kurduğu Heyeti Temsiliye vardı, o Heyeti Temsiliye’nin merkezi Ankara olmuştu, buraya gelmişti. Ankara’da Heyeti Temsiliye adına bir Millet Meclisi toplamak olmuştur.

1920’de Millet Meclisi açıldı. Memleketi kurtarmak için çabalar, resmî bir devlet ve hükûmet elinde olarak Ankara’da bir istikamet aldı. Çabalar, çalışma için toplu, beraber bir istikamet aldı.

O günkü vaziyeti bilhassa düşünmek lâzım. Büyük Millet Meclisi bir gün sabaha kadar düşünülerek ne ad verileceği, yeni kurulup Meclisin karşısına çıkacak hükûmet adayları tarafından ne ad verilecek toplanan Meclise. Nihayet Büyük Millet Meclisi bulundu ve Büyük Millet Meclisi adı ilk günden toplanan heyet üzerinde tarihe mal olmaya başladı.

Memleket içinde asayiş; İstanbul Hükûmeti, Büyük Millet Meclisi Devletini de, hükûmetini de tanımadı. Bunları kanun dışı ilân etti. O günden itibaren mücadele İstanbul Hükûmeti ile açık bir mücadele tarzında başladı.

Büyük Millet Meclisi ilk vazife olarak Hilâfeti esaretten ve işgalden kurtar-mayı ilân etmişti. Hilâfet ve İstanbul Hükûmeti de teşekkül etmiş olan asi devleti vatandaş indinde kanun dışı ilân etmek için bütün marifetini gösteri-yordu.

Atatürk’ün 1918 Mütarekesinden sonra 1920’ye kadar yaptığı hizmet başlı başına bir büyük eserdir. Bu anda Anadolu ve Rumeli Müdafayı Hukuk Cemiyeti teşekkül etmişti, Heyeti Temsiliye’ye bağlanmıştı.

Erzurum ve Sivas Kongreleri teşekkül etmişti. Burada, milletin yaptığı mücadele sulh şartlarının hedefine ve teferruatına ait esaslar şimdiden tekerrür etmiş gibi idi. Ondan sonra bu bir sene zarfında 1927 yılına kadar Heyeti Temsiliye adında dağınık müdafaa cemiyetlerini birleştiren teşekkül bir Türkiye Büyük Millet Meclisi Devleti olarak siyaset sahasına ve tarih huzuruna çıkmış bulunuyordu. Bu, 1918 Mütarekesinden 1920’ye kadar geçen 1,5 sene zarfında askerî bir vazife ile gelmiş pek kısa bir zaman haftalar, aylar içinde sade bir vatandaş haline gelmiş, Mustafa Kemal Paşa’nın memlekete temin ettiği, verdiği yeni şekil olmuştur.

Şimdi, tecrübe görmüş, Millî Mücadelede, hükûmet işlerinde, tarih işlerinde ve yeni başkentte bir çok nesiller yetişmiş olarak bu yapılan işlerin 1,5 seneye sığdırıldığını düşünürseniz; 1918’den 1920 Millet Meclisi açılıncaya kadar ne kadar büyük işlerin görülmüş olduğu anlaşılır.

Bu müddet zarfında çok kıymetli hizmetler yapan generaller, vatandaşlar, devlet adamları vardı. Bunların hepsini bir derli toplu bütün halinde memleket hizmetinde yerleştirmiş bir teşekkülün kurucusu ve idarecisi Atatürk olmuştur. Sadece bu müddet bile büyük bir eser sayılmak lâzımdır.

Büyük Millet Meclisi Hükûmeti zamanı, aslında Millî Mücadele dediğimiz Birinci Cihan Harbi’nin devamı ve memleketin hakiki bir tehlikeden kurtuluşunun idaresi menkıbeleriyle doludur. Bir harp idaresidir 1920-1922 arası. Cihan Harbi 1914’den 1918’e kadar dört sene sürmüştür. 1918 meş’um, bu uğursuz ve bilhassa bütün matbuarifler arasında Türk vatanı için sarih tehlikeli ve o nispette çok aldatıcı şekilde gelmiş bir mütarekeden sonra 1914-1918 muharebe, 1918 mütareke, 1922 sulh. 1922 Başkomutanlık Muharebesiyle bu mücadelenin kesin bir zafere ulaştırılması, daha dört sene sürmüştür. Demek, Birinci Cihan Harbi her millet için dört sene sürdü. Türk milleti bunu daha dört sene ekleyerek sekiz senede neticeye vardırmıştır.

Atatürk’ün şahsiyeti

Büyük kumandan vasfıyla ilk belirtisini Birinci Cihan Harbi’nde göstermiştir. Her manâsıyla büyük bir kumandan vasfı Atatürk’ün bütün muharebelerinde vardır. Atatürk’ün siyaset anlayışı ve siyasî tertipleri büyük kumandanlığının gerisinde değil, hattâ vakit vakit misâl misâl onun ilerisinde bir belirtidir, bir büyük vasıf taşır. Büyük kumandandı ve ondan büyük siyaset adamı idi. Bunların hepsi büyük bir devlet adamı bütünlüğünü yapıyordu ve bu Türk tarihinin çok nazik bir devrinde kurtarıcı şeklinde vatana yararlı olmuştur.

Şimdi, Atatürk uzaklaştıkça, tarihi [tarih] içinde sahifelerini genişlettikçe kıymeti, vasıfları daha belirgin bir hal almaktadır. Bizim için, Türk Milleti için bu sevinilecek bir olaydır. Ve Atatürk kadar yalnız sağlığında değil, sağlığından sonra, öldükten sonra da hesapsız kitapsız vatandaşların ta yüreklerine, bütün nesillerine kadar minnet dolu duygularının yanında hatıra hayale gelmeyecek nankörlüklerle de karşılanmıştır. Tasavvur ediniz ki, bir Saidi Nursi hem tarikat kurmuş Türk diyarında, hem de Atatürk’ü deccal olarak ilân edebilmiştir.

Şimdi, tarihin şimdiden verdiği başka bir misâl size arz edeceğim.

İngiliz tarihini yazan son bir İngiliz tarihçisi, Fisher isminde bir yazar Türkler’in Avrupa’da yerleşmesini şu hikâyede anlatır:

“Türkler’in Avrupa’da yerleşmesinden kurtulmamız tarihte iki defa tamamıyla tahakkuk etmiş halde idi. Birincisi kurtuluş ümidi Fatih’in babası zamanlarında olacak, o tarihlerde daha henüz İstanbul Bizanslılar’ın elinde iken, alınmamışken Rumeli’de muharebe etmekte olan Türk kumandanları bir yenilgi edilme üzerine ricat ederken mütareke talebinde bulunmuşlar ve karşıda bulunan karşı ki hattın Polonya kumandanları mütarekeyi kabul etmiş ve bir müddet mücadeleye aralık vermişlerdir.”

İngiliz tarihçisi der ki: “Bu mütarekeyi kabul etmeseydiler; Türkler’e bu fırsatı vermese idiler o kadar bunalmış bir halde idiler ki, arkaları gidecekleri Anadolu, zaten yolları Bizanslılar’la kapanmış Edirne üzerine çok perişan bir halde girecek ve mahvolacaklardı. Bu fırsat o tarihlerde geçmiştir, o tarihlerde ele geçti ve istifade olunmadı.

Türkler’in Rumeli’den, Avrupa’dan kesin olarak çıkarılması için ikinci şans; 1922 yılında Avrupa’nın eline geçmiştir.

Türkiye, müttefikleriyle beraber emsalsiz bir yenilgiye uğramıştı. Her suretle mahvolmuş halinden Atatürk, indinde tam muzaffer bir hale çıkabilmiştir. İkinci büyük fırsat budur, bu da Türkler’in, Rumeli Avrupa Devleti olarak kalmasına nihayet vermek için kaçırılmış olan fırsattır.” Bu İngiliz tarihçisinin yazdığıdır.

Atatürk’ün muharebe vasfını ve siyaset vasfını kısa ölçülerle size hatırlatmak isterim.

Atatürk, Büyük Millet Meclisini kurduktan sonra kurduğu hükûmetle şark seferini yaptı. Şarkta Kâzım Karabekir adında muktedir bir kumandanımız vardı. Onun Ermenistan’a karşı sefer açmasına müsaade etti, o sefere memur etti. Ermeni seferi tam bir muvaffakiyetle, daha doğrusu 1920 sonlarında neticelendi. Bütün yurtlar, garbten gelmiş olan büyük istilâlara bağlanmıştı. Ermenistan seferinin muvaffakiyetle bitmesi birden memlekette büyük bir sevinç ve ümit uyandırdı. Ermenistan Hükûmeti ile Avrupa sefirinin Türkler’e verilmiş olan, yüklenmek istenen Sırp Muahedesinin esas bir maddesi olarak çok genişleyecekti. İlk işaret ettikleri noktalar Kars-Ardahan etrafında toplanmış, güçlü bir hale gelmeye çalışıyordu. Bu teşebbüs daha ilk merhalesinde iken bizim şark seferimizle Büyük Millet Meclisi Hükûmeti zamanında şark seferimizle nihayet bulmuştur. Bundan sonra tüm mücadele harp cephesinde ve memleket içinde kurulmuştur.

İstanbul işgal edilmişti, alınmıştı karadan ve denizden. Yunanlılar terviyen dönmüş ve gitmişlerdi. İtalyanlar Kalvo civarında idiler, İngilizler ayrıca şimali Anadolu’ya çıkmışlardı ve Fransızlar hakiki bir sefer açmışlardı. Memleket bu halde bulunuyordu. Ordu, mütareke icabı olarak ne kadar elleri yetişmişse, ne kadar muktedir olmuşlarsa o kadar silâhtan tecrit edilmişti. Memleket, tam manâsı ile Trakya’da, Anadolu ortasında, her türlü karışıklığa, intizamsızlığa sahne olmuş bir halde bulunuyordu. En büyük güçlük işgal devletlerinin İstanbul’u işgal etmiş olan devletlerin Anadolu’da isyan halinde bulunan, kendilerince isyan halinde bulunan hakiki Türk Devletine karşı işgal devletlerinin başlıca yardımcısı Padişah Hükûmeti idi. Bu zamanın iç seferlerini, hakiki bir ordu teşekkül etti. Anadolu, Büyük Millet Meclisi Hükûmetini dağıtmak için hakiki bir ordu teşekkül etti. Kuvayi İnzibatiye namı altında sefer ordusu teşkil ettiler. Bu hareket için.

Bu teferruatı bilirsiniz, taa Ankara yakınına kadar İstanbul kuvvetleri gel-meğe çalışmışlardır. Nihayet ordu içinde isyan çıkarmışlardır.

İlk idareyi tanzim etmek güçlüğü yanında, büyük ordu muharebe etmek istemeyen İtalyanlar, İngilizler gibi kuvvetler gözü döndüğü yerlerden çekilmişler. Fransızlar sefere devam ediyorlardı, kanlı bir sefere devam ediyorlardı. Yunanlılar, başlıca Türkler’i susturma vazifesini üzerine almıştı.

Gerek ordu tedbiri, gerek müdafaa tedbiri olarak en büyük güçlük devletin on, on iki seneden beri harp halinde bulunmasından son derece yorgun ve bitkin halde olması idi. Etrafımızda düşmanlar insafsız bir surette hem içerden tahrik yaparlar, hem teşkil edebildikleri kuvvetleriyle istilâ devletlerine iştirak ederler, bu vaziyette iken biz Büyük Millet Meclisi Hükûmeti, memleketi müdafaa edebilmek için milis kuvvetlerinden başka bir tertibe başvuramıyorduk, bir seferberlik ilân edemiyorduk. Seferberlik ilânı ancak Atatürk’ün resmen Başkumandanlık ilânında beliğ salâhiyetler verilmesinden sonra onun teşebbüsü ile Sakarya Muharebesinden evvel mümkün olmuştur. O zamana kadar düşman geliyor, yardımcı olarak vatandaşlar Kuvayi Milliye şeklinde onu karşılamaya çalışıyorlar, bir ordu, sefer ordusu teşkili için başlıca mesnet olan seferberlik ilânını yapamıyordu. Bu ancak, Başkumandan olan Atatürk’ün ilk yaptığı işlerden birisi olmuştur. Bu seferberlik ilânı ile sefer hazırlığına girilirken Anadolu’da bulunan vatandaşın tüm varlığının yüzde 40’ına kadar el konulmuştur. Ben bunu Lozan Konferansı esnasında murahhaslara hususî musahabelerle anlattığım zaman, Türk Milletinin ne kadar fedakârlık yaptığını anlatmaya çalıştığım zaman hayretten gözleri yerinden fırladı. Bu kadar görülmemiş misâllerden birisidir, koyununun, varlığının, nesi varsa onun yüzde 40’ına el konmuştur. Sonra bunlar büyük ölçüde vatandaşa ödenmiştir.

Şimdi, bu iç idarenin yanında muntazam bir ordu teşkili için gösterilen gayretler, sarf edilen emekler en zor emeklerden birisi olmuştur. Disiplin altına girip çalışacak bir ordu garpte teşkil etmeğe imkân bulunmuyordu. Herkes biliyordu ki, disiplin altında bir hükûmet olmadan karşımızda bulunan muntazam orduyu yenmeye imkân olmayacaktır. Karşımızda bulunan orduyu mağlup etmeden hiçbir siyasî tedbir vatanı kurtarmaya kifayet etmeyecektir. Müdafaa ediyorduk, düşman ilerledikçe çekiliyorduk; fakat çekildikçe zayıflıyorduk ve çekildikçe vatandaşın ümidi bedbinliği artıyordu.

Orduyu teşkil etmek için resmen topladığımız askerler ordu saflarına gelirler, elimizde bulunduğu kadar onları giydiririz, teçhiz ederiz, silâhlarını, silâh kayışlarına varıncaya kadar ikmal parçaları olarak orduyu teçhiz etmeğe çalışırız. Bir müddet sonra bıkarlar, o asker köyüne gider kendiliğinden. Onları tekrar getirmek için türlü nasihatlara ve tedbirlere başvururuz. Bu nasıl düzelecek? Umumî kanaat şu idi: Bu vaziyetin düzelmesi, vatandaşta zafer için ümidin kökleşmesine, yayılmasına da bağlıdır. İlk zaferler böyle bir ümitle kazanılabilecekti. O zaferleri kazanabilecek ordu nasıl yapılacaktı? O ordu ümitle yapılacaktı. Ümit yapabilmek için zafer lâzımdı, zaferi kazanacak orduyu bulmak için evvelâ vatandaşta ümit uyandırmak lâzımdı. Hülâsa birbiri ile çelişen, bir birine bağlı olan şartları vücuda getirmek idare edenlerin eline düşüyordu. Bu vaziyet içinde Atatürk orduyu teşkil etti. İç isyanları önlemek tehlikelerini göze aldı. Onun göze alması ve onun tehlikeleri görüp içeride tenkitlere, çekişmelere ve bunun yaygın, fena tesirlerine başlıca mukavemet eden Atatürk olmuştur. Kesin olarak bilmek lâzımdır ki, ordunun teşkilinde ve muharebenin idaresinde de başlıca idare eden ruh bedreti ondan geliyordu.

Büyük bir mecburiyetimiz şu idi: Yunanlılar’ı mağlûp etmek için mecburi-yetimiz şu idi. Bir Cihan Harbi olmuştu. Bu Cihan Harbi’nin askerlik hayatına getirdiği yeni kavramlardan birisi; silâhlar, yeni silâhlar, muharebelerde kesin neticelere müsaade etmiyorlar, müdafaa kuvveti çok artmıştır, onun için muharebeler saha muharebeleri kısa bir zamanda, birkaç gün içinde mevzi muharebeleri haline geçiyor, iki taraf siperler içine gömüldükten sonra birbirlerini yerinden çıkarmamak ve mukavemeti kırmak için zamanın, hesapsız cephanenin sarfı lâzım geliyordu. Hesapsız cephane ve devamlı mevzi muharebeleri ancak arkasında fabrika olan muntazam, varlıklı milletlerin harcı oluyordu. Biz, Yunanlılar’la muharebe ederken Anadolu içinde çekile çekile yüzlerce kilometre içeri girmiştik, seferberlik ilân ettik, içteki birliklerimizi takviye ettik. Ondan sonra Yunan harbine girdiğimiz zaman bir seferde bütün silâhlarımızı, dehşetimizi, toplayarak Yunanlılar’la bir meydan muharebesi verip onu mağlûp etmek ve çekilmesine fırsat vermeden bir yerde durup mevzi almasına imkân bırakmadan onu mahvetmek lâzımdı. Böyle bir muharebe usulü bulmaya mecburduk.

Sonradan Başkumandan Muharebesi adını verdiğimiz Atatürk Muharebesinin kesin meydan muharebesinin, zafer muharebesinin tılsımı, hazırlığı bu şekilde olmuştur. Bunun üzerinde çok nazariyat vaktinde söylenmiştir. Fakat, harp neticesi ispat etmiştir ki, tutulan askerî hissiyatı doğru idi. Takriben sayıca müsavi hale gelmiş iki ordu halinde karşı karşıya Yunanlılarla bulunuyorduk; fakat tabiatıyla gerek silâhları, gerek cephanesinin bolluğu ve atlıları itibariyle Yunan ordusu daha zengin halde idi.

Şimdi 200 bini aşan iki taraf orduları birbirleriyle Anadolu ordusu ile son kapışmayı yapıyorlardı. Bu son kapışma, bizim elimizde irade olarak Sakarya Muharebesinden sonra istediğimiz gibi hazırlanmak ve istediğimiz zaman da taarruza geçmek imkânını elde etmiştik. Bu son kapışmanın kaç gün sürecekse muharebeleri, Yunan Ordusunun Anadolu içinde tam mahvedecek bir neticeye ulaşmak lâzımdı. Arkası deniz, memleket açık, ikmal kolay, dünyanın fabrikaları önünde sevki idaresi üstün olan bir Yunan Ordusu Anadolu içinden çekilmeye mecbur olsa bile, sahillerinde uzun müddet çözülmez, uğraştırır bir varlık halinde kalabilirdi, bu imkân ona verilmemeli. Bu, Atatürk’ün askerî dehasının bir eseridir. Tarihte, askerî tarihte, her milletin tarihinde örnek gösterilecek büyük serdar zaferlerinden biridir, bir askerî şaheserdir. Karşı karşıya takriben müsavi sayılacak olan yüz binlerce [sayıları yüzbinlerce olan] ordulardan biri ötekini bire kadar mahvetmiştir. Bu Başkumandan seferinin sonunda oldu. Başkumandan Meydan Muharebesinde, son muharebe neticesini verdi. Bir vakıa Ağustos’ta başlattı 30 Ağustos’ta muharebe bitti, nihayet yürüyüşle 9 Eylül, İzmir ve ondan sonra Anadolu mütemadiyen boşaldı, tahliye edildi.

Bundan sonra bu harbi bir siyasî neticeye ithal etmek kalıyordu. Muharebelerde, tabiî kaide, alınan arazı muharebede bilfiil işgal edilmiş olan araziye münhasır kalır. Çok kesin zaferler ve nadir zaferler harp bittikten sonra işgal edilmeyen yerleri de işgal etmeğe muvaffak olurlar. Bizim tarihimizde bilfiil işgal etmediğimiz yerleri almak mümkün olmamıştır hiçbir zaman. Yalnız, millî mücadelede Anadolu’yu Yunanlılardan kurtardıktan sonra henüz ordu ile ayak basmadığımız Trakya’yı da kurtarılan arazi meyanına ilhak etmek mümkün olmuştur. Bunu harp biter bitmez, Anadolu’da zafer bittiği andan itibaren tâkip edilen askerî politika ile sağladık.

Büyük bir sefer açacakmış dehşeti Atatürk’ün her halinden görünüyordu. Hiçbir netice ile yeni bir muharebe, yeni bir düşman yaratmamak dikkati hiç kimsede Atatürk’te olduğundan daha fazla değildi. Hem, muharebeden yılmayan büyük büyük bir kumandan itimadını benliğini sarsmayacaksın, hem bu görünüş altında lüzumsuz hiçbir yeni sefere girmeyeceksin. Bu Atatürk’ün siyasî müzakereleri idare etmekteki dehasının eseri olmuştur. İzmir’e vardığımızdan itibaren Çanakkale’de, İstanbul’da bulunan müttefik kuvvetlerine Yunan ordusu çekilerek doğrudan doğruya temas hasıl olmuştur. Hiçbir silâh atılmaması için kesin emirler verilmiştir. Müttefik kuvvetleri her yerde bizimkilerden çok daha az bulunuyordu. Yan yana Çanakkale’de olsun, İstanbul hudutlarında olsun silâh atarlarsa bizimkiler gülerek yürüyüşlerine devam ederlerdi. Bununla beraber, Yunan mağlûbiyeti üzerine İngiltere’de koparılan kıyamet hakikaten düşündürücü bir hal almıştı. Sonradan dostumuz olan Churchill: “Utanç, hacalet, suratımıza şamarı yedik” diye kıyameti koparıyordu. Sanki mağlûp olan İngilizlerdi. Bu kadar acı feryatlar yapıyordu. Lloyd George hükûmette idi. Bütün dominyonlarını muharebeye davet etmişti. Muharebenin çift müdafaasının haklı ve meşru olduğu uzun zaman zarfından o kadar dünyada yerleşmiş idi ki, bilhassa Fransızlar’la anlaşma yapılıp da Türkler’in kendi haklarını fedakârlıkla temin etmekten başka bir şey düşünmedikleri anlaşılmasından sonradır ki İngiliz Dominyonlarından çok azı Lloyd George’a müspet cevap verdi, ötekilerin hepsi böyle bir muharebeye hevesleri olmadığını gösterdiler.

İzmir’e girişinden mütareke akdine kadar –İzmir’e girişimiz 9 Eylül’dür, mütareke akdi Ekimin 10-11’idir– bu bir ay zarfında Avrupa’da tecrübeler, harp tecrübeleri aranmıştır. Nihayet başta İngilizler olmak üzere sulh fikri Avrupa’da esas olarak yerleşmiştir. Bu şartlar altında sulh müzakereleri açılabilmiştir.

Şimdi, Atatürk’ü rahmetle ve minnetle anarken bu tafsilâtı verişimden maksadım, Atatürk’ün askerî dehasını her millete, tarihin her sahasında en büyük kumandanlarla mukayese etmek ve onların arasında mümtaz bir yer tâyin olduğunu göstermek içindir. Askerî dehası böyle idi.

Siyasî dehası: Şimdi arkadaşlarım emin olasınız Birinci Büyük Millet Meclisinin, hem hükûmetin, hem devletin başlıca idarecisi olarak kurulmasında ve onun yürütülmesinde Atatürk’ün sarf ettiği gayreti anlatmak mümkün değildir. Bu çabaları hakkı ile canlandıracak bir eser daha yazılmamıştır, ama yazılacaktır. Göreceksiniz ki, Birinci Büyük Millet Meclisinin idaresi en çetin meclislerden birinin yaratabileceği bütün güçlükleri yaratmak istidadında çalışmıştır. Tamamıyla hamiyetli idi, iyi niyetinden, zafer azminden ve iradesinden söz edilemezdi ama son derece sabırsız denetçi, beğenmez, böyle vazife isteyen bir karakteri vardı. Şimdi vazife isteyen bir karakter diye insaflı olarak değerlendirebiliyoruz, o zaman büyük müşkülât kaynağı olarak nasıl idare edileceği bilinmeyen bir heyet olarak göze çarpardı.

Millî Mücadeleyi ilk gününden itibaren bir Mecliste idare etmek fikri dahiyane bir buluştur ve çok faydalı bir buluştur. Başladığım zaman Atatürk’ü anlatmaya, memleket için büyük ölçüde kurtarıcı yolda faydalı olmuş büyük kumandan, büyük asker vasıfları yanında büyük siyasî vasıflarını da söz konusu etmiştim, ona misâl vermek için söylüyorum.

Atatürk’ten ayrılalı, bu kadar büyük hizmetlerden sonra Atatürk’ten ayrılalı 33 sene geçmiştir. İzmir’e vardığımız zaman askerî zafer bitmiş bir halde ilk karşımıza çıkan İngiliz donanması amiralinin tebriki olmuştur. Her tarafta İngiliz düşmanlığı aşikâr bir surette görünüyordu. İzmir’de ve Anadolu’nun her yerinde Yunanlılar muhaceret ediyorlardı, orada İngiliz amiralinden bir memur geldi, bir rıhtımda İngiliz kordonunda bir binada otururken, Atatürk’e bir İngiliz amiralinin mesajını getirdi, tebliğini getirdi. “Siz İngiltere Devleti ile harp halinde misiniz? Buna cevap veriniz” diyordu. Atatürk aldı sükûnetle derhal cevabını verdi. “Biz İngiltere Devleti ile harp halinde bulunmuyoruz. İngiltere Devleti ile aramızda sulh yapılmamıştır.” O zaman Sevr Muahedesi tebliğ olunmuştur İstanbul’a, biz onu tanımıyorduk, aramızda sulh yoktur, aramızda harp yoktur diye cevap verdi öyle gitti. Lloyd George Hükûmeti zamanında bir harbiye mülâki yapmak için her türlü gayret sarf olunurken, her türlü gayretle onu kolaylaştırmamak ve Türkiye’nin muzaffer bir devlet olarak her tehlikeyi göze almış bir millet olduğu intibaında zerre hata etmemek, bu iki kaydı bir arada ancak Atatürk getirebiliyordu.

Şimdi arkadaşlarım; Atatürk eserlerinden bugün ne vardır?

Atatürk eserleri söylediğim gibi kendisinin ayrılması uzadıkça daha iyi belirli olmaya başlamış, yeni nesillere daha iyi ikmal olmağa çalışılmıştır. Size Atatürk aleyhine yapılmış olan yersiz ve inkârcı gayretlerin en büyük misâlini Saidi Nursi hareketi olarak söyledim. Bunun dışında da kendisinden memnun olmamış olanlar bulunabilir, bulunmuştur.

İzmir’e girdiğimiz zaman hepimizin neşeli ve sakin olduğu bir zamanda Atatürk daima meşgul bir halde bulunuyordu. Yapılacak işlerimiz, yeni kuru-lacak devlette vazifelerimiz vardır, diyordu. Yeni kurulacak devlet cumhuriyet olarak kurulacaktı, o cumhuriyet yeni esaslara dayanacaktı. İmparatorluk tam mânasıyla düşman yardımcısı olarak devrini tamamlamıştı. Türkiye Cumhuriyeti, bundan sonra Türk Devletinin idare şekli olacaktı. Onun zihninde bu nasıl olacak, nasıl yapılacak? Bunun tatbikleri ve düşünceleri bulunuyordu. Bunları adım adım tahakkuk ettirdi. Çok zaman geçti ve çok şey yaptı denilebilir. Fakat tarihleri size şimdi tekrar edersem o kadar kısa zamana bu kadar büyük eserler nasıl sığdığını tasavvur edersiniz.

1918’de Birinci Cihan Harbi’nin mütarekesi olmuştur. 1919 Atatürk İstanbul’da yeni hükûmete gelenler ve yeni sulh kaderine hâkim olan siyaset adamlarıyla her türlü teması arayıp onları uyarmakta, kurtuluş için ne düşündüklerini öğrenmekte, çaba ile geçirmiştir.

Bu bir sene sürdü. 1919’dan 1920 yılına kadar bir vatandaş olarak memleket müdafaasının perakende bütün kuruluşlarını toplayıp Heyeti Temsiliye halinde ve Ankara’da toplamak çabasıyla geçti. Bunları kongrelerle toplayabildi, teşkilâtçılığı işledi. Ondan sonra 1920’de Büyük Millet Meclisi kuruldu, 1922’de kesin askerî zafer ve kesin sulh zaferi ile bitti. 1922’den sonra 1938’de öldü. 16 sene zarfında cumhuriyet kuruldu, inkılâpları yapıldı. İnkılâplarının her birisi asırlara sığacak yeni bir Türk medeniyeti ve Türk cemiyeti kurulacak mahiyettedir, esasları kaldı. Birçok Atatürk eserlerinden ve Atatürk zihniyetindeki idareden bir çok kayıplar oldu. Bununla beraber kalanlar cumhuriyet, onun nitelikleri, Lâtin harfleri, lâik cumhuriyet, kadınların cemiyette hakiki yerlerini almaları. Bütün bunların her biri bir ömre sığacak, bir ömre sığacak değil, sığmayacak kadar büyük olan işlerdir. 16 seneyi iki, üç seçim devresinde kolaylıkla geçirebiliyoruz. Bu 16 sene büyük eserler devri olmuştur.

Bu 16 sene zarfında Atatürk’ün bıraktığı medeniyet eserlerinden birisi Halkevleri idi. Halkevleri, 1950’de aynı hızla devam ederek memleketin kasabalarında ve köylerinde binlerce binaya ve odaya, halk odalarına kadar yayılmıştır. Bu halkevleri ve odaları, yeni Türk cemiyetinin hayatına bir toplanma yeri, yeşerme ve gelişme yeri olmak maksadıyla kurulmuştur. Türk tarihinin başlıca eserleri, Türk zevkini musiki olarak, folklor olarak Türk oyunlarının başlıca motifleri beslenirdi. Bu halkevlerinde güzel sanatlar başlıca merkez bulurlardı. Güzel sanatlar; resmi ile musiki ile medeniyetin, yeni yüksek ve ileri cemiyetin başlıca hazineleridir. Bunların beslendiği ve yetiştirildiği merkezler idi. Türk cemiyeti, büsbütün yeni bir gelişme ve serpilme yoluna Halkevleri vasıtasıyla girmişlerdi. Bu Halkevlerinin demokratik hayat zamanında bir siyasî partinin öz vasıtası sanılarak kapatılması, dağıtılması büyük zarar olmuştur. Bunu yapan idare ve insanlar Atatürk’ün yakından tanıdığı ve ona yakından muhabbetlerinden şüphe edilemeyecek olan insanlardı. Siyaset anlayışının yanlış bir görüşü bu hataya sebep olmuştu. Halk Partisi idaresi zamanında Halkevleri, Halk Partisi’nin vasıtaları olarak çalışıyorlardı, onun başlıca yardımı her zaman lâzım idi, çünkü hükûmet o idi, çok partili hayatta Halk Partisi iktidardan çekilip yeni bir parti ile cumhuriyet hükûmeti devam ederken halkevleri onun emanetine geçecekti. Tıpkı adliyesi gibi, tıpkı her türlü cemiyet ve millet eserleri gibi Halkevleri de yeni hükûmetin idaresine geçecekti, geçmişti. Fakat idare eden kişiler siyasî partinin vasıtası sanılarak temelinden, kökünden kapatılmış, tahrip edilmiş ve bir türlü ve tekrar eksik olarak yerine gelmesi için 10 sene beklemek lâzım gelmiştir.

Şimdi, halkevleri, Atatürk’ün kurduğu zaman gibi aynı hedeflere bir an evvel gitmeğe çalışmaktadır ve bu vazifede muvaffak olmak için şimdi cemiyetimiz çok genişlemiş, türlü vasıtalar eline geçmiş olmakla beraber Halkevi bünyesi itibariyle gene temel müessese olarak ihtiyacını göstermektedir. Yeni Hükûmetin, partiler değiştikçe yeni hamleler yapacak cumhuriyet hükûmetlerinin müşterek, birbirini tâkip eden dikkatleriyle vazifesini genişletmesi, her taraftan yardım görmesi Türk Milletinin medenî bir vasıtası olarak çalışması lâzımdır.

Demokratik rejimin tekâmülü esnasında yapılmış olan fena denemelerden birine Halkevleri uğramıştır. Bu bundan esas olarak kurtulmuştur denilebilir. Fakat vasıtaları itibariyle varmış olduğu büyük tekâmül merhalesinden, mikyasından daha çok geridedir. Bunun için vatandaşlarımın Halkevlerine bir medeniyet vasıtası gözü ile bakarak teşriflerini, alâkalarını esirgemezlerse memleketin ilerlemesi için muasır medeniyet sahasında, kültür sahasında, güzel sanatlar alanında büyük eserler meydana getireceğine tamamıyla inanmaktayım.

Sevgili arkadaşlarım, sizi işgal ettim, özür dilerim, saygılar sunarım.

 

 

 

 

CHP Muğla Bodrum ve Ordu Perşembe İlçe Kongrelerine Gönderilen Mesaj[147]

(...) İnönü’nün mesajı özetle şöyledir:

“Bu zamanda en değerli başarı, siyasî hayatımızdaki karanlık havayı mutlu bir havaya çevirme gayretidir.

Hükûmet teşkilindeki güçlükler ve tarafsız hükûmetin Meclise dayanarak memlekete hizmet etmek gayretleri başarıya ulaşmalıdır. Aksi olaylar, hükûmet işlemesinde tesirli olursa, bütün memleket bu huzursuzluğu hisseder.

Siyasî partilerin kongreleri, siyasî havayı zehirsiz bir halde tutmak için baş-lıca merkezlerdir.

Şimdi ben size söylüyorum: CHP vatandaşa huzur verme çabalarını destek-lesin, vatandaş karamsarlıktan kurtulsun. CHP buna hizmet ederse, en olumlu yolu tutmuş olur.”

 

 

 

 

CHP Ordu Merkez İlçe Kongresine Gönderilen Mesaj[148]

Kongrenizi başarı dilekleriyle selâmlıyorum. Cumhuriyet Halk Partisi ilçe kongrelerinde, kendi içinde birbirine yakınlığı sağlayacak ve kendi dışında memleket hizmetine sağlam ümitler verecek bir gelişmenin hâkim olmasını bekliyoruz.

Memleketin en eski partisinin büyük yenilikler ve ilerlemeler kaydetmiş, tecrübesinin temeli, memleketin ihtiyacı genişledikçe onun tedbirlerini sükû-netle ve iyi niyetle aralarında konuşabilmeleri sayesinde mümkün olmuştur. Hiçbir fikir münakaşası bir bencil hizip taassubu şekline sokulmamalıdır.

Bunca geçitlerden geçmiş olan bir siyasî partinin ilk önce kendi içinde iyi geçinmeyi ve kimsenin her aklın üstünde kendi aklını şamata ile yürütmek hakkını taşımadığını bilmesi lâzımdır.

Böyle bir sağduyu parti hayatına hâkim olursu, nesilden nesle ilerleme ve yeni tedbirleri araştırıp bulma ve uygulama mümkün olunabilir.

Yoksa her erken kalkanın yeni bir âlem keşfetmiş gibi cemiyete hâkim olmaya kalkmasıyla, mütemadi bir kargaşalıktan başka netice elde edilmez.

Karadeniz’in dar şartları içinde geçinmesini bulan yaratıcı evlâtları her şey-den önce parti içinde gerçekçi bir anlayışı, parti hayatına hâkim kılmaya mecburdular.

Sevgili arkadaşlarım, kongrenize çevrilmiş olan gözler, büyük işler yapmış ve yeniden yapacak bir siyasî partinin vasıflarını bulmalıdırlar.

Sizin sağduyunuza, yurtseverliğinize inanırım. Ahenk içinde ve iyi geçinmek güvenini vermek kaygısıyla verimli bir kongre göstereceğinize güvenirim.

Sevgilerimi ve saygılarımı sunarım aziz Ordulular.

 

 

 

 

Milliyet Gazetesi ile Spor Üzerine Yaplıan Söyleşi[149]

Soru–Türk sporunun kalkınması için sizce neler yapılmalıdır?

İnönü–Bugünkü sporların birinci problemi tesis ve hoca meselesine dayanır. Tesis meselesinin para meselesine dayanacağı tabîdir. Bizler, Birinci Dünya Harbinden sonra, Cumhuriyetin kurulması ile başladığımız çalışmalarda büyük meselelerin, büyük hazırlık, büyük kalkınmaların ve büyük tamirlerin peşine düşmüş durumda idik. Baştan başa harap olmuş bir memleket elimizde iken işe başlamışızdır. Onun için her sahada vasıtamız mahdut idi. Hele spor bir dereceye kadar eğlence sayılır, ona para sarf etmek o zamanlar daha uzak kalırdı bizler için.. Ama spor bir ihtiyaçtır. Sıhhat ihtiyacıdır, mânevi ihtiyaçtır.. Genç yaşta spor yaparak yetişmekte olan bir vücutla, kahvede, havasız yerlerde yetişen bir vücut arasındaki fark ortadadır. Spor sıhhatin kaynağıdır. Bu şekilde ele alındığı zaman, spor birinci derecede ihtiyaçlar arasına girer. Hayatta her türlü başarı enerji ile olur ve bunun birinci kaynağı spordur. Spor mânevi hassaları kuvvetlendirir. Spor, siyasî hayatı da kuvvetlendirir. Bakın nasıl? İnsanlar kavga etmeden bir meseleyi mütalâa etmeyi en iyi şekilde sporla öğrenirler. Sporda yenmek kadar yenilmek de şereftir. Şimdi en ufak bir seçim kaybını bir felâket sayıyoruz. Demek cemiyetin medenî vasıflarını düzeltmek için, sebatlı çalışmak için sıhhatli çalışmak için ve çalışmaların ortaya getireceği neticelerden meyus olmamak, bunların etkilerini kolayca karşılayabilmek için yeni bir insan anlayışına ve kafa yapısına sporla varılabilir. Esasen bir amatör sporcuyum ben.. Yaptığım sporlar hep amatör sporlardır ve bunların içersinden ancak yüzme elimde kalmıştır. Bilardo ile meşgul olamıyorum. Binicilik yapamıyorum spor olarak bir de çok mütevazı yürüyüş kaldı elimde.. Sporun gelişebilmesi için en önemli unsurlardan biri de hocadır. İyi yetişmiş ve yetiştirmesini bilen hocalar olmazsa, sporda kalkınma beklenemez. Hoca meselesi sporun en önemli konularından biridir ve öncelikle ele alınması gerekir. Tesis, hoca ve sporun bir hayat ihtiyacı olduğu telâkkisi eğitimin başından itibaren göz önüne alınmalıdır. Bu şekilde kabul edilirse, tesis için de para bulunur, eğitimde her tahsil seviyesine girer ve spor esas yerini bulmuş olur Türkiye’de.. Fakat her şeyden önce hoca meselesinin halledilmesi gerekir. İyi hoca, hatâsız yetişmiş hoca iyi spor yapan, hatâsız spor yapan bir nesil yetiştirir.

Tesise, hocaya ve metodik çalışmaya önem verilmemiş

Soru–Türk gençlerine meşgul olmaları için hangi sporları yapmalarını tavsiye edersiniz?

İnönü–Herkes kendi tecrübelerine, kendi alışkanlıklarına göre tavsiye eder. Fakat artık spor müşterek bilgi olmuştur. Genel ihtiyaçtır ve amaç herkesin, halkın spor yapmasıdır. Gaye spor yapmak olunca, hangi sporu yaparlarsa yapsınlar, yeter ki spor yapsınlar, denebilir. Ancak tabiî ki herkes kendi mizacına göre, kendi kabiliyetine göre yapabileceği, başarılı olacağı spor dallarını seçmelidir. Bu arada, köydekilere de şehirdekilere de, okullardakilere de her yaşta insana spor yapma imkânı tanınmalıdır. Millî spor olarak bizde güreş yerleşmiştir. Halk sporudur. Köylerde çocukluktan beri güreşle uğraşılır. Fakat organize olmamıştır. Onun kendine mahsus tesirleri, hocaları ve kontrolu vardır. Fakat bunlar kâfi derecede yapılamıyor. Eski zamanların Kara Ahmetleri, Kurt Derelileri, Koca Yusufları dünyaca şöhret yapmış, ismimizi duyurmuş güreşçilerdi. Ama şimdi bunlar gittikçe azalıyor. Niçin? Çünkü kendine mahsus tesislere, hocalara ehemmiyet verilmemiş, dış ülkelerde olduğu gibi yeni medenî, metodik çalışmalara ehemmiyet verilmemiş, gelişmeler tâkip edilmemiştir. Bunlar yapılmadıkça da sporda gelişme olması çalışamadıkça ilerleme olması imkânsızdır. Fakat bunlar tekrar ele alınarak, bir disiplin içersinde, bir intizam içersinde ciddî olarak yeniden geliştirilebilir. Spor her şeyden evvel disiplin içersinde kâfi tesis ve bilgili hoca ile gelişebilir. Bakın size sporun genel faydası için bir örnek vereyim. Yıllarca yaptığım at sporu son zamanlarda bir hayli azalmasına rağmen Ankara’da bu sporun yapıldığı bir kulüp vardır. Pazar günleri gidip saat 15’ten 20’ye kadar seyrediyorum. Oraya aileler, gençler, birçok insan gelip seyrediyor. Müsabıklar, biniciler yarışıyor. Temiz havası, zevkle seyrediyor insan, müsabakalar bittiği zaman rahatlamış, tatmin edilmiş ve temiz havadan faydalanmış, neşeli bir şekilde eve dönüyor. Böyle olmasa, bu insanlar mahalle aralarında, sokak aralarında birbirleri ile itişecek ya da kahvelerin dumanlı havasına gömüleceklerdir o Pazar günü. Bunu size küçük bir misâl olarak verdim.

Sporun ilerlemesine en çok askerlik katkıda bulunur

Soru–Okullar, köyler ve askerî birliklerde spor ne şekilde yapılmalıdır?

İnönü–Spora en çok faydası dokunacak ve ilerlemesine en çok katkıda bulunacak meslek askerlik mesleğidir. Askerlik hayatı, ilk ânından son merhalesine kadar büyük bir spor kabiliyeti ister. Ordunun yardımı ile üst üste emekler eklenerek tesisler de yapılabilir. Askerî birlikler yaptıkları sporlara göre kendi tesislerini de geliştirirler. Harb Okullarında ve askerî okullarda yapılan sporlar iki yönden faydalıdır. Evvelâ askerlikte sporu öğrenen ve alışan, subay olduğu zaman da birliğindekilere spor öğretir ve spor sevgisi aşılar. Askerliğini yapan genç, spor kavramının içersine girer. İkinci olarak da, buralarda yapılan spor işlerinin subayları fizik kuvvet ve sporun mânevi kuvveti ile teçhiz edilmiş olurlar. Sporun okullara girmesi ile okul çağındaki gençler daha çok küçük yaşlarda iken sporun içersine itilirler ve yarının sportmen nesli olarak yetişirler. Sporun okullara girmesi ile hem büyük bir kitlede spor yapma alışkanlığı, hem de spor için büyük bir ham madde kaynağı kendiliğinden ortaya çıkmış olur. Köylerde ise genellikle güreş ve benzeri sporlar yapılır. Bunlar organize edilir ve buradaki gençlere yol gösterilir, hoca imkânı tanınabilirse güreşimizin eski günlerdeki gücüne kavuşması hayâl olmaktan çıkarılabilir. Gaye her yaşta, her yerdeki insanlara spor yaptırmaktır.

Soru–Partiniz spora ne şekilde önem veriyor?

İnönü–Parti olarak eğitimde birinci büyük faktörlerden birinin spor olduğunu prensip olarak kabul etmişizdir. Cumhuriyetten sonra birçok spor branşlarının kuruluşlarını biz yapmış ve bu sporları ortaya çıkarmışızdır. At sporu, amatör futbolun organize edilip başlatılması tamamen bizim gayretimizle olmuştur. Prensip olarak herkesin spor yapması için ve spor eğitiminin gerçekleşmesi için ciddî ve etkili çalışmalar yapılması görüşündeyiz. Halk, boş vakitlerini değerlendireceği bir spor yapma imkânına kavuşturulmalı ve spor eğitimine gereken önem verilmelidir. Eskiden bu yönde köklü bir çalışmamız olmuştu. Halkevleri sporu halka yaptırır, nazariye olarak sevdirirdi. O zamanın bir çok genci büyük bir kütle, halkevlerinde spor yapma imkânı bulabilirdi. Halkevlerinin tekrar faaliyete geçmesi spor konusunda diğer konularla beraber büyük bir fayda sağlayacaktır inancındayız.

Tesis zenginlik meselesidir

Soru–Türkiye bugüne kadar niçin yeterli spor tesislerine kavuşturula-mamıştır?

İnönü–Tesis meselesi her şeyden evvel zenginlik meselesidir. Fakat bundan evvel spor meselesinin tesis meselesi olduğu, spor ve tesisin birbirleri ile bağlantılı olduğundan yerleşmesi meselesidir. Bu şekilde de ele alınır ve yerleşirse gerekli maddi olanaklar da bulunur. Tesislerin başlangıcı büyük statlarla olmaz. Evvelâ halkın yararlanacağı ufak sahalar, semt sahaları yapılmalıdır. Bunlar geliştikçe daha büyük sahalar, statlar da kendiliğinden gelişir. Sporun gayesi ufak sahalar ve tesislerden iyi organizasyon ile büyük faydalar temin etmektir. Halkın ihtiyacını karşılayan ve halk kütlelerine spor yapma imkânı verecek bir ilerleme ve tesis arttırma metodu bulunmalıdır.

Tedbir bir an evvel alınmalıdır

Soru–Amatör ve profesyonellik hakkında ne düşünüyorsunuz?

İnönü–Sporun esasını amatör sporculuk teşkil eder. Ancak spor sevildikçe ve geliştikçe her dalda olduğu gibi sporda da mütehassıslaşma başlar, bunların ehemmiyeti ortaya çıkar. Bu bir yerde kaçınılmaz bir neticedir.

Sporun en önemli unsurlarından biri de disiplindir. Disiplin, en amatör şeklinde dahi sporun içerisinde ve ayrılmaz bir parçasıdır. Spor, Doğu Bloğu ülkelerinde başarılı değilken, son senelerde aniden parlamış ve ön derecelere çıkmıştır. Sebep sadece disiplindir. Spor aynı zamanda bugün bütün dünyada bir propaganda, bir güç karşılaştırması olarak kendisini gösterir. Ülkeler fiziki güçlerini spor sahalarında ortaya koyarlar ve spordan büyük bir propaganda aracı olarak faydalanırlar. Bütün yabancı ülkelerin bu konuyu bu derece önemli ele aldığı bir dönemde, bizim sporda ilerleme ve reformu geri plânda tutmamız olamaz. Sporun ilerlemesi için gerekli tedbirler bir an evvel alınmalı, konuya gereken önem verilmelidir.

 

 

 

 

CHP Genel Sekreterliğinden Ayrılma İsteği Üzerine Şeref Bakşık’a İletilen Yanıt[150]

 

Sayın Şeref Bakşık

CHP Genel Sekreteri

İzmir Milletvekili

ANKARA

Bugün getirdiğiniz istifanameyi kabûl etmediğimi söylemiştim. Bayramdan sonra düşünürüz, diyerek ayrılmıştık.

Evden çıkarken gazetecilere istifa ettiğinizi söylediğiniz anlaşılıyor. Sizce, ısrar buyurduğunuz gibi, istifayı vermekle muamele tamam olmuş sayılıyor.

Radyolar istifa haberinizi memlekete duyurdular.

Sayın Kâmil Kırıkoğlu, kendisininkiyle beraber 13 istifanameyi getirdi. İlyas Seçkin Bey İstanbul’da imiş.

Muamele, emrivâki olarak etrafıyla tamamlanmış oluyor.

Bu yeni istifa usulünün düzelmesi lâzım geldiğinin bir gün anlaşılacağını ümit ediyorum.

Sizden ricam: zat-ı âlinizin ve Merkez Yönetim Kurulu üyelerinin vekil olarak vazifeye devam etmenizdir. Bu devam, bir ay kadar sürebilir. Çünkü; Kurultay toplamam ihtimalî  görünüyor.

Vazifeye bu kadar uzun bir müddet vekaleten devam etmenin güçlüklerini ve mahzurlarını bilirim.

Fakat, çaresiz olan bu vekâlet devrinin uzunca olması ihtimalîni kabûl bu-yurmanızı rica ederim.

Saygılarımla.

İsmet İNÖNÜ

Cumhuriyet Halk Partisi

        Genel Başkanı

 

 

 

 

“Milletimizin Sinir Sağlamlığına Güveniyorum” (Makale)*[151]

Gerçekten Bayramı siyasî havanın iyiliğe doğru döndüğü bir zamanda getirdik.

Siyaset havası Meclis konuşmasıyla son günlerde yeniden kararmak istidadı göstermişti.

Toprak Reformu Komisyonda son fırtınaları kopardı. Ama hemen arka-sından, her taraftan müzakerelerin devamıyla anlaşma ümidi beslemeye çalışıldı.

Bu hava içinde sakin Bayram yapacağımız ümit ederken, CHP içinde bekle-mediğim bir görünüş meydana geldi.

Bununla beraber iyimserliğimi koruyacak, vatandaşlarıma sükûnetle iyi ümitlerle Bayram geçirmelerini söylemek istiyorum.

CHP içindeki Merkez Yönetim Kurulu ve Genel Sekreterliğin boşalması olayı beklemediğim ve gerçekten üzüldüğüm bir şekilde meydana çıkmıştır. Ama, felâket çok çile çekmeye alışmış olduğum için, kendi geçici sıkıntımızı bir yana bırakarak, memleket durumunu düşünmeye çalışıyorum.

Memleket durumunda başlıca meselemiz, demokratik rejimi şimdiki çekiş-meli devrinden, sükûnetli bir işleyiş devrine geçirmektir.

Bunun için Parlâmentoda bütün siyasî partiler dikkatle ve birbirimize yar-dımcı olarak, netice almaya çalışacağız.

Demokratik rejimi kurtarmakta Parlâmentonun ve siyasî partilerin itibarı kadar, memleketin iç huzurunun ve memleketin dış müdafaasının yararı vardır.

Sağduyunun ve vaziyete çare bulmak arzusunun hepimize hâkim olması lâzımdır. Ümidim odur ki, bu hâkimiyet bulunacak ve yürüyecektir.

Memleket emniyetinin önemi büyüktür. Dış müdafaanın temeli memleketin huzur içinde ve vatandaşların birbirine güvenir halde bulunmalarıdır. Bu netice-ler pek çok şartlara ihtiyaç gösterseler de, hepsinin başında sinir sağlamlığı ve sükûneti ve vatandaşların birbirlerine yakın olması özlemleri duygusuna bağlıdır.

Milletimizin sinir sağlamlığına ve birbirimizi hor görmediğimize inanıyorum.

Güçlükleri yeneceğiz, kanısındayım.

Vatandaşlarıma Bayram kutlamasını saygı ile sunarım.

 

 

 

 

CHP’deki Bayramlaşmalar Sırasında Parti Kurultayı Üzerine Söyledikleri[152]

(...)

İnönü, partideki bayramlaşma sırasında parti ileri gelenlerine, Kurultay konusuna değinmiş ve “Ben bu işi bir ay sürdürmem” şeklinde konuşmuştur.

 

 

 

 

Alman Televizyonu ile 12 Mart Sonrası Sürece İlişkin Yapılan Söyleşi[153]

Soru–Güç bir Hükûmet buhranı, hiç değilse dış görünüşü itibariyle şimdi sona ermiş bulunmaktadır. Parlâmento ve Hükûmet şimdi hangi güçlüklerle karşı karşıya bulunmaktadır?

Cevap–Evet güç bir kriz yenilmiş ve normal çalışma hayatı avdet etmiştir. Kriz yenilmek için her taraf iyi niyetle, çok gayret göstermiş ve tam bir muvaf-fakiyet hasıl olmuştur. Bundan sonra gelen vaziyet, Parlâmento ve Hükûmetin karşı karşıya itimat havası içinde çalışmasıdır. Elimizdeki meseleler güçtür, çetindir. Ama nihayet insanların halledeceği meselelerdir.

Soru–Büyük bir reform programı ilân edilmiştir. Bu konuda alınması gereken âcil tedbirler nelerdir?

Cevap–Bir reform programı ilân edilmiştir. Zorluklar, reform kelimesinin tabiatından geliyor. Üzerinde anlaşmak lâzımdır. Hükûmet tekliflerini getiriyor. Bunların içinde beklenen meseleler var, beklenmemiş meseleler var. Bunlar üzerinde Mecliste çalışılacak ve bunlar için bir çıkış yolu bulunacaktır. İyi niyetle çalışılacak. Meseleler çetindir, ama nihayet anlaşmaya varmak müm-kündür.

Soru–Reformlar konusundaki Meclis tartışmalarında çoğunluğa sahip Adalet Partisi engelleyici bir faktör olarak mı görülmektedir?

Cevap–Reform konularında partiler arasında görüş farkları vardır.

Hükûmet, tarafsız ve partiler üstü olarak, bu noktayı nazarları birleştirmeye çalışılacaktır. Tabiî farklar olduğu için ve reformlar her partice başka ehemmiyette ve farklı manâda telâkki edildiği için zorluklar olacaktır. Yalnız esaslı bir nokta var. Hiçbir parti reform aleyhtarı ve reforma güçlük çıkaran durumda bulunmak istemiyor. Bu, reformlar konusunda nihayet iyi neticelere varmak için, kuvvetli bir teşvikçi olacaktır. Engelleme beklemiyorum. Güçlüğü tabiî görüyorum.

Soru–Ordunun, Parlâmenter çalışmalar ve Hükûmet üzerindeki etkileri ne derecededir?

Cevap–Ordunun vaziyetini biliyorsunuz. Bir askerî müdahale olmuştur. 1960 müdahalesi gibi bir şeydir. Zamanı ve tatbiki itibariyle, zamanı farklı olduğu gibi, tabiatı da farklı olmuştur. Esaslı bir noktayı bizim ordunun müdahalesinden ayırmak lâzımdır. Ordu, bir ıstırabın, bir umumî huzursuzluğun sevki ile, mecburiyetiyle, müdahale etmek, uyarmak mecburiyetinde kalmıştır. Böyle devam ederse, reformlar ele alınmazsa, anarşik vaziyet devam ederse, idareyi ele almak ihtimalî olduğunu ilk anda söylemiştir. Fakat ilk andan itibaren şimdiye kadar aylar geçti. Meselâ, memleketin huzuru ve anarşik havanın bertaraf edilmesi, büyük emeklere ve çok zamana muhtaç olacak sanılıyordu. Zannolunduğundan çok az zamanda asayişe hâkim olabildi Hükûmet. Ve zannolunan, tahmin edilen güçlükler o derecede meydana çıkmadı. Asayişi bozmuş olan teşekküller, içerde ve dışarıda çok daha köklü ve yaygın sayılıyordu. O kadar yaygın ve yenilmesi zannolunduğundan çok daha güç olmamıştır.

Soru–Yeni bir krizin vukuu bulması halinde, askerî kumandanlar, idareyi ele almaya hazır olacaklar mıdır?

Cevap–Zannediyorum bundan evvel ki sualde biraz bunun da cevabını ver-miş oldum. Bizim ordunun müdahalesini, emsali memleketlerde görülenlerden ayırt etmek lâzımdır. Ordu, başından itibaren, memleketin huzursuzluğunun fevkâlâde tedbirler almaya lüzum gösterdiğini ve ordunun da bu yüzden tehlikeye düştüğünü söyleyerek, işe başlamıştır. Kriz bidayetinde de son safhalarında da kolay bertaraf olunmadı. Sivil idareyi ele almaya hevesli olan bir ordu, bidayette de kolaylıkla müdahaleyi ileri görürdü, sivil idareyi bertaraf ederdi, son krizde de gene bunu yapabilirdi. Bunun yapılmaması, bir anlaşmaya varılmasının temel sebebi; ordu, esasen sivil idareyi ele almak istemiyor. Kendi arzusu; partilerde, Mecliste, memlekette sivil idare durumlara bir çıkış yolu bulsun.. Bu reform ve asayiş devrini sivil idareyle de geçmek mümkün olsun. Daha evvel bunu istemediği için, bundan ilerde şöyle olursa ve böyle olursa diye ordunun tekrar müdahale etmesinin mümkün olduğunu düşünerek kaygı çekmek yersizdir. Ordu esasında istemiyor. Esas anlayışı müsait değildir. Sivil idareye dalmış olan bir ordunun harp kabiliyeti azalır. Bunu bizim ordu mükemmel bilmektedir. Sivil idareye girmiş olan ordu ilk muvaffakiyet gününde her yerde her şeyi, tamamen oldu zanneder. 24 saat geçmeden memleket idaresinin ne kadar büyük meseleler karşıya çıkardığını fark etmeye ve güçlükler karşısında bunalmaya başlar. Bizim ordumuz tecrübelidir, esas vazifesi, kendi vazifesi ordu kadrosu içinde çalışmaktır. Onun için ileride ordunun tekrar müdahale etmek için fırsat beklediğini veya fırsat yaratacağını tahmin etmek tamamıyla haksız ve yersizdir.

Soru–Modern Türkiye’nin görünümü ile ilgili tasavvurlarınız nelerdir? Türkiye içte ve dünyadaki yerinde nasıl olmalıdır?

Cevap–Bunu kısaca söyleyeyim. Bir defa kalkınmamızı esas itibariyle yoluna koymak istiyoruz. Kalkınmamızı denildiği zaman, memleketimizin ekonomik hayatında salim bir suretle yürümeyi temin edecek ağır sanayii derecesini tahakkuk ettirmek isteriz. Birden bire kalkınmanın ekonomik meselelerinin herhangi birisini de, büyük iddiaların peşine düşmüş bir vaziyette değiliz. Ama, medenî bir devletin her sahada muhtaç olduğu ağır sanayii mütevazı ölçüde de olsa yerleştirmesi ve memleketin kalkınmasında temel ihtiyaçların sağlanması her medenî memleket için olduğu kadar, başlıca hedefimizdir. İç politikada bunu isteriz. İç politikada bütün tekâmülümüzü, medeniyetimizi demokratik rejim içinde yapmak istiyoruz. Demokratik idare rejimi.. Dış politika olarak Avrupa camiasındayız. Avrupa camiası içinde kalacağız. Dünyada barış isteriz. Milletler arasında emniyet isteriz. Memnuniyetle gördüğümüze göre, milletlerarasında yeni bir harp hevesi yoktur. Harp hevesi olmamasıyla harbin çıkmasına mâni olmak şimdiye kadar mümkün olmamıştır. Ancak, yeni harbin nihayet nükleer harbe varması ihtimalî önemli bir düşündürücü hal almıştır. Tahmin ediyoruz ki, milletler uzun bir sulh devrine gireceklerdir. Dış politika olarak vazifemiz, barışın bozulmamasına elimizden geldiği kadar yardımcı olmak ve barışın bozulmasına elimizden geldiği kadar engel olmaya çalışmaktır. Tabiî bunların hepsinin üstünde, bir taarruza uğradığımız zaman, memleketimizi hakkıyla kahramanca sonuna kadar savunmak elimizdedir.

 

 

 

 

Paris Yolculuğu Üzerine Söyledikleri ve Parti İçi Bir Sohbette..[154]

(…)

Bir İstanbul gazetesinde gözünden ameliyat olmak üzere Paris’e gideceği yolunda çıkan haberler üzerine kendisine soru yönelten gazetecilere İnönü, bu konuda şunları söylemiştir:

“Var, böyle bir niyetim var. Ama gözlük için gideceğim. Burada bulamı-yorum gözlük. Ameliyat için gitmeyeceğim. Buradaki doktorlardan memnu-num. Onlara minnettarım. Bunu bilhassa belirtin.”

CHP Genel Başkanı bu arada, “Paris’te belki doktora da muayene” olabi-leceğini belirtmiş, “Ama ameliyat olmayacağım” demiştir.

İnönü, Bakşık ve Kırıkoğlu ile sohbet ederken, partisinin İzmir İl Başkanı Kaya Bengisu gelmiş, kendisini tanıtınca CHP Genel Başkanı İl Başkanına şöy-le hitap etmiştir:

“Ne yapıyorlar senin kabadayılar? Küfrediyorlar mı çok?”

Bengisu, bu soruya “Hayır” karşılığını verince İnönü, “Seninle onu sonra konuşuruz” demiştir.

İnönü daha sonra, Bakşık ve Kırıkoğlu’na, toplantıya zamanında gelebilmek için evden erken çıktığını söylemiş, “Her geçitte beklemeye mecbur kaldım. Ama vaktinde geldim” demiştir.

 

 

 

 

CHP PM Toplantısında İstifalar Üzerine Yapılan Konuşma e[155]

CHP Genel Başkanı İnönü, kısa açış konuşmasında istifalara değinmiş, istifaları önlemek için çok çalıştığını belirterek, “Yalvardım” demiş, “olmaması için çok ısrar ettim diyorum sizlere. Ama Bakşık, dışarı çıkıp istifasını açıkladı, kamuoyuna duyurdu, bunun üzerine istifalar kesinleşti. CHP içinde son zamanlarda Ecevit’in yaptığından bu yana bir usul meydana geldi. Genel Başkanın bilgisi dışında kararlar alınmakta ve uygulanmakta, haberim olmadan istifalar vuku bulmaktadır. Bayramı, yakın ve uzak dostlar CHP’yi sakız halinde çiğneyerek geçirdiler. Bu bana yapılmış ikinci şok darbesidir. Şimdi genel sekreteri seçeceğiz. Akşam üzeri bu Parti Meclisinin nasıl bir merkez yönetim kurulu seçtiğini göreceğiz. Onu teşkile çalışıyoruz. Elbette eski merkez yönetim kurul üyelerinin tamamının değişmesini istemeyi hesap bakımından mümkün görmüyorum. Zira Parti Meclisimizin sayısı 42’dir. Bu üçüncü merkez yönetim kurulu teşkili olduğuna göre tamamının değişmesi için Parti Meclisinin 43 kişi olması gerekir idi, halbuki sayımız 42’dir” demiştir.

İnönü, Parti Meclisinin sağ duyusuna güvenci olduğunu da hatırlatarak “Benim adayım Kamil Kırıkoğlu’dur. Merkez Yönetim Kurulu’na istediğiniz arkadaşınızı seçiniz” demiş, istifası hakkında kişisel durumunu açıklamak isteyen Merkez Yönetim Kurulu eski üyesi Seyfi Sadi Pencap’a “Şimdi Genel Sekreteri seçeceğiz” cevabını vermiştir.

 

 

 

 

CHP PM’de MYK Seçimleri Üzerine Yapılan Konuşmalar[156]

CHP Genel Başkanı İnönü, Parti Meclisinde, Merkez Yönetim Kurulu üyelikleri için seçime geçilmezden önce Ferda Güley’e, “Listen var mı?” diye sormuş, o da listesini vermiştir. İnönü, “Bu bir grubun hazırladığı liste midir? Senin şahsî listen mi?” diye sormuş, sonra “Başka liste var mı?” diye eklemiştir.

Kırıkoğlu: “Başka aday ve liste yok Paşam” cevabını verince İnönü, Ferda Güley’in verdiği listenin üst sıralarına iki ismi silerek, Seyfi Sadi Pencap ile Hayrettin Uysal’ın adlarını yazmıştır.

Seçim sonunda, İnönü, Ferda Güley’in listesini isteyerek, özetle şunları söy-lemiştir:

“Güley’in listesi[ni] tüm kazanmış görüyorum. Seçimlere geçmeden önce kendisine sordum bir grubun listesi mi, kendi listesi mi dedim. Bir grubun listesi olmadığı cevabını aldım. Neticeye baktığımızda, o listenin aynen kazandığını görüyorsunuz. Demek bir avuç insan, bütün haklılıklara rağmen organize olup diledikleri hedefe ulaşabiliyor.

Bunun bir tertip eseri olduğunu anlamamak için şaşkın olmak lâzım. Yarın Devlet Yönetiminde görev almak gerektiği zaman, böyle kliklerin yapmayacağı şey yoktur.

Şimdi kanunen seçilmiş oldular. Başarılar dilerim, temennim, tüzük dahilinde hareket etmeleri ve beni kısa zamanda kurultaya gitmeye zorlamamalarıdır.”

İnönü çok sinirlendiği seçim sonucunda ayrıca, “Bu bir tertip” diye bağırmış (...) İnönü “Benim adayım, Kâmil Kırıkoğlu’dur” deyince, Ecevit’e karşı kanat, Genel Sekreter ve Merkez Yönetim Kurulu adayları listesi vermekten son dakikada vazgeçmiştir.

Parti Meclisi toplantısında, Şeref Bakşık’ın istifası okunurken, istifa eden üyelerden Seyfi Sadi Pencap söz istemiş, konuşmak istemiştir. İnönü onu dinlemeye hazırlanarak, “Bir dakika” demiş ve bir randevusunu iptal ettire-ceğini söylemiştir. İnönü, dinlemeye hazırlandığı sırada, Seyfi Sadi Pencap, konuşmasının uzun olacağını ve parti içi meselelere değineceğini bildirmiş, bunun üzerine İnönü, “Tartışma açtırmayacağını” belirtmiştir. Pencap, bu uyarı üzerine uzun konuşmaktan ve parti içi sorunlara girmekten vazgeçmiştir.

 

 

 

 

Demokrat İzmir Gazetesi ile Kalkınma Konusu Üzerine Yapılan Söyleşi[157]

Soru: Kapatılan gazetemiz 1 Aralık’tan sonra tekrar yayınlanmaya başlıyor. Yeniden çıkışımız nedeni ile görüşlerinizi lütfeder misiniz?

İnönü: Demokrat İzmir, memleketimizin yalnız İzmir’e mahsus değil, her yerinde dikkatle tâkip edilen bir fikir gazetesi halindedir. Bir kaza ile veya ârıza ile ufak bir aralık verdikten sonra tekrar çıkması Demokrat İzmir’i sevenler için iyi bir müjde olacaktır. Bundan sonraki yazılarında da kendisine yürekten başarılar dilerim.

Soru: Demeçlerinizde en önemli sorunlar olarak ekonomik meselelere değinirsiniz. Bugünkü ekonomik durum konusundaki görüşlerinizi lütfeder misiniz?

İnönü: Türkiye’nin büyük meselesi kalkınma meselesidir. Plânlama uzun müddet bekledikten ve münakaşa edildikten sonra sistem olarak kabul edildi. Muvaffakiyetle bir plânlama dairesi kuruldu. Ve bu plânlamanın ihtiyaçlarımızı sıraya koymak ve ekonomik inkişafımızı sağlayacak tedbirleri almak suretiyle kalkınmayı kolaylaştırması hedef tutulmuştur. Şimdi, ekonomik mesele tabiî, gelişmeler ve neticeler arasında en başta halkın refahını, adaletli bir sosyal bünyenin kurulmasını hedef tutar. Bu hedef Anayasaya girmiştir. Fakat uzun müddetten beri plânsız ve sosyal hedefsiz politikalar tâkip edildiği için ekonomik meselelerimizde çok dolaşık olmuştur. Bunun açılması her şeyden evvel başarılara bağlıdır. Ekonomik meselelerin isabetle yürütülmesi, her siyasî iktidarın başlıca iddiası olacaktır.

Kalkınma hedefi

Ve partiler arasındaki münakaşalarda nihayet ekonomik meselelerdeki fark-lara dayanacaktır. Biz CHP olarak ekonomik meselelerde doğru yolda olduğumuza inanıyoruz. Bunu, seçimlerde söylediğimiz gibi hükûmetlerimiz zamanında da tâkip etmeye çalıştık. Şimdi ekonomik meseleler, o kadar çok ve o kadar birbirine bağlıdır ki, bir kısa mülâkatta bunun teferruatına girmeye imkân görmüyorum. Fakat prensip olarak kalkınma hedefimizdir. Başlıca hedefimiz olacaktır. Kalkınma iyi bir plân tâkip ederek gerçekleştirilebilir. Buna inancımız eskiden beri vardır. İyi bir plân, iyi bir plânlamayı isteriz, ona dikkatle riayet edilmesini isteriz. Plânlama demek ihtiyaçları sıraya koymak ancak mütemadiyen ileri ışık tutmak demektir. İstediğiniz açıklamayı, son ekonomik konuların önemini belirtmek kalkınma idarenin başlıca temeli olduğunu göz önünde tutmak gibi umumî tavsiyelerle cevaplandırıyorum.

Soru: Demokrat İzmir yayın hayatına başladığı günden bu yana demokratik düzeni savuna gelmiştir. Demokrat İzmir’e bu konuda tavsiyeleriniz olacak mı?

İnönü: CHP olarak demokratik düzeni, demokratik idareyi esas tuttuğumuz bellidir. Demokratik rejim çok partili siyasî hayata can verir ve bu can içinde parlâmentonun ve vatandaş haklarını koruyarak muntazam işlemesini sağlamak lâzımdır. Bütünü ile demokratik rejimin işlemesi, milletin ilgisini seçimler neticesine istinat eden bir rejimdir. Yalnız, devletler arasında olduğu gibi bir devletin içinde de demokratik rejim nasıl olacaktır ifadesinde münakaşalar vardır. O münakaşaları şimdi görülen en salim örnekleri garp demokrasisinde görülebiliyor. Bizim tâkip ettiğimiz demokratik rejim de esasında bu usulü tâkip etmektedir. Garp demokratik rejimini hedef tutmaktadır. Fakat, biz de türlü sebeplerle demokratik rejimin asıl bünyesinde işlemesi, ilerlemesi için tecrübelerden geçmek mecburiyetinde olduğumuz anlaşılıyor. Amma bu tecrübelerden başarı ile olumlu istikametlerde geçebileceğimize inanıyorum. CHP’yi iyi anlayacağınıza inanıyorum. Münasebetlerimizin paralel bir yoldan devam etmesi başlıca temennimdir.

 

 

 

 

Kadınlara Seçme ve Seçilme Haklarının Tanınmasının 37. Yıldönümü Dolayısıyla Türk Kadınlar Birliği Tarafından Düzenlenen Toplantıda Yapılan Konuşma[158]

İsmet İnönü, (...) özetle, şunları söylemiştir:

“Türk kadınının siyasal haklara kavuşması, benim hayatımın mümtaz gün-lerinden biridir. Çünkü kadın haklarının sosyal ve siyasal olarak yerleşmesi başlıca temennilerimden biri idi.

Kadın haklarının başında tek evlilik gelir

Kadın Haklarının başında erkeklerin tek kadınla evlenmesi gelir. Birden fazla kadınla evlenme hakkının söz konusu olmasından daima sakınırım. Bence kadın haklarının başında bu gelir.”

İnönü, muhafazakâr bir aileden gelmesine rağmen, gerek baba tarafından, gerek ana tarafından, birden fazla kadınla evlenen kimsenin bulunmadığını anlatmış, 30 yaşında bir binbaşı iken Münih’e yaptığı gezi sırasında bir kadının kalabalık bir erkek topluluğuna karşı hakkını cesaretle savunmasının, üzerinde unutulmayan bir etki bıraktığını kaydederek demiştir ki:

“Bu olayda, çarşaf içinde, kafes arkasında duran kadında da bir erkek kadar mücadele edecek kudret bulunduğunu anladım. Atatürk bu konuda benden çok şeyler biliyordu. Çünkü o, ataşemiliterliği sırasında medenî memleketlerdeki kadın erkek ilişkilerini daha yakından görüp tanımıştı.

“Şunu unutmamak lâzımdır ki, Türk kadınına sosyal ve siyasal hakların tanınması eseri, başlı başına Atatürk’ün cesaretinin bir sonucudur. Başka bir lider, bunu başaramazdı.”

İslam’daki çok kadınla evlenme zarureti

CHP Genel Başkanı İnönü, bundan sonra İslâm tarihinin çok kadınla evlenme konusunu eleştirmiş, İslâm’dan önceki Arap kabileleri arasında kız çocukların diri diri mezarlara gömüldüğünü, Hazreti Ömer’in de Müslüman olmadan önce kız çocuğunu gömmek için mezar kazdığını, ancak, şefkâtinin ağır basması ile bunu yapamadığını anlattıktan sonra, “İslâm’ın koyduğu birden fazla kadınla evlenme kaydı, Arap kavimlerinin kız evlâtlarını öldürmelerini önlemek maksadını güdüyordu” demiştir.

Hayal kırıklığına uğradım

İnönü, böyle bir hayattan kadının cemiyet içine tam bir eşitlikle girmesinin önemine işaretle böyle devam etmiştir:

“Bugün, kadınlarımızın parlâmentoda kâfi derecede temsil edilememe-sinden şikâyetçiyiz. Bunun da sebebi, erkek bencilliğinin kâfi derecede tedavi edilmemiş olmasıdır. Ancak, ben ilerisi için ümitliyim.

Ben bu konuda, bir şey de hayal kırıklığına uğradım: Bazı kadınlarımız, koyu bir taassubun vasıtası olarak baş göstermişlerdir. Bu hareket karşısında ciddî olarak şaşkına döndüm. Kadınlarımız, irticaın, aşırı sağın, aşırı solun âleti olmamalıdırlar. Kadınları eşit haldeyken esir hale getirmek teşebbüsleri hiçbir zaman başarıya ulaşamayacaktır. Eskileri, çarşaf altına, kafes arkasına girmeyi bir marifetmiş gibi ihya etmeye çalışmaları tasvip edemeyiz.

Bence Cumhuriyetimizin iki temel eseri vardır: Bunlardan biri yeni harflerin kabulü, diğeri de kadın haklarının sağlanmasıdır.

Kadınlarımızın siyasî hayata karışması faydalı olmuştur. Az oranda temsil edilmeleri meselesi zamanla hallolunacaktır.

Köylü kadınlarımız henüz kaçamak nikahla çift evlilik hayatına sokul-maktadır. Bu, üzücüdür. Fakat bu da zamanla tedavi edilecek ve köy kadını bu duruma mukavemet edecektir.

Kadın hakkı aile hakkıdır. Aile hakkı demek, tek kadınla evlenmek demek-tir. Kadınımız her yerde tam bir insan olarak yerini almıştır. Erkekler, her geçen gün eşit olma gereğini biraz daha duymaktadır. Kadın ve erkeğin müştereken çalışıp hayatlarını huzur içinde kazanmaları en tabiî haklarıdır.”

 

 

 

 

Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’ın Parti Genel Başkanlarına Gönderdiği Mektuba İlişkin Söyledikleri[159]

CHP Genel Başkanı İsmet İnönü, Cumhurbaşkanı Sunay’ın hükûmetin kuruluş ve çalışma tarzına ilişkin olarak siyasî parti liderlerine gönderdiği mektup dolayısıyla “Sayın Cumhurbaşkanının mektubunu olumlu karşılıyoruz. Bunalımı halletmeye muvaffak olmasını dilerim” demiştir.

 

 

 

 

Hükümetten İstifa Eden 11’ler Dolayısıyla Kendisine Atfedilen Sözlere İlişkin Yapılan Yalanlama[160]

Dünkü gazetelerde, benim istifa eden 11 Bakan için ‘Vaktiyle de bu şekilde ayrıldılar, bunlara güvenilmez’ dediğimden bahsedilmektedir.

Çıkan son Hükûmet ihtilâfında çekilenler veya kalanlar hakkında bu şekilde hiçbir beyanda bulunmadığını kesin olarak bildirmek isterim.

Olaylar ve neticelere bizim dışımızda meydana çıkmıştır. Yeni Hükûmetin kurulmasına iyi niyetle yardımcı olmaktan başka bir arzumuz yoktur.

 

 

 

 

THA ve Upint Televizyonu Muhabirleri ile 12 Mart Sonrası Süreç ve Yurtdışı Yolculuğu Üzerine Yapılan Söyleşi[161]

Soru: Türkiye’nin en tecrübeli politikacısı olarak normal siyasî hayata sizce ne zaman dönülebilir?

Cevap: Evvelâ bir noktayı tasrih edeyim. Türkiye’nin en tecrübeli politikacısı olmak iddiasında değilim. Bunu bir defa düzeltin. Ondan sonra normal siyasî hayata dönmek için hep beraber çalışıyoruz. Gününü, saatini tespit etmek insan kudreti dahilinde değildir.

Soru: Yabancı ülkeler 12 Mart’tan sonra Türkiye’de demokratik rejimin varlığından şüphe ile bahsetmişler. Sizce, Türkiye’de demokratik hayat halen bir tehlike içinde midir?

Cevap: Yabancı ülkelerin Türkiye’de 12 Mart’tan sonra demokratik hayattan şüphe etmeye hakları yoktur. Askerî müdahale ile demokratik rejim elbette bir araya gelemez. Âşikâr bir şey. Türkiye ahvalini bilmeyen insanların iyi niyetle de olsa gösterdikleri endişeden ibarettir. Ama biz kaniyiz ki, bütün garp âleminde bizi tanıyan müttefiklerimiz ve tarafsız olan siyaset çevreleri Türkiye’de demokratik rejimi bütün ilgililerin esas idare tarzı tanıdıklarını biliyorlar ve bunun fevkalâde sebeplerle bugün getirdiği buhranı bir an evvel belirtmek için gayret sarf edildiğine inanıyorlar.

Soru: Hükûmetin bugünkü kuruluş şekli sayın Cumhurbaşkanının da mektubuyla birlikte mütalâa edildiği takdirde, sizce bundan sonra yeni bir hükûmet buhranına yol açmayacak nitelikte midir?

Cevap: Cumhurbaşkanının mesajı çok olumlu bir teşebbüstür ve hepimiz tarafından, herkes tarafından iyi niyetle karşılandı. Bunu gerçekleştirmek, bunun yürüyüşünü temin etmek için çalışıyoruz. Yeni bir buhran bahis konusu değil. Buhranlar göğüslerinde yaftayla geliyorum, diye gelse o zaman bir şey tayin olunabilir. Ne vakit, neden, hangi memlekette nasıl çıkar kimse bilmez.

Soru: Sıhhi bir muayene için Paris’e gittiğiniz zaman bu ülkede siyasî temaslarınız olacak mı? Ayrıca Yunanistan’a da uğrayacağınız söyleniyor. Atina’da herhangi bir temasta bulunur musunuz?

Cevap: Seyahatimin siyasî hiçbir mahiyeti yok. Siyasî temaslarda bulunmak maksadıyla da gitmiyorum.

Sırf sıhhi bir seyahattir. Bu esas maksattır. Ama Paris’ten geleceğim, Atina’dan geçeceğim. Siyaset adamlarıyla tesadüfen temas eder miyiz, etmez miyim tayin edemiyorum.

 

 

 

 

CHP Ortak Grup Toplantısında 27 Mayıs, 12 Mart ve Mevcut Durum Üzerine Yapılan Konuşma[162]

Sevgili Arkadaşlarım,

Bu Çarşamba günü gözlerimi muayene ettirmek için Paris’e gideceğim. Daha önceden doktorlardan randevu aldım. Şimdi memleketin siyasî vaziyeti karşısında ayrılmamın güçlüğünü bildiğim halde gitmek zorundayım. Fakat şunu bilmenizi istiyorum ki, gözüm hiçbir zaman arkada kalmayacaktır.

Bugün Grup Toplantımızda çokluğu biraz güçlükle yaptık. Ama yaptık, memleketin içinde bulunduğu vaziyeti sizlere özet olarak bir kere daha söyle-mek isterim:

İçinde bulunduğumuz durum nedir? Biz CHP olarak ne gibi vaziyet alacağız?

İçinde bulunduğumuz vaziyet bellidir. Bunu kimse saklamıyor. 12 Mart’ta askerî müdahale ile, seçimle işbaşına gelen bir iktidar düşürülmüştür. Memleketin içinde bulunduğu bunalıma bir çare aranmaya başlanmıştır. 12 Mart öncesinde memleket baştan aşağı kana boyanacak durumdaydı.

Bu vaziyeti durdurmak için ister istemez, memleketin en büyük emniyet kuvvetine müracaat edilecekti. Memleketin içte ve dışta en büyük emniyet kuvveti ordusudur. Ordu bir iç savaş içinde vatandaşlarla boğuşmak emrini resmî ve meşru Hükûmetten alacağını düşünerek, buna mahal kalmamak üzere 11 Mart’ta Hükûmetin değişmesini ve tehlikeli vaziyete bir çıkar yol bulunmasını partilerden, Meclislerden, ve kamuoyundan istemiştir.

Bu Ordunun görevi miydi? O şartlar hangi memlekette bu kadar toplansa ve boğuşma hududuna gelse, her memleketin ordusu aynı muameleyi yapar. Bu benim kanaatimdir. Aynı zamanda bu, tarihin bize verdiği derslerdir. Bunda şaşılacak hiç bir şey yoktur. Mesele, ondan sonrasına hal çaresi bulmaktır. Bizim ordunun hareketinde, diğer ordulara nisbetle esaslı bir fark vardır. 1960 ordu müdahalesinde, ilk gün, ordu bir an önce demokratik rejime seçim yapıp gitmek maksadıyla geldiğini söylemiştir. Zaman ile aralarında ihtilâf çıktı. Memleket şartları değişti. Fakat seçimle bir an evvel demokratik rejime gitmek sözleri yerine getirildi. Demek ki ordu hareketi, sivil idareyi kaldırıp bir diktatorya kurmak için yapılmamıştı. Buna uygun olarak demokratik rejime kavuşmak mümkün oldu.

Niçin ordu 1960’da bu hareketi yapmıştı? Anayasanın Hükûmetler tarafından tatbiki, yazılı olmayan kanunlara bağlıdır. Yazılı olmayan kanuna 1960’dan sonra ve şimdiden misâl vereyim; 1924 Anayasasının esas bir hükmü, kanunlar Anayasaya aykırı olmaz, Anayasaya aykırı kanun çıkarılmaz şeklindedir. Bu temel üzerine Anayasa yapılmıştır. Hükûmetler teşekkül etmiştir. Demokratik rejim işlemeye başlamıştır. Şimdi bir idare düşününüz, seçimle gelmiştir, bir kanun çıkarıyor, herkesin gözü önünde bu kanunun Anayasaya aykırı olduğu biliniyor. Her sade vatandaş bunu görüyor ve anlıyor. Meselâ, müsadere kanunu çıkarıyorlar. Müsadere kanunu Anayasaya uygundur denilebilir mi? Bunu ilkokul öğrencisine de sorsanız Anayasaya aykırıdır der. Ama gene Anayasa der ki: Herkes herhangi bir kanunun Anayasaya uygun mudur, değil midir, ona hüküm vermeye kalkmasın. Başka bir müeyyide de yok. Bir kanunun Anayasaya aykırı olup olmadığına Büyük Millet Meclisi karar verir. Şimdi ne oldu, tatbikat nereye vardı? Bugün Anayasaya aykırı kanunu Büyük Meclis çıkarıyor. İtiraz olunduğu zaman iki gün sonra tekrar toplanıyor. İki gün evvel çıkarılan kanunun Anayasaya uygun olduğuna karar veriyor. Hiçbir müeyyidesiz işleyen bir Anayasanın hükümlerini tatbik etmek için müeyyideler lâzımdır. Bu ihtiyaç doğmuştur. Bu müeyyideler olmadıkça seçimle gelen iktidarların, ne Anayasa, ne bir kanun, hiçbir şeyi tanımaksızın tamamen keyfî idare kurmaları mümkün olmuştur, mümkün olabilecektir.

İşte böyle bir idarenin içine girmiştik. Bundan kurtulmak için keşmekeş devrini kısa kesmek için askerî müdahaleye ihtiyaç görülmüş idi. Bütün memleketin kaynaşması, sonunda orduya sirayet ediyor ve ordu bir vaziyet almaya mecbur oluyordu. 1960’da vaziyet bu idi. 12 Mart hareketi de odur. 12 Mart nedir? Resmî bir hükûmet var, bu hükûmet manevî otoriteden tamamıyla yoksun hâle gelmiştir. Sebepler haklı mıydı, değil miydi, şu teşekkül veya bu insan suçludur, böyle bir konuya girmek istemiyorum. Ama ortada bir vakıa var. 11 Mart’ta bir iktidar var ki, bu iktidar artık memleketin idaresine hâkim olamıyor. Memleketin idaresine hâkim olmak için, lâzım olan bütün manevî şartları kaybetmiş. Bunun sonucu olarak her yerde anarşi türemiş, bütün gençler kendilerini kurtarıcı farz ederek veya heveslenerek canlarını ortaya atmışlar, yapmadıkları tecavüz kalmıyor. Gündüz bankalar soyuluyor, her insanın servetlerinde ve hayatlarında hiçbir emniyet kalmaksızın tecavüzler devam ediyor. Kimse ağzını açmıyor, kimse resmî bir makama haber vermiyor, herkes içinden bu hal normalmiş gibi sükûnetle kulağını tıkıyor. İşte böyle bir vaziyette ordu müdahale etti.

Emir alan görevli, bir Devlet emrini icra etmek kaydı altında kendisini hissetmiyor, böyle bir manevî boşluk içinde 12 Mart gelmiştir. 12 Mart’ın ilk işi anarşiyi kaldırmak. Bunun için Hükûmet düşmüştü. Hükûmeti kim teşkil edecekti? Seçimle gelen Hükûmet düşürülmüş, yeni bir hükûmet kurmak lâzımdı. Kurulacak hükûmet yine Meclisten kurulacaktı. Bu hükûmeti kurmak için partiler bir araya gelsin çâresi bulunmuş ve bu teklif edilmişti. Bu vaziyeti takdir ettik. Hükûmeti bir an evvel kurmak, gerekli tedbirleri almak büyük bir vazifedir kanaatine vardık. Ordunun bu davetini olumlu karşıladık.

Bizim içimizde ihtilâf çıktı. Hayır karışmayalım dendi. Böyle bir hükûmeti desteklemeyelim, dışında kalalım, Hükûmet teşekkül etmezse etmez dediler. Bu görüş anarşiden fayda ummak anlamına gelir. Bunu kabul edemeyiz dedik. Sonunda aksi fikirde bulunanlar azınlıkta kaldılar. Hükûmet böyle teşekkül etti. Bu bir çıkar yol olarak bizde ilk tedbir görüldü.

O zaman bir talihsizlik oldu. İçimizde bir ayrılık peyda oldu. Biz Meclis Grupları olarak gene böyle bekliyorduk, çoğunluk olsun diye. Beklemediğimiz anda, aklımıza hayalimize gelmeyen, kanun dışı, usul dışı konuşmalar gördük. Biz burada Genel Sekreteri, Merkez Yönetim Kurulunu beklerken, gazeteciler bize Genel Sekreterin istifa haberini verdiler. Bunların hepsini gelip geçici bunalım saydık. Bir an evvel memlekette anarşiyi bertaraf etmek için tedbir almak vazifesini yapmaya koyulduk.

12 Mart müdahalesiyle Hükûmetin teşekkül edip vazife yapması 1960’a nispetle daha muğlâk ve daha güç oldu. Çünkü 1960’da askerî müdahale el koyduğu zaman kendi idare tarzını da beraber getirmişti. Derhal bir kanun çıkarıldı. Bu kanun geçici idarenin Anayasası niteliğindeydi. 12 Mart’ta müdahale eden askerî hey’et yönetime el koymadı. Koymadığı için Meclis idareye devam etsin, bu usul netice vermezse o zaman müdahale ederiz dendi. Partiler bir araya geldik. Hükûmeti temsil ettik. Düşürülen hükûmet seçimle çokluğu kazanmış olan AP hükûmeti idi. AP bütün teşekkülü ile Mecliste duruyor. Daha sonra hükûmetle AP arasında ihtilâf çıktı, AP hükûmetten çekildi, biz derhal vaziyet aldık. Bizim yalnız başımıza Hükûmeti destekler görünmemiz doğru değildi. Aslında böyle bir hareket, desteklenmemiş olan, havada kalan hükûmeti, kuvvetli çokluk olan bir muhalefete karşı korumak, desteklemek mücadelesidir. Bundan fayda çıkmaz. Ya eski usule dönülür, dönülmezse, bizim Hükûmet içinde kalmamız mümkün değildir. Hâtırlarsınız Grupta toplanıp bu kararı verdik ve ilân ettik. Sonunda Hükûmetin eski şartlar içinde Meclislerden, özellikle büyük partilerin Hükûmeti desteklemesi suretiyle yeni bir Hükûmet teşkil etmesi tekrar kabul edildi. Şimdi bu durumdayız.

Hükûmete iştirak etmeyelim dediğimiz zaman AP’nin iştirak etmesi mümkün olmaz. Hükûmet, Meclisten tamamıyla desteksiz olarak, kararsız bir halde devam eder. Türkiye gibi, dünyanın ortasında harbe ve sulhe her an karışabilir bir memleket ve devlet, Hükûmetsiz, anarşi içinde başıboş bırakılırsa, onun siyasetçileri hiçbir sorumluluk taşımaksızın, selâmete götürmekle mükellef oldukları milletin ve devletin kaderini meçhullere kaptırmış olurlar. Böyle bir sorumluluğu üzerimize alamazdık. Cumhurbaşkanın davetine olumlu cevap vermek fikrindeyiz. Partiler üstü bir Hükûmet teşekkül etsin, asayiş korunsun, reformlar yapılsın, sonunda mümkün olan en kısa zamanda seçimlere gidilsin. Bu suretle demokratik rejim kısa zamanda avdet etmiş olur. Tâkip ettiğimiz politika budur. Bu normal bir politikadır. Memleket sorumluluğunu daima göz önünde tutmuş olan büyük bir partinin haysiyetine yakışır politikadır. Bu tutumu kararınıza bağlayıp kamuoyuna, Cumhurbaşkanının davetini olumlu karşıladığımızı ve yardımcı olacağımızı ilân etmek isterim. Bu suretle teşekkül edecek yeni Hükûmet partiler üstü bir anlayışla çalışır, memleketi sükûn içinde yeni seçime kadar idare eder.

İşte bu vaziyet içinde CHP’yi idare etmeye çalışacağız. Genel Başkanınız olarak bu vaziyet içinde Partiyi idare etmeye çalışacağım. Ters düştüklerini ilân eden arkadaşlarımıza söylediğim gibi, durumu meçhule götürmek ve bugün bu Grubu toplamamak için sarfettikleri gayretler, anarşik ve kanun dışı gayretler içinde serbest çalışmalarına göz yummak fikrinde değilim. Şimdi, bu kararları alacağız. Kısa bir zamanda Cumhuriyet Halk Partisi’ni kanun içinde, memleket sorumluluğunu bilen bir parti haline bir an evvel getirmek için bütün tedbirleri almak kararındayım. Yalnız bana müsaade ediniz, her dışarıya seyahate gideceğim zaman benim başıma gelen bir olaydır bu. Parti içinde bir olay çıkaracakları zaman, arkadaşlarım ya dışarıya gitmek üzere veya dışarıda bulunduğumuz zamanı seçmesini uygun görmüşlerdir. Ama bu hareket sonunda kendilerini mahcup etmiştir. Gene kendilerini mahcup edecektir.

Ben, emniyetle Parti Grubumu arkamda bırakıyorum. Bir hafta benden ayrı, yalnız kalacaksınız. Bu yalnızlık zamanında sorumluluk hissini taşıyarak, memlekette Hükûmetin kurulmasını, anarşik havaların bertaraf edilmesini tâkip edeceğinize eminim.

Vatandaşlar bir şeyden çok ciddî olarak şikâyetçidir. Eğer, demokratik rejim, sorumluluk hissi taşıyan idare elinde devam ederse, şikâyet konularının hepsi zamanla düzelecektir.

Şimdi sizden ricam: Sayın Cumhurbaşkanının davetini olumlu olarak tâkip ettiğimizi, Hükûmetin teşkilinde diğer siyasî partilerle beraber Partimizden üye vermek suretiyle yardımcı olacağımızı, sonra teşekkül eden Hükûmetin tamamıyla kendi iradesine sahip ve müstakil olarak Parlâmentonun denetimi altında çalışması usulünü desteklediğimizi, cevap olarak vermek isterim. Grubun tasvibiyle bana bu yetkiyi verirseniz sükûnetle seyahate giderim. Seyahatimin siyasî bir hedefi yoktur.

Güçlükleri, içimizde aykırı düşünüşleri mübalağa etmeden, bunları yola getireceğimizi, yola getiremediğimiz zaman memleketin gözü önünde, bunları yola getiremiyoruz diye ilân edeceğimizi göze almışımdır.

CHP için memleket selâmetini kurtarmak söz konusu olduğu gibi, bunun için de CHP’yi tekrar ciddî olarak görevini bilir bir siyasî parti hâline getirmeyi de hedef tutmaktayım.

 

 

 

 

CHP Grup Yönetim Kurulları ile MYK Ortak Toplantısında Yeni Hükümet Kuruluşu Üzerine Yapılan Konuşma[163]

Memleket bir durum içindedir. Uyuyan ihtimaller geceleri uykumu kaçıran ihtimallerdir.

Diplomatların bir vazifesi vardır. Bu, nerede olursa olsun. Memleketin emniyeti vazifesidir. Osman Olcay, bana, bunu ağzından duyduğum ilk devlet adamı siz oldunuz, demiştir.

Sergüzeştçiler memleket idare etmemelidirler, edemezler.

Bizi ordu müdahâleleri getiren parti olarak itham ederler. Hiçbir zaman en ufak bir temasımız, dahilimiz olmamıştır. AP için ordu ve memleketteki infial bizim propagandamızla mı oldu?

İhtiyaç içinde bulunan memleket, endüstri yapmak istiyor, ordu harcamaları var, genel giderler var, parası yoktur. Büyük malî reforma ihtiyacımız var. Hayat pahalılığından nasıl kurtulunacak, bilmiyorum.

Fukaralık yüzünden az vergi vermek istidadı var. Başka kaynak bulunamıyor, vergi deniyor tahmil edilecek haddi bulmak lâzım. En büyük mesele malî meseledir.

CHP hiçbir zaman, ne olursa olsun deyip memleketi boşluğa itmeyecektir. Buna canımla, başımla karşı koyacağım. Ben de bu enerjiyi bulacaksınız.

Toprak Reformu istemeyenler, [tasarıyı] şimdiden kuşa çevirmişlerdir.

Herkes spor kulübünde spor yapar gibi, politika yaparsa politikanın ciddiyeti kalmaz, politika çok ciddî bir konudur.

İçimizde ihtilâf çıkmıştır. Bana ters düştüklerini söyleyenler azınlıkta kalmıştır. Hükûmet kuruluşunda yardımcı olacağız.

Grubu arkamda bilerek geziye çıkıyorum.

 

 

 

 

Gözlüğü ile İlgili Söyledikleri ve Bazı CHP Yöneticilerine Kurtuluş Savaşı ve Lozan Konferansı Anıları Üzerine Söyledikleri[164]

(...)

İnönü bir ara gözlüğünü çıkararak gazetecilere göstermiş ve “Şundan çektiğimi hiçbir şeyden çekmedim” diyerek, gözlüğü tekrar gözüne takmış ve konuşmasına devam etmiştir.

(...)

Yemen, Lozan ve İstiklâl Savaşı anılarını anlatan İnönü, İstiklâl Savaşından şu ilginç anısını da nakletmiştir:

“Ankara’da o zaman devlet arabası olarak 2 tane otomobil vardı. Birisi Atatürk’ün öbürü de benim arabaydı. İzzet Paşa, görüşmeler yapmak üzere Ankara’ya geldiği zaman, arabasını bana bıraktı. Atatürk’ün arabası külüstürdü. Garp Cephesi Komutanı olarak İzzet Paşa’nın bıraktığı arabaya ben binerdim. Ancak, Atatürk, cepheye geldiğinde, arabayı Atatürk’e bırakırdım. O gittikten sonra araba benim emrimde olurdu.”

İnönü, Lozan anılarını naklederken şunları söylemiştir:

“General Harrington, benim için Lord Curzon’a not vermiş: “Hukuk nosyo-nu olan general” demiş. Lord Curzon, sonra bana anlattı..”

İnönü, bu anısını anlattıktan sonra, hukukun mantık meselesi olduğunu kaydetmiş, mantığa uygun olması zorunluluğu üzerinde durmuştur. İnönü, ayrıca, dış politika konusunda ki düşüncelerini de açıklamış Türkiye’nin Akdeniz’deki önemini belirtmiştir.

 

 

 

 

Paris’e Giderken Esenboğa Havaalanındaki Uğurlama Sırasında Söyledikleri[165]

(...)

CHP Genel Başkanı, bir gazetecinin “Paşam, Paris’e gözünüzü muayene ettirmeye gidiyorsunuz. Fakat Atina’yı ziyaretinizi bir türlü çözemedik. Bunun sebebi nedir?” şeklindeki sorusuna şu karşılığı vermiştir: “Çözülecek yeri yok. Eski dostlarımız, Onların muhitine girmek istedim.”

(...)

CHP Genel Başkanını uğurlamak için Şeref Salonu’na ilk gelen Millet Meclisi Başkanı Sabit Osman Avcı olmuş, İnönü kendisini görünce yanındaki-lerin yer açmasını ve Avcı’nın yanına oturmasını istemiştir. İnönü Avcı’ya “Zahmet buyurdunuz Sayın Başkan, minnet duydum” demiştir.

(...)

İnönü, Meclis Başkanı, Başbakan, DP Genel Başkanı, AP Genel Başkan Yardımcısı ve öteki uğurlayıcıları kastederek, kendisini geçirmeye gelmelerinden çok mutlu olduğunu tekrarlamış ve sık sık “Beni bahtiyar ettiniz. Minnettarım” kelimelerini kullanmıştır.

 

 

 

 

Paris Büyükelçiliğinde..[166]

(...)

İnönü, kendisine tanıştırılan OECD Türk Delegasyonundaki memurların çokluğu karşısında, “Bu kadar adam ne iş yapıyor delegasyonda?” diye sormuş, Büyükelçi Hasan Işık da, bunun üzerine “Paşam, malî ve ekonomik işler biraz fazla adam ister” cevabını vermiştir.

İsmet İnönü’ye toplantıda bulunan Bayan Olcay “Dışişleri Bakanı Osman Olcay’ın eşi” diye takdim edilmiş, Bayan Olcay bu sözleri derhal düzelterek “Eski Dışişleri Bakanının, Paşam” demiştir. İnönü bu söz üzerine Bayan Olcay ile şakalaşmış ve “Madem eski Bakanın eşisin ne arıyorsun burada?” demiştir.

(...)

 

 

 

 

Atina’da Düzenlenen Basın Toplantısı ve Yeşilköy Havaalanında Söyledikleri[167]

CHP Genel Başkanı İsmet İnönü Atina’daki Türkiye Büyükelçiliğinde dü-zenlenen basın toplantısında, dün Yunanistan Başbakanı Papadopulos ile yaptığı görüşmeler konusunda sorulan sorulara karşılık, “Ben bir gözlemciyim, Türk Hükûmetinin temsilcisi değilim, fakat Türk ve Yunan Başbakanları Nihat Erim ve Yorgo Papadopulos arasında yapılacak bir görüşmenin iki ülke arasındaki ilişkiler için temenniye şayan olduğunu sanıyorum” demiştir.

İsmet İnönü, görüşme sırasında, bir zirve toplantısı düzenlenmesi sorununa “Kendi yetki alanı içinde olmadığı için” değinilmediğini belirttikten sonra şöyle söylemiştir:

“Türk-Yunan ilişkileri üzerinde geniş görüş teatisinde bulunduk.”

Acelesi yok

İsmet İnönü, Kıbrıs sorunu ile ilgili olarak da, Yunan ve Türk Hükûmetleri-nin, Kıbrıs’ta, Ankara ile Atina arasındaki ilişkileri zedeleyecek olayları önlemeye çalıştıklarını belirtmiş, “Türk-Yunan ilişkilerinin daha iyi bir hale gelmesi için, önce Kıbrıs sorununun çözülmesi gerekip gerekmediği” sorusuna karşılık da şöyle demiştir:

“Ben şahsen, iki başkent arasında olduğu kadar, Kıbrıs Türk ve Rum toplulukları arasındaki ilişkileri de düzeltecek bütün çözümleri desteklemeye hazırım.”

“Kıbrıs sorunu, uluslararası barış ve güvenlik için bir tehdit ve Yunanistan ile Türkiye arasında uzun zamandır süregelen bir huzursuzluk teşkil ediyor” İsmet İnönü, bu arada, olayların uzun bir tarihçesini de yapmıştır.

Türkiye’nin iç sorunları ile ilgili sorulara karşılık İnönü, genel seçimlerin 1973’de yapılmasını temenni ettiğini belirtmiş ve “Adalet Partisi’nin bu seçimleri kazanması halinde, fikrimizi söylemek için ne yaptığını görmeyi bekleyeceğiz. Partiler de değişebilir” demiştir.

[Tamamlayıcı haber]

Paris ve Atina gezisinden dönen CHP Genel Başkanı İsmet İnönü, dün Yeşilköy Hava Limanında izlenimlerini anlatırken, “Yunanistan’la münasebet-lerimizin iyi olmasını, resmî makamlar arzulamaktadır. Başbakan Papadopulos, özellikle bu görüştedir. Bu duygularımız kuvvetlenmiş olarak geldim. Yuna-nistan’la olan münasebetlerimizin daha iyi günlere doğru açılacağına kuvvetle inanmaktayım” demiştir.

(...)

İnönü zorlukla şeref salonuna geldikten sonra, basına demeç vermeden önce kendisini karşılayanların disiplinsizliklerine kızmış ve “Böyle karşılama olmaz” demiştir.

Daha sonra gazetecilerin çeşitli sorularını cevaplandıran İnönü, icrada sorumsuz, parlâmentoda sorumlu bir siyasî partinin lideri olarak yurtdışında temaslarını sürdürdüğünü, temas ettiği devlet adamlarına Erim hükûmetinin yanında olduğunu söylediğini, Fransa’da ve özellikle Yunanistan’da büyük dostluk gördüğünü belirtmiş, CHP’deki durumla ilgili bir soruya, “Durun bakalım yeni geldik. CHP’de bunalım ne surette? Ben giderken fazla bir bunalım yoktu, sükûnetle gittim ve geldim. Yeni vaziyeti bilmiyorum” cevabını vermiştir.

İnönü daha sonra Yunanistan’ın Ankara Büyükelçisine Türkiye’ye çok iyi haberlerle geldiğini, kendisinin Yunanistan’da son derece iyi karşılandığını ve bundan büyük mutluluk duyduğunu, Yunanistan yöneticilerinden Türkiye ile dostluğu yaşatma düşüncesinin hâkim olduğunu anlamakla çok sevindiğini, kendilerine müteşekkir olduğunu söylemiştir.

(...) Gazetecilerin Bülent Ecevit’in kendisini karşılamaya gelişiyle ilgili bir sorusuna İnönü “Lütfetmişler, gelmişler. Teşekkür ederim” karşılığı vermiştir.

 

 

 

 

Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay ve Başbakan Nihat Erim ile Görüşmeden Sonra Yurtdışı Temaslarına İlişkin Gazetecilerin Sorularına Verilen Yanıtlar[168]

Soru: Bir emriniz olacak mı?

Cevap: Emrimiz olmayacak. Seyahatten geldim. Giderken Sayın Cumhur-başkanına haber vermiştim seyahatimi, izin almıştım. Şimdi döndüm. Seyaha-timin neticesini anlattım. Özel doktorluk işlerim vardı. Onları söyledim. Tedavi maksadıyla orada bulunduğum zamanda yerli hükûmetlerin eski tanışıklık ve bir nezaket olarak gösterdikleri ilgiyi beyanlarımda daima teşekkürle karşıladım. “Özel seyahat ediyorum. Hiçbir resmî vaziyetim yoktur” diyordum. Bu sıralar içinde nezaket gördüm. Fransa’da alâkadar oldular, teşekkürle karşıladım. Ondan sonra Yunanistan’a geçtim, orada daha etraflı konuşmalar yaptık. Onları da basın toplantılarında, beyanlarımda herhalde söyledim. Herhalde Yunanlılar’la münasebetlerimiz zaten dostanedir. İyidir. Arada hiçbir ihtilâf yoktur. Yuna-nistan’la münasebetlerimiz, yakın komşuluk münasebetleri, beraber, müttefik münasebetleri ve nihayet Kıbrıs’dan dolayı olan ilişkilerdir.

Tabiatıyla bunlar üzerinde söz geçti. Nasıl konuştuğumuzu sayın Başbakan da vardı, Sayın Cumhurbaşkanına ve sayın Başbakana etrafıyla anlattım.

Soru: Bir mesaj getirdiniz mi?

Cevap: Hiçbir mesaj getirmedim.

Kıbrıs konusu

Soru: Atina’ya yaptığınız ziyaretten sonra Kıbrıs konusunda yen bir döne-me giriliyor mu?

Cevap: Şimdi Yunanistan’la görüşmemizin esası, iki memleket arasındaki dostluk münasebetlerinin önemi ve geleceğinin, istikbalinin sağlam olması hudutları içindedir. Bu hudutlar içinde Kıbrıs ihtilâfının, benim kanaatimce, bir güçlük yaratmamasına, hükûmetlerin çalışmalara dikkat etmeleri zeminindedir. Zannediyorum bu mevzu üzerinde hükûmetler arasında anlaşma olacaktır. Gelecek zamanlar tehlikeli ihtilâflar olmayarak devam edecektir, ümidindeyim.

Grivas meselesi

Soru: Grivas’ın Kıbrıs’a gidişini Yunan yöneticileri nasıl karşılıyorlar?

Cevap: Grivas’ın Kıbrıs’a gidişinden hiçbir yerde bir söz geçmedi, benim görüşmelerimde…

Erim-Papadopulos görüşmesi

Soru: Hükûmet başkanları seviyesinde önümüzdeki günlerde bir zirve top-lantısı yapılabilir mi?

Cevap: Kimler arasında?

Soru: Başbakan Erim ve Yunanistan Başbakanı Papadopulos arasında.

Cevap: Böyle bir mevzu, benim yetkim ve takdirim dışında bir meseledir. Böyle bir söz geçmedi.

 

 

 

 

Fransa Cumhurbaşkanı Georges Pompidou ile Görüşmede Söylediklerinin Özeti[169]

CHP Genel Başkanı İnönü’nün, Fransız Cumhurbaşkanı Pompidou ile görüşürken “Türkiye’nin devamlı demokrasiden şaşmayacağını” söylediği (...), gerek Pompidou ile konuşması sırasında, gerekse televizyon, basın konuşma-larında, bu konuya ağırlık vermiş. “Türkiye’deki ordu müdahaleleri, başka ülkelerdeki müdahalelerden farklıdır. Ordu, iki defa müdahale etmiştir. Bunların da sebebi, Türkiye’de demokrasiyi korumak içindir” şeklinde konuşmuştur.

Bazı Fransız gazetelerinde, İnönü’den “Demokrasiyi kuran adam” sözleriyle bahsedilmiş, İnönü yine bir konuşmasında, Türkiye’de demokrasiyi kurmasını hayatının en parlak işi olarak nitelemiş ve “Hayatımın hiçbir anında da bundan pişman olmadım” diye eklemiştir.

 

 

 

 

Yeni Yıl Dolayısıyla Yayınlanan Mesaj[170]

Yeni yılı vatandaşlarıma güvenli kutluyorum.

Vatandaşlarımdan saygıyla ricam şudur: 1971 yılı, anarşik saldırılar ve hükûmet buhranları içinde Büyük Millet Meclisi’nde çalışan partilerin ilişkileri ve davranışları münakaşası ve nihayet ordunun müdahalesi ile çok gaileli geçmiştir. Yıl sonuna geldiğimiz vakit hayat pahalılığı ve ekonomik darlıklar yüzünden, vatandaş geçim huzuru bakımından da tedirgin olmuştur. Bütün bu olaylar karşısında 1972 yılına kesin bir kararla çıkmamızı istiyorum.

Geçirdiğimiz bunalımlar gerçekten önemliydi. Bunların atlatılması tesadüfen olmamıştır. Önümüzde daha güç ihtimaller bulunduğu vesvesesi veya endişesi bizi huzursuz etmektedir, gibi, bir havamız vardır. Şimdi bu durum karşısında, sözümün başında söylediğim gibi, kesin kanaatle vatandaşlarımı uyarıyorum:

Atlattığımız bunalımlar ve fena ihtimaller, tesadüfen atlatılmamıştır. Güçlükler milletimizin bünyesinde, yani temel yapısındaki sağlam kudret sayesinde atlatılmıştır. Önümüzde bulunan ihtimaller, daha güç olmayacaktır ve ne kadar güç olsa, milletçe hep beraber güçlükleri yeneceğiz. Selâmete huzura, kalkınmaya ve ileri hamlelere kavuşacağız. Bunlarda zerre kadar şüphem ve tereddüdüm yoktur. Milletimiz sağlam, ordumuz sağlam ve siyasî partilerimizin akılları başlarında sağlamdır.

1972 yılına umutsuzluklarla değil, umutlarla dolu olarak giriyoruz. Her güçlüğü yeneceğiz. Her derdimize çare bulacağız. İlerleyeceğiz ve kalkınacağız. Birbirimize dayanarak, birbirimizden faydalanarak, vatandaşın işlerini selâmete çıkaracağız. 1972 yılına bu irade ile girdiğimizi bilmeli ve birbirimize söylemeliyiz.

Vatandaşlarımı bu kesin inançla kutluyorum ve gelecek iyi günlere erişece-ğimizi sevinçle söylemek istiyorum.

Engin saygılarımı ve sevgilerimi sunarım.

 

 

 

 

CHP MYK Üyelerinin Yeni Yıl Kutlama Ziyaretinde Söyledikleri[171]

(...)

“Böyle önemli olayların olduğu yıllarda, kamuoyuna umut vermek zorun-dayız. Ben gelecek yılların iyi şeyler getireceğine inanıyorum. Ve o bakımdan rahatım. Biz, CHP olarak her dar zamanda bunalımın çözülmesine yardımcı olmuşuzdur. Bu partimizin ulus severliğinin gereğidir. 12 Mart’tan bu yana büyük mesafeler alınmıştır. Organlarımızın bütün sorumluluğu ve ciddiyetiyle görev başındayız. CHP köklü bir partidir, bütün zor günlerde görev yapmıştır.”

Malî durumumuz nasıl?

İnönü, malî sıkıntı yüzünden arsa satmak zorunda kalan CHP Merkez Yönetim Kurulu üyelerine, “Malî durumumuz nasıl?” diye sormuş, “Ne kadar paramız kaldı? Kimlere borcumuz var?” diye eklemiştir.

Merkez Yönetim Kurulu üyeleri, Ulus Gazetesi’nin devrinden sonra, fikir işçilerinin tazminatını ödeyebilmek için CHP’ye ait bir arsanın 1 milyon 800 bin liraya satıldığını bildirmişlerdir.

İnönü, “CHP’nin ne kadar üyesi var?” diye sormuş, üyeler kendisine, “450 bin kayıtlı üyemiz var” cevabı vermişlerdir. İnönü bu bilgileri aldıktan sonra konuşmasına şöyle devam etmiştir:

“Partili üyelerimiz, Edirne’den Hakkari’ye kadar bu durumu bilmeli, aidatını ödemeli ve partiye sahip çıkmalıdır. 450 bin kayıtlı üye, üyelik vecibelerini yerine getirirse, parti ayakta kalır. Batılı anlamda parti, ekonomik vecibelerini bilen üyeler topluluğu demektir. Üyelerin partiye sahip çıkmalarını istiyorum.”

Toprak reformu ve TRT tasarıları

CHP Genel Başkanı İnönü, komisyondan geçmiş olan TRT tasarısı ile Toprak Reformu Ön Tedbirler Tasarısı hakkında, üyelerden bilgi almış, Toprak Reformu Ön Tedbirler Tasarısı ile ilgili olarak, daha önce grupta alınan prensiplerin sonuna kadar savunulmasını istemiş ve şöyle devam etmiştir:

“TRT ve Toprak Reformu Tasarıları hakkında hükûmet ne düşünüyor? Kendi tasarısı değil mi? Niçin tasarılarına sahip çıkmıyor? Hükûmet sahip çıkmalıdır.”

İnönü’ye TRT tasarısı ile ilgili olarak, Merkez Yönetim Kurulu üyeleri, AP’nin, pazartesi günü Meclise değişiklik önergeleri ile geleceğini öne sürmüş, komisyonda kabul ettiği hükümleri de AP’nin grubunda kabul etmediğini bildirmişlerdir. Üyeler AP’nin TRT tasarısında 2. 3. 4. 11 ve 16. maddelerinde değişiklik yapılmasını, TRT’nin din eğitimi yapmasını kanun hükmü olarak koymak istediğini, ayrıca TRT’nin dilini de değiştirmeyi tasarladığını öğren-diklerini söylemişler, Mecliste engelleme yapmayı düşündüklerini kaydetmişler, ileri sürüldüğüne göre, İnönü engelleme fikrine taraftar olmamış, “Hükûmet tasarısını komisyondan çıktığı gibi savunacağız, oylarımızı ona göre vereceğiz. Değiştirme önergelerine karşı çıkacağız. Pazartesi günü hepiniz Mecliste hazır olmalısınız” demiştir.

 

 

 

 

CHP Çanakkale Biga İlçe Kongresine Gönderilen Mesaj[172]

Biga İlçe Kongresi, dikkatle tâkip ettiğimiz bir siyaset merkezidir. Burada, CHP’nin memleket siyasetindeki yapıcı rolü iyice belirtilecektir ve belirtilmek lâzımdır.

CHP’nin memleket siyasetindeki yapıcı rolü, muhalefette olduğu zamanlarda da, iktidarda bulunduğu vakitler gibi, içten, ciddî bir sorumluluk duygusuna dayanır.

Fikirlerimin iyi anlaşılmasını isterim

Bu sorumluluk duygusu, CHP’nin politikasını daima kanun içinde tutmuş ve kanuna karşı pervasız tecavüzlerle yürütülmek istenen politikalara CHP karşı çıkmıştır.

CHP kendi içindeki ihtilâflarda, sorumsuzlukların siyaset marifeti zannedil-mesine imkân vermeyecektir.

CHP’nin bir özelliği de, O’nun kanununda her türlü fikir hürriyetinin şahıs için saygıya layık görülmesi kadar, fikir ayrılıklarının parti politikasının aynı bir politikaymış gibi yürütülmesine müsaade etmemektir.

Biga Kongresi’nde benim fikirlerimin iyi anlaşılmasını isterim, Tüzüğün Genel Başkana verdiği görevleri dikkatle göz önünde bulundurmayı başlıca ödev sayıyorum.

Arkadaşlarımdan bu hususta anlayış ve yardım beklerim. Hepinize başarılar diler ve saygılar sunarım.

 

 

 

 

CHP Antalya Merkez İlçe Kongresine Gönderilen Mesaj[173]

Kongreyi saygıyla selâmlarım.

Fevkalâde saatler içinde müzakere yapacaksınız. Cumhuriyet Halk Partisi gerek kendi içinde, gerek memleket önünde, tecrübeli ve güvenilir bir siyasî örgüt olduğu karakterini göstermeye mecburdur.

Suni olan bahanelerle Cumhuriyet Halk Partisi’ni bölme gayretleri tamamıyla sorumsuz, sergüzeşt hareketleridir. Böyle teşebbüslere aldırmamanızı ve uyanık olmanızı isterim. Gerçekler tabiatıyla meydana çıkacak ve bölücü çabalar ne bahane altında olursa olsun başarıya ulaşamayacaktır.”

Bütün bölücü hareketlerin ilk hedefi, Partinin Genel Başkanıdır, onunla uğraşılmaktadır.

Genel Başkanın cevabı şudur: “Cumhuriyet Halk Partililer; memleketin kaderi üzerinde dikkatinizi azaltmayınız. Sorumluluğunuzu unutmayınız. Doğru yoldan ayrılmak isteyenleri, elinizden geldiği kadar uyarmaya ve mümkünse kurtarmaya çalışınız.”

Antalyalı Cumhuriyet Halk Partili arkadaşlarım sevgiler sunarım.

 

 

 

 

CHP Adana İl Kongresine Gönderilen Mesaj[174]

Adana İl Kongresi’nin, partililer arasında birleştirici ve gerçek durumlar üzerinde anlaşmayı sağlayıcı bir çalışma yapmasını isterim.

Son günlerde Adana etrafında yayılan bildirilerde, parti içindeki bilinen ihtilâfın, Genel Başkan’a karşı olmadığı belirtilmektedir. Eski Genel Sekreterimiz Bülent Ecevit’in istifası, bu yayınların kaynağını teşkil ediyor ve Genel Başkan’a karşı bir hareketin söz konusu olmadığı söyleniyor.

Gerçek şudur: Eski Genel Sekreter Bülent Ecevit’in istifası, kendi tabiriyle, Meclis Grubu’nda partinin vermiş olduğu kararı öne sürerek, kendisinin ters düştüğünü beyan ve ilân etmesiyle başlar.

Partinin kanuna uygun kararı ve Genel Başkan’ın bunu uygulaması karşısında ters düşmek, doğrudan doğruya parti kararına aykırı bir duruma düşmek demektir.

Bunlar bir partinin başına gelebilir şeylerdir. Büyük bir partinin demokratik hayatı içinde, böyle güçlükler çıkması mukadderdir.

Yalnız, gerçek tahrif edilmeden bilinmek lâzımdır.

Ters düşme hareketi, tabiatıyla parti kararına olduğu kadar, Genel Başkan’ın politikasına da ters düşmektir.

İçinde bulunduğumuz vaziyeti her nerede, ne maksatla olursa olsun, gerçek tabiatından, yeni Genel Başkan’a karşı bulunmak durumundan başka türlü göstermeye çalışmak beyhudedir ve hiçbir faydası yoktur.

Cumhuriyet Halk Partisi, her zamandan ziyade, bugünün ve gelecek devir-lerin ümidi halindedir. Cumhuriyet Halk Partililer, memleketin muhtaç olduğu zamanda ona hizmet edebilmek talihinden, kendilerini mahrum etmemelidirler. Sağduyularının daima işleyeceğine güvenim vardır.

Kongrenizin çalışmalarına başarılar dilerim.

 

 

 

 

GSS Yürütme Kurulu Üyelerinin Ziyaretinde Söyledikleri[175]

(...)

Öğrenildiğine göre, Ankara Gazete Sahipleri Sendikası Başkanı Aysev, Cumhuriyet Halk Partisi Lideri İnönü’ye resmî ilân sistemi ile ilgili olarak atılan yanlış bir adımın basında tröstleşme yaratabileceğini söylemiş ve resmî ilân sisteminin esas olarak hür basının oluşmasında çok önemli bir fonksiyonu olduğunu bildirmiştir.

Aysev, resmî ilân sisteminin aksak yönlerinin, Basın İlân Kurumu tarafından alınacak tedbirler ve düzenlemelerle giderilebileceğini belirtmiştir.

Cumhuriyet Halk Partisi Lideri İnönü, bazı sorular sorduktan sonra “Mesele hakkında bilgi edindim, mesele önümüze geldiğinde iki görüşü de dinleyerek en olumlu tutumu benimseyeceğiz” demiştir.

 

 

 

 

Birinci İnönü Zaferinin 51. Yıldönümü ve Siyasi Suçlarda İdam Konusuna İlişkin Gazetecilerin Sorularına Verilen Yanıtlar[176]

CHP Genel Bakanı İsmet İnönü, “Siyasî suçlardan idam meselesi, büyük bir mesele her memleket kendi ihtiyacına göre en sadık disiplini bulmaya çalışıyor” demiştir. İsmet İnönü, Birinci İnönü Zaferinin 52. yıldönümü nedeniyle kendisini kutlamaya gelen CHP Genel Sekreteri Kâmil Kırıkoğlu ve Merkez Yönetim Kurulu üyelerinden bazılarını kabul ettiği sırada kendisiyle konuşan gazetecilerden birinin “siyasî suçluların idam edilmeleriyle” ilgili sorularını cevaplandırmıştır. İnönü’yle gazeteciler arasında bu konuda geçen konuşma şöyledir:

Soru: Siyasî suçtan idam cezası verilmesi hakkındaki görüşünüzü sora-caktım. Haber aldım “Paşa, kararlar kesinleşmeden konuşmayacak” dediler.

İnönü: Bunun kararlarla münasebeti ne?

Soru: Askerî Yargıtay, siyasî suçtan mahkûm olan üç kişinin idam kararını onayladı. Dolayısıyla mahkemeyi etkileyecek durum ortadan kalkmış oldu. Bu konudaki görüşünüzü lütfeder misiniz?

İnönü: Meclise kaldı. Meclisler halledecek, salâhiyet tamamıyla Meclisin elinde şimdi. Söyleyeceğim başka bir şey yok.

Soru: Bu konudaki kişisel düşünceniz nedir?

İnönü: Büyük bir mesele, siyasî suçlardan idam meselesi.. Her memleket kendi ihtiyacına göre en sadık disiplini bulmaya çalışıyor. Öteden beri cemiyetler için nâzik bir meseledir. Mecliste görüşülecek bir mesele. Şimdi söyleyecek bir fikrim yok.

Gazetecilerle asabi bir hava içinde konuşan İnönü, sık sık kendisini ziyaret-çileriyle yalnız bırakmalarını istemiş, hemen her cümlesinin sonunda basın mensuplarına “Hadi tamam” demiştir.

CHP Genel Başkanı, Birinci İnönü Zaferinin 52. yıldönümü dolayısıyla da gazetecilere bir diyeceği olmadığını bildirmiş “Ne beyanatım olacak, 50 sene evvelki bir muharebeydi. Nezaket gösteriyorsunuz, hatırlamak lütfunda bulunuyorsunuz” diye konuşmuştur.

 

 

 

 

CHP Grup Yönetim Kurulları ile MYK Ortak Toplantısında Yeni Vergiler Üzerine Yapılan Konuşma[177]

(...) İnönü özetle şunları söylemiştir:

“Gözünü kırpmadan az gelirli vatandaşa vergi salma usulü, usullerin en kötüsüdür. Bütçedeki ağır yükler cari masrafları azaltmak ve vergi kaçakçılığını önlemek suretiyle giderilmelidir. Hükûmet bu konuda taahhütte bulunmalıdır.

 

 

 

 

 

CHP Çanakkale Yenice İlçe Kongresine Gönderilen Mesaj[178]

CHP Genel Başkanı İnönü CHP Yenice ilçe kongresine gönderdiği mesajda şöyle demektedir:

“Partililer, kendi anlayışları ve bir partinin tecrübeleriyle, memleket kaderinde esaslı bir yerleri olduğunu düşünerek, vatandaşın ümidini kuvvetlendirecek bir kudret ve intizam göstermeye mecburdurlar.

Büyük hizmetler yapmış partimizi, gelecekte büyük hizmetler beklemektedir.

Bugünkü tartışmaların sorumluluk, memleket menfaatleri düşünceleri içinde yürümeye devam edilirse, parti için kuvvetli ve hayırlı neticeler vereceğine inan-cım kuvvetlidir.

Yenice Kongresi’nde, parti içi tartışmaların ne halde olduğunu görüp öğren-mek istiyorum.

Partililerin sağduyularına, sorumluluk vasıflarına inancım vardır. Nihayet, doğrunun ve gerçeğin üst geleceğine güveniyorum ve Yenice tartışmalarını gözlüyorum.”

 

 

 

 

CHP Adana Merkez ve Yozgat Şefaatli İlçe Kongrelerine Gönderilen Mesaj[179]

Parti içine suni bir nifak girmiştir.

Partililer, tarih karşısında, partinin kaderindeki sorumluluklarını anlayabilirse, kanunsuz oyunları bertaraf etmenin yolunu bulacaklardır.

Genel Başkanı yok farz etmek, yahut iki günlük ömrü kaldığını hesap ederek, politika yapmanın, verimli ve faydalı bir yol olmadığı anlaşıldığı zaman, iş işten geçmiş olacaktır.

Partili arkadaşlarımın sağ duyularına güvenimi muhafaza etmekte ısrar ediyo-rum.

Neticenin iyi olacağını tahmin ederim.

Kongrenize başarılar dilerim.

 

 

 

 

CHP İçi Hizipleşmeye Karşı Söyledikleri[180]

Parti içindeki Ecevitçi ve Satırcı grupların faaliyetlerinden hoşnut olmayan ve bu çekişmelerin partiyi çökerteceği görüşünü savunan “Ortacılar” (Üçüncü Dünyacılar), İnönü’yü ziyaret ederek, “Emirlerinizdeyiz” demişlerdir. İnönü, kendilerine şikâyetleri anlatan 5 üyeye, böyle bir davranışın hizipleşmeye yol açacağını söylemiş, bunun partiye pek yarar sağlamayacağına işaret ederek, “Sizden istediğim şudur: Beni destekleyiniz. Kesin olarak bir hizipleşmeye gitmeyiniz” demiştir.

 

 

 

 

CHP Ankara İl Kongresinde Bülent Ecevit’in İstifası ve Ortanın Solu Üzerine Yapılan Konuşma[181]

İnönü saat 11.00’de çıktığı kürsüde uzun bir konuşma yapmış, Ecevit ile anlaşmazlıklarının CHP’nin hükûmete katılma kararı vermesi sırasında başla-dığını belirterek, Ecevit’in istifasını gazetecilerden öğrendiklerini kaydetmiş ve şöyle konuşmuştur:

“Sayın Ecevit Meclis Grubunun hükûmete iştirak kararı vermesiyle, kendi-sinin açıktan ters düştüğünü ilân etmesiyle grubun sahip olduğu salâhiyete karşı vaziyet almış oluyordu. Parti Meclisi partinin politikasını tayin eder. Bu bizim tüzüğümüzde vardır. Ancak hiçbir kanun hiçbir tüzük memleket içinde, Anayasa dışında ve Anayasaya karşı olamaz.”

Ortanın Solu meselesi

İnönü, Ortanın Solu sözünü nasıl ortaya attığını anlatmış, “Ortanın Solu CHP’nin program ve ilkeleri içinde tatbik ede geldiği politikanın partiler yelpa-zesinde yeni yerini tayin etmesinden ibarettir. Devrimciliğimizde, halkçılığımızda, tatbik edilen ilkelerde CHP’nin altı oku dışında onların anladığı tesirini değiştiren bir prensip tarzında hiçbir zaman yorumlanamaz. CHP’nin altı oku dışında yeni bir fikir olarak ortaya konamaz. Altı okun dışına çıkılamaz” demiş ve şöyle devam etmiştir:

“Biz öteden beri Ortanın Solunda bir politika tâkip ediyorduk. Böyle tâkip etmeğe kararlıyız. Ben ilk günden beri ‘Bir sosyalist parti değiliz’ dedim. Bunu söylerken sosyalist partilerle nazari olarak esaslı bir farkımız olduğunu söylemek isterim. Sosyalist partinin temel ilkesi milliyetçi olmamaktır. Milliyetçilik bizim temel ilkemizdir. Dünyanın her yerinde sosyalist partiler lâik devleti esas almamışlardır. Lâiklik olmaksızın sosyalist idare yürüyebilir.

Ortanın Solu’nun uğradığı iftiralar hesapsız olmuştur. Ortanın Solu sözü ilk günden itibaren aşırı solun başlangıcı sayılmıştır. Bülent Ecevit’in komünist olduğu yolundaki iddialar.. Bu, CHP’yi ve Ortanın Solu’nu lekelemek için uydurulmuş sözlerdir.

Her tertip alınmış

İnönü’nün bu sözleri delegelerin büyük gösterileri ile karşılanmış, bir delege “Seyfi Sadi Pencap duydun mu?” diye bağırmıştır. İnönü delegelerin büyük gösterisi üzerine “Burada her tertibin alınmış olduğunu görüyorum” demiş ve Ecevit ile ilgili eleştirilerine şöyle devam etmiştir.

“Bülent Ecevit’e komünist iftirasını her zaman yaptılar. Hiçbir zaman inanmadım, hiçbir zaman kabul etmedim. Benimle, Meclis Grubu ile ters düşmüş olduğunu ilân edinceye kadar hiçbirine inanmadım. Bugün de onun komünist olduğu ve partiyi komünist yaptığı sözlerini gerçek dışı sayarım. Böyle bakmakta devam ediyorum.

Ortanın Solu’na, o zamanki Genel Sekreterimize, bütün partimize aşırı sol ithamlarının yöneltilmesi ne kadar haksızsa ‘CHP’de ortanın göbekçileri vardır’ sözü de o kadar yanlıştır. Bu sözle TBMM saygısızlık ithamı altındadır. Bu müesseseler Anayasa müessesesidir.”

İnönü Merkez Yönetim Kurullarıyla Gruplar arasındaki çekişmelere değinmiş, sözü tekrar Ecevit konusuna getirerek son zamanlarda İnönü-Ecevit şeklindeki bir ihtilâfın dile düştüğünü kaydetmiş ve sık sık “Bu kongrede de her tertibin alınmış olduğunu görüyorum” demiştir. CHP lideri konuşmasına şöyle devam etmiştir:

“Bilhassa gençlerin son zamanlarda Kadın Kollarını da dahil ederek alınacak kararları şamata içinde olup bittiye getirme usulü getirilmiştir. Bunlar CHP’nin şerefine zarar vermektedirler. Bunlar CHP’nin hayatına kast teşeb-büsleridir.”

İl Başkanına cevap

İnönü daha sonra 21 Ocak’ta Ankara İl Gençlik Kolu Kongresi’nde İl Başkanı Rauf Kandemir’in “Ecevit’in fikirlerini temsil ettiğim için Ankara savcısı yakama yapışmıştır. Benim bu gibi baskılardan korkum yoktur. Ankara’da bazı parlâmenterler para ile adam satın alma oyunlarına girmişlerdir. Bunları telin ederim” sözlerine değinmiş ve şöyle demiştir:

“Hiçbir suretle yakıştıramam. İl Başkanının ağzından bu sözlerin söylene-bileceğini düşünmedim. Ankara milletvekilleri arasında Ortanın göbekçileri yoktur. Ne zaman rast gelsem onu da durduracak kudretim vardır. Bunlarla biz, CHP’nin sonu gelmekte gibi bir tehlike karşısında bulunuyoruz, bu tehlikeden CHP’yi ve memleketi haberdar etmek isterim.”

İnönü konuşmasında daha sonra özetle şunları söylemiştir:

“CHP 20 seneden beri iktidarda değildir. İktidarda olmadığı halde mem-leketin başlıca muhalefet partisidir. Biz 12 Temmuz beyannamesinde o zamana kadar tecrübe edilen ve arzu edilip de bir türlü tahakkuk ettirilemeyen tek dereceli seçimde CHP’nin tam manâsıyla demokratik bir parti olması devrimi inkılâbı.. Bu inkılâbı Halk Partisi yapmıştır. Bu inkılâbı yapmıştır. Bu inkılâbı vücuda getirmek için yaptığımız fedakârlıkların hududu yoktur. Bizim karşımızda kurulmuş olan o zamanki ilk büyük muhalefet partisi Ankara’da toplanacak yer bulamıyordu. Biz onun toplanması için resmî olarak yardım ettik. Toplandılar ve o toplantıda nihai karar olarak CHP’ye karşı husumet andı ilân ettiler. Demokratlar’ın ilk işlerinden biri budur. Husumet andı ilân etmektir.”

İnönü, CHP’nin tek dereceli seçimin sağlanması için sarf edilen çabaları ve o zaman yürütülen temaslar hakkında geniş bilgi verdikten sonra “Atatürk de ömrü vefa etseydi tek dereceli seçime geçerdi ve demokratik rejim kurulurdu” demiş ve Ecevit’e sözü getirerek şöyle devam etmiştir:

Sonuna kadar mücadele edeceğim

“Fiilen idare etmekten vazgeçmedi. İstifa eden kendisi. İstifasını hoş karşılayan büyük bir hâdise şeklinde yayın yapıp telkin etmeye çalışanlar buna rağmen partiyi CHP örgütünü bizzat idare etmektedir. Aşırı taraftarları CHP Yönetim Kurulunda her tertibe girerler. Merkez Yönetim Kurulunun aşırı taraftarları ve Bülent Ecevit’in arzusuna göre kongreleri idare ederler.

Bu idarenin adı halk idaresidir. Tam halk idaresi ve demokratik rejime fiilen aleyhtar olan aşırı sağdan ve aşırı soldan bütün idarelerin de kendilerindeki bahane budur. Halk idaresi ona güvenerek bütün arzuları kendi arzularını ve hâkimiyetini kurar.

Merkez Yönetim Kurulu bir dengeli kontrol yapacak kudrette değildir. Tam bir dar zihniyetin elinde Parti Meclisi çalışmaktadır. Ve bu çalışmayla Sayın Bülent Ecevit politikasını hem Meclise, hem Genel Başkana hem memlekete kabul ettirmek iddiasındadır. Onun için bu kanun dışına benimseyecek hoş gösterecek bir davranışı kabul etmeyeceklerdir.

Yani ben bu kanun dışı idarenin kurulmaması ve yerleşmemesi için sonuna kadar mücadele edeceğim.

Parti Meclisi.. Bu Ankara Kongresinin ne şartlar altında hazırlandığını biliyorum, tâkip ediyorum. Her türlü marifeti.. Ellerine bir slogan almışlardır. Ortanın Solu’nu müdafaa edeceklerdir. Bu zannediyorlar ki Ortanın Solu’dur. Ortanın Solu’nu, Bülent Ecevit’i müdafaa eden noktalar bir çok vatandaşların vatan duygusunu ve Bülent Ecevit’in kanun dışı partiyi idaresini [partiyi kanun dışı bir şekilde idaresini] ve Millet Meclisi Gruplarına hâkim olma arzusuna yardımcı olan insanlar.. Bunlara mukavemet etmek vazifemdir.

Mukavemet etmek vazifemdir. Hem de partililerin vazifesi olacaktır. Şimdi arkadaşlar, Ankara İl Kongresi’nde bu açıklamaları yapmak için özel bir isteğim de vardır. Ankara her manâsıyla Cumhuriyet Türkiye’si sembolüdür. Lâik Cumhuriyetin Başkenti Ankara, Cumhuriyetin tertipçisidir. Ankaralılar Cumhuriyetin kurulmasında millî mücadele sırasında başkent olmak için büyük kabiliyet göstermişlerdir. Sakin mizaçlı ve tecrübeli olan Ankaralı vatandaşlarım kendi meziyetleri ile Ankara’yı başkent yapmışlardır.

Sevgili arkadaşlarım,

Size güç şartlar altında bugünkü durumu, zihniyeti teferruatıyla anlattım. Ancak istifa etmiş olan Genel Sekreter istifa etmiş bir adam hüviyetinde kalmamıştır. Ters düştüğü konular bir Millet Meclisi Grubu kararlarına karşı olduğu, memlekete faydalı bir politika olarak ters düştüğü bir politikayı bir hizip zihniyeti içerisinde yürüterek bir Parti Meclisi içindeki maksadına nail olacağını zannediyor. Bu maksadından vazgeçer ve sakin sakin istifa etmiş eski Genel Sekreter hüviyetine girerse mesele kalmaz.

Ama bunların hiçbirisi memleketimizin şan ve şerefle yaşaması, Cumhuriyet arzusuna engel olmayacaktır. Benim kanaatimce Cumhuriyet vatandaşlarım tarafından kabul edilmiştir.

Demokratik rejime geçmekle tek dereceli seçimi kabul etmek benim gözümde bizim başarımıza bir takım güçlükler çıkarmasına mukabil hiçbir baskı olmaksızın her şeyin açıkça söylenebildiği bir ortam yaratmıştır. Vatandaşlar fikirlerini söylüyor, aşırı sağ da söylüyor, aşırı sol da söylüyor. Bunun için de henüz Cumhuriyet aleyhinde bir akım olmamıştır. Demek ki Cumhuriyetin temeli sağlamdır. Nitekim bunlardan biri, gençliğin Cumhuriyeti kaldırmak için türlü metotlarla yapılan her tertibe direnmesidir.”

Sözümü kesmeyin

İnönü, konuşurken yer yer “ses gelmiyor” diye bağırmalar olmuş, İnönü, “Ses nasıl gelsin, her türlü tertip yapılmış” diye cevap vermiştir. İnönü şöyle devam etmiştir:

“Dinleyin.. Dinleyin. Sözümü kesmeyin.. Sözümü kesmeyin.. Duymuyorum kimseyi ben.. Şimdi buradan ayrılacağım arkadaşlar.. Müsaade ederseniz.. (Ses gelmiyor sesleri)

Ses gelmiyor nasıl gelsin.. Her türlü marifeti yaptık. Ama mikrofonda konu-şurken dinleyicilerin sesimi duymasına çare bulamadık. Eğer mahsussa ona da değineceğim.. Benim sözlerimi dinlememeniz, bir şey anlamamanız için tertip alınmışsa diyeceğim yok.

Dinleyin arkadaşlar, şimdi size fikirlerimi söyledim. Anlayabileceğiniz kadar açıktır. Müsaadenizle buradan ayrılacağım ve yarın teypleri dinleyin benim beyanatımı halka ve kamuoyuna duyuracaklardır.

Allahaısmarladık arkadaşlar.”

 

 

 

 

TBMM’de Yaptığı Konuşmaya İlişkin TRT Muhabirinin Sorularına Verilen Yanıtlar[182]

TRT muhabiri İnönü’ye, önceki günkü konuşmasını hatırlatarak şu soruyu sormuştur:

“Meclisteki konuşmanızda aldığınız vaziyet çeşitli yorumlara yol açmış bulunuyor. Bugün, hükûmete verdiğiniz bakanların sizi ziyaretlerinden sonra yaptığınız açıklamada, Cumhuriyet Halk Partisi’nin Erim Hükûmetini desteklemeye devam edeceğini, tekliflerinizin hükûmet politikası ve onun kuruluş şekliyle ilgili bulunmadığını söylediniz. Teklifleriniz iki noktada özetle-nebilir: Sıkıyönetimden normal yönetime geçilmesi, siyasî suçlar için idam cezası uygulanmaması. Bunlar hakkında ve hükûmeti desteklemeye devam konusunda partinizin görüşlerini bize biraz daha etraflı şekilde anlatır mısınız?”

İsmet İnönü, TRT muhabirinin sorusuna aynen şu cevabı vermiştir:

“Biz Cumhuriyet Halk Partisi hükûmet ve ordu, memleketin sağduyu sahibi vatandaşları aynı fikri paylaşıyoruz. Benim hükûmetle ve orduyla temasla-rımdan anladığıma göre, ordu sıkıyönetimle uğraşmaktan çıkıp bir an evvel esas görevine tamamıyla dönmek arzusundadır. Hükûmet de bunun sağlanmasını çabuklaştırmak istemektedir. Ben bu intibaı alıyorum. Bunu doğru ve haklı buluyorum. Propagandalar yapıyorlar: Sanki hükûmet orduya arkasını dayamış, devam etmektedir. Bunlar maksatlı propagandalardır. Ama pekala yürümek-tedir. Hükûmeti yıpratmaktır. Ordunun hakiki arzusunu gözden kaybetmektedir. Ben kısa yoldan açıkça ihtiyacı söyledim.

Hükûmetin kuvvetine bilhassa İçişleri Bakanı’nın ehliyetine, tecrübesine güveniyorum. Sivil idarenin mecbur olup yalnız başına idareye başlamış pek çok şeye muktedir olduğunu gösterecektir. Varsa, eksiklerini anlayacağız. Onları tamamlamaya çalışacağız. Hep birlikte sivil idare esasının bir an evvel yürütülmesini istiyoruz. Bu, bir an önce tecrübe olunsun. Tecrübemle bilirim ve bu bir tabiî olaydır. Mecburiyet olmadan layıkıyla çalışılmaz. Bunlara çare olarak tekliflerimi yaptım. Meclisin kararı yürüyecektir. Eğer yeni müddet sonunda sıkıyönetimin kalkacağı kanaati hasıl olursa teklifim bir işe yaramış olacaktır. Hükûmet teşkilindeki ilk ihtiyaç ve prensip devam etmektedir. Bunun üzerine hiçbir tereddüt yoktur. Başka her tefsir sunidir.

Siyasî suçlardan dolayı idamın kalkması teklifime gelince: Bundan ne anladığımı uzun uzun izah ettim. Ben bir esas söyledim. Bu esas kabul edilirse, bunun hükmü de sükûnetle düşünülecektir. Yani hangi suçlar siyasî sayılacak ve adi suçların siyasî suç gösterilmesi çabası ne suretle önlenecek, bu kanunları çıkaracakların ve tatbik edecek yargıçların ödevi olacaktır.”

CHP Genel Başkanı İsmet İnönü, dün Anadolu Ajansı aracılığıyla bir açıklama yapmış ve Mecliste yaptığı tekliflerin yanlış anlamaya mahal verdiğini duyduğunu belirterek “Hükûmeti destekleme iştiraki hakkındaki kararımız olduğu gibi devam etmektedir” demiştir.

İnönü, Mecliste yaptıkları tekliflerin, hükûmetin politikası ve teşekkülü hakkında bir irtibat taşımadığını bildirmiştir.

CHP Genel başkanı İnönü’nün Anadolu Ajansına yaptığı açıklama şöyledir:

“Sıkıyönetimin uzatılmaması ve siyasî suçlardan idam cezasının kaldırılması esaslarında Mecliste yaptığım tekliflerin her yanlış anlamaya mahal verdiğini işitiyorum.

Partiler üstü şartlar içinde güvenoyu almış olan Cumhuriyet Hükûmetine CHP olarak yaptığımız destekleme iştirakinden vazgeçtiğimiz ihtimalî olup olmadığı sorulmaktadır.

Destekleme iştiraki hakkındaki kararımız, olduğu gibi devam etmektedir.

Mecliste yaptığımız teklifler, hükûmetin politikası ve teşekkülü hakkında bir irtibat taşımamaktadır.”

 

 

 

 

THA’ya Parti İçindeki Duruma İlişkin Verilen Demeç ve Hükümetteki CHP’li Bakanlara Söyledikleri[183]

“Siyasî olaylar bereketli bir haldedir. Türk Haberler Ajansının isteği üzerine kısa bir açıklama yapacağım. CHP içinde geçirdiğimiz tartışma benim yönüm-den tamamıyla açıklığa kavuşmuştur. Karşımda bulunanlar bütün tertipleriyle cesurâne faaliyettedirler. Parti içinde bana karşı bir hareket yoktur, demokratik hayat yürümektedir iddiası iyi ayrılmalıdır. Bu iyi ayırmaya yardımcı olmak isterim.

Karşımda bulunanlar tamamıyla bana karşıdırlar. Bunu şimdilik örtmeye, söylememeye çalışıyorlar. Bu emek beyhudedir. Hareket, yani CHP içindeki benim karşımdaki grubun hareketi, her mânâsı ve her tertibi ile İnönü’nün yürüttüğü şahsî görüşü ve davranışının tamamıyla karşısındadır.

Parti içinde benim aleyhimde olan kapalı gösterilmeye çalışılan çekişme, nihayet bir partinin içindeki demokratik bir harekettir. Benim bundan şikâyetim, fikrimi müdafaa ederken tam bir savunma ve çok yönlü çe ... ludur*. Parti içi ve parti dışı politikacıların benim fikirlerimi ve davranışımı beğenmemeleri ve takdir etmemeleri demokratik hayatın tabiî bir cilvesidir. Gene demokratik usuldendir. Özellikle benim başımdan daima geçmiş olan bir talihtir. Benim bir savunma ve çok yönlü çekişme devrine girdiğim zaman asıl dar mânasıyla, geçirdiğim parti içi mücadelesi yalnız kalmaz. Ona, şimdiye kadar geçmiş ve önümüzdeki türlü hesaplara dalmış nice siyasî akımların ve türlü hiddetlerin bütün fırsatçıları seferber olmuşlardır. Bunlar benim karşımdaki dar mânada parti mücadelesine bütün hizmetleriyle karışmışlardır, karışacaklardır. Bu da bir tabiat hâdisesidir. Bunun parti içinde karşımda bulunanlarla bir ilgisi yoktur.

Aslında bu hali tabiî karşılayıp vazifemi nihayetine kadar yürütmek, tamam ifa etmek çabasındayım.

Çekilmemden bahsolunuyor. İstifa mânasında ve bezerek, tükenmek mânasında almak istiyorlarsa böyle bir ihtimâl yoktur. Ama Kurultayın, partinin kanunî yetkileri benim vazifeme son verdikleri veya benim vazifeme son verme durumu yarattıkları zaman onu bir tabiat hâdisesi gibi soğukkanlılıkla karşılamaya hazırım. Zannediyorum ki bütün dedikoduları ve merakları bununla çözmüş oluyorum.”

Öte yandan İnönü’nün Meclis konuşmasının geniş yankılara ve yorumlara yol açması üzerine, CHP’li dört bakan önceki gün öğle üzeri İnönü’nün evine giderek, “En küçük bir endişeniz varsa, bize düşen bir görev var” demişler ve istifa edebileceklerini bildirmişlerdir.

İnönü, bunun üzerine gülmüş “Katiyen, konuşmamda böyle bir şey yok, konuşmamı Nihat Bey de iyi anlamadı galiba” şeklinde konuşmuştur. (...)

İnönü Sıkıyönetimin her seferinde ikişer ay uzatılmasını da uygun bulmamış, konuştuklarına “Neden bir ay değil?” diye sormuştur. İnönü, ayrıca sivil idarenin çıkacak olayların üstesinden gelebileceğini öne sürmüştür.

 

 

 

 

Milliyet Gazetesi’nden Abdi İpekçi ile Parti İçi Sorunlar Üzerine Yapılan Söyleşi[184]

İpekçi–Efendim son Ankara Kongresi’nde siz vaziyetinizi açıkça belli ettiniz. Kongre delegeleri size büyük saygı ve sevgi gösterilerinde bulundular. Fakat sonuçta yine sizin istemediğiniz istikamette oylarını kullandılar. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

İnönü–Her ihtimal var. Belli kanaatleri böyledir. Usulünde cereyan etmiyor kongreler. Böyle çekişmeli ve tertipli oldu mu ve tabiî bir halden çıktı mı tertipler yapıyorlar, hizipler çalışıyorlar. Kongre esnasında baskılar oluyor. Seyircilerden, dolaşanlardan, gençlerden, kadınlardan –son zamanlarda moda olmağa başladı– türlü baskılar altında kongre yapılıyor. Bunların hepsinden de şikâyetçiyim. Hepsinin düzelmesi için çalışacağım, uğraşacağım. Ne kadar muvaffak olacağımızı bilmiyorum. Her yerde hastalık var, ama kendi hastalığımızla uğraşıyoruz.

İpekçi–Yani sizin gösterdiğiniz istikamette oy kullanmamalarını, baskılara ve tertiplere bağlıyorsunuz öyle mi?

İnönü–Belki tabiî sebebi de var. Tabiî olarak böyle hazırlanmışlardır, böyle inanıyorlar. Fakat çok tertip ve baskılar olduğu için bundan şüphe ediyorum.

İpekçi–Ne gibi tertipler var?

İnönü–Baskı yapıyorlar, hizipler var. Gençlerle baskı yapıyorlar. Bu, kaldı-rılan Gençlik Teşkilâtı var. Hizipler çalışmaya başladı mı, bunların içinde çok kişi militan bulunuyor. Bunları partiye alıyorlar istedikleri gibi ve maksatları için kullanıyorlar.

İpekçi–Efendim, her siyasî kongrede hizipler kendi taraftarının kazanması için türlü çarelere başvururlar. Bu kongrelerde, o alışılmış çarelerin üstüne ve dışına çıkan, kanunsuz hal alan davranışlar var mı sizce?

İnönü–Her siyasî kongrede var.. E, o her siyasî kongrede hiziplerin baskı haline gelen tesirleri olmasın. Böyle olunca hududu bulunmuyor. Hiziplerin elinde oyuncak oluyor. Fikir, maksat ve parti..

İpekçi–Yani bu baskı ve tertip konusundaki kanaatiniz kesin midir?

İnönü–Kesindir. Çok işitiyorum, görüyorum..

İpekçi–Ne görüyorsunuz Paşam meselâ?

İnönü–Nümayişler yapıyorlar, bir fikir, bir insan hakkında uzun boylu gösteriler yapıyorlar.. 40 seneden beri görürüm partilerin hayatında. [Şimdi bu] Çok azdı..

İpekçi–Peki Paşam bu durumda geleceği nasıl görüyorsunuz?

İnönü–Bunlar ıslâh olunacak. Bunların çaresini bulacağız.

İpekçi –Nasıl?

İnönü–Kanunî çaresini bulacağız. Kongrelerin tertip dışında, normal bir halde yapılması için lâzım olan tedbirler neyse, aklı başında olanlar elbette çaresini bulacağız.

İpekçi–Bugüne kadar yapılan kongrelerde bir kanunsuzluk olduğu hususu tespit edildi mi?

İnönü–Tertipler görüyorum. Sonra esasen Bülent Ecevit Beyin bir vazife-den istifa ettiği halde, o vazife üzerindeymiş gibi fikirlerini yürütebilmesini doğru bulmuyorum. Fikir yürütmek halinden çıkıyor, ufak kliklerin hizip halin-de çalışmalarıyla gayri tabiî hale geliyor.

İpekçi–Efendim ben bu meseleyi Ecevit’e sordum, “Genel Başkan istifa ettiğiniz halde bu şekilde davranmanızı ve istifanın gerektirdiği şekilde bir kenara çekilmemenizi son Ankara Kongresi’ndeki nutkunda eleştirdi, ne diyorsunuz?” dedim. Dedi ki, “Benim davranışım, parti içi demokrasisine aykırı değildir” dedi. “Ben fikrimi açıklıyorum. Bu, Genel Başkanımızın bu memle-kete ve partimize getirmek istediği demokrasiye uygun bir davranıştır” dedi..

İnönü–İşte burada ayrılıyoruz.. Uygun değil.. Neden uygun? Parti merke-zinde çalışabilmek için Parti Meclisi üyelerinin kendisine taraftar olması lâzımdır. Masum bir aruz olarak görülüyor. Bu ifrata vardırıldı mı, parti kontrol edilen değil, ahbapça bir arkadaş grubunun çokluğu altında otomatik işleyen bir müessese haline geliyor. Ne oluyor? Merkez Yönetim Kurulunu kontrol etmek diye bir şey kalmıyor. Çokluk sahibi olan arkadaşları çoklukta bulunan insan istemediğini çıkarıyor, istediği fikri teşkilâta tabiî işmiş gibi yürütebiliyor, yayabiliyor. E, normal halden çıkıyor.

İpekçi–Efendim bu hususu da konuştum Ecevit’le. Ve bu ihtilâfın tam bir tahlilini yapmasını istedim. Dedi ki, “Sayın Genel Başkanımız 12 Mart’tan sonra kurulan Erim hükûmetinin kuruluşunu ve iş başında kalışını uygun buldu. Ben uygun bulmadım ve Genel Sekreterlikten ayrıldım. Görüş ayrılığı sadece bu noktadaydı. Fakat Genel Başkanımız bunu uygun bulduğu için ben kendisine bir saygısızlık göstermedim ve bu hareketi de baltalayıcı bir davranışta bulunmadım. Güvenoyu verilmesini engelleyecek bir davranışta bulunmadım. İkinci Erim Hükûmetinde de aynı şekilde davrandık. Biz bu hükûmetin birincisini de, ikincisini de aslında benimsemiyoruz. Fakat Genel Başkanımız bu hükûmetlerin desteklenmesini uygun bulduğu için razı oluyoruz. İhtilâf aslında gösterildiği kadar büyük değildir” dedi. “Ve biz Erim hükûmetini düşürmek gibi bir şeyin de peşinde değiliz” dedi.

İnönü–Efendim, şimdi mesele istifa etmiş bir adamın kendi fikrine mutabık olarak parti teşkilâtını idare etmişsin, o vazifede değilsin, E. hakkı yok buna.. İstifa etmişsin, o vazifede değilsin o vazifedeymişin gibi kendi fikrini teşkilâtta yürütmeye çalışıyorsun ve muvaffak oluyorsun. E nasıl oluyor?

İpekçi–Fakat yürütmeye çalıştığı fikrin, sizin yapmak istediğiniz şeyi engellemek, bozmak şeklinde tecelli etmediğini söylüyor..

İnönü–Aynı fikir.. Benimle Meclisin karar verdiği işlerle ters düşmüş ve ayrı kalmış bir fikir, bir istikamet fiilen tatbik olunuyor. Nasıl olacak?

İpekçi–Fiili tatbikattan neyi kastediyorsunuz Paşam, yâni meselâ Mecliste Erim hükûmetine güvenoyu vermemek, Erim hükûmetinden Halk Partili..

İnönü–Hükûmet aleyhinde sistemli olarak CHP tamamen o fikirdeymiş gibi öyle bir propaganda yapılıyor.. Öyle bir propaganda yapan ekip mizac ve tesir devam ediyor. Onunla kalmıyor ki iş. Ortanın solu ayrı bir parti ilkesi gibi bilmediğim bir mahiyette kullanılıyor. Bilmediğim bir mahiyette kullanılmak isteniyor.

İpekçi–Ne gibi Paşam?

İnönü–Bilmiyorum, bilmiyorum.. İstenmeyen milletvekili, istenmeyen adam, ortanın göbekçisi diye gösteriliyor. Buna mukabil ötekiler Ortanın solunda olanlar komünist olmak istiyor deniyor. Her iki tarafın tahrikâtıyla uğraşıyorum. Şimdi Ecevit’e komünist şeysi yapmak isteyenleri kendisi tekzip ediyor. Ben de beraber tekzip ediyorum. Ama öteki ortanın göbekçisi diye yapılan propagandalara karşı koyamıyoruz çare bulamıyoruz.

Ne çeşit baskılar yapıyor aklın alacağı şeyler değil. DEV–GENÇ teşkilâtı lâğvolundu ne marifetler yapacakları belli değildi. Harıl harıl partiye kaydet-meye çalışıyorlar. Ve onları militan olarak İl Başkanları –bilhassa Ankara ilinde bunlardan şikâyet ettim– kullanıyorlar.

İpekçi–Paşam bunlar size söylenti olarak nakledilmiş midir, yoksa delilleriyle tespit..

İnönü–Görüyorum canım. Seçim olacak, delegeleri baskı altında tutuyorlar. Türlü marifetler yapıyorlar.. Silâhlı öğrencilerin hüküm sürdüğü zamanlarda okullarda gençlik teşkilâtlarında serbest seçim olmuyordu. Ve gençler zorla ters istikametlere sevk ediliyorlardı.

İpekçi–Bu DEV–GENÇ’lilerin Halk Partisi’ne kaydolundukları çok ciddî bir iddia Paşam. Bu hususta delil gösterebilir misiniz?

İnönü–İstifa etmiş bir Genel Müdür, bir vazifeli adam, istifa etmemiş gibi o meseleyi idare ederse öyle yerde cemiyet işi yürür mü? İstifa etmiş, hayır kabul etmiyorlar, kendisi kabul etmiyor, arkadaşları kabul etmiyor. Nasıl olacak? Merkez Yönetim Kurulu kabul etmiyor. Onun elinde, vazifesine devam onun elinde. Ondan sonra düşürmesi onun elinde. Ve istediği adamın Merkez Yönetim Kurulu’na seçilmesi dudağının ucunda. Nasıl parti bu?

İpekçi–Bu anti-demokratik bir şekilde mi oluyor acaba Paşam?

İnönü–Demokratik şekilde oluyorsa o demokrasi tamamıyla çığırından çıkmış, bir hile tertibi olmuştur. O demokrasinin öyle olduğuna henüz inanma-dığım için tertip diyorum. Anti-demokratik tabiî..

İpekçi–Peki bu durum da nasıl bir çözüm yolu düşünüyorsunuz?

İnönü–Bakalım Kurultay’da nasıl olacağız, kanunda nasıl bulacağım? Her-halde bulacağım..

İpekçi–Partinin geleceğini nasıl görüyorsunuz bu şartlarda?

İnönü–Bu intizamsızlıklardan ve bu usulsüzlük, kanunsuzluklardan kurtul-madan memlekete itimat verecek bir teşkilât haline gelemeyiz.

İpekçi–Yalnız Paşam çok özür dilerim, bu kanunsuzluk, tertip, baskı, bunlar somut örnekleriyle ve delilleriyle ortaya konmadıkça inanılacak iddialar mahiyetini kazanmayacak..

İnönü–Şimdi sayın Ecevit istifa etti. Bütün Parti Meclisi yanında bulunan Merkez Yönetim Kurulu toptan istifa etti.

Hepsi mi aynı fikirdeydi. Nitekim sonra ikinci defa Parti Genel Sekreteri istifa etti hepsi birden tekrar istifa etti. Nasıl olacak? 42 kişi. Merkez Yönetim Kurulu 14 kişi..İki defa hepsi sıra ile Merkez Yönetim Kurulu teşkil etse, ben dahil üç takım oluruz. Demek istifa eden adam değişiyor. Aynı şey; onunla beraber istifa etmiş olan insanlar tekrar yeni idareye geliyor. Onu yürütüyorlar. Gayri tabiî bir şey. Bir vazifeden istifa etmiş bir adamın o vazifeyi yürütmek için tesir ve tertip sahibi olması, aklımın alacağı bir usul ve kanun değildir.

İpekçi–Ecevit’le konuşmamda, bu hususun üzerinde durdum. Bana dedi ki, “İstifa edip evimde bir köşeye çekilip susmam, ancak demokratik düzende olmayan ülkelerde düşünülen bir şeydir. Orada bazı yetkililer, görevlerinden istifa ettiği yahut ettirildiği takdirde, seslerini keserler bir köşeye çekilirler”

İnönü–Bu söylediklerine memnun oluyorum ben. Demek ki benim karşıdan gördüğüm gibi istifa etmekle parti yönetiminden çekildiğini kabul etmiyor..

İpekçi–Yönetimde değil de, meseleler hakkında görüşlerini açıklamak..

İnönü–Fikirlerini söylemek mânâsı altında fiilen yaptığı yönetimdir, buna devam ediyor, bilerek devam ediyor. Ben de öyle görüyorum. Ve bundan şikâyet ediyorum.

İpekçi–Sizin teşhisinize göre ihtilâf, Birinci Erim Hükûmetine ve sonra İkinci Erim Hükûmetine karşı sizin aldığınız vaziyeti Ecevit’in benimse-memesi.. Siz bu vaziyet alışınızda, rejimi kurtarmayı düşündünüz.. O farklı gördü, rejimin başka türlü korunabileceğini düşündü belki.. Şimdi o diyor ki: “Aynı görüşü paylaşamadık Genel Başkanla, fakat ben ve arkadaşlarım onun gösterdiği yola saygı ile razı olduk. Ayrıca İkinci Erim Hükûmetinin kuruluşundan sonra şartlar daha da değişti” diyor. Yâni, “Biz bu hükûmetin düşürülmesi veyahut bu hükûmetten Halk Partili Bakanların çekilmesi gibi bir görüşü empoze etmek niyetinde değiliz. Genel Başkanımızın bu konudaki görüşünü benimsememekle beraber ona razıyız ve bunu sabote etmek gibi bir niyetimiz de yoktur” diyor. Şu halde ihtilâf, başında ortaya çıktığı şekilden, görünüşten daha değişik bir hal almış gibi geliyor bana.. Size öyle gelmiyor mu Paşam?

İnönü–İstifa etmiştir. Partiyi eski Genel Sekreterlik vazifesi devam etmiş gibi yönetmek fikrinde haklı olduğunu görüyor. Bu, hakkı değildir.

İpekçi–Hayır ben onun üzerinde durmuyorum da bir an için geleceğe bakıyorum. Diyelim ki; Kurultay, Ecevit ve arkadaşlarını büyük çoğunlukla seçti. O zaman tekrar beraber çalışmanız durumu söz konusu olabilir.

İnönü–Kiminle beraber çalışacak?

İpekçi–Sizinle..

İnönü–Ben fikrime mugayir olan bir parti yönetimine Kurultay karar verirse onu tatbike mi memur olacağım? Anlamadığım, aklımın ermediği bir fikri benim tatbike mecbur olacağımı zannetmek nereden çıkıyor?

İpekçi–O zaman ne yapacaksınız Paşam?

İnönü–Ne yapacağım, çekileceğim. Tabiî bir şey..

İpekçi–Ben diyorum ki, aslında ihtilâf zannedildiği kadar büyük değilse belki beraber çalışmak gibi..

İnönü–Şimdi mesele, mevcut olan fikir ehemmiyetlidir. İhtilâf halinde filan değil. O halden çıktı. Karşımdaki hizip diyor ki: “Parti bizim elimizdedir. Biz partiyi kazanmışızdır ve kazanacağız ve idareyi elimize alacağız.” Ee, ne yapacaksınız? “Onu biz biliriz” diyor. “Ortanın solunu tatbik edeceğiz.” Canım, ortanın solunun nesini tatbik edeceksiniz? 40 seneden beri tatbik ediyoruz biz bunu. Biz ilk defa devletçiyiz veya inkılâpçıyız dediğimiz zaman herkes ürktü. Hiçbir işte emniyet yok dediler. Her şeyi devletleştireceksiniz, kamulaştıracak-sınız. Fiili olarak devletçiliğimiz nedir, inkılâpçılığımız nedir, ne olduğunu 40 seneden beri gösterdik. Devletçi olarak dokuma fabrikası açtık. Onun yanında serbest dokuma fabrikaları kuruldu ve daha çok kazandı. Haa zaman ile CHP’nin prensipleri, işleri ne kadar mânâdadır anlaşıldı. Şimdi bu partiyi ortanın soluna taraftar olmayanların eline bırakmayacaklarmış. Bir prensipleri de bu. Ortanın solunu, ortanın göbekçilerinin eline bırakmayacaklar. Kim göbekçidir? Genel Başkanları başlarının üzerindedir, henüz idare edebiliyorlar. Genel Başkanlarının vaktinin dolduğuna karar verirlerse, onu atacaklar, kim bilir ne kulp takacaklar. Her istidat var..

İpekçi–Siz onların ortanın solu görüşlerinden de şüphe ediyor musunuz?

İnönü–Elbet. Ne istediklerini bilmiyorum. Kendilerine şey diyorlarmış. İşte bunlar hep ortanın solu olarak yapılıyor.

İpekçi–Hayır meselâ beraber çalıştınız uzun süre, Ecevit’in görüşleri sizin görüşlerinize..

İnönü–Şimdi bu yapılan şeylerin hepsini Ortanın Solu taraftarları yapıyor. Ne tatbik edecekler tamamıyla hâkim olurlarsa?

Askerî müdahaleden sonra demokratik rejimi kurtarmak için, memlekette meclissiz, karışık bir idare olmasının önüne geçmek için elbirliği ile çare aradık, bir çare bulduk. O zaman “Hayır vermeyelim, yapmayalım” dediler.. Yâni bu hükûmet teşekkül etmesin mi istiyorsunuz? Ne olacak? Memleket hükûmetsiz olunca ne olacak? Bunu soruyordum, cevap vermiyorlardı. “Ne olursa olsun” gibi bir hava vardı. Bu, “Ne olursa olsun” havası galebe edecek demektir. Memleketin hayatı, idaresi, “Ne olursa olsun” zihniyeti taşıyanların eline geçerse, başımıza neler geleceğini ne bileyim ben. Herhalde başımıza neler geleceğine mâni olmak için sonuna kadar çalışacağım.

İpekçi–Sonuç Kurultayda mı belli olacak?

İnönü–Kurultayda.. Şimdi sabrettim ettim, nihayet açıktan söyledim. İhtilâflar ciddîdir, aramızdadır. Hem bu dediklerinizi yapacaksınız, hem Genel Başkan başınızda olacak. Birbiriyle uyuşur kararlar, tatbikat değildir. Bunları söylemeye mecbur oluyorum. Söylesinler, Genel Başkanla mutabık değiliz. Tamamıyla ayrı düşünüyoruz. Parti idaresini ayrı düşünüyoruz. İşte Ortanın solunu ayrı düşünüyoruz. O zaman daha demokratik olur, daha dürüst olur, daha rahat ederim.

İpekçi–Ama onlar böyle olmadığını, size yapılan birtakım telkinler sonucu, sizin ihtilâfı yanlış gördüğünüzü iddia ediyorlar. Yâni size karşı saygılarında bir samimiyetsizlik olduğunu..

İnönü–Saygımızda bir şey yok canım, fikrimizde var.

İpekçi–Fikir bakımından da. İddiaları..

İnönü–Fikir sözde değil, fikir tatbikatta..

Şimdi CHP’yi ele geçirmek dâvâsı ile karşı karşıya bulunuyoruz ve arkadaşlar bu hususta herkes gibi yapmaktadırlar. Merkez Yönetim Kurulları ve Ecevit, eski Genel Sekreter elele çalışmaktadırlar. Nereye götüreceklerini bilmiyorum. Her yerde itimat etmediğim İl İdare Kurulu geliyor. Devam etti bu İstanbul’da, İzmir’de, Ankara’da Genel Sekreterin istifasıyla birdenbire zaten taraftarlık havası uyandı. Ehemmiyetli bir şey değildir, vehmine kapıldım. Zaman ispat etti ki, ehemmiyetli şeydir ve esaslı şeylerdir. Olsun esaslı şeyler olsun. Ne olacak neticesi?

İpekçi –Ne olacak?

İnönü–Ne olacak, hallolacaktır. Kurultay’da hallolacaktır. Parti bir hal şekli bulacaktır Kurultay’da..

İpekçi–Paşam son olarak şunu söyleyeyim; Ecevit diyor ki, “Sayın Genel Başkanımız bizi kanunsuz hareketlerle suçluyor, aslında bizim böyle bir hareketimiz yok” diyor. “Fakat şöyle bir durum vardır” diyor. “Halk Partisi’nde pozitif kanunların, hukuk kurallarının dışarısında Genel Başkanımızın görüşleri vardır. Bu görüşler de, bir çeşit kanun gibidir” diyor. Yâni “Genel Başkanın kendine mahsus kanunları vardır” diyor “Ve biz pozitif kanunların dışındaki bu kanunu da, bir kanun gibi kabul ederiz” diyor. “Nitekim Birinci Erim Hükûmetinin kuruluşunda yetkili organlardan geçirilmeden iş yürütülmüştür. Çünkü Genel Başkanımız böyle istemiştir. Bu kurallara, kanunlara aykırı olduğu halde Genel Başkanımız böyle istediği için biz saygı gösterdik, karşı çıkmadık” diyor..

İnönü–Söylenen sözler bunlar.. “Genel Başkan başımızdadır, onunla ihtilâ-fımız yoktur” gibi.. Bar bar bağırıyorum: İhtilâf benimledir, ihtilâf benimledir. Beraber değilim. Onlar diyorlar ki “Hayır beraberiz, bakmayın siz onun sözüne..”

İpekçi–Hayır yani onun bu şekilde söylemek istediği şey şu: siz mevcut kanunların dışında kendi iradenizi bir kanun gibi kabul..

İnönü–Kanunsuz buluyorum. İstifa etmiş bir adamın parti teşkilâtını idare etmesi usulünü kanunsuz buluyorum.

İpekçi–Paşam benim biraz önce arz etmek istediğim husus başkaydı. Yani Ecevit diyor ki; siz, kendi isteğinizi kanunlar dışında da yürüterek kabul ettiriyorsunuz diyor sizin için.. Yani hukuki usuller dışında kendi iradenizi empoze ediyorsunuz sırasında.. Biz buna karşı, kanun dışına çıktı Genel Başkanımız demiyoruz diyor. Biz kanun dışına çıkmadığımız halde o bizi kanun dışına çıkmakla suçluyor..

İnönü–İşte yeni yeni kusurlarımı işitiyorum, öğreniyorum. Bunlardan alın-mam ben. Ters yaptığım işler olmuştur, olacaktır. Ve düzeltilecektir. Kontrol altındayım ben de..

Şimdi ne öğrenmek istiyorsun, onu anlamak istiyorum. Ama benim sorduğum sualleri de yazacaksın.

İpekçi–Tabiî, tabiî.. Benim öğrenmek istediğim ortaya çıkan şartlar karşısında Halk Partisi’nin bugünkü durumu nedir, bugünkü problemi nedir? Bu problemin nasıl çözüleceği?..

İnönü–Ne hakkında Halk Partisi uğraşıyor şey içinde. İkiye bölünmüş gibidir. Birbiriyle uğraşıyor. O işi bir noktaya bağlıyacak memlekete itimat verdiği nispette seçimde netice alacak.

İpekçi–Bunun nasıl olacağını henüz bilmiyorsunuz siz öyle mi?

İnönü–Kurultay derse ki ben haklıyım, ben fikrimi, kanun dışı, partinin fikri olarak kabul edilmiş olan usulü, Parti Meclisinin dikkatle tatbik edebilmesi için lâzım olan seçimi yapacak, o kontrolü tesis edecek ve istifa etmiş olan Genel Sekreterin fikrini yürütmesi imkânı bulunmayacak..

İpekçi–Aksi takdirde?

İnönü–Aksi takdirde usulsüz bir halde parti fikri devam edecek ve sonunu bulacak.

İpekçi–Usulsüzlükten kastınız nedir Paşam?

İnönü–Usulsüzlük işte öyle. Bir klik, bir hizip memleketin, partinin her meselesinde doğru düşündüğünü empoze edecek ve tatbik ettirmeye çalışacak..

İpekçi–Kurultay onları haklı bulursa?

İnönü–Kurultay da bu fikre uyarsa, o çeşit bir partiyi temsil etmiş olacağız. Umumî seçimde bu sefer vatandaş karar verecek hakkımızda.

İpekçi–Paşam son bir soru sorayım. Uzun siyasî hayatınızda parti içinde bir çok hâdiselerle karşılaştınız. Daha önceki Genel Sekreterinizle de aranızda anlaşmazlıklar oldu. Öteki parti ileri gelenleriyle de anlaşmazlıklar oldu. Bugünkü olayı onlarla karşılaştırdığınız zaman ne gibi sonuçlar..

İnönü–Böylesine rast gelmedim. Tam ihtilâf halinde bulunur benimle. Hayır onunla hiçbir ihtilâfımız yoktur diye ısrar eder. Böylesine rast gelmedim.

İpekçi–Yani samimî değil diyorsunuz kanaatinde?

İnönü–Samimî olarak söylüyor belki.. Tabiî bir hakkı farz ediyor. İstifa etmiştir, ama fikrim vardır, onu kabul ettireceğim. Ve kabul ettirmek için partiyi fiilen idare edeceğim ve o idare sayesinde partinin bütün teşkilâtında benim fikirlerim esas olacaktır, iddia bu. Parti Meclisini idare edince o zaman kendi fikrini fiili olarak partiye mal etmiş gibi yürütmeye imkân oluyor. Usulsüzlük burada.

İpekçi–Sonuç olarak nasıl görüyorsunuz?

İnönü–Kurultayda bir neticeye varacağız. Haksızdır diyecekler, onlar.. Ortanın solunu anlatacaklar.. Ortanın solu işte göbekçilerin eline geçti diyecekler, geçiyor diyecekler. Genel Başkanı kandırıyorlar diyecekler..Şimdiki usul devam edince, onunla ihtilâfımız yoktur. Yanlış bilgi veriyorlar. Söylü-yorlar işte, yanlış bilgi veriyorlar.. İşitmiyor, yanlış yazıyorlar. Yaşı ilerledi bunadı. Ömrü belli değil, iki gün sonra, bir gün bakacaklar hakikaten ölmüş, ne Genel Başkan kalmış, ne ihtilâfı kalmış. Ama sonuna kadar ben vazifemi ifa etmiş olacağım.

 

 

 

 

“Takatimiz Dışında Bir Kuvvete Sahip Değiliz” (Makale)*[185]

Kurban Bayramını ailelerimizle, neşe ile ve huzur içinde geçirmemiz için hakkımız vardır. Bundan tamamıyla istifade etmemizi dilerim.

Bayram, geçimin ve memleket meselelerinin dar geçitlerden geçtiği zamana rastlıyor. Bu durumun ihtimalleriyle, ölçü dışında tedirgin olmak doğru değildir.

Tabiî ölçüsü içinde, müesseselerimiz, hepimiz, birbirimize anlayışla yardım-cı olarak güçlükleri atlayacağız.

Biz, bir umman ortasında bulunan bir memleketin evlâtlarıyız. Onun olay-larını yaşıyoruz. Ecdadımızdan böyle geldik ve böyle devam edeceğiz.

Memleketimizin talihi, değerli evlâtları daima bulunacaktır.

Hiçbirimiz kendi takatimiz dışında bir kudrete sahip değiliz. Böyle bir duruma da milletimizin ihtiyacı olmayacak kadar, bünyesi sağlamdır.

Güçlükler ne olursa olsun, iyimser zihniyetimi muhafaza ediyorum. İsterim ki, zaman zaman birbirimizi uyarabilelim ve Bayram gibi güzel vesilelerden yararlanalım.

Vatandaşlarımı sevgiyle kutluyorum. Onlara mutluluk diliyorum ve saygılar sunuyorum.

 

 

 

 

İstanbul Bayram Gazetesi’ne Verilen Demeç[186]

(...) Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı İsmet İnönü ise, Gazeteciler Cemiyeti’nin İstanbul’da yayınlanan Bayram Gazetesi’ne verdiği beyanatta “Memleket işleri, öteki deyimle siyasî ortam alabildiğine merak uyandıracak bir haldedir. Meclis çalışması, yeni kanunlar, özellikle CHP içindeki çekişmeler ve benim Meclisteki tekliflerim ve demeçlerim bayramı epeyce dolduracak kadar geniştir ve boldur. Bayramda bu siyasî olaylarla zihninizi çok yormayınız” demiştir.

 

 

 

 

AP Genel Başkanı Süleyman Demirel ile Görüşmeden Sonra Yapılan Açıklama[187]

(...) CHP Genel Başkanı İsmet İnönü de Demirel’i görüşmenin yapılacağı odanın kapısında karşılamıştır. Karşılayarak “Hoş geldiniz” demiştir.

(…)

CHP Genel Bakanı İnönü de şunları söylemiştir:

“Konuştuk. Dış ve iç politikada her meseleyi konuştuk. Medenî bir memlekette iki ayrı parti olarak hangi noktalarda mutabık olmak lâzımsa, o noktaların hepsinde mutabıkız. Esaslı olarak hiçbir ihtilâfımız yoktur. Ondan sonra, programımıza, halimize göre kendimizi, demokratik rejim içinde idare ederiz. Mevzubahis olan, bugünkü vaziyette mevzubahis olan meselelerde görüş ayrılığımız yoktur.

Memlekette istikrar istiyoruz. Ordu idaresi muvaffak olarak geri dönmüştür. Bu şartların hasıl olmasını istiyoruz. Bunda bir ihtilâfımız yok. Ondan sonra istikrar olsun, reformlar olsun istiyoruz. Bunların hepsinde mutabıkız. Memnun ayrıldık. Dostça ayrıldık. Çok teşekkür ettik birbirimize..”

CHP lideri İnönü, orduyla ilgili sözlerini, bir soru üzerine şöyle açıklamıştır:

“Ordu bir ihtiyaç ile, kesin bir ihtiyaç ile bir müdahaleyi yapmıştır. Vazife-sini ifa etmiş olarak geri dönmesini istiyoruz.

Yani memnun olarak, vazifesini ifa etmiş olduğuna emin olarak dönsün.”

 

 

 

 

CHP Ortak Grup Toplantısında Parti İçi Sorunlar Üzerine Yapılan Konuşma[188]

CHP’nin Senatör ve Milletvekili Arkadaşlarım,

Bu toplantıda CHP’nin memleket önündeki görünüşünü ve kendi içindeki çekişmeleri, karar verirseniz, inceleyeceksiniz. Ben daha önce CHP’nin duru-munu, kendi gördüğüm gibi size anlatmak isterim.

Biliyorsunuz ki son günlerde yakın ve uzak dostlar tarafından üzerine dikkat çekilmek istenilen başlıca olay, çeşitli bölgelerdeki CHP kongrelerinde kendi-lerine “Ecevitçi” diyen veya denilen partililerin kazandıkları muvaffakiyetlerdir. Bu dikkat çekme gayreti, tabiatıyla, CHP içindeki ihtilâf ve onun muhtemel sonuçları hakkında türlü tefsirler uyandırmaktadır. Zaten gayretin maksadı da budur.

CHP kongrelerindeki sonuçlar

Kongrelerdeki sonuçlar, kazançlar ve kayıplar benim gözümde, bugün parti içinde mevcut ihtilâfla ilgisi bulunmayan bir husustur. Bunlar, canlı bir parti çalışmasının tabiî icabıdır. Canlı partilerde bölgenin partilileri, mahalli partililer, parti içi hizmetlerde yer ve söz sahibi olmak için yarışırlar. Gerek Parlâmentoda, gerek diğer kamu görevlerinde idareci mevkilerini, partilerinin içinden yükselerek kazanmaya çalışırlar. Kongrelerde kendilerine yol açanlar, şüphesiz, gelecekteki seçimlerde bu işler için daha şanslı ve daha güçlü olurlar. Bu Kongrelerin sonunda, aynı zamanda mahalli meclislere ve Parlâmentoya katılmak isteyen partilileri seçecek delegasyonlar da teşkil edilmiş olmaktadır.

Büyük ve vazgeçilmez ödev

Kongre faaliyetlerini ben böyle, tabiî yarışmalar şeklinde alıyorum. Partiler bu yarışmalarda vatandaşları ilgilendirmek, onları şevklendirmek için kurulmuş-lardır. Partinin merkezdeki yüksek idare mevkiinde bulunanlar parti içi yarışma-ları doğru, verimli ve gelecek hizmetleri partililerin en ehliyetli ve en hevesli-lerine kazandıran bir usul olarak görmelidirler. Fakat büyük ve vazgeçilmez bir ödevleri daha vardır; bu yarışmaları tam bir tarafsızlıkla ve herkese şansını açık tutmaya çalışan bir zihniyetle izlemeye mecburdurlar.

Kongrelerde kazanan ve kaybeden partililerin hepsi arkadaşımdır

Ben bu görevde, Genel Başkan sıfatıyla başlıca sorumluyum ve partili arkadaşlarım arasındaki yarışmada Partinin yüksek idaresinin tarafsız olmasına büyük önem veririm. Bunun neticesi şudur ki kongrelerde kazanan ve kaybeden partililerin hepsi arkadaşımdır. Hangi mizaçta olurlarsa olsunlar, kanun içinde işlemiş kongrelerde ve seçimlerde kim kazanmışsa o, benim gözümde, ayrıca ehliyetini de ispatlamış bir kimsedir. Bu anlayışımın gereği olarak kongrelerde kazananların veya kaybedenlerin hiç birini benim karşımda, birbirinden farklı olarak kendime yakın veya kendimden uzak saymam. Demek istiyorum ki kongre neticelerini ‘Ecevitçiler veya başkacıların’ bir zaferi veya hezimeti diye görmek doğru değildir. Bu, benim mizacımda hiç doğru değildir.

Oyun ve tertip nedir?

Kaldı ki, şimdi anlatacağım gibi, bunu böyle göstermeye kalkışmak da, karşısında bütün partililerin dikkatli bulunması gereken bir oyundur, bir tertiptir.

Biz kongrelerde ve parti içi hayatta yüksek idareyle politika görüşü, anlayışı çelişmesi halinde bulunan bir hiziple mücadele devrini birkaç yıl önce geçirdik. O zaman mücadelenin sebebini ortanın solu politikası teşkil ediyordu.

Ortanın Solu politikasının özünden ayrılıp özel bir politikaya alet edilmesi fikrine daima karşı olduğum ve olacağım için mücadele Partiden ayrılığa kadar devam etti ve bitti.

Şimdiki kongrelerde, bu sefer sun’i şekilde ve başka maksatla, sanki gene böyle bir hizip mücadelesi varmış havası yaratılmaktadır, Sanki yarışma, tabiî hizmet yarışması değildir de Ortanın Solu Politikası taraftarları ile ona taraftar olmayanlar arasında bir ölüm kalım savaşıdır.

Ortanın Solu, CHP’nin ilkeleri ve siyasî hayatında temel mizacını teşkil eden sosyal ödevlerinin belirtilmesi için benim kullandığım bir deyimle meydana çıkmıştır. Bu politikanın, CHP’nin temel ilkeleriyle çelişen ve izah olunamayan bir tarafı yoktur.

Ancak bu Ortanın Solu, söylendiği andan itibaren memlekette tartışma konusu oldu. O devrede parti içinde çalışırken ve ihtiyacı memlekete anlatırken bugün parti içinde bulunanların hiçbirinden, hiç bir ciddî manî görmedim. Eski Genel Sekreter Bülent Ecevit ile de belirgin bir dinamizm içinde beraber çalıştım. Bütün arkadaşlarımız bizim samimî yardımcılarımız oldular. Güçlüğü yendik.

Bir ters düşen olmuştur, ama, onun sebebinin ortanın solu anlayışı ile ilgisi yoktur

Bizim bu devremizde eski Genel Sekreteri yakın bir ilgiyle desteklediğim doğru olduğu gibi, şimdi onun karşısındalarmış gibi gösterilmek istenen parti içindeki belirli şahsiyetler için de aynı güveni beslediğim şüphe götürmez. Ne birileri, ne ötekileri Ortanın Solu anlayışında benimle, ihtilâfa düşmüşlerdir. Yahut, geçerli deyimle ters düşmüşlerdir. Bir ters düşen olmuştur ama, onun sebebinin Ortanın Solu anlayışıyla zerrece ilgisi yoktur ve bunu herkes de bilmektedir. Benim oyun dediğim, işte, gerçek bu iken bunu değiştirmeye çalışmaktır.

Yalnız parti dışında bir uçtaki dostlarımız Ortanın Solunu Moskova’nın yolu diye göstermeye çalışırlarken, öteki uçtaki dostlarımız da Ortanın Solcuları ve Ortanın Göbekçileri gibi bir ayrılığı, söyleye söyleye yerleştirmişlerdir. Şimdi onların bu sloganından, tabiî bir parti çalışması olan kongre yarışmalarının sonuçlarını izah için faydalanmaya kalkışmak benim aklımın erdiği usullerden değildir.

Bu, tarihî ve büyük partimizde de alışık olduğumuz bir usul değildir.

Bugünkü kongre sonuçlarıyla, geçirdiğim, Ortanın Solunu yerleştirme hikâyesini burada birleştiriyorum. Bugün kongrelerdeki birbirinden farklı parti içi neticeleri Ben ne kadar eşit itibarda arkadaşlarımın faaliyeti diye görüyorsam, partide çekişmeyi devam ettirmek isteyen hizipçiler bunları Ortanın Solcularının, muhayyel Ortanın Göbekçilerine karşı zaferi tarzında propaganda etmekte fayda ummaktadırlar.

Kâfir icat etme uygulaması

Sevgili arkadaşlarım, bu, gözü kapalı taassup isteyen mezhep mücadelelerinde pek kullanılan bir kurnazlıktır. Karşılıklı hizipler birbirlerini kâfir ilân etmek suretiyle kendi saflarını sıklaştırmak gayesi güderler. Halbuki çok zaman ortada, inanç farkı yoktur. Maksat bambaşkadır.

CHP içindeki ihtilâfı halka mı dayanma, yoksa hep küçük burjuvazi ile bürokrasiye, yani orta sınıf ile, sivil-asker aydına mı dayanma mücadelesi gibi göstermeye kalkışmak da bu tarz bir “kâfir icat etme” uygulamasından başka bir şey değildir.

Ters düşmenin tek sebebi?

Ne Ortanın Solu dolayısıyla, ne halka dayanma politikasında, bugün parti içinde bulunanlardan hiç kimse birbiriyle açıktan ters düşmemiştir. 12 Mart’tan sonra, Hükûmet teşkili çalışmaları sırasında, Ortanın Solu ile, parti içi meselelerle hiçbir ilgisi bulunmayan büyük Devlet ve millet bunalımına çare bulma konusunda Genel Sekreter, o sahada başlıca sorumlu TBMM. Grupları ile ve Genel Başkanla ters düştüğünü ilân etmiştir. Bunun ve yalnız bunun sonucu olarak da istifasını bana göndermiştir. O andan itibaren eski Genel Sekreter, inanılmaz bir ısrar ile, sanki herkesin gözü önünde cereyan etmiş bu görüş ayrılığından değil de, Ortanın Solu anlayışı farkından, veya partiyi halka dayayıp dayamama konusunda bir ihtilâf varmış da ondan ayrılmış gibi kongre sonuçlarını tefsir etmekte veya ettirmektedir.

Bir Ecevitçi’nin alâmeti farikası ne olmak gerekir ?

Ben, gerçeği esas aldığımdan, bir kongrede kazanan ister Ecevitçi, ister Başkacı etiketini taşır gösterilsin, hepsini arkadaşım, ülküdaşım olarak bunun için görüyorum. Meseleyi temele indirirseniz, bir Ecevitçi’nin bugünkü alameti farikası ne olmak gerekir? Madem ki Ortanın Solunda kimsenin kimseyle ters düştüğü yok, halka dayanma meselesi de yok. O halde sadece, Hükûmetin kurulup kurulmaması noktasında bir görüş ayrılığı var ve Ecevitçi, o şartlarda bir Hükûmet kurulmaması ihtimalîni göze almak isteyen adamdır. Acaba kaç partili vardır böyle düşünen ve bunlar mıdır kongreleri kazananlar?

Aklına uysaydık

Şimdi, Hükûmet teşkili zamanındaki anarşizm hâkimiyeti devrini göz önüne getiriniz. Memleket, ne olursa olsun, emniyete kavuşmak için tamamı ile bunalmış bir haldeydi. O zaman, süratle Hükûmet teşkilini imkânsız kılacak bir davranışa, Genel Sekreterin aklına uyarak girseydik, memlekette anarşi daha ne kadar tahribat yapabilirdi, tasavvur edebilir misiniz? Özellikle Parlâmento, Hükûmet teşkilinde bu yüzden acze düşseydi, güveni getirmeye kesinlikle kararlı ordu ne yapmaya mecbur kalırdı ? O vaziyette Orduyu zorlamak ve memleketin idaresine el koydurmak faydalı olur muydu? Ters düşmenin bu neticelerini partililerin ne o zaman ne bugün isteyebileceklerini asla kabul edemem.

Bundan sonra, yani 12 Mart Ordu müdahalesinden sonra görevimiz tekrar askerî idareye son verip demokratik rejime dönmektir.

“Yeni Halkçı” geçinenlerin hiçbirinin düşünmedikleri tarzda..

Biz şimdiden, hiç bir partinin ve içimizde Yeni Halkçı geçinenlerden hiçbirinin düşünmedikleri tarzda, bir an evvel demokratik rejime bütün icaplarıyla geçmek ortamını yaratmaya çalışıyoruz. Bütün son teşebbüslerimiz bu hedefe müteveccihtir.

Orduya güven vermek ve sivil idare ile demokratik rejimi yürütecek kudreti kazanmak, herkesten önce asıl bu hedef için çalışmaya başladık. Parti içindeki oyunlar CHP’nin geleceğe dönük hedeflerini güçlüğe ve itimatsızlığa götüren başıboş heveslerdir. 27 Mayıs’tan, hattâ 1961 seçimlerinden sonra Ordunun ve memleketin seçim neticesiyle demokrasiye gidilebileceğine hiçbir ümidi yoktu. Ona bu ümidi veren ve uzun tecrübelere tahammül kudreti aşılayan bizim politikamızdır. Bugün de bütün çabamız her şeyden önce sağlam demokratik sivil idareyi sağlamaktır.

Sayın Demirel’le yaptığım konuşmadan sonra verdiğim demeçte belirttiğim husus da budur. Ordu, aslî görevine döndüğünde, işini başarı ile tam görmüş olduğu inancının huzuru, güveni içinde bulunmalıdır. Gene bunun için sivil idarenin bir an evvel hazırlıklarını bitirip kendi başına kudretle idare edecek hale gelmesini istiyoruz.

Bir tek defa dahi böyle bir iddiada bulunmamıştır

Kongre sonuçlarını ben nasıl Ortanın Solu taraflarıyla aleyhtarları arasında ve benim tuttuğum tarafın yenilgisiyle sonuçlanan bir mücadele diye alabilirim ki. Sayın Ecevit o anlattığım meselede bana ters düşüp istifa etmesinden önce, bir defa ama bir tek defa böyle bir iddiada bulunmamıştır. Hattâ  aksine, ben Sayın Ecevit’i fazla tutmakla suçlanmışımdır.

Bu uzun hikâyenin sonucu şudur: Kongreler oyuncuların tesiri dışında bırakılabilse, ne netice verirlerse versinler makbul olurlardı ve hiç bir ihtilâf çıkmazdı. Kongrelerin tabiî olarak verdiği neticeyi Ortanın Solu taraftarlarının veya Yeni Usul Halkçılar’ın zaferi şeklinde değerlendirmeye çalışmak, günümüzde CHP’nin uğraşmaya mecbur kaldığı yanlış tefsirdir.

Hepsi uydurmadır

Bu çekişme bugünkü şekliyle devam edemez. Çok tahribat yapacaktır. Yürekten bağlı ve idealist partili, senelerden beri beraber mücadele ederek yerleştirdiğimiz ve Ortanın Solu adıyla belirttiğimiz halk yararına sosyal reformlar politikasında benimle ters olduğu inancına sürüklenmek isteniliyor. Yahut benim, kendilerini bırakıp, mahir bir propaganda ile Ortanın Soluna karşıymış gibi gösterilen kimseleri tuttuğum şüphesine düşürülüyor. Halbuki partide ne Ortanın Solu Politikası tehlikededir, ne kendileri benim tarafımdan bırakılmışlardır. Hepsi uydurmadır. Partinin tabiatındaki yarışmalarını yaparken kazanılan neticeleri usta bir hizbin kendi propaganda sloganlarının zaferi gibi göstermek marifeti vardır.

Hem taraf tutuyorlar. hem hâkim sıfatıyla hükme bağlıyorlar

Bu marifeti niçin becerebiliyorlar? Merkez Yönetim Kurulunu bu müca-deleyi kendileriyle beraber yürütmeye zorlayabildiklerinden dolayı.. Merkez Yönetim Kurulu Parti Meclisinden seçilmiş, yarısına yakın kısmı eski Genel Sekreterin arkadaşlarıdır. Bu Parti Meclisinden tarafsız bir kontrol yapacak bir Merkez Yönetim Kurulu seçmek mümkün olmamıştır, olamamaktadır. Kongre-lere Merkez Yönetim Kurulunun yan tutan, yani, tarafsız olmayan insanları mutlaka gidiyorlar ve oradaki propagandayı idare ediyorlar. Aynı zamanda, eğer imkân olursa bir tarafın adayı olarak seçime katılıp Kongre Başkanı oluyorlar. Sonra, çıkan şikâyetlerin hepsini Merkez Yönetim Kurulunda hâkim sıfatıyla hükme bağlıyorlar. Merkez Yönetim Kurulu bu istidatta olunca ve daima böyle bir istidat ile yenilenebilince hastalık devam ediyor.

Memleket için meçhul, parti için meçhul

Bugünkü Parti Meclisi başka türlü bir Merkez Yönetim Kurulu seçemez. Çünkü Kurultay, Genel Başkanla, Ortanın Solu anlayışında, halka dayanma politikasında, memleket idaresinde, dış politikada herhangi bir ihtilâfı olma-dığını söyleyen Genel Sekreter rahat çalışabilsin diye ve Benim bunu anlatmam sonucu böyle bir Parti Meclisini onun yanına vermiştir. Eski Genel Sekreter esas noktalarda artık başka görüşte olduğunu söyleyince Parti Meclisinde bulunan çokluk onun yeni ve bilinmeyen politikasının icra vasıtası haline gelmiştir. Memleket için meçhul, parti için meçhul. Memleket gerçeklerine vukufsuzluğunu, sağduyuyla ne kadar çabuk ters düşebileceğini 12 Mart’tan sonraki devrede ispatlamış ve usulleri bu olan bir hizip muvaffak olur da partiyi alırsa başa gelecek hallerden ciddî olarak endişe ederim. Genel Başkan olarak bu uyarmayı yapmak benim görevimdir. Kurultaya yeni vaziyeti böylece, olduğu gibi anlatabilirsem yeni Parti Meclisi partiyi bu çıkmazdan kurtaracak şekilde teşkil edilebilecektir. Çıkmazdan kurtulabilmek için başka bir hal çaresi göremiyorum. Kurultay, esaslı bir ihtilâfla karşımızda bulunan arkadaşların söylenen ve söylenmez amaçlarını fark ederse, ona göre karar alacaktır.

Bugünün ödevi

Olağanüstü veya tabiî Kurultay gelinceye kadar partililerin kendileriyle hiç bir ihtilâfım olmadığını bilerek, propagandacılara karşı mukavemette dirayet göstermeleri, bugünün ödevidir. TBMM. Gruplarının Senatör ve Milletvekilleri-nin de vaziyetin ağırlığını bilmekle beraber. telâşa düşmeksizin ve kırıcı çatışmalara heves etmeksizin bu mücadeleyi partililere anlatmalarını isterim.

Önümüzdeki günlerde bütün İl Başkanlarımızı da toplayıp onlarla da aynı açık kalplilikle ve her şeyin esasını anlatarak konuşacağım. Onlara karşı da uyarma görevimi yapacağım.

Hepinizi saygıyla selâmlarım arkadaşlarım.

 

 

 

 

 

CHP Ortak Grup Toplantısındaki Tartışmalar Sırasında Yapılan Ara Konuşmalar[189]

(...)

Önergenin oylanmasından sonra kısa bir konuşma yapan İnönü, “Bülent Ecevit’in konuşmasına hemen cevap verecek durumda olduğunu ancak, görüş-melerin cumartesi gününe bırakılmasının kararlaştırıldığı, bu nedenle o gün konuşacağını” söylemiş, “Yalnız bir şartım var: İlk sözü bana vereceksiniz” demiştir.

Ecevit’le ortanın solu konusunda ihtilâfımız yok

CHP Genel Başkanı İnönü, dün grupta yayınlanacak bildiri ile ilgili konuş-masında Bülent Ecevit’le aralarında ortanın solu politikasında bir fikir ayrılıkları bulunmadığını söylemiştir.

İnönü, hükûmet konusundaki görüş ayrılığının Birinci Erim Hükûmeti ile ilgili olduğunu, İkinci Erim Hükûmeti için Ecevit’in ortaya bir ihtilâf konusu getirmediğini de belirtmiş ve yayınlanacak bildiriyi şöylece sınırlamıştır:

1–CHP Grupları içinde hükûmetle ilgili bir mesele yoktur.

2–Ortanın Solu konusunda ne İnönü, ne Ecevit ve ne de CHP grupları ara-sında hiçbir fikir ayrılığı mevcut değildir.

İnönü’nün bu konuşması alkışlarla karşılanmıştır. Bu teklif üzerine bildiri-nin hazırlanmasına geçilmiştir.

[Tamamlayıcı haber]

(...) Ancak Genel Başkan İnönü, bu duruma karşı çıkmış ve yaptığı konuş-mada,

1–Gruptaki görüşmenin hükûmet hakkında açılmış bir genel görüşme izleni-mi vermemesi,

2–Ortanın Solu politikası üzerinde Genel Başkan ile Ecevit, diğer grup yöneticileri ve üyeleri arasında hiçbir görüş ayrılığı olmadığı,

3–Görüşmelere Cumartesi günü devam edileceği hususlarını kapsayacak biçimde ara bildirinin düzenlenmesini istemiş ve oybirliği ile bu istek kabul edilmiştir.

 

 

 

 

CHP PM Toplantısına Katılmasının Doğru Olmadığına İlişkin PM’ye Gönderilen Mektup[190]

Parti Meclisinin sayın üyeleri, partinin durumu hakkında ıstıraplarımı ve görüşlerimi kamuoyuna arz ettim. Teferruatı ile biliyorsunuz. Bugünkü Parti Meclisinde siz vaziyeti tetkik ederken toplantıda benim bulunmamı doğru görmüyorum. Mazeretimin kabul buyrulmasını rica ederim. Saygılar sunarım.

 

 

 

 

CHP Ortak Grup Toplantısında Bülent Ecevit’e Yanıt Konuşması[191]

Sayın Senatör ve Milletvekillerimiz,

Geçen toplantımızda, eski Genel Sekreterimiz Sayın Ecevit’in bana muka-belesine karşı vermek istediğim kısa cevap, toplantının ertelenmesi üzerine bugüne kaldı.

Ecevit’in konuşmasında aradığım husus

Sayın Ecevit’in konuşmasında dikkatle aradığım husus Parti içinde bugünkü çekişmenin mahiyeti ve sebepleri konusunda teşhisleri, buna getirilecek hal çaresi üzerinde fikirleri idi. Bunları, bulamadığımı esefle söylemeliyim. Eski Sayın Genel Sekreterimiz uzun sözlerinde benden esirgememek lûtfunda bulunduğu nezaket formüllerinin yanında, son ayrılığa kadar Ortanın Solu anlayışında ve diğer hiç bir meselede görüş ayrılığımız olmadığını belirtti. Sayın Ecevit şüphesiz bilmekte, görmekte ve okumaktadır ki yakın ideal arkadaşları bu noktaya daha da bir açıklık getirmektedirler. Bunlar yazılarında benim yerimin Sayın Ecevit’in yanı olduğunu bildirmektedirler. Beni oraya davet etmektedirler. Ben bana münasip gördükleri bu yerimi alınca her şey tatlıya bağlanacaktır.

Ancak, eski Sayın Genel Sekreterimizin konuşmasından sonra bugün de açık olan mesele şudur: Ortanın solunda ve hiç bir meselede ihtilâfımız yok. Güzel, Parti içinde ciddî bir ihtilâf var mıdır? Her yerde partililer, tabiî bulunan kongre konuşmalarında ve seçimlerde hizip halinde mücadele ediyorlar diye gösteriliyorlar mı, gösterilmiyorlar mı? Ve bunu kim böyle gösteriyor?

Partide bir ihtilâf vardır

Bu gerçeği görmemezlikten gelmek mümkün olmadığı zannındayım.

Partide bir ihtilâf vardır. Bu ihtilâf yer yer türlü açık ve kulaktan sebeplere dayandırılmaktadır. Ortanın Solu tehlikededir, bunu Ecevit yürütür ve savunur. Şimdiye kadar beraber Ortanın Solunu tâkip ederken İnönü, şimdi Ortanın Solunu tâkip edenlerin karşısındadır. İnönü, halka dayanmayan bir Hükûmetin ordu himayesinde devamı politikasını uygulamaktadır. Malî durum, vergiler, hayat pahalılığı İnönü’nün tuttuğu Hükûmetin eseridir ve yanlıştır. İnönü kim ne söylerse ona inanmaktadır ve artık hiç bir işe yaramaz haldedir.

Oyunun örtüsüz oynanması zamanı gelmiştir

Muhatabına, yerine ve ortamına göre çeşitli dozlarda bu fikirler yürütülmek-tedir ve sıra resmî konuşmalara gelince, İnönü’ye karşı saygıdan başka bir duy-gu beslenmediği perdesi bunlar üzerine maharetle örtülmektedir.

Bu perdenin kaldırılması ve oyunun örtüsüz oynanması zamanı gelmiştir.

Sayın Ecevit’in kendi deyimiyle, ters düşme zamanına kadar beraber çalış-mak için gösterdiğim insanüstü gayretin tafsilatına girecek değilim. Şikâyet ettiği mesajlarım geç başlamıştır ve ihtiyaç üzerine başlamıştır. İstifasından sonra durup dinlenmeksizin yukarıdaki fikirler parti teşkilâtında yayılmaya çalışılmıştır. Parti içinde sun’i bir ihtilâf bu usullerle vahim hal aldıktan ve bütün bu ihtilâf esnasında İnönü ile hiç bir ihtilâf yokmuş edebiyatı beslendikten sonra gerçek durum partililere evvelâ kapalı sonra açık bir surette bildirilmek mecburiyeti doğmuştur.

Partinin ana temellerinden kaydırılması

Tekrar ediyorum: Benimle bir görüş ayrılıkları yoksa, Parti içinde mevcut ihtilâfın sebebi nedir? Bu ihtilâfı besleyen. körükleyen kendisinin veya yakın arkadaşlarının kendisiyle temayül ilişkisi bulunan yazarların “tarih akımını” kimse durduramıyacaktır, teranesi arkasında destekledikleri davranış budur. Bu davranışın sebebini bilmiyorum. Hedefinin bu olduğunu görüyorum, bunun sebebini anlayamıyorum. “Tarih akımı” dedikleri CHP’nin kendine özgü ve bugüne kadar ona şerefle, kudretli tesirle görev yapması imkânını vermiş temellerinden kaydırtmak mıdır? Davranışlarındaki parti için meçhul, memleket için meçhul dediğim husus budur. Eski Sayın Genel Sekreterin konuşmasından sonra, bugün de vaziyet şüpheli olarak kalmıştır. Bir açıklık gelmediği için hal çaresi de bulunamıyor. Ama benim, büyük CHP’li kütlenin partimizin ana temellerinden kaydırılması çabalarını boşa çıkaracağımızdan, buna gücümüzün yeteceğinden hiç kimsenin şüphesi olmamak lâzımdır.

Merkez Yönetim Kurulu taraflı

Merkez Yönetim Kurulu tamamıyla taraflı olarak, işleri karıştırıcı bir yönde yürütüyor. Parti Meclisinin, başladığı toplantıda, ilk önce bu önemli meseleyi konuşacağını ümit ettim. Olmadı. Yeniden dikkatlerini çekmeğe çalışacağım. Parti Meclisinin partinin çalışması için nasıl bir çare bulacağını merakla bekli-yeceğim.

Ecevit’in ruhî bunalımı

Sevgili arkadaşlarım,

Sayın Ecevit ters düşmesinde ruhî bunalım geçirdiğini söylediğimden sız-lanmaktadır. 12 Mart’ı tâkip eden buhran günlerindeki tutumumda çelişkiler görmektedir. Büyük Devlet ve memleket meselelerinde ortaya çıkan her yeni şart, onun icabı olan sâlim bir tutumu gerektirir. Karanlık durumda söylenen-lerle bir aydınlık belirdiğinde söylenecekler birbirinden tabiatıyla farklı olur. Bu aydınlık müstakil Başbakanın başkanlığında, Parlâmentoya dayanan bir hükûmetin kurulabilmesi ihtimalîyle belirmiştir. Böylece rejimin, kesintisiz yürütülmesi öngörülmüştür. Bu fırsatı elimizin tersiyle, bir takım ufak hislere kapılarak itecek miydik?

İkna edeceğimden korkuyormuş

Eski Sayın Genel Sekreterin ters düşmesi vakasında, yani istifasında tâkip ettiği usul, ne vakit hatırlasam, her yönünden, bildiğim kuralların hiç birisine uymamaktadır. Böyle bir muameleye lâyık olmak için, bütün arkadaşlığımız esnasında hiç bir yanlış hareketim olmadığı kanaatinde musirrim. Bu sebeple çok ıstırap çektim ve asıl ıstırapı da Sayın Ecevit bu davranışını bana izah ederken hissettim.

Sayın Ecevit ertesi günü bana diyordu ki: İstifasını vermek için benimle görüşmekten sakınmış. Çünkü görüşürsek bana mukavemet edemeyeceğinden, çünkü kendisini ikna edeceğimden korkuyormuş. Görüşmeksizin emrivâki yapmayı tercih etmiş.

Duyduğum elem

İnsaf etmez misiniz? Devlet ve milletin kaderi için en mühim bir kararın verilmesi konuşulurken, peşin hükümle benimle mutabık olmayan arkadaşım benimle konuşmaktan ve benim mülâhazamı dinlemekten kaçmak için emrivâkiyi tercih etmiş. Bu arkadaşla, devlet ve milletin en önemli meselelerini icabında konuşup karara bağlamak için bir teşkilâtın başındayız. Vazife günü benimle konuşmadan, bana karşı ters düştüğünü gazetecileri toplayıp onlara söyleyecek kadar benden uzak ve ciddî kararları konuşarak alma usulüne yabancı olmasından duyduğum elemi bütün ömrümde muhafaza edeceğim.

Bu ayrılığı, şimdi söylediğim acı tarafıyla belirtip beslememek için ruhî bunalım geçirdiğini ifade etmem, aslında, böyle ters tutumu her insanın başına gelebilir bir kaza gibi görmeye meyletmemden ileri geliyordu. Bunu, tam tersi kırıcı bir muamele olarak almak haksızlık değil midir? Keşke, benim söylediğim gerçek olsaydı.

İhtilâf sun’idir

Bu müzakereden çıkan neticeyi tespit etmiş bulunuyoruz: Parti içindeki ihtilâf sunidir. Suni yollarla beslenip körüklenmek istenmektedir. Çaresini bulamıyoruz, çünkü Parti Meclisi ve Merkez Yönetim Kurulu, oralardaki bir çoğunluk vasıtasıyla bu işi yapanların emrinde çalıştırılmak isteniliyor. Bu derde çare bulunmadan parti işlerine doğru bir yön vermek, bugün kolay görülmüyor.

Ama parti, bunun çaresini bulacaktır.

Hepinizi saygıyla selâmlarım.

 

 

 

 

Parti Meclisi ile Uyuşmazlık Üzerine Söyledikleri[192]

(...) CHP Genel Başkanı İnönü (...) Merkez Yönetim Kurulundan şikâyet-lerini nakletmiş, “Parti Meclisini Kurultay seçmiş, doğrudur. Beni de aynı Kurultay seçti. Bana demeç vermek, parti politikasını tâyin etmek yetkisini de verdi. Elbette bunları beraberce yürüteceğiz. Ben, demiyorum ki, her şeye rağ-men benim dediğim olsun, böyle bir iddiam yok. Ama bu, demek değildir ki, bana rağmen onlar, başka bir davranış içine girsinler, olmaz böyle şey. Merkez Yönetim Kurulu ile ihtilâfım vardır. Bunu açıkça ilân ettim. İhtilâf halledil-memiştir. Şimdi tâkip ediyorum” demiştir.

 

 

 

 

Türkiye’nin NATO’ya Girişinin 20. Yıldönümü Dolayısıyla Verilen Demeç[193]

Türkiye’nin Kuzey Atlantik İttifakı Teşkilâtına, yaygın adıyla NATO’ya girişinin 20. yılı dolmuştur. Türkiye NATO’ya kesin bir ihtiyaç içinde girmiştir. NATO bu 20 yılda Avrupa’da ve dünyada barış ve güven unsuru olarak olumlu bir devre geçirmiştir. Bugün büyük gruplar arasında çatışma arzusu görülmüyor. Bu halin meydana gelmesinde ve devamında NATO’nun birinci derecede rolü vardır. Şimdi barış, tehlikenin ciddî sakıncalarından her tarafın hissedar olacağı fikrine, yani caydırıcılık esasına dayanıyor.

Buna rağmen bir dünya felâketi için çok dikkatli olunmazsa kaza nevinden de tehlikeler hâlâ mevcuttur.

Türkiye’nin durumu dürüst bir müttefik olduğu kadar, komşularıyla da dü-rüst bir dostluk sürdürmesidir. Türkiye bu anlayış ve bunun sağladığı güven içinde kendi kalkınmasını bir an önce gerçekleştirmeye çalışmaktadır.

 

 

 

 

CHP Ortak Grup Toplantısında Parti İçi Sorunlar Üzerine Yapılan Konuşma ve İsmet İnönü’nün Hazırladığı Ortak Grup Bildirisi[194]

CHP Genel Başkanı İsmet İnönü, Ortak Grupta açılan, “Grupları ilgilen-diren Parti içi sorunlar”a ilişkin genel görüşmenin tamamlanmasından sonra yaptığı kısa konuşmada, “Bir bakıma, aradaki ihtilâfın, deva bulmaz gibi bir manzarası vardır. Müspet bir neticeye varmak için uğraşıyoruz” demiştir.

Grup Sözcüsü Ordu Milletvekili Orhan Vural’ın açıkladığına göre, İnönü konuşmasında, şunları söylemiştir:

“Görüşlerin bu kadar süreceğini tahmin etmemiştim. Bütün konuşmalarımız bitti. Ümit ederim ki, hepimiz az çok rahatlamış bir haldeyiz.

Benim arz edeceğim şuydu: Bir tebliğ yapalım. Grupta konuşmaları bitirmiş olduk. Bu konuşmalardan sonra bir tebliğin yayımlanmasında zaruret vardır.

Bir bakıma aradaki ihtilâfın, deva bulmaz gibi bir manzarası vardır. Müspet bir neticeye varmak için uğraşıyoruz.

Yayımlayacağımız tebliğ ile, CHP TBMM Ortak Grubunun memleket naza-rında zinde, muktedir ve mütesanit bir halde olduğunu anlatmakta zaruret vardır.”

İsmet İnönü, bu sözlerinden sonra, hazırladığı bildiri metnini okumuş ve oylanmasını istemiştir. (...)

Bildiri

CHP Ortak Grubunun “Oy çokluğu” ile kabul ettiği bildiri aynen şöyledir:

“CHP TBMM Ortak Grubu, 12 Mart’tan sonra demokratik rejimi, anarşi tehlikesinden kurtarmak için hükûmetin kuruluşuna imkân vermiştir.

Hükûmet, Meclislerin denetimindedir. İcraatından yalnız başına sorumludur.

CHP TBMM Ortak Grubu, Ortanın Solu fikrine bağlı, Anayasanın istediği reformları yapmaya kararlıdır.

CHP TBMM Ortak Grubu, dış ve iç meseleler ve ihtimaller karşısında grupta ve örgütte Genel Başkan etrafından bütünleşmeye kararlıdır.

Genel Başkanın 12 Mart’tan sonra tâkip ettiği politikayı CHP TBMM Ortak Grubu tâkip etmiştir.”

 

 

 

 

CHP Parti Meclisinde Yapılan Konuşma[195]

(...) İnönü, özetle şöyle konuşmuştur:

“Ben yokken Genel Merkez ve Gruplar arasındaki çatışma ile ilgili tartışmalar olmuştur. Genel Sekreterin, bir mesajı okunmuştur. Burada benim yetkisiz olduğum iddiaları var. Bunun karara bağlanması gerekir. Merkez Yönetim Kurulu tek taraflı kongreler yaptırıyor. Bir kurul, hem eylemci hem de dâvayı karara bağlayıcı olamaz. Daha önce de partide böyle bunalım olmuştur. Burada gruplar, genel merkezimize tahakküm etmeye çalışmışlardır. Şimdi de genel merkez grupları tahakküm etmeye çalışıyor.

Parti Meclisini tâkip ediyorum. Parti Meclisi buna vaziyet alsın. Benim Merkez Yönetim Kurulu’na itimadım yoktur.”

 

 

 

 

CHP PM’de Parti İçi Sorunlar Üzerine Yapılan Konuşmalar[196]

(...)

“Ankara İl Kongresi’nde bir Merkez Yönetim Kurulu Üyesi Başkanlık yaptı. Taraf tutulduğunu ileri sürdüm. Meseleyi inceledik. Bunun tüzüğe aykırı olmadığı sonucuna vardık. Fakat böyle önemli kongrelerde Merkez Yönetim Kurulu Üyelerinin başkanlık yapmalarının mahzurlu olduğu ortaya çıktı.

Şimdi Genel Sekretere soruyorum: Parti Meclisine gönderdiğin ve basına açıkladığın mesajda, bana neden ölçülü konuş dedin? Bunun cevabını bekli-yorum.”

(...)

Genel Sekreter Kırıkoğlu’nun bu açıklamaları üzerine İnönü, özetle şöyle konuşmuştur:

“Bu mesele üzerinde kâfi derecede konuşuldu. Ankara İl Kongresi’nde Başkanlık meselesi idi. Tüzüğe göre vaziyet izah edilmeye çalışıldı. Bunun üzerinde kâfi derecede malûmat verildi. Fakat böyle iki tarafın kongrede başkanlık için ihtilâf daha başlarken, iki tarafın aday göstermek suretiyle meydana çıkan hallerde, bilhassa bu hallerde Merkez Yönetim Kurulu üyelerinin Kongre başkanlığı deruhte etmelerini doğru bulmadığımı, herhalde görünüşü itibariyle de doğru bulmadığımı, tekrar etmek isterim.

Ondan sonra Merkez Yönetim Kurulunun beyanatındaki cümlelerden alındığımız alınganlığı kâfi derecede ve inandırıcı tevazuu ile izah etmeye çalıştılar. Lütufkâr davrandılar. Sonra yanılmıyorsam Kâmil Kırıkoğlu arka-daşımız bundan sonra Kongre başkanlığında vesairede dikkatli oluruz diye söylemişlerdir. Bunu evvelki gün dinlemiştim. Yanılmıyorum değil mi? Bu kayıtlar altında ben Merkez Yönetim Kurulundan olan şikâyetimi halledilmiş farz ediyorum. Böyle sayıyorum. Bu meseleyi kapanmış addederim” demiştir.

 

 

 

 

CHP MYK’da Parti İçi Sorunlar Üzerine Yapılan Konuşmalar[197]

(...)

Genel Başkan İnönü, Göğüş’ün hareketinin Parti Meclisi tarafından Yüksek Disiplin Kurulu’na intikal ettirilemeyeceğini öne sürmüş, şöyle demiştir:

“Bahis konusu bir durum var. Şunu yapmış, bunu yapmış. O bir tarafa.. Şimdi mesele Disiplin Kurulu’na verileceği meselesi. Bir şey yapmış Göğüş, ama hükûmet üyesi olarak yapmış. Hükûmet üyelerinin işleyeceği suçla ilgili prosedür var. Parti Grup Üyesi olarak yapmışsa gruplar bakar. Yargılamayı parti yapmamalı. Katiyen Disiplin Kurulu’na sevkı gerekir görüşünde değilim..”

Güneş’in itirazı ve İnönü’nün cevabı

İnönü’nün konuşmasını cevaplandıran Turan Güneş, “Yani şimdi bir men-subumuz AP’nin kurduğu hükûmete girse bunu hükûmet üyesi olarak yaptı diye biz bir vaziyet alamayacak mıyız? Onu yargılamayacak mıyız?” demiş, İnönü de “Ben onu demiyorum. O başka” diyerek şunları eklemiştir:

“Göğüş bu suçu Bakan olarak işledi deniyor. Doğru. O haberi radyo, benim laâlettayın bir milletvekilim verseydi yayınlar mıydı? Göğüş Bakan olduğu için yayınlamıştır. Binaenaleyh işlenmiş bir suç varsa Bakan olarak işlemiştir. Meclisin ve grubun üyesidir. Meclis veya Grubu görevini yapsın. Parti olarak bir şey yapamayız.”

(...)

Göğüş’le Orkunt’un Yüksek Disiplin Kurulu’na sevk kararının verilme-sinden sonra İsmet İnönü “Bu kararı kurula ben mi tebliğ edeceğim?” diye sormuş. “Evet” cevabını alınca “O halde, bu karara karşı olduğumu da belir-terek tebliğ edeceğim” demiştir.

 

 

 

 

Basında Çıkan Bir Haber Dolayısıyla Yapılan Açıklama[198]

CHP olarak ve partinin Genel Başkanı olarak, Sıkıyönetim’in bazı savcılarından şikâyetimiz konusu, tabiatıyla Parti Meclisinde görüşüldü. Parti Meclisine, meselenin gelişmesini anlattım. Gazetelerde sızıntıları gördüm. Bana kelimeler, cümleler, tabirler mâl ederek sızdıranlar veya yazanlar aşırı derecede tahrif eder manzara vermişlerdir. Bunun yapılmasını önlemek elden gelmez. Ama, bunların gerçek değerleriyle değerlendirilmesi tabiîdir.

Kritik zamanlar geçiriyoruz. Önemli vazife görüyoruz. Her söyleneni ve yapılanı bize isnat ederek kışkırtmak isteyenler çoktur. Bize de aksi haberler ve tahrikler mütemadiyen gelmektedir. Kapılmamaya çalışıyoruz. Resmî beyanlara bakıyoruz. Ayni şekilde resmî bildirilerimiz dışında hiçbir habere önem verilmemelidir. Bu önerim, bütün taraflar için geçerlidir.

 

 

 

 

Başbakan Nihat Erim’i Ziyarette Söyledikleri ve Görüşme Sonrası Gazetecilerin Sorularına Verilen Yanıtlar[199]

(...) İsmet İnönü ayrılırken, Erim’in bugün başlayacak olan ABD ziyaretine işaretle şunları söylemiştir:

“Başarı ile gidip gelirsiniz, afiyetle gider gelirsiniz, memleketimize yeni hizmetleriniz olacak, elimizden gelen bütün hizmeti yapmaya çalışarak, kuvvetli ve sağlam bir memleketi temsil ettiğinizi göstermeğe çalışacağız.”

(...)

CHP Genel Başkanı daha sonra gazetecilere Başbakanı ziyareti ile ilgili olarak şunları söylemiştir:

“Amerika gezisi sırasında Başbakan teşyi merasimi istemiyor. Teşyi mera-simi yok, o bakımdan bugün veda ettim kendisine. Seyahatinde tam bir başarı diliyorum. Hariciye politikasında, ilk günden itibaren büyük muvaffakiyet göstermiştir. Bu muvaffakiyeti Amerika seyahatinde, yeni bir ölçüye çıkara-caktır. Bizim vazifemiz o memleketimizde yokken, bütün memleketi, hükûmeti desteklemekte, ona yardımcı olmakta dikkatli olmaktır. Bunu yapmaya çalışa-cağız ve kendisini afiyetle karşılamaya hazır olacağız.”

İnönü daha sonra gazetecilerin çeşitli konulardaki sorularını cevaplamıştır.

CHP Genel Başkanı ile gazeteciler arasında şu konuşma cereyan etmiştir:

Soru: Paşam iki konu var, bir tanesi daha önceden askerî savcılarla ilgili olarak hükûmete yazmış olduğunuz mektup, bunun cevabını aldınız mı?

Cevap: Bunun cevabını aldım, yoktur bir şey diyorlar, bir kasıt yoktur diyorlar. Şimdi o münakaşayı, giderayak, Başbakan giderken bu münakaşayı açmak istemiyorum. O münakaşa duruyor daha.

Soru: Aldığınız cevap sizi tatmin etti mi?

Cevap: Şimdi bırak canım bunu. Uzatma neyi tatmin edecek?

Soru: Paşam bir de Anayasa Mahkemesine müracaatınız konusu var?

Cevap: Karar verdik, ama kanun çıkmadığı için Anayasa Mahkemesine müracaatımız teehhür etti.

Soru: Akşam bir kuşkunuz vardı, infazların sizin Anayasa evvel [Anayasa Mahkemesi kararından evvel] yerine getirilmesi ile ilgili kuşkunuz vardı?

Cevap: Evet kanunun çıkması lâzım, çıkmadığı için başvuramadık.

Soru: Sayın Başbakana dün akşam bir mektup göndermişsiniz?

Cevap: Evet, mektup gönderdim.

Soru: Ayrıca şifahi olarak da görüştünüz mü acaba?

Cevap: Canım kararımızı bildirdim.

İsmet İnönü, daha sonra “Kuşkunuz kalktı mı?”, “İnfazlar tehir olunuyor mu?”, “İnfazların durdurulması diye bir konu var mı?” şeklindeki soruların hepsine birden, “Kanunun iptalini teklif ediyoruz. Kanunun çıkmasında hatalar buluyoruz. Ona itiraz ediyoruz” diye cevap vermiştir.

İnfazların tehir olunup olunamayacağı yolundaki bir soruya da İnönü, “Mahkeme kararını bilmeyiz” diye karşılık vermiş, öteki soruları cevaplandır-mamıştır.

İnönü otomobiline binmek üzere iken de, “Kanun çıktıktan sonra Anayasa Mahkemesine müracaat edeceksiniz. Kanun çıktıktan sonra da infaz yapılabilir” şeklindeki sorunun sadece birinci kısmını cevaplandırmış ve şunları söylemiştir:

“O zaman hakkımız var. Konuşacak bir şey yok, kanun çıkmadı, o haberler olduğu gibi durdu.”

 

 

 

 

Bülent Ecevit’in Ziyaretinde Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’ın İdamlarını Durdurmaya İlişkin Söyledikleri[200]

(...)

CHP Genel Başkanı İnönü, “Bu günler ayrılık günleri değildir” diyerek eski Genel Sekreter Bülent Ecevit’i evvelki akşamüzeri evine davet etmiş ve kendi-sine idamlar konusunda izlemek istediği politikayı anlatarak, “Bu meseleyi birlikte halledeceğiz. Benim yanımda olacaksın” demiştir.

(Tamamlayıcı haber]

CHP lideri Parti Meclisinde idamlarla ilgili kanunun iptali için Anayasa Mahkemesine başvurulması yolundaki teklifini yapmadan önce, “Aramızdaki bütün dargınlıkları ve ihtilâfları kaldırıyorum. Bugünler ihtilâf günleri değildir. İçinde bulunduğumuz meseleleri elbirliği ile birbirimize yardımcı olarak halletmek mecburiyetindeyiz” demiştir.

 

 

 

 

İdamlarla İlgili Gazetecilerin Sorularına Verilen Yanıtlar[201]

Gazeteciler: Kararda değişiklik var mı? Anayasa Mahkemesine gidilecek mi?

İnönü: Hiçbir şey söyleyecek değilim size. Bir şey söylemeyeceğim. Gazetecilik sanatıyla bana mutlâka bir şey söyletmeye çalışmayın.

Gazeteciler: Kararın tashih edileceği, Anayasa Mahkemesi’ne gidilmekten vazgeçileceği yolundaki söylentiyi, hiçbir yerden teyit ettiremedik, yalanlatamadık da.

İnönü: Daha Nihat Bey gelmedi. Gelsin bakalım. Nihat Bey gelsin.

 

 

 

 

3 İngiliz Teknisyenin THKP-C Militanlarınca Kaçırılmasıyla İlgili Verilen Demeç[202]

Bugün Ordu ilimiz içinde Ünye’de, memleketimizde bulunan gönüllü müttefik uzmanlarından üç kişinin kaçırılması havadisini aldık. Her birimiz başımıza indirilen ağır bir hicap vuruşu ile sarsıldık.

Kaçırılanların bıraktıkları mektuptan mahkemelerde hüküm giyen ve kaderleri türlü yönden tahkikat içinde bulunan üç mahkumun kurtarılması için rehin alındığını ve eğer mahkeme hükümleri infaz olunursa, onların canlarının tehlikeye düşeceğini bildirmiş olduklarını öğrendik.

Türkiye’de mahkemelerin tehdit altında hüküm vereceklerini veya tehdit altında mahkeme hükümlerinden kurtulmak mümkün olacağını zannetmek hiçbir sonucu olmayan meyusane bir teşebbüstür.

Aklı başında insanların bu kanunsuz kaçırmadan bir netice umması düşünü-lemez. Fakat mektup sahiplerinin dediği gibi kaçırılanlara bir tecavüz olursa, bundan memlekete gelecek zararların hududu olmayacaktır. Bunu vatandaşlarıma bildirmek istiyorum.

Kaçırılanlar, devletin kanunu ve milletin seferi ile bağlı olduğu uluslararası taahhütle memleketimizde çalışan insanlardır.

Bunların hiçbir münasebetleri olmayan bir bahane ile hayatlarına kastedilmesi her memleketin kanunu ile bütün milletimizi leke altında töhmet altında bırakır. Böyle bir vaka yalnız cinayeti yapanlara karşı değil, onların ailelerine ve bütün yurttaşlarına sönmez, unutulmaz, derin bir düşmanlık yaratır.

Bütün insanlık âlemine karşı sözüne güvenilmekte, kanuna inanılmaktan şikâyet edilen bir millet damgası ile milletler arasında tahmin edemeyeceğimiz kötü nazarlara, ithamlara ve muamelenin maddi, manevî bütün zararlarına maruz kalırız.

Bütün vatandaşlar önemli bir vazife karşısındayız. Böyle bir cinayete mutlaka manî olmalıyız.

İlk önce şehirlisi, köylüsü, bütün Ordu ile yakın iller bütün memleket bunların peşine düşmelidir. Mutlaka bilen vardır. Barındıkları ve gittikleri yer, şehirli ve köylü halkımızın çevresindedir.

Bunları bulmalı, hükûmete teslim etmeli, esirlerini kurtarmalı ve bir facia ön-lenmelidir.

Resmî vazifelilerin yardımcısı olarak halkımızın her ferdinin bir vatan müdafaası yapar gibi teması olanlar, kaçıranları uyarmalı temasları olmayanlar, her yerde tâkip etmeli, mutlaka izlerini bulmalıdır.

Kaçırılanların canlarını kurtarmak çok değerli bir ödevdir. Amaç kaçırılan-ların canları gibi önemli olan milyonlarca Türk çocuklarının maruz kalacakları, zararları ve tehlikeleri celp edecekleri engin düşmanlıkları önlemektir.

Benim vatandaşlarıma söylediğim bu sözler tam bir şeref acısıyla devlet ve millet olarak temel düşüncelerle söylenmiştir.

 

 

 

 

CHP Çanakkale Balya İlçe Kongresine Gönderilen Mesaj[203]

Kongreyi sevgi ile selâmladığını söyleyen İnönü mesajında özetle şöyle demektedir:

“Günün meselesi, Cumhuriyet Halk Partisi’nin kendi içinde iyi geçinmesi, ihtilâfları unutacak yolun bulunmasıdır.

Aşırı sağcılar seferber olmuşlardır. Bizimle uğraşıyorlar. Biz her günkü olaylarla haklı çıktıkça, öfkeleri artıyor ve söz ölçüleri kayboluyor. Bunlar, iyi yolda başarılı olduğumuzun delilleridir.

Konuşmalarınızdan, tartışmalarınızdan vatandaşa iyilik yayılmasını beklerim.”

 

 

 

 

CHP Denizli Çameli İlçe Kongresine Gönderilen Mesaj[204]

Kongrenizi sevgi ile selâmlıyorum. Konuşmalarınız yapıcı ve Parti içinde çekişme uyandırmayacak toplayıcı nitelikte olsun.

Partiye sade vatandaşın sahip çıkıp, akıllı geçinenleri uyandırma zamanıdır.

Yakın ve uzak dostlar, her bunalımdan bizi sorumlu tutmaya çalışıyorlar. Hepsinin ağzı birliktir. Bizi çekiştirmede insafları yoktur. Bu, memleket hiz-metinde ne kadar güçlü bir varlık olduğumuzu gösteriyor.

Cesaretle politikamıza devam edeceğiz.

Hepinizin gözlerinden öperim.

 

 

 

 

CHP Manisa Sarıgöl İlçe Kongresine Gönderilen Mesaj[205]

Kongrenizi sevgi ile selâmlıyorum.

Kongrenizde, birbirleriyle çekişmeli olan insanlar, birbirleri aleyhine belki konuşacaklardır. Sükûnetle dinleyiniz.

Her şeyden önce ödeviniz, Parti içinde uzaklaşmayı unutturmak ve yakınlaş-mayı kolaylaştırmaktır. Bunu, resmî bir ödevi olmayan partili arkadaşlarımdan bekliyorum.

Sade partilinin etrafında toplanarak vaziyete hâkim olması lâzımdır.

Aramızda ciddî ihtilâf yoktur. Bunların hepsi geçecektir.

Uzak dostlarımız bizim aleyhimizde söz birliği etmiş görünüyorlar.

Kamuoyu nihayet bizim her meselede ne kadar memleketçi olarak çalıştığı-mızı anlayacaktır.

Sizlere güvenim vardır. Size başarılar dilerim.

Gözlerinizden öperim.

 

 

 

 

İkinci İnönü Zaferinin 51. Yıldönümü Dolayısıyla Kutlama Komitesine Gönderilen Mesaj ve Sıkıyönetim Komutanlıklarının Yayınladıkları Bildirilerle İlgili Bir Soruya Verilen Yanıt[206]

“II. İnönü’nün yıldönümünü kutlayacaksınız.

Kurtuluş Savaşının başlıca olaylarını kutlamakla, şehitlerimizin ruhunu say-gıyla değerlendiriyorsunuz.

Gaziler ilginizden seviniyorlar ve gelecek kuşaklara örnek oluyorlar.

II. İnönü Savaşı, çetin günlerde kazanılmıştır. Savaşı İnönü’nde bitireceğini zanneden düşman, ondan sonraki olayların önemini takdir edememiştir.

Özetle, Millî Kurtuluş Savaşında İnönü’nde savaşanlar, öteki cephelerde savaşanlar gibi her zaman sevinecekler ve gururlanacaklardır.

Kutlama kurulunuza değerli hizmetlerinden dolayı şükranlarımı arz ederim.”

(...)

Görüşmeden sonra İnönü, Sıkıyönetim Komutanlarının bildirileri ile ilgili olarak sorulan bir soruya, “Dün akşam söylediler, hemen bugün karar istemeyin benden” cevabını vermiş, diğer siyasî bazı soruları karşılıksız bırakmıştır.

 

 

 

 

Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’ın Siyasal Partilerin Faaliyetleri ve KGK’ya İlişkin İstemleriyle İlgili CHP Grup Yönetim Kurulları ile MYK Ortak Toplantısında Yapılan Konuşma[207]

Siyasî faaliyetlerin kısıtlanması nasıl olacak? Bunun müeyyidesi nedir? Yani, parlâmentoda bir üye neyi konuşacak, neyi konuşmayacak? Bunlar açık değildir. Yetki meselesine gelince, zaten bu husus Anayasanın 64. maddesinde yer almıştır. Bunun hududu ne olacaktır? Hangi konuda yetki, ne kadar yetki, kime karşı yetki isteniyor. Bunların da sınırı yoktur. Benim gördüğüm ve üzerinde tereddüt uyandıran başlıca konular bunlardır. Sayın Cumhurbaşkanı’ndan bu konuda açıklama istemekte yarar görüyorum. Notta açıklık yok. Bir takım iyi niyetli görüşler ifade edilmiştir. Bu meseleyi usulü dairesinde halletmeliyiz.

 

 

 

 

Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’a Gönderilen Mektup[208]

Sayın Cevdet Sunay

Türkiye Cumhurbaşkanı

Ankara

Davetiniz üzerine 30 Mart 1972 Perşembe günü yaptığımız konuşmanın sonunda verdiğiniz not yetkili kurullarımızda incelenmiştir.

Notunuzda belirtilen görüşler ve tedbirlerle ilgili düşüncelerimizi sunuyorum.

1. Siyasî faaliyetleri geçici bir süre için durdurmak arzusu, geçici bir süre için demokratik rejim dışında bir idareyi teklif etmek demektir.

Bütün çabaların hedefi demokratik rejimi korumak olduğu iddia edildiğine göre, partilerin siyasî faaliyetlerini durdurmanın düşünülmemesi lâzımdır.

Kaldı ki Cumhuriyet Halk Partisi’nin bu teklif karşısında önemli bir durumu vardır.

2. Siyasî partiler arasında tartışmanın durdurulması genel olarak istenmektedir.

Cumhuriyet Halk Partisi 12 Mart’tan sonraki Hükûmetlere dikkatle yardımcı olmaya çalışmıştır. Bu çalışmanın bir sene sonra vardığı netice Sıkıyönetimin bütün gücü ve TRT’nin bütün zamanı ile giriştiği Cumhuriyet Halk Partisi’ni tahrip etmek çabası olmuştur.

Zannediyoruz ki Cumhuriyet Halk Partisi’nin uğradığı haksızlığı tedavi etmek maksadı yoksa siyasî parti çalışmalarını önlemek nedeniyle bizden bir ödev istemenin bu maddede yeri olmamak lâzımdır.

3. Siyasî partiler aralarındaki ilişkileri düzenlemenin doğru ölçülerini gene kendileri bulurlar. Bugün aralarındaki siyasî tartışma ve çekişmeler, demokratik rejimin cari olduğu hiçbir memleketten daha fazla değildir.

4. Yeni adımların atılabilmesi, reformların süratle yürürlüğe konulması için Hükûmetten gelen her olumlu çabayı Cumhuriyet Halk Partisi bugüne kadar desteklemiştir. Bundan böyle de destekleyeceği tabiîdir.

5. Geçici bir süre için de olsa “peşin olarak önceden verilecek bir genel yetki”yi Cumhuriyet Halk Partisi demokratik rejimin tam işler hale getirilmesi çabalarını engelleyici nitelikte görmektedir.

Bununla beraber kanun gücünde kararnameler konusunda Hükûmetin uygulamada karşılaştığı güçlüklerin, peşin bir genel yetki devrine gidilmeksizin, çözümlenebileceği kanısındadır.

6. Yasalar ve İçtüzükte yapılması istenilen değişiklikler hakkında açıklık ve yeterli bilgi olmadığı için bir görüş belirtmek imkânı bulunamamıştır.

Yapılması istenilen değişiklikler hakkında aydınlatıcı bilgiler geldiği zaman kurullarımız konuyu tekrar inceleyeceklerdir.

Saygılarımla.

İsmet İnönü

Cumhuriyet Halk Partisi

               Genel Başkanı

 

 

 

 

CHP Çanakkale İl Kongresine Gönderilen Mesaj[209]

Kongrenizi sevgiyle selâmlarım. Çalışmalarınızda parti içi çatışmaların karşısında olduğunuzu memlekete bildirmenizi fayda görürüm. Partimizin ihtilâf içinde görülmesi demokrasi dâvasına zarar vermektedir. Bunu göz önünde tutarak bütün çekişmeleri hoş görmediğinizi bildirmeniz tesirli bir tedavi çaresi olacaktır. Çalışmanızda başarılar dilerim. Gözlerinizden öperim.

 

 

 

 

CHP Bursa Gemlik İlçe Kongresine Gönderilen Mesaj[210]

Kongrenizi sevgiyle selâmlıyorum. Çalışmalarınızda başlıca hedef, parti içi ihtilâfları tasvip etmediğinizi anlatmak olmalıdır. İhtilâfları hallederken bir tarafı haklı görür mânayı vermemenizi önemle tavsiye ederim. Bir tarafı iltizam etmeyerek yapacağınız tavsiyelerin tesiri vardır. Partiyi ancak böyle bir davranışla bütün hale getirebiliriz.

Başarılar dilerim. Gözlerinizden öperim.

 

 

 

CHP Manisa Soma ve Akhisar İlçe Kongrelerine Gönderilen Mesaj[211]

Kongrenizi herkesin dikkatle beklediği bir zamanda yapacaksınız. (Akhisar ve Soma) İlçe Kongresi’nden memlekete partiyi birleştirici bir havanın yayılmasını isterim. Parti içi ihtilâfların olduğundan daha ziyade büyütülerek partimize zarar getirdiğini biliyorsunuz.

Partimizin toplanması, önemli millet vazifesini başarıyla yapması imkânı vardır. Buna emin olarak partililerin gayret göstermelerini rica ederim. Hepinizin gözlerinden öperim.

 

 

 

 

CHP Malatya İl Başkanı Kemal Eser’e Olağanüstü Kurltayla İlgili Söyledikleri[212]

(...)

İsmet İnönü telefona bizzat gelerek CHP Malatya İl Başkanı Kemal Eser’e şunları söylemiştir:

“CHP içinde Olağanüstü Kurultayı toplamanın üç yolu vardır:

Bunu Parti Meclisi toplayabilir. Genel Başkan yetkisini kullanarak toplayabilir, delegelerin bir bölü beşi bu lüzumu görerek davet yapabilir. Bunların üçü de tamamıyla kanunîdir. Şimdi partide bu üçüncü şekil hareket geçirilmiştir.

Partili arkadaşlarımız bir Olağanüstü Kurultay’a lüzum gördükleri takdirde, Kurultay toplanacaktır. Lüzum görülmezse toplanmayacaktır. Benim bu konuda hiçbir direktifim yoktur. Kurultayın toplanması kararı da, buna lüzum olmadığı kararı da benim makbulümdür.

Partili arkadaşlarımız, vaziyetlerini kendileri tayin edecektir.

Ben, ne Kurultay toplanmasını benim arzuma aykırı bir karar sayarım, ne de bunun benim arzum gösterilmesini doğru bulurum.”

 

 

 

 

CHP Denizli İl Kongresine Gönderilen Mesaj[213]

İl Kongresini saygı ile selâmlıyorum.

Memleketin gözü CHP’ye dikilmiş olduğu bir zamanda il kongresini yapıyorsunuz. Parti olarak CHP’yi, bir bütün halinde, memleket meselelerini en önde tutan bir davranışta olduğunu göstermek mecburiyetindesiniz.

Bugünkü şartlar odur ki, partinin değeri ve hedefini, başta bulunan idareciler diliyle değil, CHP’nin asıl sahibi olan sade partililerin davranışı ile belli edeceksiniz. Ancak, partinin, küçük ihtilâflardan uzak bir memleket partisi olduğunu, kongrelerdeki sade partililerin sade davranışları belli edecektir.

Bu sözlerim hatırınızda olarak münakaşalara giriniz ve birbirinizle ihtilâf halinde bulunmayan insanlar gibi konuşunuz. Size başlıca öğüdüm bu olacaktır.

Hepinizin gözlerinden öperim.

 

 

 

 

İran’daki Deprem Dolayısıyla Büyükelçi Amir Chilary’e Gönderilen Mesaj[214]

Kardeş memleketin uğradığı büyük zelzele felâketinin acısını her ailede derinden hissediyoruz. Büyük İran milletinin felâket acılarını süratle telafi edeceğine emin olarak teselli buluyoruz. Derin teessürlerimizi saygılarımla sunarım.

 

 

 

 

Olağanüstü Kurultay Hazırlıklarıyla İlgili Kemal Satır ile Birlikte Gazetecilerin Sorularına Verilen Yanıtlar[215]

(...)

Satır: Bu parlâmenterlerin imzaları. Şu vilâyetlerimizle ilgili. Şimdilik 20 küsur vilâyetimizden aldık. Gerisi peyderpey geldikçe, ki oraya biz kimseleri göndermedik. Onları da takdim edeceğiz.

İnönü: Tüm delege sayısı kaç?

Satır: 224. Biliyorsunuz nisap 283, yolda 20-30 delegemiz daha var. Posta ile göndermişler. Zaten tüzüğümüzün istediği sayının üzerinde.

İnönü bunun üzerine “Nereden belli?” diye sormuş, Satır şu karşılığı ver-miştir:

“Efendim 1415 Kurultay delegemiz var, bunun beşte biri, 283 eder. Bu benim listedeki numaramdır Paşam tesadüf.”

Bundan sonra Satır, “Bunları takdim ediyoruz” diye dosyayı İsmet İnönü’ye vermiştir.

Soru ve cevaplar

Daha sonra gazetecilerle İnönü arasında şu konuşma geçmiştir:

Soru: Satır ve arkadaşlarının teklifi üzerine sizin tutumunuz ne olacaktır?

İnönü: Parti Meclisine getireceğim. Orada talebi isteği, kendim anlataca-ğım. Ondan sonra mabadı tâkip edecek, sonra da Kurultayı toplayacağız.

Soru: Paşam tüzüğünüz uyarınca Satır ve arkadaşlarının teklifinden sonra Olağanüstü Kurultayın toplanmasının bir üçüncü yolu sağlanmış oluyor, dola-yısıyla konunun Parti Meclisinde görüşülmesinin gereği var mıdır?

İnönü: Kurultayın toplanmasını onlar düzenleyecekler.

Soru: Satır ve arkadaşları tarihle birlikte geliyorlar. Bunun dışında Parti Mec-lisinin konuyu yeniden görüşmesi ya da ele alması gerekiyor mu?

İnönü: Talebi tebliğ edeceğim ben. Genel Başkan olarak, otomatik olarak istek yürürlüğe girecek.

Soru: Genel Başkan olarak tüzük dışında kişisel düşünceniz nedir? Olağanüstü Kurultay hakkında?

İnönü: Bırak, bırak…

Soru: Parti Meclisi erken Kurultay teklifinde bulunursa o zaman ne olur durum?

İnönü: İki teklif birden yürür. Hadi..

 

 

 

 

CHP PM Toplantısındaki Tartışmalar Sırasında Söyledikleri ve 5. Olağanüstü CHP Kurultayına Çağrı Bildirisi[216]

 

(...) İnönü de ortaya atılan bütün görüşleri tek tek cevaplandırmış, üyeleri ikna etmeye çalışmıştır. İnönü, genel merkezcilerin, Dr. Satır tarafından sunulan ve Kurultay isteyen imzayı havi dosyanın incelenmesi yolundaki istekleri kabul etmemiş, “Bunu nasıl yaparız? Şikâyetleri sizdendir. Hem dâvacı, hem hâkim olur mu? Sizden şikâyet ediyorlar ve şikâyetlerinin Kurultay önünde tartışıl-masını istiyorlar. Şimdi, ‘Dosyadaki imzalar eğridir, doğrudur; sizden şikâyetçi olanların bu dosyasını size nasıl verir de tetkik edin’ derim. Bana müracaat yapılmıştır. Tüzüğe uygun bir müracaattır. Tüzüğe göre, her şey hazırlanmıştır. Ben, size bilgi olarak bunu sunuyorum. Sunmayabilirdim de” demiştir.

İnönü: “Neden telâş ediyorsunuz?”

Genel Merkezciler, kendilerinin de olağanüstü kurultay isteminde buluna-caklarını söyleyince İnönü, “Bulunursunuz ama, gündeminiz ne olacak? Ne iste-yeceksiniz? Sizin de şikâyetiniz var. Onların da sizden şikâyeti var. Yani, gün-demde birleşiliyor, toplanılır, kurultayda bunlar halledilir. Şimdi, ‘20. Kurultay delegeleri gelmesin’ deniliyor. Sizi buraya gönderenler, 20. Kurultay delege-leridir. Neden telâş ediyorsunuz?” karşılığını vermiştir.

Genel Merkezci üyeler, olağanüstü kurultay istemi tarihinin 29 Nisan’da olacağını bildirince İnönü bütün konuşmacıların istem ve görüşlerini cevaplan-dırdığı gibi, bu görüşü de cevaplandırarak özetle şunları söylemiştir:

“Onlar, bana bir tarih bildirdiler. ‘15 Mayıs olur’ dediler. Siz ‘29 Nisan’ diyorsunuz. Ben, bir formül söylüyorum; 5 Mayıs, diyorum. bunu şimdi gidip ilân edeceğim. Toplantımız bitmiştir.”

Toplantıyı kapıyorum

İnönü, bundan sonra, başkanlık koltuğundan kalkmış, Genel Merkezci üyeler, toplantının sona ermediğini, konuşulacak ve tartışılacak başka konuların da bulunduğunu öne sürünce CHP Genel Başkanı, “Toplantı bitmiştir. Sizi gelecek Salı’ya yeniden toplayacağım. Çalışacağız. Toplantıyı kapıyorum” demiş ve bazı Parti Meclisi üyeleri ile birlikte toplantı salonundan ayrılmıştır. (...)

İnönü’nün bildirisi

CHP Lideri evinde bir süre çalıştıktan sonra, kamuoyuna bir bildiri yayım-lamıştır. İnönü’nün olağanüstü kurultay toplanması ile ilgili bildirisi şöyledir:

“Adana Milletvekili Sayın Kemal Satır’ın öncülük ettiği senatör ve milletve-killeri, illerden toplananlarla beraber 363 imza ile olağanüstü kurultayın toplan-ması için 16 Nisan tarihinde bana müracaat etmişlerdir. 18 Nisan’da Parti Mec-lisine bilgi olarak bunu söylediğim vakit, Parti Meclisi, kendisine karşı yapılan şikâyetleri cevaplamaya çalışmakla beraber, kendilerinin de olağanüstü bir kurultay toplanmasını isteme kararı alacaklarını bildirdiler. İlk müracaat, tüzüğümüzün kendilerine verdiği hakkı kullandıklarını söyleyen Kemal Satır ve arkadaşlarındır. Bu ek müracaat, kurultayı 20. Kurultay delegeleriyle toplamak üzerinedir. Bu müracaat üzerine olağanüstü kurultayın 20. Kurultay delegeleriyle 5 Mayıs 1972 tarihinde Ankara’da toplanmasına lüzum görmekteyim.

Parti Meclisinin karşı şikâyetleri ve delegelere yapılacak itirazlar olağanüstü kurultayda hallolunacaktır.

Her iki tarafın gündemi, birbirine yakındır. Gündem, bir cümle ile hülâsa olunabilir. Bu da, kurultayın Parti Meclisine güvenoyu verip vermeyeceği meselesidir. Bu kayıtlarla olağanüstü kurultayın toplanması için bütün ilgililerin yardımcı olmalarını isterim.”

 

 

 

 

CHP Genel Sekreteri Kamil Kırıkoğlu’na Olağanüstü Kurultay Yapılıncaya Kadar İl ve İlçe Kongrelerinin Durdurulmasının Parti Örgütüne Duyurulmasını İsteyen Yazı[217]

Sayın Kâmil Kırıkoğlu

CHP Genel Sekreteri

Olağanüstü Kurultay’ı 5 Mayıs 1972 günü Ankara’da toplamaya karar vermiş olduğumu tebliğ ettiğimi biliyorsunuz.

20 Nisan 1972 gününden 5 Mayıs’ta toplanacak Olağanüstü Kurultay sonuna kadar kongrelerin durdurulmasını, Partinin hizmeti olarak lüzumlu görmek-teyim.

Bu lüzuma tevfiken, bütün kongrelerin 20 Nisan 1972 gününden 5 Mayıs’ta başlayacak Olağanüstü Kurultay sonuna kadar durdurulduğunu Parti Teşkilâtına bildirmenizi ve sonuçtan bana bilgi vermenizi, acele olarak rica ediyorum.

İsmet İnönü

   Cumhuriyet Halk Partisi

           Genel Başkanı

 

 

 

 

Olağanüstü Kurultay Hazırlıkları ile İlgili Yapılan Açıklama[218]

1–20. Kurultay delegelerini 5 Mayıs 1972 Cuma günü saat 10.00’da Ankara’da Selim Sırrı Tarcan spor salonunda yapılacak “5. Olağanüstü Kurul-tay delegesi” olarak CHP il başkanlıkları vasıtasıyla ayrı ayrı, telgrafla davet ettim.

2–Olağanüstü kurultay gündemini ilân ettim.

3–Resmî makamları, olağanüstü kurultaydan haberdar ettim.

 

 

 

 

CHP İl Başkanlıklarına Yeni İl ve İlçe Yönetim Kurulları Oluşturulmasının Durdurulmasına İlişkin Gönderilen Genelge[219]

Kongreleri durdurduğum tarihten itibaren Merkez Yönetim Kurulu kararı veya il yönetim kurulu kararı ile de olsa mevcut il ve ilçe yönetim kurullarına ve başkanlarına işten el çektirilerek yerine yenilerinin kurulması işlemleri durdu-rulmuştur.

Bu esasa aykırı yapılmış olan muameleler, hükümsüz olup yenileri yapılma-yacaktır. Saygı ile tebliğ ederim.

 

 

 

 

CHP İl Başkanlıklarına Kurultayın Öncelikli Konusu Üzerine Gönderilen Genelge[220]

Tüzüğümüzün 30. maddesinde aynen “Genel Başkan parti hizmet ve çalış-malarının gerektirdiği tedbirleri alır. İlgililere ve parti teşkilâtına lüzum gördüğü tebliğleri yapar” denilmektedir.

Tamamen, hukuki olan yetkilerimi kullanmak istiyorum.

Tebliğlerim yetkilerime ve tüzük hükümlerine uygundur. Bu itibarla yaptığım tebliğlere aynen uyulmasını önemle tekrar hatırlatıyorum.

Anlaşılıyor ki, Kurultayda öncelik kazanan mesele Parti Meclisi çoğunluğu ve Merkez Yönetim Kurulu ile Genel Başkan arasında çıkan ihtilâf olacaktır. Genel Başkan’a itimat var mıdır, onun lüzumlu gördüğü tedbirlere gerçekten lüzum var mıdır? Kurultay bunu halledecektir.

Bilgilerinizi ve gereğini rica ederim.

 

 

 

 

CHP Genel Sekreteri Kamil Kırıkoğlu ve Olağanüstü Kurultay Üzerine Söyledikleri[221]

CHP Genel Başkanı İsmet İnönü, kendisini “tüzüğe uymamakla” itham eden Genel Sekreter Kâmil Kırıkoğlu’na “Lâzım olduğu zaman cevap vereceğim” bildirmiştir.

(...) CHP Genel Başkanı “Kurultaya dinleyici almayacak mısınız?” şeklin-deki bir soruya “İnzibatı temin etmeye çalışıyorum” karşılığını vermiştir.

 

 

 

 

Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay ile Görüşmeden Sonra Söyledikleri[222]

(...) CHP Genel Başkanı İsmet İnönü, yeni hükûmetin teşkili konusunda bir görüşleri olmadığını söylemiş, “Hükûmetin teşkili konusunda istişarelerde bulunan sayın Cumhurbaşkanı rica ettiler, geldik görüştük” demiştir.

“Hükûmet teşkili, Cumhurbaşkanı’nın yetkisi dahilinde bir vazifedir, bu hususta bir şey söyleyecek durumda değilim” diyen İnönü, bir gazetecinin “Bozbeyli, yeni hükûmetin AP tarafından kurulmasını istemişti. Onu savunuyor. Sizin görüşünüz nedir bu konuda?” sorusuna “Okudum mütalaasını. Bir mütalaa beyan edecek vaziyette değilim” karşılığını vermiştir. İnönü Cumhurbaşkanıyla yaptığı görüşmede, CHP’deki sorunların da görüşülüp görüşülmediği sorusuna da “Görüşmedik. Yani, sayın Cumhurbaşkanı bu konuya temas etmediler” diye cevaplandırmıştır.

 

 

 

 

CHP İçi Sorunlara İlişkin Yapılan Açıklama[223]

(...)

Genel Başkan İnönü, bu görüşmelerden sonra yayınladığı açıklamasında, “Merkez Yönetim Kurulu’nun Meclis çalışmalarına amir vaziyetini takınması, CHP geleneğinde misâli olmayan bir harekettir. Meclis gruplarının, Meclis dışı bir kurulun emri altında bulunmaları Anayasaya aykırıdır” demiştir.

CHP Genel Başkanı İnönü’nün “Cumhuriyet Halk Partisi Merkez Yönetim Kurulunun Meclisteki çalışmalar hakkında yeni bir tebliğini gördüm, Merkez Yönetim Kurulunun ve bir Parti Meclisi üyesinin, Meclis çalışmalarını ittiham eder beyanını görünce, Anayasanın işlemesini sağlamayı bütün ödevlerimin başında tuttuğum için acele olarak kısa bir açıklama yapmayı zorunlu saydım.

CHP’de Parti Meclisi çalışmaları ile Meclis Grupları çalışması arasında çelişme olmaması, Genel Başkan’ın dikkati ile sağlanır. Kırk yıldan beri bu usul muvaffak olmuştur. Şimdi Merkez Yönetim Kurulu’nun Meclis çalışmalarına âmir vaziyetini takınması CHP geleneğinde misâli olmayan bir harekettir. Vaziyeti kısaca vuzuha getirmek istiyorum.

Meclis Grupları, Parti Meclisi ve Merkez Yönetim Kurulu birbirinin âmiri değildir. Fazla olarak siyasî partilerin Meclis Grupları, şimdi Anayasa hükmü ile Türkiye Büyük Millet Meclisi organı sayılmışlardır. Bunların Meclis dışı bir kurulun emri altında bulunmaları Anayasaya aykırıdır. Böyle bir arzunun işlemesini kesin olarak kabul etmem. Tatbiki durum şu olur: Meclis Gruplarının çalışmaları ve Meclislerden çıkacak kanunlar hakkında Merkez Yönetim Kurulu’nun ve Parti Meclisinin âmir bir durumla tebliğ yapmaya yetkisi yoktur. Merkez Yönetim Kurulundan ve Parti Meclisinden Meclis Gruplarına gelen mütealalar hep istişare mahiyettedir. Bunlar hakkında Meclis Grupları istişare ve mütalâa karşısında bulunmaktan daha ileri yani bağlayıcı bir tesir atfedemezler. Demokratik rejimimizin bu hale gelmesi büyük bir tarihi felâketin tecrübesine istinat eder. O da İttihadi Terakki Merkez Umumîsinin Meclisleri âmir hükümleri altında bulundurması neticesi olarak bir imparatorluk mahvolmuştur, aynı sakat yolu CHP bünyesinde tecrübe etmeye asla müsaade etmeyeceğim.

Şimdiye kadar aksi istikamette son bir tecrübe geçti. O da Meclis Gruplarının, Parti Meclisi ve parti teşkilâtı çalışmalarını emri altına almaları teşebbüsü idi. Buna imkân vermedim. Bu davranışın tersine de imkân vermeyeceğim tabiîdir.”

 

 

 

 

Olağanüstü Kurultay Önlemlerine İlişkin CHP İl ve İlçe Başkanlıklarına Gönderilen Genelge[224]

CHP Genel Başkanı İsmet İnönü, dün yayınladığı yeni bir tebliğle, il ve ilçe başkanlıklarına hitaben, “Olağanüstü Kurultay’ın dâveti ve usulü, aldığım tedbirlerin hepsi, tüzüğün bana verdiği açık ödevlerin ve yetkilerin gereğidir” demiştir.

İnönü, önceki tebliğine rağmen İstanbul’da ilçe kongreleri hazırlıklarının (mahalle ve köy delegeleri seçimleri) sürdürülmekte oluşunu, tebliğinin gerek-çesi olarak göstermiştir. İnönü’nün 5 numaralı tebliği şöyledir:

“İlçe kongrelerini durdurmakla onun hazırlıklarını da durdurmuştum. Olağanüstü Kurultay sonuna kadar parti içinde her türlü münakaşa ve çekişme ihtimalîni önlemek, maksadımdır. Bu husus göz önünde tutulmalıdır. Bu sebeple ilçe kongrelerinin hazırlık faaliyetleri 16 Nisan 1972’den beri durdu-rulmuştur.

Bu münasebetle, teşkilâtımızın dikkatine arz ederim ki, büyük ölçüde parti içi münakaşa yaratacak teşebbüslere dikkatle cevap veriyorum. Gene maksadım, Olağanüstü Kurultay’ı huzur içinde ve partililer münasebetlerini mümkün olduğu kadar zehirlenmemiş olarak toplamak isteğime dayanmaktadır.

Teşkilâtımızın şimdiki sükutumu anlayışla karşılamalarını rica ederim.

Olağanüstü Kurultayın daveti ve usulü, aldığım tedbirlerin hepsi, tüzüğün bana verdiği açık ödevlerin ve yetkilerin gereğidir. Bütün muamelelerimin kanun içinde olduğuna teşkilât arkadaşlarımın emin ve müsterih olmalarını rica ederim.”

 

 

 

 

Olağanüstü Kurultaya Katılacak Delegelere İlişkin CHP Örgütüne Gönderilen Genelge[225]

Bugün öğrendiğim Merkez Yönetim Kurulunun 23 Nisan 1972 tarihli tel genelgesinde olağanüstü kurultaya 20. Kurultaydan sonra yapılan kongrelerden seçilen delegelerin gelmesi tebliğ olunuyor.

Genel Başkanın eski delegelerin de katılmasını istediği bildirilerek onların da daveti zikrolunuyor. Genel Başkanın fikrini anlamakta büyük bir yanlışlık yapılmıştır. O yanlışlığı tashih ediyorum.

Benim yaptığım tebliğde 5. Olağanüstü Kurultaya 20. Kurultay delegeleri gelecektir. Onlar için kurultaya giriş kartı verilecektir. Kurultaya girmek için mutlâka benim imzamı taşıyan kartları almak lâzımdır. Bu işlerle ilgili müraca-atlar da tarafıma yapılacaktır. Bunun dışında olan delegelere kart verilme-yecektir. Bütün tartışmalar Kurultayda hallolacaktır.

 

 

 

 

Olağanüstü Kurultayla İlgili CHP İl Başkanlıklarına Gönderilen Genelge[226]

Yapıldığı iddia olunan bölge toplantılarından haberler ve kararlar alıyorum. Belki Kurultay’a kadar başka yerlerde de böyle toplantılar olabilir. Kurultay öncesi durum şudur:

5. Olağanüstü Kurultay her türlü tartışmayı halletmek üzere toplanacaktır. Kurultay her türlü tartışmayı halletmek üzere toplanacaktır. Kurultay tamamen kanun ve usul içinde toplanmaktadır. Her türlü meselenin tartışma yeri Kurultaydır. Kurultayın iradesini tesir altında bırakmaya mâtuf olduğu aşikâr her türlü tedbir, tertip, gayret ve heves hukuk dışıdır. Kurultayı beklemeden hiç kimse bir karar veremez. Partili arkadaşlarımın huzur içinde Kurultayı beklemelerini ve şimdiki sükûtumu anlayışla karşılamalarını tekrar rica ederim.

 

 

 

 

Yeni Başbakan Suat Hayri Ürgüplü İçin Söyledikleri[227]

Sayın Suat Hayri Ürgüplü’nün Başbakanlığa seçildiği, resmî olarak açıklandı.

Sayın Ürgüplü, hükûmeti teşkil etmeye çalışacaktır.

Şu anda üzerimdeki tesir, Ürgüplü’nün, değerli ve tecrübeli bir Başbakan olduğu ve hükûmeti teşkil etmesini ve muvaffak olmasını dilemek arzusudur.

 

 

 

 

Geçirdiği Rahatsızlığın Ardından CHP Genel Merkezinde Olağanüstü Kurultay Üzerine Söyledikleri ve MP Genel Başkanı Osman Bölükbaşı ile Görüşme Sonrası Söyledikleri[228]

Öğleden sonra kendisini iyi hisseden CHP Genel Başkanı İsmet İnönü dün saat 16.10’da parti Genel Merkezi’ne gelmiş, gazetecilerin bir sorusu üzerine “Kurultay’ı ertelemeyi düşünmediğini” açıklamıştır.

İnönü, “Kurultay Başkanlığı için bir adayınız var mı?” şeklindeki soruyu da “Yok” diye karşılamıştır.

İnönü bu arada, odasına girer girmez Sekreterini aratmış, MP liderini kastederek “Bölükbaşı görecekti beni.. Saat kaçta?” diye sormuş, Sekreterinin bir temas kuramadığını öğrenmiştir.

Görüşmeden sonra CHP Genel Başkanı ile MP Genel Başkanı Bölükbaşı, gazetecilere, “Çok samimî ve faydalı bir görüşme yaptıklarını ve memnun ayrıldıklarını” söylemişlerdir.

İnönü, bir soru üzerine, “memleketin iç ve dış meselelerini konuştuklarını” belirterek, özetle şunları söylemiştir:

“Sayın Bölükbaşı ile çok istifadeli bir konuşma yaptım. Çok mücadeleli geçen müşterek bir hayatımız vardır. Bir gün Bölükbaşı siyaseti bırakır, köyüne gidip yerleşirse, karşılaşacağımız herhangi bir meselede, yine onun reyine başvurmak lâzım geldiğini, daha önce söylemiştim. Bugün bu sözümün ne kadar isabetli olduğu ortaya çıkmıştır. Sayın Bölükbaşı’yı, her müşkül ile uğraşabilecek enerji ve karakterde buldum. İki eski arkadaş olarak bir araya geldik, memleketin meselelerini konuştuk.”

 

 

 

 

Sofya’ya Kaçırılan Uçakta Bulunan Ömer İnönü ile İlgili Habere İlişkin Söyledikleri[229]

(...) Diğer taraftan İsmet İnönü büyük oğlunun Sofya’ya kaçırılan uçakta bulunduğu haberini soğukkanlılıkla karşılamış “Hayırlısı olsun” demekle iktifa etmiştir.

 

 

 

 

Uçak Kaçırma Olayı ile İlgili Söyledikleri[230]

İnönü, serbest bırakılma olayından önceki açıklamasında hükûmetin hiçbir pazarlığa girmemesini istemiş ve “Devlet taviz vermez” demiştir.

Gerek hükûmetimizin gerekse Bulgar Hükûmetinin ellerinden gelen her şeyi yaptıklarını ifade eden İnönü, sonucun milletimiz için üzücü olmaması dileğinde bulunmuştur.

 

 

 

 

5. Olağanüstü CHP Kurultayında Ortanın Solu ve CHP’deki Durum Üzerine Yapılan Açış Konuşması[231]

Beşinci Olağanüstü Kurultayın Sayın Üyeleri:

Zahmet ettiniz, uzak-yakın illerimizden bir parti ve bilhassa bir memleket görevi yapmak için Ankara’ya geldiniz. “Memleket görevi” derken hiçbir müba-lâğa etmiyorum. Memleketin kaderi her zaman CHP’nin kaderiyle ayrılmaz ilişki halinde olmuştur ve bu sizin yüksek anlayışınızla, olgunluğunuzla, olayları değerlendirmekteki eşsiz isabetinizle böyle olmakla devam edecektir. Daha büyük Atatürk’ün kurduğu günlerden itibaren partimiz Türkiye’de böyle bir kaderin sahibi olmuştur ve Parti her zaman, buna liyakatini ispat etmiştir.

Sizlere şimdi, içinde bulunduğumuz durumu anlatacağım. Ele alacağım za-man parçası son Olağan Kurultayımızdan bugünkü Beşinci Olağanüstü Kurul-taya kadar geçen süre değildir. Daha önceye gideceğim. Çünkü meselelerin kökleri daha eskinin içindedir.

Ortanın solunun anlaşılmayacak tarafı yoktur

Ben Cumhuriyet Halk Partisi’nin, program ve çalışması itibariyle, ortanın solunda bir parti olduğunu, 1965 seçimlerinden önce ilân ettim. Ortanın solu sloganıyla 1965 seçimlerini yaptık.

Bir kanaate göre; 1963 seçimlerinde iyi netice alamadık. Bunun sebebi olarak, ortanın solunun ilân edilmesi gösterildi. Bu tartışma özellikle Güven Partisi kuruluncaya kadar parti içinde devam etti.

Ancak, şurasını da söylemek isterim ki Güven Partisi hareketine katılan eski arkadaşlarımızın çoğu ve özellikle onun başındakiler ortanı solu politikasına seçimden önce, seçim kampanyası sırasında ve seçim sloganlarının kararlaştırılması devrinde hiç karşı çıkmamışlardır. Bunları bizimle birlikte kararlaştırmışlardır. Bunu ilk sebepten hatırlıyorum. Birincisi, ortanın solu politikasının savunucusu diye geçinmekte fayda umanların ve karşı çıkmayı politika yatırımı yapanların dilinde çeşitli ve tabiî maksatlı tefsirlere uğratıldığını anlatmak için.. İkincisi, CHP’nin bahsettiğim kaderini ve önemini, sadece seçim sonuçlarıyla değerlendirme yönünde bir temayülün varlığını sizlere belirtmek için.. Ben, bütün bunlara karşı, o dönemde ortanın solunu açıkça anlattım. Ortanın solunun, iyi maksat taşıyanlarca anlaşılmayacak tarafı yoktur.

İlkelerimiz ihtiyaçlarımızdan doğdu

Benim kanaatimce, Cumhuriyet Halk Partisi, kendi karakterindeki altı ok dediğimiz ilkelerini tâkip eder, bununla ortanın solunda bir mahiyet taşır. Bu, sosyalist bir karakter değildir. Sosyalist Parti, Anayasamıza göre demokratik nitelikte meşru bir partidir. Biz sosyalist partilerden, bazı görünüşte ayrı ve muhafazakâr; bazı görünüşlerde de ileri ve devrimci görünürüz. Herhalde ilkelerimiz, kendi ihtiyaçlarımızdan doğmuştur. Avrupa partilerinin her türlüsü-nün bünyelerinde olan ilkelerinden benzediklerimiz vardır, benzemediklerimiz vardır. Onun için, hiçbir Avrupa partisinin tamamen benzeri değiliz ve hiçbir zaman olmayacağız. Bunun gibi, her türlüsü kalıplaşmış sosyalist partilerden hiçbirisi değiliz ve olmayacağız.

Bu kanaatimi, ortanın solu üzerinde türlü yorumlar ve türlü özentiler göste-rilirken, daima ısrar ile tekrar ettim.

Ecevit, Erim ve Satır kol kola

Güven Partisi’nin kurulmasına yol açan tartışmalarda, partinin içinde sosyalistlik ithamları oluyordu. Bu ithamların sahipleri, özellikle ve yeni, genç, politika mazisi meçhul olduğundan dolayı kendilerine hedef diye Sayın Bülent Ecevit’i seçerlerdi, ithamlarını ona yöneltirlerdi. Halbuki o günler, benim anlattığım manâsındaki ortanın solu çizgisi üstünde Sayın Ecevit’le kol kola ve ortanın soluna güç vererek Sayın Nihat Erim, Sayın Kemal Satır var güçleriyle mücadele ediyorlardı. Dâva, birbirini destekleyen böyle gayretlerin sonunda ve sayesinde kazanılmıştır.

1966 yılından itibaren sayın Bülent Ecevit Genel Sekreterdi ve partinin sağlam güçlerine dayanıyordu. Hepimizin üzerinde mutabık bulunduğumuz, demin anlattığım ortanın solu prensibini hararetle ve inanarak savunuyordu, yürütüyordu.

1969 seçimlerinde, bizce hakkımız olan sonucu gene alamadık. Ancak ka-muoyu bizim oylarımızdan daha çok düşme olacağını sanmıştı. Tebrikler aldım ve cesaretimizi muhafaza ederek partiyi idare ettik.

O arada Bülent Ecevit’in birlikte çalıştığı arkadaşları arasında ayrılmalar belirdi ve bu belirti 1969 seçimlerinden sonra kesin ayrılığa vardı. Bir kısım arkadaşları Merkez Yönetim Kurulundan istifa ettiler.

Sayın Satır’dan, Erim’den bahsetmiyorum. Onlar Ecevit’i dışardan ve tesirli şekilde desteklemişlerdi. Ortanın solunun o anlayışı içinde Genel Sekreterin yanında, militan olarak, fikren ve bedenen çalışmış, teşkilâta yayılıp görüş-lerimizi anlatmış, şimdi hepsi parti içinde olan arkadaşlardan bahsediyorum. Bunlar, ortanın solunu anlama ve çalışma tarzı itibariyle sayın Ecevit ile beraber olamıyorlardı. Sayın Ecevit, buna karşılık, başkalarıyla beraber oluyordu.

Ecevit, 20. Kurultayda, ayrılan arkadaşlarını Parti Meclisine sokmamak için çaba gösterdi. Rahat çalışabilmesi için kendince yakın bulduğu arkadaşlarından başkalarının Parti Meclisine girmemesini istedi. Kendisini eleştirmek istidadı göstermiş olan ilk Bülent Ecevit’in, şahsına bağlı ve o tarz vefa gösteren arkadaşlarıyla geçinemediği, fikir plâtformundaki arkadaşları arasında ayrılık ikinci defa burada, kendini gösterdi. Buna rağmen, ayrılan arkadaşları Genel Sekreterlik için bir itirazda bulunmadılar. Benim davranışımda Genel Sekreterin çalışmasını kolaylaştırmak, beyhude sanılan güçlüklerden kurtulmasını sağlamak için 20. Kurultayda özel bir dikkat ve yardım gösterdiğimi hepiniz hatırlarsınız.

Bülent Ecevit’in, Parti Meclisinde sağlam bir çokluğu elinde tutmaya ve parti yönetimini yakın tanıdığı arkadaşlarıyla yürütmeye ne kadar önem verdiğini ilk devrelerden beri fark etmişimdir. Bir büyük partiyi ve memleketi yönetebilmek için, kendi tecrübeme göre lüzumlu saydığım geniş ufku kendisine telkin edebilmek için çok gayret gösterdiğimi iyice hatırlarım. Bunda başarım, sınırlı kalmıştır.

12 Mart’a kadar, her şeye rağmen yakın ve emniyetli bir çalışma hayatı geçirdik ve birkaç önemli fırtınayı beraber atlattık. Eski Demokratlar’ın siyasî haklarının iadesi çabası gibi…

12 Mart’ta aramızda hiçbir ayrılık olmadan ve yalnız 20. Kurultayda, vaktiyle beraber çalışmış arkadaşlar arasında tartışmalar geçmiş olarak geldik. 20. Kurultay sonrası tartışmalarında, daha çok Bülent Ecevit’in yeni yakın arkadaşlarının gayreti ile, partililer arasında geçimsizlik, zaman zaman görünür-dü. Bunların içinde bir tanesi, Sayın Kemal Satır’ın bir parti içi gezisi dola-yısıyla Sayın Ecevit’le aralarında meydana gelen gerginliktir. Bu gerginliği Bülent Ecevit’in arzusuna göre düzeltmek için Kemal Satır üzerinde ısrarla ricada bulundum ve Satır’ın uysallık göstermesiyle ihtilâf ilerlemedi.

Sayın Ecevit sadece parti içi tutumu, davranışları dolayısıyla değil, ihti-yatsız şekilde ifade ettiği bir takım fikirlerden dolayı partinin dışında da şüpheler uyandırıyordu. Bir çok defa bu ifadeleri “Onun söylemek istediği budur” veya “Bizim bu konudaki açık görüşümüz şöyledir” tarzında tavzih etmek mecburiyetini duyduğum herhalde gözünüzden kaçmamıştır ve hatırınız-dadır. Sayın Ecevit’in bilhassa bu yüzden, resmî davetlerde ve Ordu ile ilişki-lerinde yanlış saydığı tefsirlerden kurtulması için devamlı bir dikkat göstermeye de çalıştım. CHP Genel Başkanı sıfatıyla çağrıldığım davetlerde sayın Ecevit’i göremediğim hallerde “Genel Sekreterimizi de çağırmazsanız bir daha ben de gelmem” diye mesele çıkardım.

12 Mart’a, işte bu şartlar içinde geldik, Ecevit ile münasebetlerimi bozma-dım. Ona kolaylık göstererek beraber çalıştım.

İkinci devir, 12 Mart’tan sonra başlar. Bizim parti için bu dönemin başlıca meselesi: Nihat Erim Hükûmetinin kurulması ve partilerden yardım görmesi meselesidir.

Bu meseleyi nihayet Meclis Guruplarında parti kararı olarak çözümlemeye mecbur idik. Onun için ilk kararımızı görüşmek üzere 21 Mart 1971 Pazar günü Mecliste toplu bir halde, Bülent Ecevit’le Merkez Yönetim Kurulu üyelerini bekliyorduk. O sırada, Bülent Ecevit’in gazetecilerle evinde basın toplantısı yaptığını, Nihat Erim Hükûmetini desteklemek için CHP Ortak Grubunda verilecek karara ters düştüğünü ve bu sebeple Genel Sekreterlikten istifa ettiğini basına ve kamuoyuna açıkladığını; Merkez Yönetim Kurulu üyelerinin de Ecevit’le birlikte istifa ettiklerini öğrendik. O gün öğleden sonra toplantı yaptık ve CHP Ortak Grubunda, Hükûmeti desteklemeye karar verdik.

Merkez Yönetim Kurulu üyelerinin istifaları birer birer bana geldi. Bundan sonra ilk işimiz, yeni Merkez Yönetim Kurulunu ve Genel Sekreteri seçmek oldu. Bülent Ecevit heyetinin çokluğu ile Sayın Şeref Bakşık’ı Genel Sekreter seçtik. Şeref Bakşık’ın Genel Sekreterliği zamanında, Genel Sekreterlikten ayrıldığı halde Sayın Ecevit’in parti içi faaliyeti başladı. Dolaşıyor, demeçler veriyordu. Parti içi toplantılarda kendisi ve arkadaşları görünmeye çalışıyorlar. Ortanın Solunu ancak kendi zihinlerinde ve sözlerinde mevcut bir hayali tehlikeye karşı savunuyorlardı.

Burada, bu davranışa itiraz sebebimi bir defa daha anlatayım. CHP’li her üye için dolaşmak, parti ilkeleri içinde demeçler vermek, parti içi toplantılarda bulunmak, bu ilkeleri her yerde savunmak benim gözümde bir haktan ileridir. Bir görevdir. Ancak, resmî sıfatı bulunmayan hiç kimse parti teşkilâtına kumanda etmeye kalkışamaz. Size, biraz önce Satır hakkında Ecevit’in bana yaptığı bir şikâyeti ve benim nasıl hareket ettiğimi söyledim. Satır’ın aksine Ecevit, bu sefer kendisine ikaz yaptığında, ihtilâfı söndürmedi. Genişletti.

Şeref Bakşık’ın Genel Sekreterliği dönemindeki çalışmalar; kongrelerde karşılıklı hizipler arasında tarafsız kalmaya çalışmak, Ecevit’in demeçlerine ve Partiyi fiilen idare etme gayretlerine karşı uzlaştırıcı çare aramak, Gençlik Kollarının her tarafta tahriklerine karşı ve illerdeki hizipçi faaliyetleri Ecevit taraftarı ya da karşı cereyanlar arasında selâmete eriştirmek çabalarıyla geçmiş-tir. Hulûs ile, parti ihtilâflar artmasın ve zehirlenmesin diye uğraşıyorduk. Bir taraftan da benim Merkez Yönetim Kurulunun dikkatini çekmem karşısında bunalarak nihayet Şeref Bakşık istifasını emrivâki yapmıştır. Onun istifasını da aynı zamanda bütün Merkez Yönetim Kurulu üyelerinin istifaları tâkip etti.

Bundan sonra Sayın Kâmil Kırıkoğlu benim teklifimle Genel Sekreterliğe seçildi. Merkez Yönetim Kurulu üyeleri için Sayın Kırıkoğlu’nun bir tercih ve hazırlık yapıp Parti Meclisine öneride bulunmasını istiyordum. Çünkü artık Ecevit’in Parti içi faaliyeti, Genel Sekreter olduğu zamanların aynı idi. Merkez Yönetim Kurullarının kendi istiklâlleriyle bir yönetim yapmaları, imkânsız hale gelmişti, Sayın Kırıkoğlu bir aday listesi göstermekten çekindi. Liste önerirse karşı aday listesi çıkacağını; liste çıkarmazsa Parti Meclisinin sağduyu ile çalışabilecek bir Merkez Yönetim Kurulu meydana getirebileceğine emin bulunduğunu ısrarla savundu. Kendisi liste yapmazsa, başka bir liste çıkmaya-cağını kesin olarak söylüyordu. Dediğine uydum, muvafakat ettim. Parti Meclisinde bu şartlar içinde yeni seçim yapıldı. Ecevit’in yakın bir arkadaşı tarafından, şahsî bir listeymiş gibi, göz göre göre bir hizip listesi teklif edildi ve bir kişi dahi değişmeden aynen kabul olundu. Yeni listenin eskisinden farkı şu idi: Merkez Yönetim Kurulunda kesin Ecevit taraftarı görünen 12 kişi aynen teklif olunuyor ve son zamanlarda arzu edilmemeye başlanan 3 kişi değişti-riliyordu.

Sayın Kırıkoğlu’na, kendisi liste çıkarmazsa karşı liste de çıkmayacağı sözünün gerçekleşmediğini söylediğim zaman, müteessir görünerek, böyle bir hareketi tahmin etmemiş olduğunu bildirdi. Bu şartlar içinde Kâmil Kırıkoğlu’nun Genel Sekreterliği dönemi başladı.

Sayın Bülent Ecevit’in usul dışı bir debdebe ile ters düşmesi ve istifa şekli ile, teşkilât içinde dikkate değer iki önemli olay oldu. İstifanın esası kadar şekli, daima hüzünle hatırlanacak bir mahiyettedir. Her türlü usulün dışında, ters düşmeyi ilân etmek için hareket edilmiştir. Bu hâl, ilk günden itibaren, bir vazifeden ayrılmaya tahrik edici bir karakter vermek için özel bir gayretin ifadesi sayılabilir.

İstanbul İl Yönetim Kurulu toptan bir bildiri yayınladı, Bülent Ecevit’in istifasından üzüntülerini ve onu gerçek önder tanıdıklarını ilân ettiler. Ve Ankara’da Sosyal Demokratlar Bülent Ecevit lehine ve şahsen benim aleyhime gürültülü bir gösteriş yaptılar.

Ecevit’in bu faaliyet devri, istifa ettiği halde, partiyi bizzat idare etmek arzusu şeklindedir. İstifası, ters düşmesi, münasebetlerimiz içinde ansızın, yalnız kendi kararı ile olduğu halde, istifa etmemiş gibi Merkez Yönetim Kurullarını etkisi altında bulundurmayı arzu etmiş; gerçekleştirmeye çalışmış; Bakşık zamanında buna imkân bulamamışken, Kırıkoğlu ile her hususta aynı yolda bulundukları intibaını vermişlerdir. Kongrelerde konuşmalar ve sonuçlar beraberlikle tâkip olunur, illerde politikalar beraber yürütülür, özellikle Ankara ve İstanbul gibi illerin politikaları, Ecevit zamanında olduğu gibi ve onu gerçek lider tanıyan bir titizlikle gösterilir.

Yine bunun gibi Ecevit zamanında Mecliste yaratılmış olan muarızlarıyla da Merkez Yönetim Kurul aynı istikamette uğraşır. Merkez Yönetim Kurulu, Grup toplantılarına katılıp katılmamayı bir karar konusu yapabilir. TBMM’ndeki bir toplantıya, partinin bir toplantısına, Parti içi bir ihtilâfın müzakeresi olsun; bunlara katılmamayı karara bağlıyabilirler. Meclis Grubu ile beraber görüşecekleri bir ihtilâflı meselenin müzakeresine girmeyeceklerini ilân edebilirler. Merkez Yönetim Kurulu, kendi Parlâmenterlerinin halktan kopmuş olduğunu ilân edebilir.

Bir defa bunların hepsi, Meclis çalışmasını bir Parti Yönetim Kurulunun baltalanması olarak, kötü emsali görülmemiş hareketlerdir. Davranışların kendi Meclis Gruplarını itham ederek yapılması ise, Merkez Yönetim Kurulu’nun, Meclis Gruplarını tamamıyla emirleri altında çalışır duruma getirmek istediğini gösterir ki, yetkisi dışında olduğu kadar, Anayasa müessesesi olan Meclis Gruplarının çalışmasına müdahale bakımından Anayasa dışıdır, kendi partisinin grubunu çalıştırmamak bakımından, kamuoyunda, her türlü parti beraberliğine aykırı bir usuldür.

Bugünkü durumumuz budur.

Genel Başkanın Parti teşkilâtını ve Meclis Gruplarını ahenk içinde çalıştır-mak gibi 40 yıldan beri tecrübe edilmiş bir vazife anlayışı tamamıyla hükümsüz bırakılmış; Meclis içinde ve dışında Parti beraberliği, vatandaş gözünde değer-siz ilân edilmiştir.

Genel Sekreterlikten istifa eden bir insanın, istifa etmemiş gibi parti idare-sini yürütebilmesi, Parti Meclisindeki çokluk sayesinde mümkün olmaktadır.

Kanunların ve yetkilerin devlet yönetiminde iyi niyetten çıkarak kullanıl-ması, er geç toplumu büyük karışıklığa ya da ihtilâle götürmüştür, götürecektir.

Tarihte İttihad-ı Terakki Merkezi Umumî idaresi, Meclisleri vazifelerini göre-mez bir hale girmişti. Demokrat Parti iktidarı zamanında, “Hiçbir kanun Anayasaya aykırı olamaz” ilkesi, şu şekilde işlenirdi: Bir kanunun Anayasaya aykırı olup olmadığına Meclis karar verirdi. Onun için, Anayasaya aykırı bir kanun göz göre göre çıkarılır ve şikâyet olursa, ertesi gün Meclis toplanır, çıkan kanunun Anayasaya uygun olduğunu bildirirdi. Bu usul ile millet, Anayasaya aykırı kanunlarla idare olunmaya başladı ve nihayet 27 Mayıs 1960 hareketi oldu.

12 Mart’tan önce yine böyle usullere uygun manzara altında bütün şikâyet-leri üzerinde toplayan bir idare, 12 Mart’ı getirdi.

Bütün bu hâdiseler, demokratik rejimin geçirdiği tekâmül safhaları sayıl-malıdır. Ancak, bunların dersi de alınmalıdır.

Gene bunun gibi, demokratik rejimden ayrı düşen bir idarenin bir türlü değişmesinin bir de ruhî sebebi vardır. İktidarda bulunanlar, marifetli tertipler veya usullerle, ya da marifetli seçimlerle iktidarda kalırlarsa, artık bir daha iktidardan ayrılmaktan ürkek hale gelirler ve bu ürküntülerinden, bir ihtilâle kadar kurtulamazlar.

Parti içinde bir görevden istifa ettikten sonra, istifa etmemiş gibi o partiyi idareye özenmek de, tabiî tedbirine tevessül olunmazsa, er geç bir karışıklığa sebep olacağından şüphe edilmemelidir.

5. Olağanüstü Kurultay, tüzüğün imkân verdiği bir usulle, partililer tara-fından ve Genel Başkan olarak benim de lüzum görmem üzerine toplanmıştır. Parti içinde ciddî bir ihtilâf vardır. Bu ihtilâf, dış görünüşün aksine bir tüzük ihlâlinin, yetki aşmasının çok ötesindedir. Denetlenebileceğini reddeden Parti Meclisi ile onun içindeki bir çoğunluk tarafından dışardan alınan emirle kurulan Merkez Yönetim Kurulu, bir hizip halinde, CHP’yi olduğundan ve olması gerekenden başka bir teşekkül haline getirmek çabasındadırlar. Benimle ihtilâfları bu konudadır. Yoksa iş ne bir şahıs meselesidir, ne benim için bir makam ve komuta yetkisi meselesidir. Zaten, işe o rengi vermek maksadıyla “Genel Başkanla bir ihtilâfımız yoktur” deyip durmaktadırlar.

Cumhuriyet Halk Partisi’ni, bir Parti Meclisinin hizip çoğunluğu elinde hem teşkilâta, hem Meclis Gruplarına hâkim duruma getirmek isteyen bir idare tarzı ile ciddî  ihtilâfım vardır.

Bu vaziyetten Parti behemehal kurtarılmalıdır. Bugün teşkilât idaresini elinde tutan organ ile Meclis Grupları ve Genel Başkan birbirlerinden tama-mıyla ayrılmış durumdadır. Burada yapacağımız görüşmelerin sonunda sizler, Cumhuriyet Halk Partisi’nin gerçek sahibi partililerin temsilcisi delegeler, doğruyu ve eğriyi seçeceksiniz. Olağanüstü Kurultay, Merkezin ve Meclisin, Genel Başkan ile birlikte, Cumhuriyet Halk Partisi’nin tarih içinden gelen, ona memlekette kudretini ve kuvvetini, sağlamlığını veren ilkelerine sadık halde çalışabileceği Parti Meclisini kuracaktır. Genel Başkan olarak samimî kanaatim, 5. Olağanüstü Kurultayın Partinin içinde bulunduğu ciddî  tehlikeyi, memleket açısından da değerlendirerek kavrayacağı ve en iyi kararı vereceğidir.

Genel Başkan olarak, Partiyi bir çıkmazdan ve muhakkak bir tehlikeden kurtarmak için fikrimi apaçık söyledim.

Hepinize saygılar sunarım.

 

 

 

 

5. Olağanüstü CHP Kurultayının İkinci Gününde Parti İçi Sorunlar ve Kurultayın Alacağı Karara İlişkin Yapılan Konuşma[232]

(...)

“Beni dikkatle dinleyin, burada Genel Başkana şöyle dostuz, böyle dostuz diye konuşmalar dinliyorum. Ayrıca benim kanunsuzluklarımdan bahsediliyor, eşkıya demişim. Ben bütün hayatımda çiğ sözle tecavüz ettiğimi sanmıyorum. Bazen en ağır sözlerim, küfürden de ağırdır. Dedim ise özür dilerim.

Halka gideceğiz diyorsunuz, bunu bana karşı söylüyorsunuz. Biz Türkiye’de tek parti devrinde, tek dereceli seçimde [seçimle] çok partili rejime geçtik. Beni 1945’e götürseniz yine bugünkü görüşümü söylerim.

Burada devamlı dedikodu dinliyoruz. O söyledi, bu söyledi. dedikodu ile haksızlık ettiğimden şikâyet var. Ben Ecevit hakkında vesikalar var demişim. Öyle bir şey söylemedim.

Şimdi meseleye geliyorum, bu kurultay benim davetim üzerine toplanmıştır. Kurultay hazırlık görevini üç arkadaşıma verdim. Merkez Yönetim Kurulu’na yaptırsa idim, bugünkü netice alınamazdı.

Kırıkoğlu açtı ağzını yumdu gözünü

Genel Sekreter Kırıkoğlu bu sabah burada, açtı ağzını yumdu gözünü. Benim kanunsuzluğumdan şikâyet etti. Ecevit’in bir seneden beri devam ettiği karanlık hareketini tasvip etti.

Ecevit Parti Meclisini, Merkez Yönetim Kurulu’na ne sıfatla müdahale ediyor. Bu yanlışlıktır. Bir insan istifa ettikten sonra o vazifeden ayrılmıştır. Müdahale vazife dışı bir davranıştır.”

Ecevit dedikoduyu sanatla işliyor

İnönü konuşmasını şöyle tamamlamıştır:

“İhtilâf büyüktür. Mesele ortanın soludur. Ortanın solunu kaybetmeyeceğim. Kaybetmemek için tedbir almak lâzımdır.

Parti Meclisi normal çalışmaz bir haldedir. Bunu değiştirmek lâzımdır.

Ecevit iddiasına göre Merkez Yönetimine uyarsa kapıkulu olur, kendi bildiği gibi olursa özgür olur.

Dedikodu çekişme çok. Seçim kaybettiğim zaman ‘Nankörler beni seçme-diler’ demişim. Bunun aslı faslı yok. Dedikodu, çekişme partiyi bu hale getirdi. Bu hal partiyi böler, parçalar. Ecevit dedikoduyu sanatla işliyor. Ecevit Nihat Erim’le uğraşıyor. Erim’in işi bitmiş iktidardan çekilmiş, hâlâ onunla uğraşıyor.

Sayın Cumhurbaşkanının bir sözü yayılmış. Bunu Cihat Alpan söylemiş. Dedikodunun aslı yokmuş. Sayın Cumhurbaşkanı tekzip etmiş. Sayın Divan Başkanı Kurultayı bundan ne vakit haberdar edecek.

Kurultay ne karar verirse onu sükûnetle karşılayacağım diyorum. Hem seçimi kazanacağız, hem Genel Başkanımız kalacak diyorlar. Yani ben Ecevit’in emrine gireceğim, parti teşkilâtını, Kamil Kırıkoğlu gibi idare edecek Meclis grupları bugünkü gibi muamele görecek. Kurultay Ecevit’i haklı çıkarırsa kendisine tevdi edilmiş, bunalıma çare bulmakta isabetsiz karar almış olacaktır. Bunun neticesi ne olur? Bunun neticesi devlet hayatında görülen şey olur.kurultay kendine verilmiş olan bir vazifede hata etmiş olacak. Kurultay bu bunalıma çare bulacak mı, bulmayacak mı? Neticede bu anlaşılacaktır.

Kurultay isabetli karar alsın. Almazsa bunalımdan kurtulamayız. Bunun zararlarını görürüz. İsabetli karar alırsa, seçilecek aday listem var.”

 

 

 

 

CHP Genel Başkanlığından İstifa Yazısı[233]

CHP Merkez Yönetim Kurulu’na,

CHP V. Olağanüstü Kurultayının 7 Mayıs 1972 toplantısında verdiği karar sonucu olarak CHP Genel Başkanlığından çekildim.

Tüzüğün 28. maddesinin gerektirdiği işlemin kurulunuzca yapılması için saygılarımla arz ederim.

                                                                                      İsmet İnönü

 

 

 

 

 

CHP Genel Başkanlığından İstifanın Ardından MYK Üyelerinin Ziyaretinde Söyledikleri[234]

Bundan sonra faal siyasî hayatın tamamıyla dışındayım. Sık sık görüşmeyeceğiz. Kurultay neticelerine gelince, demokratik hayatın neticeleridir bunlar, bunları normal karşılarım.

 

 

 

 

“Faal Siyasetten Çekilecek misiniz?” Sorusuna Verilen Yanıt[235]

Ben istifa mektubunu yazdığım andan itibaren hiç kimse ile siyasî mahiyette bir konuşma yapmadım ve hiç kimseye beyanatta bulunmadım. Benim faal politikadan çekileceğim söylentilerini yayanlar gönüllerinde arzu ettikleri bir haberi yaymaya çalışıyorlar.

 

 

 

 

Yalova’ya Giderken Doktoru Zafer Paykoç’a Söyledikleri[236]

İnönü Prof. Paykoç’a “Yalova’ya gideyim de politikaya şöyle bir uzaktan bakayım. Bakalım o mesafeden nasıl görünüyor. Etrafı göreyim, dinleneyim” demiştir.

 

 

 

 

CHP Milletvekillerine CHP Yönetiminin Yürütülmesine İlişkin Söyledikleri[237]

Ben, prensiplerimi, söylediklerimi daima tâkip etmiş bir kimseyim. Hepi-mizin tecrübesi var, dirayetiniz var, işleri kendiniz yürütmesini bileceksiniz. Bana danışmanıza lüzum yok. İstifa ettiğime göre, görevli olmadığıma göre, Genel Başkanlık sıfatım bulunmadığına göre, dışardan partinin yönetimine karışmam. Yönetim üzerinde söz söylemek durumunda olmam.

 

 

 

 

Yalova’da Ali Sohtorik ile Yapılan Sohbet[238]

(...)

Otelin dinlenme salonunda Sohtorik’le sohbet eden İsmet İnönü Sohtorik’in “Paşam basın mensuplarının sizi yalnız bırakmaması normal. Zira 50 yıldan beri günün konususunuz” sözüne, “Günün konusu benim ha!” cevabını vermiştir. Bunu üzerine Ali Sohtorik, “Metanetinize hayranım Paşam” şeklinde konuşmuştur. İnönü bu söze de sadece ufak bir tebessüm ve başını sallayarak cevap vermiştir. Konuşma sırasında Ali Sohtorik’e hangi ay denize gireceğini soran İsmet İnönü “Geçen yıl rahatsızdım giremedim. Bu yıl belki Temmuz sonu veya Ağustos başında” cevabını alınca hayret ederek, “Çok geç Ali, ben bile Temmuz başında İstanbul’da denize gireceğim” demiştir.

 

 

 

 

CHP Bursa Yalova İlçe Kongresine Katılmayışına İlişkin Söyledikleri[239]

(...) Dâvet üzerine İnönü, İlçe Başkanına: “İnşallah hayırlı olur. Ama ben gelmeyeceğim. Çünkü artık meşgul olmuyorum” demiştir.

İlçe Başkanı, İnönü’ye bugün öğleden sonra Çınarcıklılar’ın kendisini bek-lediklerini söylemiş, İnönü buna da: “Bugün çıkmayacağım. Bazı beklediğim misafirlerim var. Yarın belki gelirim” şeklinde cevap vermiştir.

 

 

 

 

Ankara’ya Döndükten Sonra Gazetecilerin Siyasetle İlgili Sorularına Verilen Yanıtlar[240]

(...)

Otomobilden indikten sonra, “İyi misiniz, iyi misiniz?” diyerek, gazete-cilerin hatırını soran İsmet İnönü, onlardan bir cevap beklemeden “Keyfim yerinde” demiştir. Soru yağmuruna tutulan İnönü, bazı soruları kendi uslübu içinde cevaplamış, yeni hükûmeti iyi bulduğunu bu arada beyan etmiştir.

Politikaya hazır mısınız?

“Politikaya hazır mısınız?” sorusunu, “Havadis sizlerde, benim bir şey bildiğim yok” şeklinde karşılayan İnönü ile gazeteciler arasında, daha sonra şu konuşma cereyan etmiştir.

Soru: Son mahalli seçimleri nasıl karşıladınız?

Cevap: Havadis yok bende.

Soru: Yeni bir siyasî parti kurulacakmış. Fakat, ben yokum, demişsiniz, bu doğru mu?

Cevap: Benim hiçbir şeyden haberim yok.

Soru: Yeni bir partiyi tasvip eder misiniz?

Cevap: Sormayın artık, canım, bir şeyden haberim yok.

Soru: Yeni hükûmeti nasıl buldunuz?

Cevap: Yeni hükûmeti iyi buldum..

 

 

 

 

CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit ile Görüşmeden Sonra Yapılan Açıklama[241]

Malatya Milletvekili İsmet İnönü’nün çalışma bürosundan bildirilmiştir:

CHP Genel Başkanı Sayın Bülent Ecevit, kendi arzusu ve talebi üzerine bugün saat 19’da Malatya Milletvekili İsmet İnönü’yü Çankaya’daki evinde ziyaret etmiştir.Saat 19.25’e kadar süren ziyaret sırasında dostluk ve nezaket sözleri konuşulmuştur.

Parti içi ve parti dışı somut bir meseleye dokunulmamıştır. Sadece sayın Ecevit, CHP’nin tutumunda değişiklik olacağına dair çıkarılan havadislerin aslı bulunmadığını İsmet İnönü’ye bildirmiştir.

 

 

 

 

TBMM’de Milletvekilleri ve Gazetecilerle Yapılan Sohbet[242]

(...)

İnönü–AP Temsilciler Meclisi’nde dikkatinizi neler çekti?

Hayrettin Hanağası–Paşam, partiden ihraç edilenlerin affı temennisi var. Seçimlerin zamanında yapılması için gayret sarf edilecek.

İnönü–En önemlisi bunlar mı?

Kabibay–Evet Paşam.

Veli Bakırlı–Sayın Kabibay, AP Temsilciler Meclisinde ilk defa halk kapitalizminden bahsedildi. Lütfen onu da Paşa’ya nakledin.

Orhan Kabibay–Evet, evet doğru. Sayın Paşam, AP Temsilciler Meclisi’-nde ilk defa halk kapitalizminden bahsedildi. Ortanın soluna yanaşıyorlar.

İnönü–Bunlar için alınmış karalar mı var? Bildiride çıktı mı?

Orhan Kabibay–Hayır Paşam. Temenni bunlar.

İnönü ve basın

O sırada, altı kişilik bir gazeteciler grubu salona girdi. Paşaya doğru ilerle-diler. İnönü,

“Oooo! Gazeteci dostlarım da burada” dedi ve Fikret Otyam konuştu:

“Paşam, sesinizi duyabilmek için geldik. Arkadan basın locasından sizi görüyoruz, sesinizi de duyalım dedik. Sizi özledik.”

İnönü bu sözlerden memnun, gülerken Meclis Başkan Vekillerinden AP’li Fikret Turhangil geldi, elini sıktı. Turhangil çok saygılıydı. İnönü bir süre Tur-hangil’e baktı “Kendini tanıt lütfen” dedi. Devreye Veli Bakırlı girip Fikret Turhangil’i tanıttı. İnönü gene “Oooo!” deyip ekledi: “Çok memnun oldum.” Turhangil gayet saygılı, “Paşam sizi çok sıhhatli gördüm. Gençleşmişsiniz. Yalova size yaramış.”

İnönü gülerek şu cevabı verdi: “İçi beni dışı sizi ve âlemi yakar. Bir türlü gözlüklere alışamadım. Sevemedim bir türlü bunları.”

Haber sizde

Oysa İnönü yeni gözlükleriyle gayet iyi görünüyordu. Çünkü sohbet başla-madan önce 9-10 metre ötesinde duran Veli Bakırlı’yı gördükten sonra yanın-dakilere sormuştu:

“Bu bizim Veli Bakırlı değil mi?”

Sohbeti koyultan İnönü ile gazeteciler arasındaki konuşma şöyle devam etti.

Otyam–Paşam, basın locasından sizi hep arkadan görüyoruz. Elinizdeki Meclis albümünü karıştırıyorsunuz? Neden acaba?

İnönü–Yoklamayı ben oradan tâkip ediyorum da onun için. Ne var ne yok sizde?

Otyam–Haberler sizde Paşam.

İnönü–Bende hiçbir şey yok. Ben her şeyi açık açık söyledim.

Ekşi–Peki Paşam, ekstra bir şey yok mu?

İnönü– Yok, yok.

Meclise güneşi sokamadık

(...)

“Şu Meclise güneşi bir türlü sokamadık.”

Bunun üzerine, Otyam şöyle dedi:

“Paşam, milletvekillerini de sokamıyoruz. Bir türlü ekseriyet olmuyor.”

İnönü, kendine özgü tebessümüyle Otyam’ın yüzüne bakıp şöyle dedi:

“Ben de milletvekiliyim, milletvekili arkadaşlarımın aleyhinde beni konuş-turamazsınız, Ben bunu yapmam.”

İnönü yerinden kalkıp adımını atacağı anda gazetecilere dönüp şöyle dedi:

“Hadi bakalım, delikanlı gidiyor..”

 

 

 

 

CHP Tüzüğündeki Olası Değişikliklere İlişkin Yapılan Bir Sohbet[243]

(...)

İsmet İnönü, Millet Meclisinin Salı günkü toplantısında bu konu ile ilgili olarak, Bilecik CHP Milletvekili Mehmet Ergül ile görüşmüştür. Meclis görüş-melerini not ederek kendisine veren Mehmet Ergül’den İnönü, Genel Merkezce Tüzükde yapılmak istenen değişikliklerin neler olduğunu sormuştur. Ergül, bu değişiklikleri bir kağıda not ederek İnönü’ye vermiştir. Bir süre bunları tetkik eden İsmet İnönü, üzgün ve endişeli bir ifadeyle, “Bunları yapacaklar mı?” diye sormuş, Ergül de “Evet Paşam, duyduğumuz budur” cevabını vermiştir. İnönü’-nün bir ara “Vazettiğim prensipler yok edilmek isteniyor. Daha önce de söyle-miştim, bu yol sakat bir yoldur. Buna çok üzülüyorum” dediği duyulmuştur. Mehmet Ergül, bu değişiklikleri kabul edemeyeceklerini, kesinleştikten sonra iptâli için dâvâ açacaklarını bildirmiştir. İnönü Ergül’ün bu cevabından sonra, “Malatya’da yapacağım konuşmada bu konuya da temas edeyim mi?” diye sormuştur. (...)

 

 

 

 

Halkevleri Genel Merkezinde Düzenlenen Kermeste Halkevleri Üzerine Söyledikleri[244]

CHP Malatya Milletvekili İsmet İnönü, dün Halkevleri Genel Merkezindeki Halkevleri kermesini ziyaret etmiş, bu arada Genel Başkan Kadri Kaplan’a “Halkevlerinin kapatılması büyük bir faciaydı. Ölmüş, kaybolmuş bir mües-seseyi bu hale getirdiniz, müteşekkiriz” demiştir.

Ziyareti sırasında neşeli görünen İnönü, Türkiye’nin çeşitli yerlerinden geti-rilerek sergilenen eserleri tek tek incelemiş ve “çok güzel, mükemmel” diyerek eşi Mevhibe İnönü’ye, “Hepsini gör, kaç paralık alış-veriş yapacağını kafanda kur. Çünkü çok güzel şeyler var” demiştir.

 

 

 

 

CHP Malatya İl Kongresi’nde Malatya Milletvekilliği, Parti İçi Yaşam ve CHP Tüzüğündeki Olası Değişiklik Önerileri Üzerine Yapılan Konuşma[245]

Malatyalı hemşehrilerim, aziz vatandaşlarım,

Cumhuriyet Halk Partisi Malatya İl Kongresi’nde bulunmak için huzurunuza geldim. Bu sefer, parti içinde bir idare sorumluluğum bulunmayarak geliyorum.

Demokratik rejimde değişmeler olağandır. Memleket idaresinde durum öyle olduğu gibi, parti içinde de siyasî hayatın yürüyüşü böyledir. Şimdi huzurunuzda, Malatya milletvekilliği gibi şerefli bir vazifenin devamcısı olarak gönül rahatlığı ile bulunuyorum.

Bu sözlerimle, hakkımda son zamanlarda çıkarılan haberlerin aslı bulunma-dığını görüyorsunuz. En son haber, Malatya milletvekilliğinden istifamı söylemek için buraya geldiğim haberi idi. Bunun da aslı ve esası yoktur.

Büyük vazife değişikliği benim ömrümde ilk önce 1950 yılında oldu. Ondan sonra 10 yıl devam eden muhalefet partisi başkanlığı vazifemde Malatyalılar benim başlıca dayanacağım oldular ve bütün memleketteki vatandaşlarıma örnek sayıldılar. Sizden ve başka yerlerdeki vatandaşlarımdan gördüğüm yardımla ödevimi yaparken, karşısında bulunduğum güçlükleri yenmeye çalıştım.

Şimdiki değişikliğin, parti içi hayatta sizi yakından dikkate sevk etmesi gerekecektir. Parti içi hayata hemşehrilerim beni ne kadar desteklemek duru-munda görünürlerse Malatya milletvekili olarak yurt siyasetinde görev yapmam, o kadar kolaylaşmış olur.

Malatyalı hemşehrilerim,

Parti içi demokratik hayatımız, önümüzdeki yakın kurultayda yeniden, memleket ölçüsünde dikkati çekecektir. Parti Meclisinin, parti tüzüğünde önemli değişiklikler yapmayı düşündüğü ve kurultaya teklifler getireceği anlaşılmaktadır. Şimdiye kadar genel merkez yetkilileri, fırsat düştükçe, Meclis grupları ile zaman zaman tartışmaya düştükçe, Parti Meclisine yeni yetkiler verilmesinden söz ederlerdi. Son Parti Meclisi toplantısında yapılan konuşmalardan, bu düşüncelerin gerçekleştirilme yoluna girildiği meydana çıkmıştır. Şimdi onun hazırlığı yapılıyor.

Düşünülen değişiklikler önemlidir. Kesinleşmiş bir teklif ve istenilen karar önümüzde bulunmadığı için, ihtimal üzerine fikir söylemek istemiyorum. Ama şimdiden söyleyebilirim ki, düşünülen teklifler ne kadar hafif şekilde meydana çıkarsa çıksın, değişiklikler parti içi hayatta ve bu yoldan memleketin siyasî hayatında, hattâ memleketin kaderinde tesirli olacak nitelikte görünmektedirler.

Parlâmenter olsunlar veya olmasınlar, bütün kurultay üyeleri, tüzükte yapılmak istenen değişikliklerle yakından ilgilenecekler ve memleketin yüce menfaatinin icabını göz önünde tutarak, kurultayın isabetli karara varmasını sağlamaya çalışacaklardır.

Bütün iyi niyetlerin harekete gelip, doğru neticelerin alınması emelimizdir. Malatya milletvekili olarak ben de her kurultay üyesi gibi vazifemi yapmaya çalışacağım.

Malatya il kongresinin sayın üyeleri, aziz hemşehrilerim,

Günün başlıca meselesini size arz ettim. Geçirmekte olduğumuz bunalım, şimdiye kadar geçmiş olan örneklerinden en önemlisidir. Bu bunalımdan partimizin, yani Kurtuluş Savaşının ve Cumhuriyet devrinin eski ve bu itibarla tecrübeli sayılması lâzım gelen Cumhuriyet Halk Partisi’nin, sağduyu ile ümit verici bir neticeye çıkması lâzımdır.

Malatya il Kongresi’nde yapılacak seçimlerin, şüpheye ve şikâyete yer vermeyecek açık bir doğrulukta yürüyeceğine güveniyorum.

Memleket meselelerini ve memleket içinde partimizin durumunu açıklıkla anlatmayı ödev bildim ve ödev bileceğim. Size daima bu yolda hizmet etmeye çalışacağım.

Size sonsuz sevgilerimi ve saygılarımı sunarım.

 

 

 

 

CHP Malatya İl Kongresi’nde Yaptığı Konuşma Üzerine Söyledikleri[246]

Önceki gün Malatya Kongresi’nde bir konuşma yapan İnönü, CHP’li parlâ-menterlere ve gazetecilere bu konuşmasını nasıl bulduklarını sormuştur.

İnönü daha sonra şunları söylemiştir.

“Mümkün olduğu kadar çiğ söz kullanmamaya çalıştım. Fikrimi açıkladım. Yarın (bugün) Parti Meclisi’nde göreceğiz bakalım. Kurultay’a gideceğim. Ora-da da konuşacağım.”

 

 

 

 

Malatya Belediye Başkanı ile Valiyi Ziyarette Yapılan Sohbetler[247]

(...) İnönü CHP’li Belediye Başkanı Mehmet Kırçuvaloğlu’nu sıkı bir imti-handan geçirdi. Belediye Başkanı ile İnönü arasında şu konuşmalar geçti:

İnönü: Belediyelerin içinde en zengini siz misiniz? Neden?

Başkan: Borcumuz yok da ondan Paşam.

İnönü: Elektrik durumunuz nasıl?

Başkan: Keban’dan gelecek hattı bekliyoruz. Fakat 24 saat suyumuz var.

İnönü: Buradaki memurları çok gördüm.

Başkan: Paşam onların arasında halk da var.

İnönü: İşsizlik durumu ne âlemde?

Başkan: Çok işsiz var Paşam. Vatandaşa verecek iş bulamıyoruz. Gerekli yatırımlar yapılamıyor.

(...)

Malatya Valisi Sadullah Verel’le eşi Necla Verel, önceki akşam Vali Konağı bahçesinde İnönü’lere bir çay vermişlerdir.

(...) İnönü, Vali Konağında bir buçuk saatlik süre içinde özellikle hanımlara takılmış, ikram edilen unla yapılmış yiyeceklerden alıp almadıklarını kontrol etmiş, sözü kadın haklarına getirerek, “Kadının devlet hayatına girmesi bizde Atatürk’ün en büyük eseridir” demiştir.

İnönü Hükûmet Konağı bahçesindeki sohbeti sırasında sık sık çay ve kahve-den söz etmiş, görevde bulunduğu sürelerde Türkiye’de iyi çay ve pamuk yetiştirilmesi için yaptığı çalışmaları anlatmıştır. İnönü “Çay hikâyesine politika girince rey kazanıyor ve kalitesi düşüyor” demiştir.

Vali’nin hanımı Necla Verel, İnönü’nün kendisine çok az benzeyen 1954 yılında çekilmiş bir fotoğrafını imzalatmak istemiştir. İnönü, bu arada, Anadolu Kulübü’nde briç oynadığı kişilerin kaybettikleri zaman verdiği paralara imza attırdıklarını da belirtmiş, son olarak birisine yedi lira verdiğini açıklayarak şöyle konuşmuştur:

“Ona dedim ki, böyle kaybettiğin bir paranın üstüne bana imza attırıyor-sunuz. Bir gün bakacaksınız yüz sene geçmiş, sağdan soldan benim imzamı taşıyan paralar çıkacak, insaf edin.. Şöhretimden geçilmeyecek…”

İnönü, ‘İsmet Paşa’ adı sonradan değiştirilen bir köprü konusunda da şunları söylemiştir:

“Malatya-Elâzığ yolu üzerinde bir Kömürhan köprüsü vardır. Atatürk onun adını ‘İsmet Paşa Köprüsü’ koymuştur. Malûm zamanda değiştirdiler Kömürhan köprüsü koydular”

İnönü’nün konuşmasının bu bölümünde bir Malatyalı, “Altında ‘İsmet Paşa’ yazısı da duruyor Paşam” deyince İnönü gülmüş “Durur” demiştir.

 

 

 

 

Malatya’da Babasının Köyü Yeşilyurt ve Gündüzbey’de Söyledikleri[248]

(...) Eski adı “İsmet Paşa” yeni adı “Yeşilyurt” olan babasının köyünde konuşan İnönü, “Ankara’ya dönüyorum, orada çok önemli meseleler var. Beni unutmayın. Unuttuğunuz zaman gelirim tekrar” dedi…

Bir kadının peçesini açtı

İsmet İnönü, Malatya’da kaldığı sürece, gündemin birinci maddesinde daima kadınları tutmuş, “Gündüzbey, hürriyet mücadelesinin mihrap nokta-sıdır” panosu ile karşılandığı bucakta, çarşaflı, peçeli, “Nerede ise benim yaşımda” dediği iki kadından birinin yüzünü açmış, Yakınca köyünde elinden sonra yüzünden de öpmek isteyen bir köylünün bu hareketine müsaade etme-miştir.

İnönü, gene Yakınca köyünde karşılaştığı, Dumlupınar’da birlikte savaştığı üç ere yaşlarını sormuş, ikisinin 68, birini de 73 yaşında olduklarını öğrenince “Ooo, delikanlısınız siz daha. Benden 15 yaş küçüksünüz” demiştir. (...)

 

 

 

 

Ankara Dönüşünde Uçakta Gazetecilerin Sorularına Verilen Yanıtlar[249]

(...)

Gazeteciler–Mehmet Hazer, sizin konuşmanızı açık bulmamış.

İnönü–Ben ne söylediğimi bilirim.

Gazeteciler–Fakat konuşmanız açık bulunmamış.

İnönü–Kurultayda anlaşılacak. Şimdi günün meselesi tüzük değişikliği ile partinin yönetimine yeni bir istikamet vermektir. Böyle bir tasarıdan bahse-diliyor. İstikamet nedir?

Bu Parti Meclisi’nden çıkacak teklifle anlaşılacaktır. Şimdi eğer böyle bir teklif çıkmazsa bu günkü hâl devam edecek demektir. Bugünkü halin düzelmesi yeni teklifler gelmezse, gelmedikçe daima mümkündür. Kendimi aceleye ve mübalâğaya kaptırmaktan sakınırım.

Gazeteciler– Bazı gazete yorumlarında CHP’nin iki başlı bir parti olduğu ileri sürülüyor.

İnönü–Kim o iki baş.

Gazeteciler–Siz ve Ecevit.

İnönü–Baş halinde değilim ben.

Gazeteciler–CHP içinde ve gruplarında Ecevit’i Genel Başkan olarak tanı-mayanlar var.

İnönü–Hayır yok. Ecevit’i Genel Başkan olarak tanımayan yok. Kimsenin tanımamasını kabul etmiyorum ben. Bir seçim olmuştur, Genel Başkan değiş-miştir. Ben nasıl tanıyorsam herkes de tanıyacaktır. Ama ben milletvekili olarak vazifemi yapacağım.

Gazeteciler–Tüzük değişikliği konusu Paşam.

İnönü–Parti Meclisi’nden yeni teklif gelecek diyorlar. Herkes bir şey tah-min ediyor. Kurultaya Parti Meclisi’nden teklif gelecek diyorlar, fakat ne gelecek bilinmiyor. Bilinmeyen fikir üzerine bir mütalâa yürütmem. Ama Parti Meclisi’nden tüzük üzerine teklif gelecekse bu mühim bir hâdisedir. Herkesin dikkatini çekmek lâzımdır ve kurultayın iyi çalışması lâzımdır.

Gazeteciler–Paşam son kurultay Ecevit’i tasvip etti.

İnönü–Evet bitti, beni değiştirdiler.

Gazeteciler–Bunu değişme olarak mı kabul ediyorsunuz?

İnönü–Öyle kabul ettim.

Gazeteciler–CHP’nin bugün içinde bulunduğu durum nedir?

İnönü–Bir münakaşa var. Türkiye durumunda CHP’nin temel bir mevkii var. Malatya konuşmamda CHP’nin vazifesini bugünkü duruma göre söylen-mesi gerekeni söyledim kanaatindeyim. İç tüzük teklifi gelirse vazifemi yapa-cağım.

Gazeteciler–Kurultay’da genel başkanlığa adaylığınızı koyacak mısınız?

İnönü–Hayır efendim hayır. Adaylığımı koymayacağım.

Gazeteciler–CHP’nin alternatif olamayacağı ileri sürülüyor.

İnönü–Bunu zaman gösterecek. İhtilafını hallederse memleket gözünde alternatif olmak değerini kabul ettirirse alternatif olur. CHP’nin alternatif olması kendisinin değil, memleketin takdiridir.

Gazeteciler–Buna sebep olarak sizin genel başkan olmamanızı gösteriyorlar.

İnönü–Buna iştirak etmem ben. Ben CHP’nin doğru işlemesine bakarım, vazifem o benim.

 

 

 

 

CHP 21. Kurultayında Tüzük Değişiklikleri Üzerine Yapılan Açış Konuşması*[250]

21. Kurultayın sayın üyeleri,

Yakın olağanüstü kurultaylardan sonra 21. Olağan Kurultay olarak toplanmış bulunuyoruz. Parti örgütünde Genel Başkanlık gibi birinci sorumluluk mevkiî olağanüstü kurultaylarda değiştirilmiş olarak, yeni Kurultayın huzuruna geliyoruz. Genel Sekreterlik mevkiînde ise üst üste değişmelerden sonra 21. Kurultaya gelinmiştir.

Bu Kurultayın ve bugün içinde bulunduğumuz ihtilâfın karakteri hakkında genel bir değerlendirme yapmadan evvel, getirilen Parti tüzüğünde değişiklik önerileri üzerindeki esaslı farkları özetleyeceğim.

Getirilen değişiklik önerilerinden biri, hükûmete katılma veya hükûmetten çekilme yetkilerini Parti Meclisinde toplamaktadır. Bu öneri memleket idaresi ile doğrudan doğruya görevli olan TBMM.’nin görevine açıktan müdahale ve onu görevinden alıkoyma niteliğindedir. Parti Meclisi hükûmeti teşkil etmek veya ondan çekilmek şartlarını hiçbir zaman tamamıyla takdir edecek durumda değildir. Hükûmetle ilgili bütün bilgiler, Meclis görüşmelerinde, tartışmalarında ve memleketten akseden bütün eğilimlerin toplandığı yer olan Meclis havasında takdir olunabilir. Demek istiyorum ki bilgi ve isabet itibariyle, hükûmeti teşkil etmek yetkisine Parti Meclisinin hevesli çıkması lüzumsuz bir gayrettir. Bu fıkralar değişiklik önerisinden kesinlikle çıkarılmalı ve eğer tüzükte hükûmet teşkilinden söz edilecekse, bu ödevin Meclis Gruplarında hallolunacağı açıklıkla söylenmelidir. Parti Meclisi Hükûmet değişikliklerinde görüş belirtmek istiyorsa Genel Başkan aracılığıyla her kolaylığa sahiptir. Meclis Gruplarıyla ortak toplantı yapılabilir. Meclis Gruplarına her türlü istişare mütalâalar söylenebilir ve nihayet gene Genel Başkanın etkisi ile Parti Meclisi-nin görüşleri ve endişeleri Meclis Gruplarında kemaliyle değerlendirilebilir.

Şimdi daha önemli bir esasa geliyorum: Meclis Grupları TBMM organ-larıdırlar. Anayasa hükmü budur. “Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir” düsturu, bu hâkimiyetin millet adına TBMM tarafından kullanılması anlamında kabûl edilmiştir. “Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir” ifadesini “bu hâki-miyeti Parti Meclisi kullanır” şeklinde manâlandırmak, Anayasaya tamamen aykırıdır. Millî mücadelenin ilk gününden itibaren “Hâkimiyet Kayıtsız Şartsız Milletindir” demekle hem padişah idaresini, hem de Millet Meclisi dışındaki bütün siyasî örgütlerin iddialarını mahkûm etmiştir. Tarihî tecrübe çok acı bir gerçektir.

İttihat-ı Terakki’de seçim vardı. Meclis vardı ve Merkez-î Umumî vardı. Bu Merkez-i Umumî iradesini yürüttü. Netice, imparatorluğun mahvolması ve Merkez-i Umumî yürütücülerinin memlekette barınamamaları olmuştur. Göstermek istiyorum ki, “Hâkimiyet Kayıtsız Şartsız Milletindir” sözünü “Bu Millet Parti Meclisinde temsil olunur” şeklinde uygulamaya çalışmak faydasız, zararlı facia ile bitmesi ihtimalî kuvvetli ve herhalde buna heves edenleri mutlaka arzu edilmeyen âkıbetlere sürükleyici bir teşebbüstür. Onun için TBMM memleketi idare eder ilkesi mevcut oldukça, Hükûmet teşkili veya Hükûmetten çekilme, Meclis dışında bir merciin emri altına verilmemek lâzımdır.

Tüzükte yapılmak istenen bu değişikliklerin, bir daha adı anılmamak üzere unutulması gerekir.

Tüzük değişikliği önerisinde. yargı organlarına karşı gösterilen dikkatsizlik, dikkati çeker bir hâldedir. Bugünkü tekliflerin bir özel karakteri budur. Anayasa her meselenin, her işin adli denetime tâbi olabileceği bir zihniyetle hazırlanmıştır. Adlî organların hükümlerine riayet etmemek esasına göre bir tüzük hükmü düşünmek, son derece sakat bir iştir. Yalnız sakat değildir, asla tatbik oluna-mayacak çürük bir iştir. Merkez Yönetim Kurulunun her şeyden önce, adlî kararları engellenemez, tehir olunamaz, hele hiç karşı gelinemez bir müeyyide tanıması icap eder.

Yapılmak istenen tüzük değişikliğinde TBMM üyelerinin çalışmalarında, kusurlarında Merkez Yönetim Kurulunun denetlemesine ve onun hükümlerine, tâbi kılınmasına dair hevesler mutlaka terk olunmalıdır. Bu hevesler özellikle disiplin kurullarının işlemesinde görülmektedir. Üye sayısının çokluğundan istifade etmek arzusu, disiplin takibatının temeli görünüyor. Tüzük teşkilinde TBMM’ye ait ödev takibi ve yargılama usullerinin tamamıyla TBMM’ye bırakılması lâzımdır. Her şikâyet TBMM Gruplarına önemiyle mütenasip bir ciddiyetle naklolunabilir, disiplin kovuşturması açılması ve ağır müeyyidelerin uygulanması istenebilir. Fakat icra ve neticelendirme TBMM yetkililerine bırakılır.

Değişiklik teklifinin bir maddesinde, Cumhuriyet Senatosu ve Millet Meclisi Grup Başkanvekillerinin, Genel Başkanın yardımcısı olduğu düşünü-lerek, onların Genel Başkan tarafından istenildiği zaman hiç yokmuş gibi muamele görmeleri öngörülmüştür. Bu lüzumsuz bir tahriktir. Genel Başkanın buna ihtiyacı yoktur. Genel Başkan politikasını doğrudan doğruya başkanlık ederek, Meclisin bütün organlarında yürütecek kudrete maliktir. Ama Grup Başkan vekili tayin etmeye, azletmeye veya mevcut değil farz etmeye Genel Başkanın hakkı yoktur. Başkanvekilleri, Genel Başkanın anlayışı hilafında bir politika tâkip ederlerse, Genel Başkan bunu derhal tashih etmeye muktedirdir.

Tüzük hakkında söylediklerim itibara layık görülürse şu esasları da belirtmek isterim. Bizim geleneğimizde yani Parti Meclisinin teşkil olunduğu ilk günden itibaren Parti Meclisi ve Meclis Gruplarının karşılıklı çalışmaları ve çatışmaları olmuştur. Şu esas amelî olarak riayet görmüş ve her güçlüğü halletmiştir. Merkez Yönetim Kurulu ve Meclis Grupları birbirlerinin âmiri ve hâkimi değildirler. Birbirlerinin yardımcısı ve tamamlayıcısıdırlar. Ahenk içinde bu çalışmayı Genel Başkan idare eder. Genel Başkanın gerek Mecliste ve gerek Parti örgütünde her kurulun tabiî başkanı olması her güçlüğü halleder. Bu esas Merkez Yönetim Kurulu ile Meclis Gruplarının birbirine emniyet veren bir hava içinde çalışmalarını sağlayacaktır. Bugün karşılıklı emniyet buhranı vardır. Parti Meclisi amelî ve fiili olarak özellikle seçimde tesir etme yetkisine güvenerek hâkim mevkiide olduğunu zannediyor. Bir ölçüde bu inanışın bir gerçeği vardır. Öbür yandan Meclis Grupları Anayasa teminatı altındadır. Adli bakımdan ve Anayasa bakımından en sonunda iddialarını dinletebilecek durumdadırlar. Bu çatışma sonunda, mutlaka CHP’nin hayatına son verir. Bunun sorumluluğu, bugünkü kudret sahiplerinde olur. Benim ricam, Hükûmete katılma ya da çekilme gibi, doğrudan doğruya Meclis görevini ele almak hevesinden ve disiplin yolu ile Meclis üyelerinin emniyetini tehdit etme hevesinden vazgeçen bir idarenin kurulmasıdır. Genel Başkan vazifelerini yürütmek için bütün imkânlara maliktir. Örgütlerle Mecliste vazife gören Partili parlâmenterler arasında bir emniyet havası tesis edebilir. Her iki taraf için bu yola samimiyetle girmek, içinde bulunduğumuz bunalımı sona erdirmek için kâfidir ve lâzımdır.

Sözümü bitirirken tekrar edeyim ki, CHP’nin karşısında bulunduğu tehlike hafife alınacak mahiyette değildir. CHP demokratik rejimi kurmak için ve kurtarmak için çok fedakârlığa katlanmıştır. Bu tüzük değişiklikleri gerçek-leşirse ve taraflar arasında emniyet havası kurulamazsa CHP demokratik rejimin başlıca engeli durumuna gelir.

[Tamamlayıcı metin]

İnönü konuşmasına kelimelerin üzerine basa basa şöyle başlamıştır:

“Bu kurultaya, parti içinde bir çok tartışmalardan sonra geldik. Ama bu Kurultaya Parti Yüksek İdaresinde bir değiştirme yaparak, yeni bir irade ve idareyle gelmiş bulunuyoruz. Konuşmama başlarken, geçmiş olaylar üzerinde hiçbir surette durmakta fayda görmüyorum. Geçmiş olaylar, partinin resmî kurumlarından olan Kurultay içinde neticeye vardırılmıştır. Bu neticeleri bir partili olarak sükûnetle karşılamamız lâzımdır. Yeni Genel Başkan seçilmiştir. O Genel Başkanımızın muvaffak olması için, elbirliğiyle çalışmamız gerekmektedir. Bu esaslar içinde, şimdi bu Kurultayda hallolunacak meselelere değinmek istiyorum.”

İnönü konuşmasına devamla şöyle demiştir:

“Tüzük değişiklikleri teklifi gelmiştir. Tüzük değişiklikleri, hattâ program değişikliği ile beraber partimizin eski bir meselesi idi. Hattâ tüzük ve programı değiştirmek için bir Kurultay toplamayı bile düşünmüştük.

Tüzük değişikliğinde en önemli nokta: Hükûmete katılma ve hükûmetten çekilme meselelerinin Parti Meclisi ile hallolunacağını Meclis Grupları tarafından da muteber sayılacağını temin eden hükümdür.

CHP bir bütündür, elbette Meclis Grupları, Parti Meclisi ve Parti Örgütünde bulunan insanlarda CHP’li olarak onun ilkelerini onun başarısının teminini sağlamaya mecburdurlar. Bahis konusu kanunlar içinde kendi teşkilâtı ve Meclis Grupları içinde bir partili olarak vazife görebilmektir.”

Tüzükte yapılan değişikliğin hükûmetten çekilme veya katılma ile ilgili bölümü üzerinde ise İnönü şöyle demiştir:

“Hükûmetten çekilme veya hükûmete katılma ve bu mahiyette olan Meclis Grupları ödevlerine, Parti Meclislerince karar alınıp onu hâkim bir duruma getirmek, geleneklerimize aykırıdır, kanunlarımıza aykırıdır.

Kurtuluş Savaşı’na biz, Büyük Millet Meclisi Hükûmeti olarak girdik. BMM Hükûmeti ‘kayıtsız şartsız millet hâkimiyetine’ dayanıyordu. BMM olarak iç politikadaki mücadeleyi ve bütün dünyaya karşı Türkiye’nin varlığını savunduk. Bunlar geleneğimize aykırıdır. Yalnız geleneğimize aykırı değil yeni Anayasa hükümlerine aykırıdır. BMM Grupları, yeni Anayasaya göre, yeni vaziyet almışlardır. Bu değişikliğe lüzum yoktur. Kudretli itimad olunmuş bir Genel Başkan, Parti Meclisiyle Parti Örgütleriyle birlikte çalışmayı temin edecek bir ehliyettedir. Meclis Grupları, BMM’nin organlarıdırlar. Türkiye’de Büyük Millet Meclisinin üstünde hiçbir karar organı yoktur.”

Tüzük değişikliği tasarısında değiştirilmesini istemediği üçüncü madde konusunda ise İnönü fikrini şöyle açıklamıştır:

“Yapılmak istenen tüzük değişikliğinde TBMM üyelerinin çalışmalarında, kusurlarında, Merkez denetlemesine ve onun hükümlerine tâbi kılınmasına dair hevesler terk olunmalıdır. Bu hevesler, özellikle disiplin kurullarının işlemesinde görülmektedir. Üye sayısının çoğunluğundan istifade etmek arzusu, disiplin tatbikatının temeli görünüyor. Tüzük teşkilinde TBMM’ye ait ödev takibi ve yargılama usullerinin tamamıyla TBMM’ye bırakılması lâzımdır. Her şikâyet TBMM gruplarına önemiyle mütenasip bir ciddiyetle naklolunabilir. Büyük Millet Meclisi üyelerinin tehdit altında yaşamaları mümkün değildir.”

İsmet İnönü konuşmasının sonunda söz konusu değişiklikler yapılmadan da işlerin halledilebileceğini, esasen Genel Başkanın buna muktedir olduğunu belirtmiş ve sözlerini şöyle tamamlamıştır:

“CHP’nin en yetkili organı olan Kurultay, söylediğim konular üzerinde düşünmeli ve isabetli bir karar almalıdır. Bunun için Genel Başkana hepimizin yardımcı olması gerekmektedir. Bunlar yapılmazsa Anayasa ile çelişkiye düşen bir partinin hayatı tehlikeye girer. Hiçbir kayıt, Anayasanın hükmünün üstünde bir mâna ve tesir taşıyamaz. Herhangi bir parti kendisini Anayasa ve Meclis üstünde bir kuvvet olarak gösteremez. Esasen sebep de yok böyle bir tehlikeyi göze almaya.

Genel Başkanın muvaffak olması için kendisine yardımcı olacağız. Memleketi Meclisler idare eder hükmünün partimizde de uygulanmasına çalışacağız. Vakit erkendir, henüz karar verilmemiştir. Bunu atiye bırakırsanız, Genel Başkanın güçlüklerle karşılaşacağından endişe duyarım. Genel Başkanın parti içinde böyle bir emniyet yaratmak için ehliyeti, bütün vasıfları tamamdır. Elverir ki, bu vasıflar Meclis Gruplarında ve örgütte güçlüklere uğratılmasın.”

 

 

 

 

CHP 21. Kurultayı Malatya Delegelerine Verilen Yemekte Yapılan Konuşma[251]

Malatyalı delegelere önceki gün evinde bir yemek veren İsmet İnönü, sorulan sorulara verdiği cevapta, herkesin Genel Başkana yardımcı olmasını istemiş kimsenin CHP’den ayrılmamasını bildirmiştir.

Yemekte hayli neşeli görünen İnönü, Malatyalı delegelere bu gün grupta yapacağı konuşmasını beklemelerini ifade ettikten sonra şunları söylemiştir:

“Konuşmamda, iki tarafı bir arada çalışmaya davet edeceğim. Ben hayatımın en güç işi olan Çerkez Ethem meselesini İstiklâl Savaşı sırasında hallettim. Bunu da halledeceğim. Bir arada çalışmayı sağlayacağım. Kimse, başkasının sözüne bakıp partiden ayrılmasın.”

İnönü, CHP’den ayrılacakların yeni bir parti kurmaları halinde, bunu tutma-yacağını da bildirmiş “Grup konuşmamı bekleyiniz” demiştir.

“Yönetimde gözüm yok” diyen İnönü “Partiden kimsenin ayrılmasını iste-miyorum. Ama bir iki ayrılma olabilir. Ben bu ayrılmaları önlemeye çalışa-cağım” şeklinde konuşmuştur.

İnönü, Parti Genel Başkanının “Dirayetli” olduğunu da Malatyalılar’a ifade ederek, herkesin Genel Başkana yardımcı olmasını istemiştir.

[Tamamlayıcı haber]

(...) İsmet İnönü, yeni bir parti kurulmasına razı olmadığını bildirmiş ve “Kimse başkasının sözüne bakıp, partiden ayrılmasın” demiştir.

Bazı Malatya delegelerinin, kurultaydaki konuşmasında Ecevit’e neden destek olmaya çalıştığını sorması üzerine İnönü şöyle demiştir:

“Eğer genel merkeze ve Ecevit’e karşı konuşsaydım, bana bunak diyecek-lerdi. Hâlâ idarede gözü var diyeceklerdi. Kendime bunak dedirtmem. Yöne-timde de gözüm yok. Bu bakımdan böyle konuştum..”

Eski Genel Başkan, Malatyalı delegelerin bütün sorularını açıklıkla cevap-landırmış, sık sık İstiklâl Harbi ile ilgili anılarını nakletmiş, bu arada Kemal Satır ve arkadaşlarının genel merkez ekibi ile barışmalarını arzuladığını söyle-miştir. İsmet İnönü Grupta yapacağı konuşmasında iki tarafı bir arada çalışmaya davet edeceğini söylemiş, “Ben İstiklâl Harbi sırasında hayatımın en güç işi olan Çerkez Ethem dâvasını hallettim. Bunu da halledeceğim. Bir arada çalışmayı sağlayacağım. Kimse başkasının sözüne bakıp partiden ayrılmasın” demiştir.

CHP’den ayrılanların kurabilecekleri bir partinin tutmayacağına inandığını bildiren İnönü, “Grup konuşmamı herkes beklesin. Bu defa ki konuşmamdan merkez memnun olmayacaktır. Ama ayrılmaları önlemem lâzımdır..” demiştir.

 

 

 

 

13. TDK Kurultayında Yapılan Konuşma[252]

Türk Dil Kurumu’nun kurucularından İsmet İnönü, dün çalışmalarına baş-layan 13. Türk Dil Kurultayı’ndaki kısa konuşmasında Atatürk’ün, millî mücadele zaferini müteakip Türk dilinin sadeleştirilmesi için yaptığı çalışmalara değinmiş, Türk Dil Kurumu’nun Atatürk’ün eseri olduğunu ifade etmiştir. “Türk dilini sadeleştirmede herkes yetişebildiği kadar yardımcı olmaya çalış-maktadır” demiştir. İnönü, Türk Ordusu’nun bütün hizmetlerinde Türk Dil Kurumu istikametinde terimler bulmak arzusunda bulunduğunu ve bu arzunun yerleşmiş olduğunu sözlerine eklemiştir.

Kurum Başkanı Prof. Gökberk’in sunuş konuşmasından sonra söz verilen İsmet İnönü, dilin arılaşmasını bir ülkü ve gerçek bir devrim olduğunu öne sürmüş, “Millî mücadelenin sonu alınır alınmaz ilk hedef dili millileştirmek olmuştur. Atatürk, bu işi ele alıp çalışmalara başlayınca gerçekleşen bir duruma gelmiş ve çabaları iyi bir yola sokmuştur” demiş, bunun bütün ülkeyi sardığına değinerek konuşmasını şöyle sürdürmüştür:

“Dil devriminde çalışanların başında Türk Ordusu gelir. Nefer, er oldu, zabit, subay oldu, subay astsubay, yarbay, albay… Şimdi hiç kimsenin yadırgamadığı ifade tarzı olarak kullanılmaktadır.”

İnönü, gramerin de kendiliğinden gerçekleştiğini, şimdi yazarların arı bir dille anlattıklarını hatırlatmış her bilim dalında arılaşmış terimler bulunmasının önemine değinmiş, “Türk Dil Kurumu bu yolda kılavuzunuz olacaktır” demiş, Kurumun kırk yıl içinde bu yolda yaptığı çalışmaları övmüştür.

Türk dilinin arılaşmasına karşı olan yazarların da kullandıkları yüz kelimenin doksanını arılaşmış dil olduğunu belirten İnönü, kurulun kırkıncı yılını da kutladığını, kırk yıl içinde çok yararlı çalışmaların yapıldığını, bunun övünç verici olduğunu söylemiş, “Kırk yıl sizin için uzak geliyor, benim için geçen hafta kadar yakındır” demiş[tir]. (...)

 

 

 

 

CHP Ortak Grup Toplantısında Partideki Durum Üzerine Yapılan Konuşma[253]

CHP Gruplarının Sayın Üyeleri,

Huzurunuzda saygı ile söze başlıyorum.

CHP, 5 Mayıs’ta Olağanüstü Kurultaya başladı, iki ay içinde iki olağanüstü, bir olağan kurultay ile parti, üyeler, milletvekili ve senatörler hep beraber tartışmalar geçirdik. Şimdi Kurultay kararları yeni bir durum içinde Meclisteki görevimize girişmiş bulunuyoruz.

Siyasî parti kuruluşlarının bir tek hedefi vardır: Siyasî partiler kendi prog-ramlarını ve memleket yönetimindeki nazari tedbirlerini uygulamaya koyacak TBMM organlarını meydana getirirler.

Meclis gruplarımız şimdi memleket yönetiminde kanunların yapılması ve icranın denetlenmesi, bir sözle bütün Meclis çalışması ile memleket idaresi içindedirler.

Görev yapılacak

Milletvekili ve senatörlerimiz CHP’li olarak seçilmişlerdir. Programları ve kanaatleri içinde Büyük Meclisteki diğer kanaatler ve programlar yanında görev yapacaklardır. Bu çalışmalar sırasında kendi partisi örgütlerinden mânen destek görmeye muhtaçtırlar. Demokratik rejimde Meclis üyeleri ile seçmenler arasında böyle bir ilişki kurulmuştur. Bu rabıta ilişkilerin ve bağların en önem-lisi ve değerlisi sayılır.

Şimdi CHP olarak Kurultaydan sonra Meclis çalışması içine girdik. Mec-liste çalışan CHP’liler arasında bir huzursuzluk vardır, bu huzursuzluk bir bunalımdır. Bu bunalım örgütü temsil ettiklerini iddia edenlerle Meclis arasında bir anlaşmazlıktan doğmaktadır. Bu anlaşmazlığa emniyet bunalımı denilebilir.

TBMM üyeleri arasında emniyet içinde görev yapılamayacağı iddiası ile CHP’den ayrılma akımı belirmiştir. Bugün konuşacağımız önemli konu Mec-listeki CHP’li gruplarla örgütü temsil eden kurullar arasında karşılıklı güven havasının yaratılabilmesi imkânıdır.

CHP içerisinde kalacağım

Olağan Kurultayda alınmış olan tedbirlerin Mecliste bulunanlara, sorumlu-luklarına sadık olarak çalışma imkânı bırakmadığı söz konusudur. Bugünkü haliyle durum daha çok ciddî bir kaygıdan ibarettir. Sükûnetle görevlerin yerine getirilmesine devam edilirse Merkez Yönetimine verilmiş olan yetkilerin bir engel teşkil edip etmeyeceği görülebilecektir. Uygulama görülmeden görevden ayrılmak acele bir karardır, bu sebeple zararlı bir karar olacaktır.

Tüzük değişiklikleri ve Merkez teşkilâtının yetkilerini itidal ve isabet ile işleyeceği hususunda ümidimi muhafaza edeceğim..

Her tarafı ile düşünerek Mecliste bir ümitsizlik manzarası gösterilmemesini ödev sayacağım.

Sayın Genel Başkanın Meclis içinde ve dışında bütün parti kurullarının bir-biriyle ahenk içinde çalışmalarını sağlayacağı ümidimi muhafaza ediyorum.

CHP memleketin siyasî hayatı içinde başlıca ağırlığı olan bir kuruluştur. Onu maddeten ve mânen zayıf düşürecek her türlü görüntüden ve eylemden bütün tarafların sakınması gerektiği kanısındayım.

Söyleyeceklerim bundan ibarettir.

Saygılar sunarım.

[Tamamlayıcı metin]

“Bizim milletvekilleri ve senatörlerimiz, CHP olarak seçilmişlerdir. Prog-ramları ve kanaatleri içinde görev yapacaklardır. Bu çalışmalar sırasında, parti örgütlerinden manen destek görmeye muhtaçtırlar. Her şeyin üstünde de kamuo-yunun güvenini kazanmaya mecburdurlar. Şimdi CHP olarak kurultaydan sonra, Meclis çalışması içine girdik. Mecliste çalışan CHP’liler arasında bir huzur-suzluk var. Bu huzursuzluk bir bunalımdır. Bu bunalım, örgütü temsil ettiklerini iddia edenlerle Meclis arasındaki anlaşmazlıktan doğmaktadır. Bu anlaşmazlığa, “Emniyet bunalımı” denilebilir…

İnönü, emniyet içinde görev yapılamayacağı iddiası ile CHP’de bir partiden ayrılma akımı belirdiğini ifade etmiş ve sözlerine şunları eklemiştir:

“Bugün konuşacağımız önemli konu, TBMM’deki CHP’li gruplarla, örgütü temsil eden kurullar arasında karşılıklı bir güven havasının yaratılabilmesi imkânıdır. Olağan kurultayda alınmış olan tedbirlerin, Mecliste bulunanlara sorumluluklarına sadık olarak, çalışma imkânı bırakmadığı söz konusudur. Bugünkü haliyle durum, daha çok, ciddî bir kaygıdan ibarettir. Sükûnetle görevlerin yerine getirilmesine devam edilirse, merkez yönetimine verilmiş olan yetkilerin, bir engel teşkil edip etmeyeceği görülebilecektir. Uygulama görülme-den, görevden ayrılmak acele bir karardır. Bu sebeple zararlı bir karar olacaktır..

İnönü, konuşmasının son bölümünde kendi durumuna temas etmiş, bu konu-ya kesin bir açıklık vererek şöyle konuşmuştur:

“Benim durumum özellikle arkadaşlar için merak konusu olmaktadır. Bunu açık olarak söylemek isterim. Ben şahsım itibariyle CHP içinde kalacağım, mer-kez teşkilâtının sağladığı yetkilerin tatbikatını göreceğim. Tüzük değişiklikleri ve merkez teşkilâtının yetkilerinin itidal ve isabetle işleyeceği hususunda ümidimi muhafaza edeceğim. Sayın genel başkanın Büyük Millet Meclisi içinde ve dışında bütün parti kurullarının birbiriyle âhenk içinde çalışmalarını sağla-yacağını ümidimi muhafaza ediyorum.

İnönü gruptaki konuşmasını şöyle tamamlamıştır:

“CHP, memleketin siyasî hayatı için, başlıca ağırlığı olan kuruluştur. Onu maddeten ve manen zayıf düşürecek her türlü görüntüden ve eylemden bütün tarafların sakınması gerektiği kanısındayım. Söyleyeceklerim bundan ibarettir. Saygılar sunarım..”

 

 

 

 

Göz Rahatsızlığı Üzerine Söyledikleri[254]

Fransız millî bayramı dolayısıyla Fransız Büyükelçiliğinde verilen kokteyle katılan Malatya Milletvekili İsmet İnönü, “Artık gözlerim görmüyor, gözlüklerimin faydası olmuyor. Eskisi gibi göremiyorum” demiştir. İnönü, bu durumu doktorlara şikâyet ettiği zaman, arkasından başkalarının “Yaşı ilerledi, gözden de ameliyat oldu, ondan” dediklerini duymuş, “Buna çok üzülüyorum. Onlar sanıyorlar ki, ben duymadım. Ama hepsini duyuyorum” demiştir.

Kokteyl sırasında bahçede gezerken gazetecilerle sohbet eden İnönü, evinin bahçesindeki kuruyan ağaçların yerine diktiği ağaçların da kuruduğunu söylemiş, bir kahkaha atarak, “Yaşım ne başım ne, gelecek yılda yenilerini diktiririm” diye konuşmuştur.

 

 

 

 

Kemal Satır ile Yapılan Görüşmeye İlişkin Haberler Üzerine Yapılan Açıklama[255]

Malatya Milletvekili İsmet İnönü’nün çalışma bürosundan bildirilmiştir:

İsmet İnönü ile Sayın Kemal Satır’ın 19 Temmuz 1972 Çarşamba günü yap-tıkları görüşme üzerine, aşağıdaki hususların açıklanması ihtiyacı duyulmuştur:

Görüşme Sayın Kemal Satır’ın iki üç gün önce gösterdiği arzu üzerine 19 Temmuz 1972 Çarşamba günü yapılmıştır. Her zaman olduğu gibi dostça görü-şülmüştür.

İsmet İnönü’nün, Sayın Kemal Satır’ın durumu üzerine üzüldüğü doğrudur.

Bunun dışında, yazılan gazete haberleri, ‘Bakalım, sıra bana ne zaman gele-cek?’ tarzındaki İnönü’ye atfen yazılan sözler asılsızdır.

 

 

 

 

Anayasa Değişikliklerinde Yeralan Cumhuriyet Senatosunun Kaldırılmasına İlişkin Yapılan Açıklama[256]

Senatonun kaldırılması ve eskisi gibi tek Meclis ile idareye dönülmesi fikir-lerime aykırıdır.

Senato, uzun zamanın tecrübelerine göre kararlaşmış bir müessesedir.

Ona ait bulunan işleri yavaşlatmak sakıncası aranır hale geldiği için Senato-ya ihtiyaç doğmuştu. Meclislerin tatiline 24 saat kala bir Anayasa değişikliği veya bu önemdeki kanunları geçirmek alışkanlığına set çekmek, hayatî bir ihti-yaç olmuştu.

Bu ihtiyacın sakıncalı olduğu henüz sabit olmamıştır. Aksine faydalı olmakta devam etmektedir.

 

 

 

 

Kemal Satır ile Görüşmeye İlişkin Yapılan Açıklama[257]

Malatya Milletvekili İsmet İnönü’nün çalışma bürosundan bildirilmiştir:

Sayın Adana Milletvekili Doktor Kemal Satır, 31 Temmuz Pazartesi günü, İnönü’yü, Kartal’da ziyaret etmiştir. İnönü kendisini öğle yemeğine alıkoy-muştur. Bu ziyaret sırasında sayın Satır, İnönü’ye CHP’den istifasının sebep-lerini anlatmış ve bunları daha geniş şekilde belirten yazılı bir not vermiştir. İnönü kendisine verilen bu notun kamuoyuna da açıklanmasını tabiî gördüğünü, Doktor Kemal Satır’a bildirmiştir.

 

 

 

 

26 Ağustos Taarruzunun 50. Yıldönümü Dolayısıyla HMGŞDYC’nin Düzenlediği “Şeref Günü” Toplantısında Yapılan Konuşma[258]

(...) Daha sonra kürsüye davet edilen İsmet İnönü yaptığı konuşmada Birinci Cihan Harbi’nin başlamasından, sebeplerinden ve sonuçlarından bahsetmiş ve “Kutladığımız yıldönümü 26 Ağustos 1922’nin yıldönümüdür.

26 Ağustos muharebesi sanat olarak örnek verilecek bir muharebedir. Yeni kuşaklara bunu etrafı ile anlatmak lâzımdır. Birinci Cihan Harbi’nin sonunda kazanılmış muharebedir” demiştir.

Birinci Cihan Harbi’nin sonunda yapılan çeşitli muahedelere değinen İsmet İnönü sözlerine özetle şöyle devam etmiştir:

“Büyük Atatürk bu sırada Anadolu’da bulunuyordu. İstanbul işgal olun-muştur. Yunanlılar İzmir’e çıkmıştı. Bu şartlar altında Anadolu hareketi başladı. Atatürk bunu her zaman iftiharla anılacak bir millî hareket olarak yürüttü. Daha sonra siyasî hayata başlayan Atatürk Büyük Millet Meclisi’ni toplamağa muvaffak oldu. Birincisi Cihan Harbi galip devlet için 1914’de bitmiştir.

Bu harbin mütarekeleri vardı. Mondros da onlardan biridir. Türkiye için Birinci Cihan Harbi 1922’de bitmiştir.”

İnönü 1922’nin Birinci Cihan Harbi’nin sonu olduğunu ondan sonra 1939’da İkinci Cihan Harbi’nin patladığını belirtmiş ve “İkinci Cihan Harbi’ne de biz faal bir siyasetle katılmış olarak nihayetine kadar muharebeye girmeye hazır vaziyette alâkadar olduk. İkinci Cihan Harbi’ni de biz kendi ölçümüzde kazandık. Çünkü selâmete çıktık” demiştir.

 

 

 

 

89. Yaş Günü Dolayısıyla Hürriyet Gazetesi Adına Torunu Gülsün Toker ileYapılan Söyleşi[259]

Gülsün Toker: Dede Paşacığım, bugün 88 yaşındasınız. Acaba insan haya-tının 88. yılında ne hissediyor, neler duyuyor, bana anlatır mısınız?

İsmet İnönü: 88 yaşında insanın ilk hissettiği şey, galiba yaşamanın büyük bir nimet olduğu. Bunun kıymetini, kadrini daha iyi anlıyor. Bence, benim mizacıma göre bu!..

Gülsün Toker: Ben sizi cumhurbaşkanı olarak görmedim. Sadece tarih kitaplarında okudum. Siz, hem cumhurbaşkanı idiniz, hem de size millî şef diyorlardı. Herkesin büyüğü idiniz. Sonra bir rejime geçtiniz. Ne cumhur-başkanlığınız, ne de millî şefliğiniz kaldı. Sadece “İsmet Paşa oldunuz. Bugün pişman mısınız?”

İsmet İnönü: Pişman değilim. Hayatımda en iyi yaptığım şeylerden birini yaptığımı sanıyorum. Tekrar o yaşa ve o zamana dönsem, aynı şeyi yaparım.

Gülsün Toker: Herkes biliyor ki 88 senelik dopdolu bir hayatınız var. Bu 88 senenin sonunda mesut musunuz Dede Paşacığım?

İsmet İnönü: Evet, mesudum. Bizim siyasî hayatımız zamanımızın değil, bütün tarihimizin en felâketli devri içinde başladı. Tasavvur olunabilecek büyük tarih felâketi içinden vatan ve milletimizin selâmetle çıktığını gördük. Bütün ömrümüzü doldurmaya yeter bir mutluluktur bu. Ondan sonra, yüzyılın en de-ğerli idaresinin kurulmasında bulunduk. Nihayet, mütevazı aile hayatım ben-de bir hasret bırakmadı. Evet, mesudum.

Gülsün Toker: Dede Paşacığım, gençliğiniz ve dinçliğiniz meşhur. Bunun sırrı nedir?

İsmet İnönü: Karışık bir sırrı yok. Bence bir tesadüftür.

Gülsün Toker: Hayatta sizin için en kıymetli varlık kimdir, çok iyi bili-yorum. Sizin üzerinize en fazla tesir eden olayı gazeteciler çok sordular. Siz hep “Ooo, o kadar çok ki” diye cevap verdiniz. Ben size başka bir şey soracağım. Hayatta bir daha yaşamayı istemediğiniz ve istediğiniz olaylar nelerdir?

İsmet İnönü: Buna cevap verebilsem herkesin aradığını söylemiş olurum. Gerçekten, hayatta bir daha yaşamak istemediğim fena talih eserleri vardır. Bu da bir düşüncede veya tanımada bir defa yanılırsam, aynı sebeple tekrar yanıl-dığım olaylardır. Tekrar aldanmayı ve aldatılmayı kendime en büyük talihsizlik sayarım. İstemediğimi söyledim. Bu, neyi istediğimi de gösteriyor.

Gülsün Toker: Dede Paşacığım, sizin dedenizle bizim dedemiz arasında, torunlarının onlarla konuşmaları yönünden bir ayrılık var mı? Siz bu değişikliği nasıl değerlendiriyorsunuz?

İsmet İnönü: Benim dedemle konuşmalarım ve benim torunlarımla konuş-malarım arasında yüz seneye yakın zaman var. Bütün dünyada her varlıkta ve varlıkların birbirleriyle ilişkilerinde, her konuda yüz yıl ne fark getiriyorsa, dedelerin torunlarıyla konuşmalarına da o farkı getiriyor. Zaman içinde hasıl olan farkların iyilik ve ilerleme yolunda olanları önemlidir. Onlar söz konusudur. O sebepten yeni soylarla ilişkileri ilerleme yolunda tanzim etmek lâzımdır kanısındayım. Ben de buna çalışıyorum. Belki bunda benim dedem, senin dedenden daha fazla güçlük çekerdi.

 

 

 

 

89. Yaş Gününde..[260]

İsmet İnönü (...) genç yaşlarında uzun yaşamayı gereksiz saydığı düşün-cesinde olduğunu bildirerek, gençlik yıllarına ait anılarını anlatmıştır. (...)

Bir CHP’li İnönü’ye en tatlı yaşın hangisi olduğunu sormuş “Ben tatlı olmayanını görmedim” diyen İnönü Yemen’deki bir anısını naklederken şunları anlatmıştır.

“Yemen’de 48 yaşında bir komutanımız vardı. Bir gün kendisine ‘Kaç ya-şındasın?’ diye sordum. ‘48 ama ne ki, bir gün gibi gelip geçiyor’ dedi. Ben o zaman 27 yaşındaydım. ‘Allah Allah dünyaya kazık mı çakacak. Ölsün gitsin’ diye düşündüm. Ama şimdi 89 yaşındayım.”

İnönü, 89. yaşını kutlamaya gelen CHP’li parlâmenterlerin “uzun ömür”le ilgili çeşitli sorularını da cevaplamış “tecrübe” konusundaki bir soru üzerine şöyle konuşmuştur: “Ben gençken tecrübe dediğin 30 yaşında biter diye düşü-nürdüm. Oysa bu yaşıma geldim, her gün bir şey öğreniyorum.”

Bütün dünyada politika garip bir halde

İsmet İnönü, dün saat 12.30’da Pembe Köşk’ün bahçesine çıkmış, kendisi ile konuşan gazetecilerin bir sorusu üzerine “Bütün dünyada politika garip bir halde” demiştir.

İnönü AP Genel Başkanı Demirel’in rahatsız olduğunu gazetecilerden öğre-nince, korumasında bulunan bir görevliye “Evini arasanız da hasta olduğunu öğrendiğimi, geçmiş olsun dediğimi, bir arzusu, bir emri var mı sorsanız?” de-miştir.

İnönü, Demirel’e sevgi gösterisi yapılmasını önlediği öne sürülen Eskişehir Sıkıyönetim Komutanlığının tutumu ile ilgili bir soruyu cevaplamak istememiş, “Hadi canım sen de” diyerek karşılıksız bırakmıştır.

Polise, askere sözüm geçer mi?

Evinin bahçesinde her gün gezindiğini hatırlatan İnönü, bu konuda şunları söylemiştir:

“Burada her gün gezerim işte. Yalnız başıma da olsa kolaylıkla gezerim. Nadiren talih fırsat verir, gazeteci arkadaşlarım da olur.”

İnönü’nün, bu sözleri üzerine bir gazeteci, Pembe Köşk’e her gün gelebi-leceklerini, ancak polis ve askerin içeriye bırakmadığını hatırlatmış, “Emir buyurun, izin versinler her gün gelelim” demiştir. İnönü gazetecinin bu sözle-rine şu karşılığı vermiştir:

“Polise, askere sözüm geçer mi benim? Ama bir şey var. Bahçenin inişli çıkışlı yerleri var. Bilemeyince düşersiniz. Belki onun için bırakmıyorlardır”

İnönü, gazetecilerin AP Genel Başkanı Demirel’in gezileri ile ilgili bir soru-sunu da şöyle cevaplandırmıştır:

“Kendisi gezilerinden memnun gözüküyor. Memnun olup olmadığını kendisi bilir. Ona sorun, ben nasıl bileceğim.”

 

 

 

 

Barbaros’un Preveze Zaferinin 434. Yıldönümü Dolayısıyla Düzenlenen “Türk Deniz Kuvvetleri Günü” Kokteylinde Başbakan Ferit Melen ile..[261]

(...) Başbakan Melen’i, ayağa kalkarak karşılayan İsmet Paşa güldü ve şöyle konuştu:

“Aferin Melen, sakın şevkini kırma. Çalışmaların çok hoşuma gidiyor.”

Başbakan Melen İsmet Paşa’nın bu konuşmasına karşı “Teşekkür ederim Paşam” diye cevap verdi. (...)

 

 

 

TBMM Genel Kurul Salonunda CHP Milletvekilleri ile Milletvekili Emekliliği Üzerine Yapılan Sohbet[262]

(...) Yoklama süresince İnönü, önündeki bazı notları gözden geçirdi ve salon-da kimsenin kalmadığını görünce, yanına gelen Hayrettin Hanağası’na sordu:

“Neden çıktılar salondan?” Hanağası cevap verdi:

“Paşam, Adalet Partililer kongre yapıyorlar, seyahatteler. Bizimkiler örgüt-teler” İnönü gene sordu:

“Bizimkiler örgütte ne yapıyorlar?” Hanağası cevap verdi:

“Paşam örgütteler, gittikleri yerlerde sizden saygıyla söz ediyor ve daima ellerinizi öpüyorlarmış..”

İnönü:

“Neymiş, şu 208 imzalı kanun teklifi?” dedi. Hayrettin Hanağası, AP Çanakkale Milletvekili ve eski Bakanlardan Refet Sezgin’in, önderlik ettiği ve 297 parlâmenter tarafından imzalanıp Meclis Başkanlığına verilen teklifi şöyle izah etti:

(...) “Paşam, meselâ 15 yıl sosyal sigortalı veya emekli sandığına tabi ise geri kalan 15 yıl için eğer prim öderse bir milletvekili, seçilemeyince birinci dereceden emekli olabilecek.”

İnönü, söylenenlere inanmamış gibi durdu ve,

“Olur mu öyle şey?” dedi.

 

 

 

 

 

Pembe Köşkün Bahçesinde Gazetecilerle..[263]

CHP eski Genel Başkanı İnönü, saat 12.30’da Pembe Köşk’ün bahçesine çıkmış ve mutat öğle gezintisini yapmıştır.

Gezintisi sırasında gazetecilerle sohbet eden İnönü, onlara çiçekleri göster-miş, “Güzel değil mi?” diye sormuş bir gazetecinin “Yüz yıl yaşamak için bize tavsiyeniz ne olabilir?” sorusuna şu cevabı vermiştir:

“Bu suali bana yüzüncü yılda sorarsanız o zaman tecrübem artmış olacak. Şimdi arkadaşlarım arasında en yaşlımız Fahrettin Altay. Ama genç yaşlarda, benim yaşıma geleceklerin, belki en az tahmin olunanlarından biri de bendim. Fahrettin Altay’ı gördüm bu yaz. Geçen seneden daha iyi gördüm. İyi tarafı, melekâtı yerinde, neşesi yerinde. Eski Süvari Kumandanım.”

Celâl Bayar’la “çoktan beri” görüşmediklerini açıklayan İnönü, gazetecilere çikolata ikram etmiş ve “Burada her gün gezerim işte. Yalnız başıma da olsam kolaylıkla gezerim. Nadiren talih fırsat verir, gazeteci arkadaşlarım da olur” demiştir.

 

 

 

 

Sofya’ya Uçak Kaçırılması Olayı Üzerine Verilen Demeç[264]

Türk Milleti 24 saatten beri İstanbul’dan kalkan THY’ye ait bir uçağın Sofya’ya kaçırılması olayı ile heyecan içindedir. Anlaşıldığına göre uçağı kaçıranlar gençlerdir. Hepsi Türk’türler. İdealist görünüyorlar. Ve memleketi düşünüyorlar. Faydalı gördükleri memleket tedbirlerini mesul makamların kabul etmelerini istiyorlar. Dilekleri yerine getirilmezse rehin tuttukları kadın çocuk, yaşlı ve genç memleketin her tarafından tesadüfün bir araya getirdiği bir cemiyetin hepsi masum insanlarını öldüreceklerini söylüyorlar. Böyle bir tehdit ve tedbir usulü Türk geleneğinde yoktur. Onun için her bakımdan böyle bir öldürme yalnız kurbanların ailelerini değil bütün milleti çarpılmış gibi mahzun ve meyus bir hale getirecektir. Masum insanları korkutarak bir maksada erişmek usulü imparatorluğun çöküntü devrinden kalma bir adettir. Bunların muharebe meydanında seçkin cesaret gösterdiklerine tesadüf etmedim. Muharebe meydanlarında ailelerini şeref içinde bırakan kahramanlar yetişme devrinde vazifelerini bilen gençler arasından belirmişlerdir. Bugünkü öldürme tehdidinde bulunanlar kendi hayatlarını da tehlikeye atmaktadırlar. Bu atılım vatan için hiç bir hizmet ümidi karşılığı değildir. Memleketlerine ve ailelerine çok faydalı olabilecek ehliyetli gençlerin kendilerini ailelerinin şerefiyle beraber manevî uçuruma atmaları mahiyetinde meyusane bir harekettir.

Henüz tamir olunmaz bir felaket olmamıştır. Faciayı burada kesip çıkmaz-dan kurtulmak mümkündür. Kan akmadan rehinleri bırakmak, teşebbüs edenleri siyasî iltica emniyetiyle selâmete çıkarmak yolu tecrübe edilmelidir.

Milletimizde bir hastalığın varolduğunu biliyoruz. Bu hastalığı tedavi etmek için aklı başında gün görmüş insanların milletin sağlam vasıflarını harekete getirerek tedavi çaresi bulunacağını umuyoruz. Bir faciaya yer vermeden önümüzdeki büyük felaket ihtimalînden kurtulmak lâzımdır. Önümüzdeki felaket ihtimalî masum insanların kanıyla oynamayı zevkli bir marifet saymaya başlamış olan bir milletin yirminci asırda müstakil bir millet olarak yaşaması ihtimalînin milletler vicdanında mahkum edilmesi tehlikesidir.

 

 

 

CHP’den İstifa Yazısı[265]

 

CHP Genel Başkanlığına

Ankara

12 Mart şartlarının nazik mahiyetini ciddiyetle muhafaza ettiği bir zamanda, parti politikasının memleket için sakıncalı gördüğüm şekil ve istikamette değiştirilmesi sebebiyle CHP’den ayrılmış olduğumu bilgilerinize sunarım.

İsmet İnönü

 

 

 

 

CHP’den ve Milletvekilliğinden İstifa Ettiğine ve Tabii Senatörlük İstemine İlişkin Cumhuriyet Senatosu Başkanlığına Gönderilen Yazı[266]

Cumhuriyet Senatosu Başkanlığına

Ankara

CHP’den ayrılmış bulunuyorum. Anayasanın 70. maddesi gereği, Cumhuriyet Senatosunda Tabiî Üyelik yerimde memleketime hizmet kararındayım. Gerekli işlemin yapılmasını emirlerinize saygılarımla sunarım.

İsmet İnönü

 

 

 

 

 

CHP’den ve Milletvekilliğinden İstifa Ettiğine İlişkin TBMM Başkanlığına Gönderilen Yazı[267]

Millet Meclisi Başkanlığı’na

Ankara

CHP’den ayrılmış olmamı bilginize sunuyorum. Bundan sonra, eski Cumhur-başkanı olarak Cumhuriyet Senatosundaki Tabiî Üyelik yerimde çalışmak için Cumhuriyet Senatosu Başkanlığına müracaat ettim. Alacağım cevap üzerine, Malatya Milletvekilliğinden istifamı ayrıca sunacağım.

Saygılarımla.

İsmet İnönü

 

 

 

 

TBMM’ye Veda Mektubu[268]

5 Kasım 1972 tarihinde CHP’den ayrıldığımı ve eski Cumhurbaşkanı olarak Cumhuriyet Senatosunda çalışmak için Cumhuriyet Senatosu Başkanlığına müracaat ettiğimi bilgilerinize sunmuştum.

Cumhuriyet Senatosu Başkanlığınca Anayasanın 70. maddesi uyarınca işlem yapılmış ve 15 Kasım 1972 tarihli davet üzerine bugün (dün) Cumhuriyet Senatosunda yemin etme ödevim sağlanmıştır.

Bu suretle 52 yıldan beri milletvekili olarak önce TBMM’de başlayıp, 1961 Anayasasından sonra Millet Meclisinde devam eden milletvekili sıfatıyla çalış-mam nihayet bulmuştur.

Millet Meclisinden ayrılırken, siyasî hayatımın feyiz kaynağı olan milletve-killeri arasındaki çalışma günlerimin değerli hatıralarını daima muhafaza edeceğim. Bu müddet içinde Millet Meclisi Başkanlık Divanına ve milletvekilleri arkadaşlarıma karşı saygı ve dikkat göstermeyi ödev bildim. Parti farkı olmaksızın bütün milletvekili arkadaşlarımın teveccüh ve yardım duygularıyla karşılandım ve mutlu oldum.

Millet Meclisi sayın Başkanı ile Başkanlık Divanı ve yüce milletvekili arkadaşlarıma şükranlarımla derin saygılarımı takdim ile şeref duymaktayım.

 

 

 

 

Cumhuriyet Senatosu Üyelik Andı[269]

(...)

İnönü’nün hemen yanındaki sırada oturan Kontenjan Senatörü Nihat Erim de kendisini kutladıktan sonra “Paşam Senatoya yakıştınız” demiş, İnönü bu söze “Darbı meseldir, bana ne yakışmaz” karşılığını vermiştir.

(...)

[Cumhuriyet Senatosu üyelik andı]

“Devletin bağımsızlığını, vatanın ve milletin bütünlüğünü koruyacağıma, milletin kayıtsız şartsız egemenliğine, demokratik ve lâik cumhuriyet ilkelerine bağlı kalacağıma ve halkın mutluluğu için çalışacağıma nâmusum üzerine söz veririm.”

 

 

 

 

Milletvekilliğinden İstifa Dolayısıyla Malatya Belediye Başkanı Mehmet Kırçuvaloğlu’na Gönderilen Mektup*[270]

Sayın Mehmet Kırçuvaloğlu

Belediye Başkanı

Malatya

Cumhuriyet Halk Partisi ve dolayısıyla Cumhuriyet Halk Partisi Milletvekilli-ğinden ayrılmış bulunuyorum. Cumhuriyet Senatosunda eski Cumhurbaşkanı sıfatıyla tabiî üyelik yerimi aldım. Hayatımın benim için daima iftiharla anılacak bir devresini kapatıp yeni bir görev devresine başladığım şu sırada Malatyalı hemşehrilerime sizin lütûfkar vasıtanızla hitap etmek istiyorum.

Ben Büyük Millet Meclisine ilk gün, düşman işgali altında bulunan Edirne’nin milletvekili olarak ve Genel Kurmay Başkanı sıfatıyla katıldım. Askerî devir, Kurtuluş devri ve Cumhuriyetin başlaması devirlerinden sonra Malatya Milletvekilliğinde karar kıldım. Malatyalı babadan dedem dolayısıyla kendimi hep Malatya’nın bir evladı bildim ve bu künyem bana daima şeref verdi, gurur verdi. Siyasî hayatımın en güç devirlerini Malatya Milletvekili olarak geçirdim. Cumhuriyet Halk Partisi’nin çok zayıf düştüğü zamanlarda bile Malatyalı hemşehrilerim beni himaye ettiler. Sadece otuz milletvekili çıkarabildiğimiz günler Malatyalılar’ın bu mütevazı evlatlarını korumaları sayesinde sesimizi Mecliste duyurmak imkânını bulduk ve biz, Malatyalılar, vatanın her köşesinde itibara lâyık insanlar olarak muamele gördük. Malatya halkı siyasî kanaatindeki samimiyet ve siyasî tertiplerin insafsız hücumlarına karşı Malatya ili içinde, Malatya ili dışında bütün saldırılar önünde çökmez, çöktürülmez bir siyaset kalesi olarak tarihte yerini almıştır.

Malatyalı hemşehrilerime, seçmenlerime karşı bu duygularla doluyum. Yeni siyasî kararımı hangi sebeplerle almaya mecbur kaldığımı hemşehrilerim ve seçmenlerim bilmektedir. Yeni görevimde memlekete hizmet etmeye çalışırken Malatyalı hemşehrilerimden ve seçmenlerimden aldığım feyzî kalbimin en derininde muhafaza edeceğimi ve Türkiye Büyük Millet Meclisinde kendimi hep Malatyalılar’ın da bir temsilcisi bileceğimi size duyurmak isterim.

Malatyalı evladınız olan İnönü ailesinden sizin mahcup olacağınız bir kusur hiçbir zaman çıkmayacaktır. Malatyalı hemşehrilerimin sevgisinin bütün İnönü nesillerinin baş tacı olarak devam etmesi tek dünya emelimdir.

Size saygı ile şu anda hissettiklerimi anlattım. Samimiyetimi kabul buyurmanızı rica ederim. Gönül dolusu sevgilerimi sunarım.

İsmet İnönü

 

 

 

 

MP Genel Başkanı Osman Bölükbaşı ile Eski Genelkurmay Başkanı Org. Cemal Tural’ı Hastane Ziyaretlerinde[271]

(...)

Bölükbaşı, kendisine “Hangi yemeklerin dokunduğunu” soran İnönü’ye, “Beni acılar değil, tatlılar bu hale getirdi Paşam” demiştir.

Emekli Orgeneral Cemal Tural da, İnönü ile kaşılaşınca, “Hanım da, ben de birer trafik kazası geçirdik. Hanım 4 yıl önce siyasî trafik kazasını geçirerek Meclise girdi, ben de gördüğünüz gibi hastaneye geldim” demiştir.

Bir soru üzerine, Avrupa Konseyinde Türkiye’nin eleştirilmesi konusunda tafsilatlı bilgi sahibi olmadığını söyleyen İnönü, “Hükûmetle siyasî partiler ara-sında yine anlaşmazlık çıktı. Bu konudaki görüşünüz nedir?” sorusuna ise, “Şimdi benim için en büyük konu, arkadaşım Bölükbaşı’nın hastalığıdır. Bu so-ruya Bölükbaşı cevap versin. Her şeye iyi cevap verir” karşılığını vermiştir. (...)

 

 

 

 

Halkevleri Atatürk Enstitüsü’ne Onursal Üyelik Dolayısıyla Enstitü Başkanı Mehmet Salihoğlu’nun Mesajına Verilen Yanıt[272]

Sayın, Mehmet Salihoğlu

Halkevleri Atatürk Enstitüsü Başkanı

Ankara

Atatürk Enstitüsü Onursal üyeliğine seçildiğimi bildiren mektubunuzu aldım.

Mutlu oldum.

Size ve Enstitüye yürekten teşekkürlerimi saygılarımla sunarım.

Enstitünüze çok değerli çalışmalarında engin başarılar dilerim.

İsmet İnönü

 

 

 

 

Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’ın Yeni Yıl Resepsiyonunda HKK Muhsin Batur ile..[273]

(...) Yanında eşi olduğu halde gelen Batur’u, Kemal Demir karşılayarak İnönü’yle selâmlaştırmıştır. Batur, yerinden güçlükle ayağa kalkmaya çalışan İnönü’yü, elini kuvvetle sıkarak kalkmamaya zorlamış, İnönü, “Gel seni öpeyim” deyince de yanağını uzatmıştır. Batur da İnönü’ye “Müsaade ederseniz ben de sizi öpeceğim, Paşam..” demiş sağ yanağından öpmüştür.

Kemal Demir, Batur’u göstererek İnönü’ye doğru eğilmiş, “Nasıl Paşam? Çok yakışıklı değil mi Hava Kuvvetleri Komutanımız” demiştir. İnönü, “Öyle. Öyle..” demiş, Demir şunları eklemiştir:

“Ama benim sözümü dinlemiyor Paşam.. Ona diyorum ki, sen böyle resmî kıyafetle çok yakışıklı oluyorsun, ama ısrarla, sık sık sivil giyiyorsun, hep resmî giyin, diyorum, dinletemiyorum.”

Gülmeler arasında Batur, Demir’in sözlerini İnönü’ye hitaben cevaplan-dırmış, şöyle demiştir:

“Sivile hazırlanıyorum Paşam. Birkaç sivil elbise yaptırdım, alışayım diye giyiyorum.”

İnönü, kaşlarını kaldırarak:

–Sivil hayata mı hazırlanıyorsun, neden?

–Emeklilik meselesi, Paşam..

–Yakın mı?

–Birkaç ay var..

Daha sonra İnönü, karşısında ayakta durmakta olan Batur’a kendisine daha fazla yaklaşmasını işaret etmiş, sonra da şöyle konuşmuştur:

–Nasıl yürüttüğünüzü, nasıl yürüteceğinizi bilmiyorum. Onun için durum hakkında bir şeyler söyleyemiyorum. Anlıyor musun?

Batur, İnönü’ye gülerek:

–Biz de bilmiyoruz, Paşam, karşılığını vermiş, İnönü, “İyi olur.. Hayırlı olur, inşallah..” demiştir.

 

 

 

 

Bağımsız Bir Milletvekili Tarafından Kendisine Atfedilen Sözler Üzerine Yapılan Açıklama[274]

Bağımsız arkadaşlardan biri tarafından bana atfen bir beyanat yapılmıştır. Bu beyanat benim düşüncemde olmayan manâlar taşımaktadır. Esasen merak içinde bulunan kamuoyu ve memleket huzurunu karıştıracak mahiyettedir.

Halbuki benim bütün beyanlarım memleket huzurunu koruma çabasındadır. Gerçek şudur ki, memleket huzuru ve çalışma hayatının emniyeti bugün esas meseledir ve bu mesele her bakımdan korunacak durumdadır.

 

 

 

 

Associated Press Muhabiri ile Cumhurbaşkanlığı Adaylığı, Cumhurbaşkanlığı Seçimleri ve 12 Mart Sonrası Durum Üzerine Yapılan Söyleşi[275]

(...) İsmet İnönü, yeniden Cumhurbaşkanı olması konusunda göreve davet edilirse bu kabul edip etmeyeceği yolundaki bir soru üzerine:

“Senatör olarak memleketin her meselesiyle ilgilenmek durumundayım. Görevimi yapıyorum. Daha önemli görev karşısında nasıl ve ne vakit, niçin kalacağımı tahmin edemem” demiştir.

Associated Press Ajansı muhabirinin çeşitli sorularını cevaplandıran İsmet İnönü “27 Mayıs’tan sonraki ilk seçimler sonucunda memleketi normal parlâmenter demokrasiye başarıyla götüren koalisyon hükûmetlerine başkanlık etmek üzere göreve çağrılmıştınız. Adınız şimdi de aynı gayeyi gerçekleştirmek için Cumhurbaşkanı olarak hem asker, hem sivil liderleri tatmin edecek ve onlara da, memlekete de güven verecek tek Türk devlet adamı diye geçiyor. Parlâmento sizi böyle bir vazifeye tekrar davet ederse kabul eder misiniz?” şeklindeki soruya şu karşılığı vermiştir:

“Bir faninin erişebileceği en yüksek, en önemli ve en şerefli görevlerde her safhayı yaşamış bir insan olarak bugün özel bir hırs içinde bulunduğuma ihtimal vermezsiniz, ümit ederim.

Senatör olarak memleketin her meselesiyle ilgilenmek durumundayım. Görevimi yapıyorum. Daha önemli bir görev karşısında nasıl ve ne vakit, niçin kalacağımı tahmin edemem. O zamandaki şartları kestiremem. Bu kayıt ile sözlerinizi karşılıyorum. Cevabımı değerlendirmenizi rica ederim.”

İsmet İnönü’nün muhabirin öteki sorularına verdiği cevaplar şöyledir:

Soru: Cumhurbaşkanlığı seçimleri konusunda bugün askerlerle siviller arasında bir kuvvet gösterisi şeklinde takdim edilmek istenilen karşılıklı demeçlerin parlâmenter demokrasi için bir tehlike teşkil edeceğinden endişeli misiniz.?

İnönü: Gerçekten askerlerle bazı siyasî partiler arasında tartışmalar oluyor. Bu tartışmalar dolayısıyla demokratik parlâmenter rejim için bir endişem yoktur. Parti başkanlarının sağduyularına inanırım. Bunu denedim. Askerler demokratik rejime bağlılıklarının bütün örneklerini ve delillerini vermişlerdir. Şimdiye kadar her müdahale demokratik rejim için olmuştur ve her birinden sonra, mümkün olan en kısa zamanda sivil siyasî hayata geçilmiştir.

Bugünkü iyimserliğimin çok önemli bir sebebi, askerlerin samimiyetle, siyasî partileri demokratik hayatımızın vazgeçilmez unsurları saymaları ve bütün siyasî partilerimizin memleket hayatında askerin taşıdığı büyük sorumluluğu idrak etmeleridir. Demokrasimizin güveni ve kuvveti böyle bir dengenin varlığından gelmektedir.

Soru: Türkiye’de bugünkü “olağanüstü durum” bazı Batı çevrelerinde ten-kitlere uğramakta ve endişe yaratmaktadır. Bu durumu ve tenkitler ile endişeyi siz nasıl karşılıyorsunuz?

İnönü: Batı çevrelerindeki tenkitleri ve endişeyi yakından izliyorum. Bun-lardan büyük kısmının iyi niyet mahsulü olduğundan eminim. Zira dostlarımız tarafından söyleniyor. Tenkitler ve endişeler geniş ölçüde gerçek durumun, gerçek şartların toplumumuza ait özelliklerin tam bilinmemesinden doğuyor. Bunlar iyi ve doğru şekilde anlatıldığı zaman, dostlarımız rahatlıyorlar. O çevrelerde hareket halinde bulunan bazı elemanların tesirini de tabiî unutmamak lâzımdır.

Türkiye’de çok partili hayata geçişimizden sonra, tabiî olan ilk fırtınanın dışında, milletçe iyi kabul edilen iki askerî müdahale oldu. Bunların ilki 1960’dadır. Zamanın ihtiyacına göre askerî müdahale memleket idaresine el koydu. Daha ilk günde, en kısa zamanda seçime gideceğini ilân etti. Bir sene içinde Anayasa değişikliği siviller eliyle yapıldı. Anayasa değişikliğinin en önemlisi, Meclis kararları üstünde, icap ederse düzeltici bir Anayasa Mahkemesinin kurulmasıdır. Ondan evvel böyle bir müessese ve müeyyide yoktur. Sonra seçim yapıldı. Gelen Meclis, koalisyon hükûmetleriyle ilk fırtınaları atlattı ve rejimi düz yola çıkardı.

İkinci müdahale sivil idare zamanında, anarşik bir hava memleket hayatına hâkim olmuştu. Vatandaşta tam ümitsizlik sürüyordu. Bu şartlar altında askerî müdahale memleketin sinirlerine sükûnet ve vatandaşa güven havası getirdi. Ordu, fiili müdahalede bulunmaksızın kurtuluş yolunu göstermeye çalıştı. Bütün siyasî partiler olgunluk ve vatanseverlikle hareket ettiler. İlk fırtınaları gene atlattık. Anarşik hava kalktı. Memlekete emniyet geldi. Bugünkü tartışmaların temelinde, şimdi bazılarımızca unutulmuş olan anarşik ve güvensiz havanın tekrar doğmasının sağlam yolunun bulunması kaygısı yatmaktadır.

Bu değerlendirme yapılınca Türkiye’deki durumdan endişe etmenin sebepleri ortadan kalkar.

Soru: Avrupa Konseyi temsilcisi olarak son günlerde Türkiye’ye gelen M. Reverdin 1973 Ekim’i genel seçimlerinde kazanan partiye iktidarın verilmesini demokratik rejimin bir gereği olduğunu hatırlattı. Siz bu gereğin yerine getirilmeyeceği hususunda bir tehlike görüyor musunuz?

İnönü: Yukarıdaki sözlerimden vaziyeti nasıl gördüğüm bir dereceye kadar anlaşılır. Ama, bu soruya da cevap vereyim:

M. Reverdin’in sözlerini şu şekilde değerlendirmem daha doğru olur. Seçim-lerden sonra açılacak yeni siyasî hayatta, demokratik rejimin, parlâmentonun hür iradesiyle memleket durumuna en elverişli tedbiri bulup işleteceğinden eminim. Demokratik memleketlerde görüldüğü gibi zaman ve şartlar olur ki, parlâmento bir parti hükûmetinin kurulmasını en elverişli tedbir sayar. Zaman ve şartlar olur ki, hükûmetin çeşitli partilerin işbirliğiyle kurulmasını parlâmento daha doğru bulur. Demokrasinin tek ve katı işleme tarzı yoktur. Mesele doğan durumun en elverişli tedbirini hür ve genel seçimlerle kurulmuş parlâmentonun kendi serbest iradesiyle tayin edip onun yürütmesidir. Bu mekanizmanın Türkiye’de böyle işlemeyeceği hususunda en ufak bir tehlike görmüyorum.

 

 

 

 

Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay ile Görüşmeden Sonra Cumhurbaşkanlığı Adaylığı ile İlgili Bir Soruya Verilen Yanıt[276]

(...)

Çankaya Köşkü’nden saat 17.35’de ayrılan İsmet İnönü basın mensuplarının sorularına karşılık olarak “Söyleyecek hiçbir şey yok. Davet buyurdular çay iç-tik” demiştir.

Tabiî Senatör İnönü, “Cumhurbaşkanlığına adaylığınızı koyacak mısınız Pa-şam?” sorusuna şu cevabı vermiştir:

“–Ordu ile siyasî hayat bir ahenk içinde neticeye varırlar.”

 

 

 

 

Meclis Kulisinde Gazetecilerle..[277]

(...)

İnönü kendisine ısmarlanan çayı içerken gazetecilerle sohbet etmiş, gazetecilerin geçen Haziran’da Malatya’da kendisini yemeğe davet ettiklerini, ancak kendisinin yemeği Ankara’da kabul edebileceğini söylemesinden bir yıla yakın bir süre geçtiğini hatırlatmaları üzerine İnönü: “Ankara’nın senesi bir senede dolmaz, daha bekleyin siz, fırsatı o zaman kaçırmışsınız” demiştir.

Çok neşeli görünen İsmet İnönü bir ara basın mensuplarına dönmüş, “Ne haber var.. Hiç havadis yok.. Gazeteciler de vermiyor” şeklinde konuşmuş, gazetecilerin “Paşam biz şaşırdık kaldık ne yazacağımızı” demeleri üzerine İnönü, “Siz yazmazsanız nereden öğreneceğiz?” cevabını vermiştir. (...)

 

 

 

 

Cumhuriyetin 50. Yılı Dolayısıyla Hazırlanan Uşak Yıllığı İçin Yazılan Uşak Anısı[278]

İstiklâl mücadelesinde Uşak üzerine değerli ve önemli hatıram şudur:

30 Ağustos Başkomutanlık Meydan Savaşı’nda düşman orduları mahvedil-mişti.

Mahvedilen ordunun başlıca iki komutanı harp esiri olarak Garp Cephesi Komutanı sıfatıyla bana getirildi. Ben de onları Büyük Atatürk’e götürüp tak-dim ettim.

En kıymetli hatıram budur.

Uşak’a her gelişimde mümkün olursa düşman komutanlarıyla görüştüğüm evi ziyaret ederim. Ev sahipleri bana nezaketle muamele ederler.

Uşak millî tarihimizde düşman ordularının komutanlarını esir olarak kabul eden memleket sayılmıştır.

 

 

 

 

İnönü Savaşları Üzerine Nazmi Kal ile Yapılan Televizyon Söyleşisi[279]

İnönü Savaşlarının Önemi

Nazmi Kal: Bugün İkinci İnönü Zaferi’nin elli ikinci yıldönümü. İnönü Savaşları, bir sonuç savaşı olmamakla birlikte, yarattığı askerî ve politik sonuç-lar yönünden büyük önem taşır. İnönü Savaşları, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmetinin ilk düzenli ordu harekâtı ve başarısı olmak yönünden çok önemlidir.

Bu savaşların sonucunda, İtilâf devletlerinde, Yunanlılar’ın Anadolu savaşını başarı ile bitiremeyecekleri konusunda kuşkular belirmeye başladı. Daha da önemlisi, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmetinin İstanbul Hükûmeti ile birlikte Londra Konferansı’na çağrılması ve bu konferansta İstanbul temsilcisi Sadrazam Tevfik Paşa’nın “Türkiye namına mütalâa beyan etmek hakkı milletin itimadını haiz Anadolu Hükûmeti’nindir. Sözü Bekir Sami Bey’e bırakıyorum” demek zorunda kalışı idi.

İnönü Savaşları, Atatürk’ün ifadesi ile “milletin makus talihi”nin yenildiği savaşlardır.

Bu savaşın elli ikinci yıl dönümünde zaferin yaratıcısı büyük komutan İsmet İnönü’yü aramızda görmenin mutluluğu içinde kendisinden savaşa ilişkin anıla-rını rica ettik.

Sayın Paşam, Millî Kurtuluş Savaşımızda İnönü Muharebeleri’nin yeri ve önemi nedir?

İsmet İnönü: İnönü Muharebeleri, Millî Mücadele tarihinde askerî ehem-miyetinden ziyade, bu muharebelerin, siyasî hayatımızda geçici ve temel olarak yaptığı tesirler itibarı ile ehemmiyet taşır.

Batı cephesinde, Büyük Millet Meclisinin açılması, uzun bir iç mücadele devri açtı. İstanbul Hükûmeti, selâmeti büyük devletlerle adalet içinde bir anlaş-maya varmakta buluyordu. İstanbul Hükûmeti’nin eski vezirleri, Anadolu’daki ayaklanma harekâtını milletin ve ordunun ayaklanması şeklinde kabul ettirmek ve bundan sulhu ve memleketi kurtarmak için, adalet içinde bir sulha varmak gayesini tâkip eder görünüyorlardı.

İnönü Muharebeleri’nin askerî ölçüsünden ziyade siyasî neticeleri itibarı ile Millî Mücadele tarihinde önemli yerleri vardır.

Bir defa, Büyük Millet Meclisi idaresi, hakkı ile işleme kuvvetini İnönü Muharebeleri’nden sonra kazanmıştır. Ayaklanma ve gerilla harbi ile netice almak fikri memlekette yerleşmiş gibiydi.

Çünkü, Yunanlılar büyük bir istilâ hazırlığı ile Anadolu’ya çıkmamışlardır. Müttefik kuvvetler donanması himayesinde İzmir’e çıkmış ve İzmir etrafında ilk büyük tepkileri yenebilmek için, büyük seferlere gitmeden netice almayı ilk hamle saymıştır.

Düzenli ordu fikri benimsendi

Millî ayaklanmayı yapanlarda, Millî Mücadelenin kesin zafere ulaşacağını düşünen askerlerde hâkim olan fikir, millî ayaklanma harekâtının gerilla harbi ile neticeye varabileceği düşüncesi idi. Onlara göre, netice, ancak gerilla harbi ile alınabilirdi. Bir muntazam ordu kurup düşmanla muharebe meydanlarında vuruşarak kati bir askerî neticeyi temin etmeye hazırlanmak fikri mevcut değildi. İnönü Muharebeleri böyle bir esaslı fikrin ilk tatbiki ve neticesi olarak meydana gelmiştir. Bunların kazanılması ile muntazam ordu fikri esas siyaset olmuş ve Garp Cephesi’nde nihayet Büyük Ordunun teşekkülüne yol açmıştır.

Demek ki İnönü Muharebelerinin Büyük Millet Meclisi idaresinin sağlam bir hükûmet haline getirilmesinde önemli yeri vardır. İnönü Muharebeleri’nin muntazam ordu teşkil etme fikrinin esaslı bir politika olarak tâkip edilmesinde ve bundan netice alınmasında önemli bir tesiri olmuştur.

Albay İsmet nasıl Batı Cephesi Komutanı oldu?

Nazmi Kal: Albay İsmet Bey’in İsmet Paşa olmasını sağlayan Batı Cephesi Komutanlığına, o günlerde Ali Fuat Paşa, Refet Paşa gibi sizden üst rütbede komutanların bulunmasına rağmen hangi koşullar içinde atandınız?

İsmet İnönü: Ben Garp Cephesi Komutanlığına Genelkurmay Başkanlığın-dan geldim. Genelkurmay Başkanlığı, Büyük Millet Meclisi Hükûmeti’nin bir özelliği olarak Meclis tarafından seçilen bir hükûmet mevkii idi. Genelkurmay Başkanı hükûmet azası idi. Hükûmet içinde olarak ordulara kumanda ediyor ve ordu siyasetini tâkip ediyordu. Benim Meclis tarafından Genelkurmay Başkanı seçildiğim zaman, büyük kumandanların hepsi de aynı zamanda Meclis üyesi idi. Ama kumanda başında idiler. Yerleri ehemmiyetli idi. Yerlerinden ayrılmaları mümkün değildi. Bundan fazla olarak, esas ordu siyasetinde ve siyasî görüşte, ordu siyasetinin gayesinde Atatürk ile aramızda yakın bir müna-sebet ve anlaşma vardı.

Atatürk’ün itimadı, büyük kumandanların Genelkurmay Başkanlığını bir hükûmet azası gibi askerlikle münasebeti olmayan bir vazife telakkisi ile ilk önce kayıtsızlıkla karşılamaları benim Genelkurmay Başkanlığına tayinimi kolaylaştırdı. Meclis açıldığı zaman, hükûmet azası seçilirken Genelkurmay Başkanı olarak seçildim.

Bir müddet henüz bir yeri de yoktu. İçerde, İstanbul Hükûmeti’nin tertipleri ile mütemadiyen bir anarşi hüküm sürüyordu. Bunlarla uğraşmak lâzımdı. Ordular üzerinde Genelkurmay Başkanının ilk anda bir tesiri de görülmüyordu.

Bu tarzda evvelâ Genelkurmay Başkanı, ondan sonra Garp Cephesi Kuman-danı oldum.

İnönü Savaşları ve Çerkez Ethem

Garp Cephesi Kumandanlığına geçmemin sebebi, Çerkez Ethem’in açtığı Kuvayi Seyyare politikasının hakiki bir felaket istikametini tutmasıdır. İnönü Muharebeleri’nin başlamasında, Çerkez Ethem vakası başlıca amil olmuştur zannındayım. Çerkez Ethem’in temsil ettiği Kuvayi Seyyare politikası, ordu içinde ayrı bir ordu kumandanlığı, hattâ memleket içinde ayrı bir hükûmet manâsı taşıyordu. Bununla ciddî olarak meşgul olmak lâzım geliyordu. İç tâkipler esnasında ben ilk andan itibaren Kuvayi Seyyare’nin tâkiplerden sonra tertip ettiği cezalarda kanun içinde bulunması gayretini tâkip ettim.

Meselâ, bir yere iç isyana karşı Çerkez Ethem kuvvetlerini sevk ettiğimiz zaman, dikkate değer bir hâdise olurdu. Çerkez Ethem ne kadar kuvvetle o isyanı bastırmaya giderse, elindeki kuvvet, zayiat da verecek olsa, vurduğu, hattâ malını yağma ettiği memleketlerden kuvvetini artırmış olarak gelirdi. 500 kişi gittiği yerden mutlaka 550 kişi getirdi ve getirdiği yeni elli kişi sadık, kendi kumandanlarına yürekten bağlı, fedakâr, vazife gören, Kuvayi Seyyare için vazife gören adamlar olurdu.

Bunun tılsımlarını kendilerine de sormuş ve öğrenmişimdir. Meselâ ordu, uzun muharebelerden sonra muntazam askerlik fikrinden tamamı ile soğumuş ve uzaklaşmıştı. Bunca hezimeti istemezdi memleket. Her türlü askerlik hizmetleri, askerlik kayıtları sevimsizlikle karşılanır, her yerde mevzi hizmet görecek yerli komisyonlar teşkil olunur ve böylece memleket müdafaası temin olunmaya çalışılırdı. Memleket müdafaası olmadığı zaman böyle bir usule zarureti vardı, ihtiyaç vardı. Ama Büyük Millet Meclisi Hükûmeti teşkil olunduktan sonra artık muntazam bir ordu gayretinin büyük kaideleri işleme imkânı bulmuştu. Bunu Millî Kuvvetlere ve bilhassa Kuvayi Seyyareler’e anlatmak, kabul ettirmek imkânı yoktu. Çerkez Ethem vakası bu çatışmalardan doğmuştur.

Cephe kumandanı olduğum zaman 3 maddelik bir bildiri yayınladım

Cephe kumandanı olduğum zaman kumandanlara yaptığım tebliğde şunları yazdım; Birincisi: Halktan para almak yasaktır. Para ihtiyacınızı ben temin ederim size. İkincisi: Doğrudan doğruya sizin asker seçmeniz, almanız yasaktır. Onu (askerî) Millî Savunma Bakanlığı’ndan size ben temin ederim. Üçüncüsü: Halktan hiçbir ferde bir vazifesinden dolayı ceza tertip etmeye hakkınız yoktur. Kimden şikâyetiniz varsa, bu şikâyeti onun mercilerine ben naklederim. Bana yazarsanız.

Şimdi, orduyu böyle bir inzibat içine soktuğum zaman bundan ıstırap çeken Kuvayi Seyyareler oldu. Kuvayi Seyyareler bir yere giderler, hattâ ilk iç savaşı bastırdıktan sonra ceza yaparlar, sonra bana getirirler. Ceza yaptıkları zaman haber alırım, geldikleri zaman yaptıkları, verdikleri cezanın muhakeme evrakını kendilerinden isterim. Benim yanımdan çıkarlar, rasgeldikleri insanlara hakikaten anlamamış masum bir eda ile “Bu Genelkurmay Başkanı ihtilâl mi bilmez, bir hareketin takibini mi bilmez? Bununla nasıl konuşacağız” der, hayret ederler. “Ama istiyor mademki, muhakeme evrakı yapalım” diye muhakeme evrakı diye birtakım şeyler tertip ederler, bana verirler.

Yanımdaki arkadaşlarım gülerler. Onlar gidince:

“Bunların nasıl tanzim olduğunu biliyor musunuz?” derler. “Biliyorum” derim. “Nasıl olacak onun doğrusunu yaptık. Böyle böyle alışacaklar.” Ben alıştırırım onları.

Bu tarzda devam ederiz.

Çerkez Ethem benden para istedi

Kuvayi Seyyareler o kadar kendi içlerinde bir varlık haline gelmişlerdi ki, bir defa hatırlarım, Çerkez Ethem Bey askerî için 3-5 bin lira bir para istiyordu. Sıkıntıları varmış, onu kendilerine vermemi istiyordu. Cevap verdim ben: “3-5 bin lira sizin askerinizin ihtiyacına, yani maaşına yetmez. Çünkü siz Seyyar Jandarma usulüne tabisiniz. Seyyar Jandarmanın maaşı fazladır. Asker maaşı gibi değildir. Jandarma maaşıdır. Bir maaş vermeniz 3-5 bin liraya değil, 20-30 bin liraya ihtiyaç gösterir. Bunun bir usulü vardır. Kimler maaş alacaklarsa onu yazdır ver cephenin levazımına, onun parasını size tevdi edeyim.”

Bunu der demez üç beş bin lirayı da almaktan vazgeçer. Niçin? Ne kadar askerî var bunun bilinmesini istemez. Benim para vermek için gösterdiğim gayreti, bu adamları miktarı ile isimleri ile bilmek için yaptığım bir oyun zanneder. Hepsinden vazgeçer. Bu zihniyet içinde Garp Cephesi içinde Kuvayi Seyyareler’in yaşaması güç bir hal alıyordu. Bu işin düzeltilmesine imkân yoktu.

Bu sıkıntı devam ederken, Çerkez Ethem Bey, Garp Cephesi Kumandanına raporlarını vermeyi kesti. Doğrudan doğruya Büyük Millet Meclisi Kuman-danlığına rapor vermeye başladı. Atatürk beni telgraf başında buldu.

“Birinci Kuvayi Seyyare Kumandanı bundan sonra günlük raporlarını Büyük Millet Meclisi’ne gönderecekmiş, bunun manâsını anlıyor musun?” dedi.

“Anlıyorum” dedim.

“Sonuna kadar nasıl halledeceksin.”

“Ben onu düzeltirim. Ben ona doğrusunu öğretirim. Bu raporları bana ver-mesinin lâzım olduğunu söylerim ve tatbik ettiririm” dedim.

Yapmadı.

Savaştan başka çare kalmamıştı

Hepsi milis hayatı esnasında istedikleri gibi vatandaştan para alsınlar, tâkip etsinler, buna alışmışlardı. Hepsine el çektirdim. Hepsini vazifeleri içine soktum. Kuvayi Seyyare nihayet benimle ilgiyi kesti. Ona söyledim, “Olmaz” dedim. “Bu cephe içinde bütün kuvvetler benim emrimdedir. Sizin muharebe vaziyetinizi benim bilmem lâzımdır. Mutlaka raporları bana vereceksiniz.”

Hülâsa bu vaziyet içinde bir gün çıktılar ve kestiler benimle teması. Kütahya’ya çekildiler. Ben onları kuvvet kullanarak itaat ettirme yoluna girdim. Tâkip etmeye başladım. Gediz’e doğru muharebe kabul etmeksizin ricat ediyorlardı. İkinci günü, Bursa’daki Yunan cephesinde hazırlıklar yapıldığı haberini aldım. Derhal, Kuvayi Seyyare harekatı ile Bursa’daki Yunan kuvvetlerinin, harekatı arasında ilişki olduğuna hükmettim. Hiçbir tarafa sormadan ve herkes Kütahya’dan Gediz’e doğru Kuvayi Seyyare’yi tâkip ettiğimi zannederken, akşam üzeri Yunan cephesinden aldığım haber üzerine, gece yarısı, kuvvetlerimin hepsini Eskişehir’e, İnönü önüne sevke başlattım. Yunanlılar da Çerkez Ethem kuvvetleri de bunu geç haber aldı. Kütahya’da rahmetli Zihni Paşayı bıraktım. Onlara karşı müdafaa edecek kâfi kuvvetle. Askeri gece-gündüz yürüterek ve Kütahya’dan itibaren şimendifere sokarak İnönü cephesine yetiştirmeye çalıştım.. Çerkez Ethem kuvvetleri benden ayrılıp Kütahya’ya gittikten sonra, Yunanlılarla temasa geçmişler ve hizmet arz etmişlerdir. Yunanlılar, Çerkez Ethem isyanını büyük bir fırsat ve nimet bilmişlerdir. Yalnız o günkü muharebeyi kazanmak için bir vasıta değil, ondan sonraki Anadolu harekatı için de Çerkez Ethem’in kuvvetlerinin kendi emirlerinde bulunmasından büyük fayda ummuşlardır zannederim.

Nazmi Kal: Yunanlılar’ın İnönü Savaşları ile sonuçlanan taarruzlarına girişmelerinde Çerkez Ethem olayının etkisi olmuş mudur?

İsmet İnönü: Çerkez Ethem vakası Millî Mücadelenin en büyük tehlikesi olmuştur. Çerkez Ethem vakasından kurtulduktan sonra muntazam bir ordu kurarak taarruz etmek fikri devletin temel fikri olmuştur. Çerkez Ethem vakasının iyiliği de oldu. Yunanlılar beklemedikleri, daha hazırlanmadıkları bir zamanda acele hareketlere sevk edildiler. Bu tesiri olmuştur. Bu tesirlerden hakkı ile istifade ettik.

Yunanlılar İnönü Muharebeleri’ne hazırlıksız geldiler Ve Çerkez Ethem Kütahya’da kaybettikten sonra kendileri de İnönü’de ciddî bir mukavemete uğrayınca, bir oyuna geldiklerini zannettiler. Oradan çekildiler. Yunanlılar’ın ilk kumandanları General Papulas’dı. Böyle büyük bir sefer için kuvvetli bir meziyeti yoktu. Daima, ordusu büyük bir felakete uğrayacak diye endişe içinde bulunan bir adamdı. Bu hissi ile Yunan ordusunu koruyabiliyordu. Ama bu his, onu, giriştiği muharebede kesin neticeyi alıncaya kadar sebat ile vuruşmaktan alıkoyuyordu. General Papulas böyle idi. Ondan sonraki komutanların tabiatı başka idi.

Yunanlılar’ı niye kovalamadınız?

Nazmi Kal: Her iki İnönü Savaşı’nda Yunanlılar kaçtıkları halde neden ko-valamadınız?

İsmet İnönü: İnönü Muharebeleri hacimlerinden çok büyük siyasî neticeler sağlamışlardır. İnönü Muharebeleri’nden sonra, her muharebede âdet olduğu gibi, kazanılmış bir muharebeyi tâkip ederek kesin neticeyi almak harekatı yapılmamıştı, çünkü yapılamamıştır. Bunu yapacak kudretimiz yoktu. İlkinde Çerkez Ethem ile uğraşıyorduk. Çerkez Ethem Yunanlılar kadar şiddetle muharebe etti ve mağlup olduktan sonra onun takibi birinci safhayı aldı. İkinci İnönü Muharebesi gene Yunanlılar’ın taarruzu ile başladı. Yalnız gene muntazam bir ordu karşısında hareket eden insanlar gibi değil, esasen kuvvetsiz bir memleketin birkaç koldan istilâsı hareketi gibi bir mantıkla başlamıştır.

Yunanlılar’ın, Anadolu’yu mühim bir ordu ve mühim bir düşman gözü ile görerek tam bir askerî harekete hazırlanması, İnönü Savaşları’ndan sonra başlar.

 

 

 

 

Başbakan Naim Talu’yu Ziyaretten Sonra Söyledikleri[280]

25 dakika süren görüşmeden sonra İsmet İnönü, Başbakandan “Mülâkat rica ettiğini” görüşmenin tebrik görüşmesinden ibaret olduğunu belirtmiştir. İnönü, Başbakanın makam odasının önünde gazetecilerin sordukları çeşitli soruları “Ayak üstünde konuşmam” diyerek cevapsız bırakmış[tır]. (...)

İnönü otomobiline bineceği sırada gazetecilerin yeniden “Demokrasinin geleceğinden ümitli misiniz?” şeklinde yönelttikleri soruya “Çok iyimserim” karşılığını vermiştir. İnönü “Demokrasi yeniden rayına oturmuş mudur?” sorusuna, “Rayına oturdu tabiî” şeklinde cevaplandırmış, seçimler hakkında ne düşündüğü sorulunca da “Vaktinde olacak” demiştir.

 

 

 

 

Prof. Dr. Utkan Kocatürk ile Kurtuluş Savaşı Üzerine Yapılan Söyleşi *[281]

Utkan Kocatürk–Paşam, birinci gelişiniz bu şekilde halledilmiş oluyor. Ocak ayında gelmiş oluyorsunuz, Şubat’ın son yarısında İstanbul’a dönmüş oluyorsunuz.1

İsmet İnönü–Bir buçuk aya yakın.

Utkan Kocatürk–Bir buçuk aya yakın bir zaman Ankara’da kalmış oluyor-sunuz. Paşam, bu İstanbul’a dönüşünüz sebebi?

İsmet İnönü–İstanbul’a dönüşüm[ün] sebebi..

Utkan Kocatürk–Çünkü bir daha geliyorsunuz, Nisan ayında bir daha An-kara’ya geliyorsunuz. Temelli geliş.. Şimdi, bu dönüşünüzün sebebi nedir? Yani niçin İstanbul’a döndünüz?

İsmet İnönü–Şimdi, Atatürk yazmıştır bunu.2

Utkan Kocatürk–Nutuk’ta var.

İsmet İnönü–Nutuk’ta var, İstanbul’da çalışsın diye gönderdim, diyor. Fevzi Paşa çağırdı beni.. O da..

Utkan Kocatürk–Harbiye Nazırı olmuştu.3

İsmet İnönü–Harbiye Nazırı idi. Harbiye Nazırı olarak çağırdı beni. Görüş-tük Atatürk’le, Atatürk gitmemi münasip gördü.

Utkan Kocatürk–Onun üzerine İstanbul’a döndünüz?

İsmet İnönü–İstanbul’a döndüm. Ve Atatürk’le temasta olarak kaldım.

Utkan Kocatürk–Çünkü İstanbul’dan da Atatürk’e mektubunuz var efendim. Dönüyorsunuz, 3 Mart 1920 tarihinde Atatürk’e bir mektup gönderiyorsunuz.

İsmet İnönü–Kaç tarihinde?

Utkan Kocatürk–3 Mart 1920. Nutuk’ta da var. Şubat’ta İstanbul’a dönüyor-sunuz, 3 Mart’ta Atatürk’e..

İsmet İnönü–Ne diyorum mektupta?

Utkan Kocatürk–İstanbul durumunu anlatıyorsunuz.. Kuva-yi Milliye aley-hindeki faaliyetlerden bahsediyorsunuz. Atatürk, Nutuk’ta “Çok dikkati çekici bir mektubunu aldım” şeklinde yazıyor. Ondan sonra efendim, ikinci gelişiniz var. Bu Nisan 1920’e rastlıyor. Şimdi, ben bir şey soracağım. İkinci gelişinizde, Celâlettin Arif var, Meclis Reisi, beraber mi geldiniz Ankara’ya? Yani beraber aynı günde mi geldiniz? Yoksa Celâlettin Arif başka günde, siz başka günde mi geldiniz?4

İsmet İnönü–Şimdi, Ankara’ya ikinci gelişim, Atatürk’ün beni daveti üzerine oldu. Saffet Arıkan bana tebliğ etti. O tebliğ eder etmez, o gün çıktım.. Üsküdar’da askerî bir teşkilât vardı. Orada yattım o gece.. Ertesi sabah asker elbisesi ile karadan yola çıktım.

Utkan Kocatürk–Saffet Bey yanınızda..

İsmet İnönü–Saffet Bey’le beraber.. Üsküdar’da bir askerî merkezdi orası..

Âfet İnan–Yalnız, Saffet Bey sizin Erkân-ı Harbiniz mi idi o zaman? Saffet Bey’in vazifesi ne idi?

İsmet İnönü–Saffet Bey’e haber vermişlerdi.

Âfet İnan–Ama vazifeli değil mi idi hiçbir suretle?

İsmet İnönü–Saffet Bey bir yerde çalışıyordu. Saffet Bey’e Atatürk tebliğ etti emri, Saffet geldi bana söyledi. Beraber kalktık, Üsküdar’a geldik.. Orada.. bir askerî karargâh vardı. O karargâh’ta kaldım. O karargâh’ta sivil elbisemi değiştirdim, bir asker elbisesi giydim, beraber Saffet’le yola çıktık biz, asker arkadaşların refakatinde..

Âfet İnan–Celâlettin Arif?

İsmet İnönü–Celâlettin Arif Bey başkanlığında İstanbul’dan giden bir he-yete yolda rast geldik biz. İzmit civarında, Sakarya’dan geçerken rast geldik, yolda katıldık.. Yolda buluştuk..

Utkan Kocatürk–Ankara’ya aynı günde mi geldiniz?

İsmet İnönü–Ondan sonra beraber geldik.

Utkan Kocatürk–Aynı günde geldiniz.. Şimdi Paşam, burada bir tarih ha-tası var kaynaklarda. Sizin Ankara’ya ikinci gelişinizi bütün kaynaklar, ansiklopediler de dahil olmak üzere, Türk Ansiklopedisi, İslam Ansiklopedisi, 9 Nisan 1920 olarak gösteriyorlar.5 Bu tarih nerden kaynaklanmış belli değil! Halbuki bizim bulduğumuz vesikalar, sizin Celâlettin Arif’le beraber 3 Nisan 1920’de..

İsmet İnönü–Celâlettin Arif ne vakit gelmiş?

Utkan Kocatürk–Celâlettin Arif 3 Nisan 1920’de gelmiş. Çünkü Celâlettin Arif Ankara’ya gelince Kâzım Karabekir’e telgraf çekmiş. Telgrafın tarihi: 3 Nisan 1920. Kâzım Karabekir’e diyor ki: “Bugün Ankara’ya geldim. Erzurum’daki ahaliye bildirin”. Şimdi elimizde böyle bir vesika var.6 Bir de Heyet-i Temsiliye, Celâlettin Arif ve sizin gelişinizi Kâzım Karabekir’e yine telgrafla bildirmiş, o telgrafın tarihi de 4 Nisan 1920. Orda diyor ki efendim, 4/5 Nisan 1920 tarihli telgraf: “..Dün Meclis-i Mebusan Reisi Celâlettin Arif Bey’le beraber Miralay İsmet Bey ve bazı güzide erkân-ı harp zabitleri de gelmiş, parlak merasim yapılmıştır.7 Bu iki telgrafa göre sizin..

İsmet İnönü–Celâlettin Arif Bey beraberinde..

Utkan Kocatürk–Beraberinde 3 Nisan 1920’de Ankara’da olduğunuz anla-şılıyor.

İsmet İnönü–Tamam. O’nunla beraber geldik buraya.

Utkan Kocatürk–Sayın Paşam, biz sizin Ankara’ya geliş tarihinizi 3 Nisan 1920 olarak tespit etmekle, bugüne kadar yazılmış bütün kaynaklardaki 9 Nisan 1920 tarihini suya düşürmüş oluyoruz. Yanlıştır bu tarih..

İsmet İnönü–Dün geldiler diyen, kim?

Utkan Kocatürk–Dün geldiler diyen, Heyet-i Temsiliye’nin telgrafı.

İsmet İnönü–Yâni Atatürk’ün telgrafı.

Utkan Kocatürk–Atatürk’ün telgrafı. Öbürü de Celâlettin Arif’in. “Ben bu-gün geldim” diyor.

İsmet İnönü–O da 3 Nisan 1920..

Utkan Kocatürk–Evet, o da 3 Nisan 1920.

Âfet İnan–Yalnız Paşam, hangi yoldan geldiniz? Bolu üzerinden mi geldi-niz? Neyle geldiniz?

İsmet İnönü–Bolu’dan geldik.

Utkan Kocatürk–Paşam, sizi Atatürk karşılamış. Kitapların yazdığı, o gün sizi Atatürk karşılamış. Bu karşılanış sahnesine dair birkaç şey söyler misiniz? Otomobille mi geldiniz Ankara’ya, nasıl oldu?..

İsmet İnönü–Hayır, yolda at bulduk, atla geldik. Bolu’dan itibaren, daha Bolu’ya gelmeden bize at buldular, at ile geliyorduk..

Utkan Kocatürk–Yani siz de atın üstündesiniz, Celâlettin Arif de atın üs-tünde, arkadaşlar da atın üstünde..

İsmet İnönü–Hep atın üstündeyiz. At ile geldik Ankara’ya biz. Geldik, as-ker elbisesi ile idik. Onları karşılamaya çıkmışlar.. Atatürk beni arıyor.. “İsmet nerde?” diyor..

Utkan Kocatürk–Geleceğinizden haberi var mı idi o ekip içinde?

İsmet İnönü–Tabiî biliyor, oradan çıktığımızı biliyor; ama onunla birleşti-ğimizi, yolda karşılaştığımızı.. ondan haberi yok.. Duymuş olacak “..İsmet nerde?” diyor.. O kalabalık arasında buldu, gördü beni..

Âfet İnan–Yalnız, yeri neresi Paşam, yeri neresi?

İsmet İnönü–Ankara’da zannediyorum, Ankara’da buluştuk. Ondan sonra beraber Karargâhına gittik onun, Ziraat Mektebine..8

Âfet İnan–O da mı at ile idi?

Utkan Kocatürk–Ne ile gittiniz efendim? Paşanın, Mustafa Kemal Paşa’-nın otomobili vardı değil mi?

İsmet İnönü–Zannediyorum onun otomobili vardı, onunla geldik. Otomo-bili yahut arabası..

Âfet İnan–Araba da olabilir..

İsmet İnönü–Şimdi, Ankara’da otomobil hikâyesi şudur: Bir çürük, eski otomobil varmış Ankara’da onu bulmuşlar, Atatürk’e vermişlerdi. Heyet-i Temsiliye’de iken Atatürk.. Bir otomobil vardı, o da Atatürk’ün bindiği vakti geçmiş bir araba..

Utkan Kocatürk–Başka yok mu idi Ankara’da araba?

Âfet İnan–Sivas’tan geldiği araba?.. Sivas’tan gelirken bindiği araba?.. Sivas’tan gelirken bindiği bir araba var..

İsmet İnönü–Otomobil? Onu bilmiyorum ben.

Âfet İnan–Ama işte buraya geldiği zaman..

İsmet İnönü–Benim bildiğim bir otomobili var.. İzzet Paşa Heyeti geldi sonra.9 Onlar güzel bir otomobil ile gelmişlerdi Ankara’ya. O otomobili Atatürk, Garp Cephesi Kumandanı idim, bana verdi. Biz, kendisine tahsisini istedik. Kendi arabası fena idi, onda bulunsun istiyorduk. O, daha ziyade bana lâzımdır diye, Garp Cephesi Kumandanına verdi.

Âfet İnan–Çok enteresan..

İsmet İnönü–Ve uzun müddet, muharebenin nihayetine kadar, ben aldım o otomobili, o otomobilde bitirdim.

Utkan Kocatürk–Şimdi Paşam, Mondros Mütarekesini takiben İstanbul’da idiniz.

İsmet İnönü–Evet..

Utkan Kocatürk–Atatürk de Adana’dan döndü, İstanbul’a geldi. 13 Kasım 1918’dir gelişi. Şimdi, İstanbul’da bir takım temaslar yaparken, kendi hatıralarında: da, Süleymaniye’de sizin evinize geldiğini ve sizinle görüştüğünü söylüyor. Memleket durumunu beraber gözden geçirdiğinizi söylüyor.10 Şimdi, benim aklıma şöyle bir şey geliyor: O günlerde bir vazife veriliyor Atatürk’e.. 3. Ordu Müfettişliği ile Anadolu’ya geçecek, Karargâhı kuruluyor. Siz de Atatürk’le temas halindesiniz, evinize geliyor.. Atatürk’ün bu Karargâhına sizin de iştirakınız, Atatürk’le beraber, görüşüldü mü aranızda? Konuşuldu mu? Yahut size, hususî bir vazife ile “Şimdilik burada kal!” şeklinde.. Yani mera-kımız bu..

İsmet İnönü–Atatürk’le, benim beraber gelmemi konuştuk. Beraber, konuş-tuk.. “Burada kal!” dedi, “Lâzım olduğu zaman çağırırım!” tarzında. Nutkunda da böyle yazıyor. O tarza kaldım ben İstanbul’da.

Âfet İnan–Paşam, bu vesile ile ben bir şey sorayım. Hani şu, şimdi ortaya çıkarıyorlar, yok Padişah atlarını satmış da.. para vermiş de.. git böyle bir şey yap demiş diye.. yazılar var. Atatürk’e güya öyle söylemiş diye.. Şimdi ben Harp Tarihi’nde bir takım vesikalar, –neşir de ettiler bazılarını– buldum.. Karargâhını –14 kişi midir?– tespit ettikten sonra, filan filan gelecek beraber diye, bir yazı yazıyor, o talimatnameyi aldıktan sonra.. Ki üzerinde tashihler var yeşil kalemle.. Onu derdi ki işte, ben kendim yazdırdım, derdi. Hatıratında da öyle ya.. Diyor ki: “Gideceğim, fakat seferi addedeceksiniz benim Karargâhımı. Seferi ve üç aylık da maaşlarımı verdikten sonra hemen hareket edeceğim!” diyor..

İsmet İnönü–Evet..

Âfet İnan–Şimdi, buna karşı cevap yok.. fakat hareket ediyor.. Ben, son za-manlarda Harp Tarihi’nde aynı kağıdın arkasında bir vesika buldum. Ki verilmiş bu kendisine Hükûmet tarafından..

İsmet İnönü–Verilmiş, diyor..

Âfet İnan–E.. verilmiş ki hareket etmiş.. Seferi addedilmesini istiyor. Seferi olunca, daha fazla maaş alırlarmış..

İsmet İnönü–Belki, evet.. öyle

Âfet İnan–Ve üç aylık istiyor.. üç aylık verirseniz hareket ederim, diyor.. Şimdi onun için, yani Padişahın böyle hususî para vermesi falan mevzubahis değil!

İsmet İnönü–Hayır! Hiç mevzubahis değil.. Şimdi Atatürk İstanbul’a geldiği zaman, görüştüğümüz zaman İstanbul’da.. İstanbul idaresinin, Padişah idaresinin, –çok temas etmişti– hiçbir ümit olmadığı kanaatinde idi. Yani hiçbir insan yok bunların içinde kanaatinde idi. Bakalım ne yapacağız?.. Böyle çıktı yola..

Utkan Kocatürk–Şimdi Paşam, Atatürk’ün İstanbul’dan bir vazife ile çık-tığı mâlûm. 9. yahut 3. Ordu Müfettişliği vazifesiyle çıkıyor. Şimdi, bir kısmına göre, yani bir kısım tahlillere göre, Hükûmet tarafından İstanbul’dan uzaklaş-tırılmak üzere gönderildi Atatürk. Diğer bir görüşe göre Samsun’a, yani Ana-dolu’ya çıkmak istiyordu, bizzat bu vazifeyi kendisine, arkadaşları vasıtasıyla, kendisi yarattı. Yani Anadolu’ya çıkmak için.. Cevat Paşa var, Cevat Çobanlı.. vs. yakın arkadaşları ile temas ederek, böyle bir vazifeyi kendisine verdirtti ve Anadolu’ya çıkmak için böyle bir yolu seçti. Böyle de bir düşünce olabilir.. Şimdi siz, bu görüşlerden hangisine katılabilirsiniz? Yani Atatürk’ün Anadolu’-ya gidişi, bizzat İstanbul’dan uzaklaştırılmak gayesiyle mi vuku bulmuştur?

İsmet İnönü–Hem İstanbul’dan uzaklaştırılmak gayesi var, hem de Doğu asayişi gittikçe karışır bir hale geliyor, zahiren onlara hâkim olacak bir Ordu Kumandanı gönderiyorlar..

Utkan Kocatürk–Ve bu, Ordu Kumandanı gönderirlerken, Atatürk’e inan-mış durumdalar mı? Yani Atatürk’ün yapacağı icraatın İstanbul Hükûmeti adına olacağına inanmış durumdalar mı?

İsmet İnönü–Atatürk’ün yapacağı işlerden İstanbul Hükûmetinin haberi yok! Ama Atatürk’ten istifade etmek fikrinde İstanbul Hükûmeti azası arasında ihtilâf olabilir.. Bir kısmı, yani vazife verirsek, gönderirsek, orada çalışır, biz de ondan kurtulmuş oluruz..

Utkan Kocatürk– Bir kısmı bu düşüncede olabilir..

İsmet İnönü–Böyle düşünmüş olabilir.. Galip ihtimal budur. Çünkü Atatürk İstanbul’da iken, İstanbul Hükûmeti için hakikaten bir baş derdi halinde idi. Herkesle görüşüyor, her şeye karışıyor, memleketin tehlikeye gittiğini söylüyor, ne tedbir düşünüyorlar, ne yapacaklar, bunların hepsi ile her gün uğraşıyor.

Utkan Kocatürk–Yani uzaklaşsın diye İstanbul’dan, bir vazife mi buldular?

İsmet İnönü–Bu tarzda iken, Doğu Anadolu’da, asayiş de bahis konusu.. Hem orduya hâkimiyet, hem asayiş, bu da bahis konusu. O zaman, bunun arıyorlar ağzını vazife kabul eder mi, diye.. Kabul ediyor. Bunu uzaklaştırmak istiyorlar İstanbul’dan. Benim intibaım bu.

Utkan Kocatürk–Şimdi Paşam, bir de şöyle bir hâdise var. Daha Mondros Mütarekesi imzalanmadan evvel İzzet Paşa Kabinesi kurulurken Atatürk, Ahmet İzzet Paşaya telgraf çekiyor.11 Gerekirse diyor, Kabine’de bana da vazife verin. Kendisi bir vekâlet istiyor, nazırlık istiyor.

İsmet İnönü–Millî Müdafaa Vekilliğini istiyordu. Harbiye Nazırlığını kendi-sine vereceklerini ümit ediyordu.

Utkan Kocatürk– Ne gibi düşüncelerle böyle bir vazifeyi istemiş olabilir Atatürk?

İsmet İnönü–Mütareke’nin neticelerini, uğrayacağı müşkülâtı sezmiş ol-makla yalnız! Harbiye Nazırı olursa, memleketin müdafaası işi için, orada mümkün olan hazırlığı yapar. Yani iş nihayet, memleket müdafaasına müncer olabilir sezisi Atatürk’te en evvel doğmuştu. Böyle kabul etmek lâzım.

Utkan Kocatürk–Şimdi Paşam, bir sual daha sorayım. Millî Mücadele başladıktan sonra İstanbul Hükûmeti evvelâ Atatürk’ü idama mahkum ediyor, Divan-ı Harp kararı var hakkında.12 Arkadan Fevzi Paşa’yı, Çakmak’ı idama mahkum ediyor13 ve nihayet 1920 Haziran ayında Miralay İsmet Bey’i, sizi idama mahkum ediyor14 ve hatırladığıma göre 15 Haziran 1920’de Vahdettin bu kararı tasdik ediyor, gıyaben sizin hakkınızdaki idam kararını tasdik ediyor. Şimdi, Kâzım Karabekir hakkında böyle bir muamele görmüyoruz. Yani Kâzım Karabekir hakkında İstanbul Hükûmetinin bir idam kararı, Padişah tarafından tasdiki, yahut Kâzım Karabekir’in İstanbul’a geri çağrılması, vazifeden azledilmesi gibi bir hâdise gözümüze çarpmadı, yok.. Buna mukabil Kâzım Karabekir her an Heyet-i Temsiliye ile irtibat halinde.. Atatürk’e yardım ediyor. Erzurum Kongresi’nin toplanmasına çalışıyor. Tevkif edin diyor İstanbul Hükûmeti Atatürk’ü, etmiyor. Yani, hem Millî Mücadele tarafına bu kadar yardımları dokunmasına rağmen İstanbul Hükûmeti o’na karşı açık bir cephe almıyor.. Bunun sebepleri ne olabilir?..

İsmet İnönü–Şimdi.. Karabekir’le Mustafa Kemal Paşa’nın birbirlerinden uzak oldukları kanaati umumî idi; yani yakın bir dostlukları yok ve fikirleri birbirine uymaz.. Birbiriyle geçinemez.. Bu zan umumî idi.

Âfet İnan–Daha o zaman mı?

İsmet İnönü–O zaman umumî idi. Ben, birinci defa Ankara’ya geldiğim zaman Karabekir’le Atatürk asıl o zaman tam.. onları tam beraber olmuş gördüm. Ben, birinci defa İstanbul’dan Ankara’ya geldiğim zaman Atatürk’ün bana söylediği ilk sözlerden biri, Kâzım Karabekir’le arasının tahmin olunma-yacak kadar yakın ve samimî olduğunu, söylemek oldu. Çünkü, bak nasıl olmuş?.. Atatürk, İstanbul Hükûmeti ile muhabere esnasında, mücadele ederken istifa ediyor.. İstanbul Hükûmetine karşı.. Erzurum Kongresi’nden evvel bu.. İstifa ediyor, Ordu Kumandanı iken ordunun dışında vazifesiz bir insan haline geliyor.. Bu vaziyette Kâzım Karabekir, bütün karargâhını alıyor, kendisi başta, ata binmiş olduğu halde, Atatürk’ün bulunduğu yere geliyor. Ne söyleyecek diye herkes merak ediyor.. Zaten birbirine uzak zannediliyor.. Şimdi beriki vazifeden düşmüş, Karabekir de onu tebliğ etmeğe geliyor gibi bir vaziyet, tahmin var.. Geliyor Karabekir, selâm veriyor, “Ben ve ordum emrinizdeyiz!” diyor. “Ben ve kıtaatım sizin emrinizdeyiz, ne emrederseniz onu yapacağız!” diyor, istifa etmiş Atatürk’e.. Oturuyorlar, canciğer konuşuyorlar. Nasıl olacak?.. Memleket tehlikeye gidiyor, her taraftan tehlike var, çok çalışmak, uğraşmak lâzım. Karabekir’in vazifesi var, orada duruyor, bırakmamak lâzım onu.. Atatürk, ondan sonra, uğraşacağım ben, diyor. Ve yardımcı oluyorlar bütün işlerinde.. Kongreler yaparken, dolaşırken, gerek şahsî emniyeti, gerek fikirlerinin yürümesi.. bunlar için Karabekir, sonra Fuat Paşa, bunlar yardımcı oluyorlar.

Âfet İnan–Ama, işte sorduğumuz Paşam.. İstanbul Hükûmeti sizlere karşı bu kadar çetin davranıyor da ona karşı niye yapmıyor?..

İsmet İnönü–Bu kadar teferruatını bilen yok.. Biz üçümüz, Atatürk’ün doğrudan doğruya karargâhını teşkil ediyoruz. Bizi başka türlü tasavvur etmeye imkân yok..

Utkan Kocatürk–Sizin durumunuz açık, cephe almışınız. Zaten İstanbul’-dan kaçarak gelmişiniz..

İsmet İnönü–Gelmişizdir, benim için bir şey yok.. Fevzi Paşa’nın vaziyeti, Harbiye Nazırı idi, ordan çekilmiş.. geldi. Ama Fevzi Paşa da ayrıldıktan sonra, İstanbul’dan ayrıldıktan sonra, son derece dikkatli idi. Eskiden Hükûmette bulunmuş Harbiye Nazırı olarak.. ondan sonra davet edilmiş, mehil istemiş, tetkik ediyorum demiş, karar verdikten sonra çıktı geldi, Fevzi Paşa..15 İşte İstanbul Hükûmetinin takdiri.. Söylüyorsunuz da meselâ diğer daha bazı insan-lar var idama mahkûm olmuş..

Utkan Kocatürk–Ali Fuat Paşa var.. Geniş bir liste var idama mahkûm olanlar hakkında. Ali Fuat Paşa var..

İsmet İnönü–Ali Fuat Paşa var mı?

Utkan Kocatürk–Var tabiî, babası var Ali Fuat Paşanın, Mustafa Fazıl Paşa.. Bunlar hep idama mahkum edilenler arasında..

Âfet İnan–11 Mayıs 1920 kararı.

İsmet İnönü–Benimle beraber?

Âfet İnan–Siz Haziran’da!

Utkan Kocatürk–Birkaç liste var efendim, yani bir Atatürk’le beraber olan-ların listesi var.. Sonra da Fevzi Paşa ile beraber olanların.. Yani bir iki ay ara ile böyle bir kaç liste, idama mahkum olanların listeleri neşredilmiş..

İsmet İnönü–Hepsi bir listede değil demek? Evvelâ yalnız Atatürk’ün..

Utkan Kocatürk–Evvelâ yalnız Atatürk.. Ondan sonra Fevzi Paşa, o duyu-luyor.. Üçüncü olarak da Haziran ayında sizin idam kararınız var..

İsmet İnönü–Sonra diğerleri?

Utkan Kocatürk–Sonra da peyderpey.. Yani meşhurlar artık bitiyor.. Di-ğerleri başlıyor.. Böyle bir durum var..

Âfet İnan–Ama işte Karabekir’in idam kararı yok?

İsmet İnönü–Ne öğrenmek istiyordun şimdi? Karabekir’e vesaireye niçin yok?

Utkan Kocatürk–Hah.. bunu merak ediyoruz yani?..

Âfet İnan–Ne geri çağrılıyor..

İsmet İnönü–Bunun sebebi eskiden Atatürk’ten uzak olduğu zannolunan o zannın devam etmesine verilebilir.. Şeydir adam, ne yapsın demişlerdir orda falan.. Kim bilir nedir?..

Utkan Kocatürk–Meselâ şimdi, Kâzım Karabekir’e güveniyorlar.. Atatürk istifa ettikten sonra Ordu Müfettişliğinden, Ordu Müfettiş Vekilliği Kâzım Karabekir’e veriliyor.16

İsmet İnönü–Tamam.

Utkan Kocatürk– Yani Atatürk’ten boşalan yeri, İstanbul Hükûmeti, onu tayin suretiyle dolduruyor. Demek ki, sizin dediğiniz böyle bir zan, bu tutumda rol oynamış olabilir..

İsmet İnönü–Vekilliği İstanbul Hükûmeti mi veriyor?

Utkan Kocatürk–Tabiî, İstanbul Hükûmeti veriyor.

İsmet İnönü–O da geliyor, orda: “Ben ve ordum emrinizdeyiz!” diyor. Bu safhayı ya biliyor, ya bilmiyor İstanbul Hükûmeti.. Herhalde bilmiyor..

Utkan Kocatürk–Bilmiyor, muhakkak bilmiyor.. Bilse, olmaz.

İsmet İnönü–Bilmiyor.. Zaten Atatürk hayret içinde kalmıştı. “Böyle yaptı!” dedi “Karabekir”. “Mükemmel birşey!” dedi. Sonra, Karabekir’e, “İsmet burdadır” diye telgraf çekti kendisi.17 İşte o günlerde o.. Bana anlattı.. Ondan sonra, ben Ankara’ya geldikten sonra Karabekir de tebrik etti beni, “Aman yetiştin, geldin!” diye.18

Utkan Kocatürk–Sayın Paşam, başlangıçta Millî Mücadeleye karşı çekin-gen davranan bazı kimselerin, daha sonra Anadolu’ya geçerek Atatürk’le beraber aşkla çalıştıklarını görüyoruz.. Bunların başlangıçtaki bu tutumları, Anadolu’daki gerçek havayı bilmemek dolayısıyla bir kabahat sayılabilir mi? Yani, bilmiyorlar havayı..

İsmet İnönü–Hiç, hiç! İtimat etmiyorlar. Herkes.. Yani Atatürk’ün bu geniş yürekliliğini gösterir. Ayrılmışlar.. İstanbul Hükûmeti ile mücadele ediyorlar, bir kısım insanlar İstanbul Hükûmeti ile beraber çalışıyor.. Onlar Hükûmette çalışmışken, Hükûmetten ayrıldıktan sonra onlarla beraber kaynaşıp bir cephede beraber çalışmak, Atatürk’ün kuvvetlenmek için, bütün arkadaşları bir araya getirmek için gayretinin misâli olarak söylenebilir. Nitekim sorudan da anlaşıldı, İşte Atatürk, devrimlere, büyük ıslahâta başladığı zaman, eski arkadaşları beraber olsunlar ve Atatürk’ü aşırı hareketlerden alıkoymağa çalışsınlar.. Böyle bir fikirle başladı.. Terakkiperver Fırkası’nın falan esası böyle bir fikirden başlar. Bir araya gelelim, Atatürk aşırı bir takım şeyler yapıyor, daha ne yapacağı belli değil, bunlara karşı bir mukabil kuvvet, kontur pua19 olsun diye bir teşebbüs..

Utkan Kocatürk–Düşündüler?..

İsmet İnönü–Teşebbüs.. Bu teşebbüsü tahakkuk ettirmek için Fevzi Paşa ve İnönü, böyle bir tertibe girmedi. Yani hatıralarım var, şey etmiyorum ben..

Utkan Kocatürk–Hayır şimdi Paşam, birçok hâdisenin içinde bulundunuz. Yani tekzip veya teyit etmek kudretindesiniz..

İsmet İnönü–Hayır! Bir çok insanların şeyinde.. kimsenin aleyhinde bulun-mak istemiyorum.. Gitmiş olanların.. Hattâ Atatürk’le dargın olarak ayrılmış olanları bile, Atatürk’ten ayrıldıktan sonra tekrar cemiyete sokmak için gayret sarfettim. Onun için yazamıyorum, hatırat yazmama bir büyük manî de bu benim! Nasıl inkişaf etti, her birinde ne tekâmül oldu, aramızda ne ihtilâflar oldu, bilinmesinde fayda görmüyorum. Ve Millî Mücadele’nin dar zamanlarında hizmet etmiş olan insanların değerleri, hakları olan ölçüde mahfuz kalsın, istiyorum. Bunun için fazla tafsilata giremiyorum.

 

 

 

 

19 Mayıs Dolayısıyla Torunu Gülsün Bilgehan Toker ile Yapılan Televizyon Söyleşisi[282]

Gülsün Toker (Bilgehan): Atatürk Samsun’a hareket etmeden önce neler yaptı? Nasıl hazırlandı?

İnönü: Mondros Mütarekesi’nden sonra –Mondros Mütarekesi 30 Ekim 1918, Atatürk’ün Samsun’a hareketi 19 Mayıs 1919– arada az bir zaman var.

Mütarekeden sonra Atatürk İstanbul’a döndü. Esasen Mütarekeyi yapan hükûmette Atatürk bir vazife bekliyordu. Haklı olarak bir vazife bekliyordu. Büyük muharebelerden, büyük tehlikelerden çıkmış, yapılacak çok işler olduğunu tahmin ediyordu. Bu anlayışla herkesten farklı idi.

Mondros Mütarekesi iyimser bir hava ile oldu. Müracaat ettik, müzakereye başlayan İngiliz amiral çok iyi muamele etti. Ve çok iyi ümit verdi. İlk hali ile Mondros Mütarekesi’ni bir sürgün başlangıcı zannediyorduk. Memlekete bu hava dağıldı. Bu uykudan en çabuk uyanan Atatürk olmuştur. Bir defa, esaslı farkı buradadır. Geldi, bir vazifesi yoktu. İstanbul’da serbest bir eski kumandan olarak vazife yapıyordu. Atatürk, Ekim’den Mayıs’a kadar olan zaman zarfında, İstanbul’da eski ve yeni, devlet politikasında bulunmuş olan insanların hepsi ile, hemen hepsi ile temas etmiştir. Bundan başka yabancılardan mümkün olursa resmî insanlar, komiserler ve memurlar, olmazsa gazeteciler vesair telkincilerle, fırsat buldukça bunların hepsi ile temas ediyordu. Vaziyete, Türkiye hakkında hazırlanmış olan projelerin iç yüzüne kesin bir teşhis koymaya çalışıyordu. Mayıs’a kadar olan müddet, İstanbul’da kesif bir çalışma ve araştırma zamanı olmuştur Atatürk için.

Atatürk’ün bu zamanda muharebeden nasıl çıktığını bilmek lâzım. Muhtelif cephelerde muharebe etmiş, kendine itimadı, nefsine itimadı son derece kuvvetli. Esasen yaradılıştan kendine itimadı var. Muharebeler büyük bir cevher olarak kendisine kesin bir itimadı nefis vermiş. Hangi milletten hangi politikacı ile konuşmuş olsa, en az eş adamların müsavi otorite ile konuşması gibi bir kendine güvenle konuşur hale gelmişti.

Gülsün: Atatürk’le o günlerde temasınız olur muydu?

İnönü: Atatürk İstanbul’da iken, daima temas ederdik. Yalnız giderken gelmiş değil. Giderken adeta veda için gelmiş gibidir. Daima memleketin içinde bulunduğu vaziyeti, yeni ihtimalleri, bunların hepsini tâkip ediyorduk. Memleket tahmin olunmayacak kadar bir karışıklık içinde ve ilgisizlik içinde idi. Bununla beraber herkes diplomat ve herkes çare bulur bir ukala halindeydi. Düşmandan kurtuluşun muharebe ile mümkün olabileceği ihtimalî hiç kimsenin zihninde yoktu. Bu bir politika meselesi olmuştu ve herkes politikada marifetini gösterecekti. Atatürk İstanbul’dan ayrılırken, bütün bu temaslarının sonunda İstanbul’da bıraktığı eski ve yeni devlet adamlarının hiçbirisinde, meseleyi bütün vahameti ile sonuna kadar görebilmiş, ihata etmiş  bir insan bulamayarak hareket etmiştir. Bundan dolayı hakikaten müteessir ve me’yus halde idi.

Atatürk İstanbul’da iken memleketin her tarafında parçalanmalar başlamıştı. Meselâ Fransızlarla muharebe devam ediyordu. Ondan sonra Trakya’yı kurtarma cemiyeti teşekkül etmişti. Anadolu’da, Adana’dan başka Doğu’da, Trabzon ve havalisini de kurtarma cemiyeti vardı. Erzurum cemiyeti vardı. Hülâsa her tarafta o havaliye teveccüh etmiş düşmanlardan herhangi birinin hırsına karşı kendini müdafaa etmek için bir çabalama hırsı vardı. Bu şartlar altında Atatürk hareket etti. İzmir işgali gündemde. Atatürk oraya (Samsun ve havalisine) nasıl tayin ettirilir. Bütün bu siyasî herc ü merc içinde, taksim zamanı olduğu için hiç kimsenin otoritesi ve ümidi sağlam ve devamlı görülmüyordu. Anadolu’da, İstanbul Hükûmetine eskisine ve yenisine hâkim olan ilk fikir şuydu: “Türkiye’de bir karışıklık ve anarşi çıkmasın. Türkiye bir bütün halinde İstanbul tarafından idare olunur bir devlet olarak düşman karşısında bulunsun.” En akıllısında arzu edilen devlet şekli buydu. Halbuki memleket parçalanmaya başlayınca her tarafta kurtarıcılar başka, teşebbüsler başka idi. Atatürk’te, resmî bir vazife deruhte etmek fikri galip olmuştu. Temaslarında buna imkân olup olmadığını daima arar halde idi. İzmir’in işgali ve sulh muahedelerinin ümitleri kırıcı ihtimalleri, Atatürk’ten istifade fikrini eski ve yeni devlet idaresindekilere telkin ediyordu. Bu esnada İzmir’in işgali ihtimalî meydana çıkınca, Atatürk’ün vazife alması, hükûmet ricalinde  acele ve mübrem bir hal aldı. Atatürk’ü tayin ettiler. Bu kararın muhtelif safhalarını, ihtimallerini, mümkün olduğu kadar görüşmelerimizde konuşur ve anlatırdı. Hareket etmeden evvel, vazife almış olarak bana geldi. Anadolu’ya ordu müfettişi olarak gidecekti. Bir an evvel gitmek istiyor. Bana gelmesi, ben kalacağım için, benim yapabileceğim işler hakkında benimle konuşmak içindi. Kendisine mümkün olduğu kadar yardım etmek fikrim vardı. O hareket ettiği zaman henüz ben İstanbul’da Genelkurmay’da İstihzârat-ı Sulhiye Komisyonu Reisi sıfatı ile bazı vazifeler almıştım. Az çok Harbiye Nezaretinde dolaşır, görgüsü ve bilgisi olan insan halinde idim. Görüştük ve veda ettim. Hareket etti.

Atatürk’ün, Samsun’a ve Anadolu’ya ayak basıncaya kadar heyecan geçirdiğine hiç şüphe yoktur. Tayininden vazgeçip tekrar İstanbul’a avdetini arzu edecek karar değişikliği olur diye endişesi vardı. Atatürk’ün tayininde galip devletlerin ve herkesin aldanmış olduğuna şüphe yoktur. Atatürk, Samsun’a çıkar çıkmaz, tebliğine başladı. İzmir’in işgali feci surette bütün memlekette yayılmıştı. İzmir’in işgali otomatik olarak İzmir havalisinde mukavemet yaratmıştı.. Ve her yerde müdafaa fikri uyanmıştı. Atatürk, tehlikeyi, Samsun’dan itibaren vatandaşa söylemeye başladı. Toplantıda, ordu kumandanı olarak kendisini istikbal edenlere söyledi, camiye gitti söyledi. Söyledi ve hareket etti. Amasya’ya geldi. Sivas’a doğru süratle yürüyordu. İstanbul Hükûmeti de Atatürk’ü, “Nerededir, ne yapıyor, ne söylüyor?” diye tâkip etmeye başladı. Bu tarzda Samsun’a çıktıktan sonra, Erzurum’a varması süratle olmuştur.

Atatürk’ün Samsun’a çıkışından Büyük Millet Meclisi kuruluncaya kadar geçen devre büyük bir devredir ve çok başarılı bir başlangıçtır.

Şimdi bu safhaları bir bir anlatayım. Bir defa Şarka gitti. Şark da İzmir işgali gibi bir Ermeni işgali tehlikesi altında idi. Halk bu tehlikenin karşısında hakikaten hem müteessir, hem de her karara hazır bir halde idi. Ordusu belli idi. Karabekir orada kolordu komutanı idi. Atatürk Erzurum’da ilk olarak kumandanla anlaştı: Atatürk ile Karabekir arasında tahmin edilemeyecek yakınlık Erzurum’da hasıl oldu. Erzurum’da kısa bir zamanda bir kongre yapıldı. Kongre öncesinde Atatürk’ün vazifesine henüz nihayet vermemişlerdi. İtilâf devletleri kıyameti koparıyorlardı. İstanbul’da yeni türeyen devlet ricali hükümdarın  tâkip etmek istediği politika ile Atatürk’ün mukavemet politikasını tamamen taban tabana zıt buluyorlardı. Nihayet vazifesine bir an evvel nihayet verdiler. Atatürk’ün Erzurum’da vazifesine nihayet verildiği zaman, bana kendisinin anlattığına göre, Karabekir bütün ordu karargâhı ile kendisini resmen ziyaret etmiş ve ordusu ile eskisi gibi emrinde olduğunu söylemiş. Bundan son derece mütehassis olmuş, son derece kuvvet kazanmış. Bunu bana böyle anlattı. Ermenistan seferinin son devrine kadar böyle devam etti. Erzurum’da olduğu gibi Sivas’ta da bütün ordu, kolordu kumandanları ile telgrafla muhabere ediyordu. Ordu içinde kendisine yakınlık ve beraberlik sağlamaya çalıştı. Bunu temin etti. Erzurum ve Sivas Kongrelerini yaptı. Atatürk, Sivas Kongresi’ni, Halk Partisi kongrelerinin, kurultaylarının ilki saymıştır.

Sivas Kongresi hakikaten mühim bir olaydır. Atatürk’ün buluşudur. İlk düşündüğü konu Ermeni tehlikesi oldu. İzmir’de nasıl bir Yunan işgali oldu ise Şark’ta da Ermeni işgali tehlikesi vardı. Bir Ermeni işgali olabilirdi. Bu tehlike mevcuttu. Halkı bu tehlikeye karşı son derece uyanık bulunduruyordu. Bunu mesele olarak ele aldı. Ve kendileri ile (Ermeniler ile) beraber memleketi müdafaa edeceğini onlara anlattı.

Atatürk Sivas’ta, memleket müdafaası için her tarafta uyanmış olan endişeleri, ayrı ayrı cemiyetler, birbirinden habersiz heyetler halinde devam eden savunmaları bir merkezde toplayıp bir idare altına sokmak için kongre yaptı. Ve muvaffak oldu. Sivas Kongresi’nden sonra Anadolu ve Rumeli Müdafai Hukuk Cemiyeti meydana geldi. Resmî teşekkül oldu. Atatürk İstanbul Hükûmeti ile açıktan mücadele halinde idi. Eskisi ve yenisi ile. Memleket tehlike altındadır. Her tarafta düşmanlar azgın bir haldedirler ve hiçbir insafları adalete müstenit değildir. Atatürk bu şartlar içinde Heyeti Temsiliye’yi teşkil etti. Heyeti Temsiliye ile Atatürk her yerde uyanmış olan, meselâ Adana’da olduğu gibi, muharebe şeklinde devam eden mücadeleleri idare edecek bir heyeti teşkil etmiş oluyordu. Heyeti Temsiliye adı ile bütün müdafaa teşkilâtının hiçbir vasıtası yokken bir heyetin umumî sevki idaresi haline resmen sokmuş oldu. Bu esnada yaptığı işlerden birisi de İstanbul Hükûmeti’ne temas imkânı vererek Salih Paşa heyeti ile anlaşması olmuştur. İstanbul’dan Salih Paşa başkanlığında bir heyet geldi. Atatürk bu heyete “memleket müdafaasının ciddî bir tehlike altında” olduğunu, memleketin parçalanma tehlikesi içinde olduğunu, parçalanmak için bütün tedbirlerin alındığını, bu ihtimale karşı hazırlık yapmak lâzım olduğunu açıkça anlattı. Salih Paşa, Millet Meclisi toplanması konusunda ve kendisi ile (Atatürk ile) konuşmalarından istifade etmiş ve kani olmuş bir vaziyette ayrıldı. Nitekim ondan sonra seçim oldu. İstanbul’da Meclisi Mebusan toplandı.

Demek ki ordu kumandanları ile temas etti. Şark’ta tehlikeye sahip çıktı (Ermeni tehlikesi). Onların memleket müdafaasında birleşmelerini sağladı. Sonra bütün müdafaa teşkilâtını Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Teşkilâtı namı altında topladı. İstanbul Hükûmeti’nin karşısına bir Heyeti Temsiliye resmî sıfatı olan seçimle hüviyet kazanmış bir insan olarak çıkarak, İstanbul Hükûmeti’ne ilk tedbirleri kabul ettirdi. Yani seçim olacak, Meclisi Mebusan toplanacak ve memleketin mukadderatı ile millet alâkadar olacaktı.

Gülsün Toker (Bilgehan): Yani Atatürk Samsun’a çıkarken halkın kendisinden ne istediğini çok iyi biliyordu ve bu isteklerini en iyi şekilde yaptı değil mi?

İsmet İnönü: Halkın nasıl bir ihtiyaç içinde bulunduğunu, nasıl bir tehlike içinde çaresiz bulunduğunu biliyordu. Ve bu çaresizliğe kendisi çare bulmak vaadini verdiği için her tarafta kucaklanıyordu. Bu şekilde Erzurum’a kadar gitti. Orada bu vaziyeti kuvvetleştirdi. Kumandanlarla söz birliği yaptı. Sivas’ta Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti diye bütün müdafaa teşkilâtlarını teşekkül olarak bir araya getirdi. Ondan sonra Millet Meclisi’ni toplamanın en doğru tedbir olacağını İstanbul Hükûmeti’ne söylemeye muvaffak oldu. Bütün bu hazırlıklar yapılmış olarak Ankara’ya geldi. Ankara’da millet tarafından inha olunmuş bir Heyeti Temsiliye ve bütün müdafaa teşkilâtının bir merkezden idaresini temin etti. Salih Paşa heyeti ile konuşmadan telgrafla muhabere salahiyetini bile almıştı. Her tarafla telgrafla muhabere edebiliyordu. İstanbul’da Millet Meclisi toplandı. Meclis, milletin kaderi ile alâkadar olmaya, galip devletlerin serbestçe kendi istediklerini yapmalarına manî bir teşekkül olarak memlekette yürümeye başlayınca nihayet müttefikler, galip devletler İstanbul’da Meclisi dağıttılar.

 

 

 

 

Başbakan Naim Talu’nun Ziyaretinden Sonra Söyledikleri[283]

Tabiî Senatör İsmet İnönü, “Seçim ortamını müsait gördüğünü” söylemiştir.

Başbakan Naim Talu, dün İnönü’yü evinde ziyaret etmiş, daha sonra Tabiî Senatör, gazetecilerin sorularını cevaplandırmıştır. Talu’nun yaptığı nezaket ziyareti 45 dakika sürmüş, bu arada İnönü, Parlâmentonun tatilinden sonra çivileme yapmak üzere İstanbul’a geleceğini söylemiştir.

 

 

 

 

MP Eski Genel Başkanı Osman Bölükbaşı’yı Ziyarette..[284]

(...) İnönü, eşi ile birlikte Bölükbaşıların Çankaya’daki evine saat 19.00 sıralarında geldiğinde dört kat merdiveni çıkıp salona girdikten sonra, Osman Bölükbaşı’ya dönerek, “İyi oldu buraya geliş. Bu kadar merdiveni çıkış imtihanını verdikten sonra..” deyince Bölükbaşı’da “Paşam daha önümüzde çok yokuş yolumuz var” diye eklemiştir.

Osman Bölükbaşı bu arada kızı Gönül Hürriyet’in 1957 yılında, yeni doğmuş bir bebekken İnönü’nün kucağında çekilmiş fotoğrafını göstererek, “Paşam hatırlıyor musunuz, 1957 yılında ben hapishaneden çıktıktan sonra geçmiş olsun ziyaretine gelmiştiniz, Hürriyet de üç aylık bebekti. İşte bu resim o zaman çekilmişti. Bakın şimdi nasıl büyüdü.” demiştir. İnönü’de bunun üzerine Hürriyet Bölükbaşı’yı çağırarak yanına oturtup hatırını sormuş, bir süre resme baktıktan sonra “Demek 16 sene evvel insan bu kadar genç ve canlı oluyor” diyerek Bölükbaşı ve ailesiyle eski günleri anmıştır.

 

 

 

 

Lozan Barış Antlaşması’nın 50. Yıldönümü Dolayısıyla Mecdi Sadrettin Sayman ile Yapılan Televizyon Söyleşisi (ve Söyleşinin Yayınlanmamış Kısımları)*[285]

1. Soru: Büyük zaferle Lozan Konferansı’nın toplanma tarihi arasındaki haftalarda Büyük Millet Meclisi Reisi Başkumandan Gazi Mustafa Kemal’in düşüncelerini ve hislerini nakletmek lûtfunda bulunur musunuz?

1. Cevap: Bir defa büyük zaferle Lozan Konferansı’nın başlaması arasında geçen devrin ehemmiyetini göz önüne almak lâzımdır. Büyük zaferle İzmir’e girdikten sonra başkumandan Gazi Mustafa Kemal’in [ve] genel olarak hepimizin kafası bundan sonra ne olacak, Türkiye bu işin içinden nasıl sulha varacak, bu ihtimalle dolu halde idi. En büyük dikkat ve fikir yorgunluğu, fikren meşguliyet, Gazi Mustafa Kemal’e düşüyordu. Zaten evvelce Fransızlarla yapılan antlaşma ile galip devletlerin ne zihniyetle nasıl konferans yapacakları hakkında en çok tecrübesi vardı. Aramızda bütün bu hislerin sevki ile konferansın ve sulh dâvasının büyük meseleleri ile tamamıyla dolu bir halde bulunuyordu. Şimdi bu düşünceye hak vermek için şunu göz önüne almak lâzımdır. İzmir’e girişten Lozan Konferansı’nın başlamasına kadar olan hâdiseler şunlardır: Bir defa İngiltere Türkiye aleyhine yeni bir umumî harp çıkarabilir mi, bunu evvelâ bütün dominyon devletleri arasında araştırmaya başlamıştı. Gayet kırgın ve sert bir hava içinde idi. Biz İzmir’e girdikten 3-4 gün sonra İngiliz donanması İzmir’de bulunuyordu. Gazi Mustafa Kemal’e bir zabit vasıtası ile tebliğ yaptı. “İngiltere ile harp halinde misiniz, değil misiniz?” Çünkü İngiliz konsolosu İzmir’e girdikten sonra Gazi Mustafa Kemal ile bir mülâkat temin etmiş ve o mülâkatta çok amirane ve hâkimâne vaziyet ile muharebe neticelerini, askerlerin bizim ordumuzun İzmir’e girdikten sonra tutumunu tenkit etmek istemişti. Gazi Mustafa Kemal ile konsolos arasında hiçte hafif sayılmayacak bir çatışma olmuştu. Bu vesile [ile] olacak İngiliz donanması Gazi Mustafa Kemal’e İngiltere ile harp halinde bulunup bulunmadığını resmen sordu. Bir zabit çıktı, elinde amiralin bir mektubu, başkumandandan bu suali soruyordu. Derhal cevap verdi. Gazi Mustafa Kemal.. İngiltere ile harp halinde bulunmadığımızı fakat İngiltere ile aramızda sulh olmadığını bildirdi. Bu cevabı ciddî idi. Bunun arkası gelmedi. Ondan sonra konferansta olacak işler kadar konferansa ait olan işlerde hallolunacak birçok meseleler bu müddet esnasında hallolundu. Meselâ; Trakya’ya giriş, meselâ İstanbul’da vaziyet nasıl olacak? Bunların her birisi gayri resmî ittifak memurları ile Gazi Mustafa Kemal arasında mütemadiyen konuşuluyordu. Meselâ; Fransızlarla antlaşmada müzakereyi idare etmiş olan Fransız devlet adamı İzmir’e gelmişti. İzmir’de onunla konuşuyordu. Şimdi bizde hâkim olan fikir İzmir’e girdikten sonra müttefikler bırakırlar, meseleyle meşgul olmazlar, bulunduğu hali olduğu gibi muhafaza ederlerdi [şeklindeydi]. İngilizler İstanbul’da mütareke ahkâmını bahane ederek girmişler, orada kalırlar ve böyle devam eder. Onları sulh addetmeye mecbur etmek lâzımdır. İlk iş bu idi. Uzun boylu düşündükten sonra İzmir’den sonra hareketi Boğazlara doğru sevk etme kararını aldı. Aramızda karar verdik. Ordu İzmir’e girdikten sonra yeni bir stratejik toplanma yapıyordu. İstanbul boğazı ve Çanakkale boğazına doğru hareketler başladı. Hareketler derhal tesirini gösterdi. Mudanya Mütarekesi için teklif geldi. Demek ki İzmir’den sonra konferanstan evvel Mudanya Mütarekesi bu suretle açıldı. Mudanya Mütarekesi az sürdü fakat o da bir çetin konferans kadar çitilli oldu ve heyecanlı oldu. O konferans neticelendi ve Mudanya Mütarekesinde de birtakım meseleler halloldu. İstanbul’a giriş çıkış, Trakya’nın vaziyeti, Yunan ordusunun tamamıyla memleketten dışarı çıkması vs. Bundan sonra konferans geldi. Anlaşıldı ki Mudanya Mütarekesi öldükten sonra o vaziyette uzun müddet devam etmeye imkân yoktu.

Harbin hemen arkasından yeni bir mütareke yapılması ondan sonra bir an evvel sulh konferansına gidilmesi ve ondan ciddî bir sulh müzakereleri açılması havası zarureti hasıl olmak, Gazi Mustafa Kemal’in başkumandan olarak başlıca vazifesi halinde idi. Bu çabalarla geçti ve bu çabaların hepsi başarı ile neticelendi.

Bu başarılar müspet hareketlerin birbirini tâkip etmesi, müttefiklerin böyle bir yola koyulmalarını sağlamak ancak Gazi Mustafa Kemal’in İzmir’e girdikten sonra hâdiseler yeni başlamış gibi bir zihniyetle ve bir düşünce ile işleri tâkip etmesi sayesinde olmuştu.

2. Soru: Lozan Konferansı’nda 4 Şubat 1923’te bir kesinti oldu. Şayet Lozan Konferansı’nın 2. toplantısında da bir sonuç alınamasaydı, Türkiye’nin kaderi ne olurdu?

2. Cevap: Lozan Konferansı’nın 1. safhası Şubat’a kadar sürdü. Ve Şubat’ta kesinti oldu. Niçin kesinti oldu? Hâdiseler ispat etti ki kesinti olması müttefikler tarafından arzu edilmişti. Oraya götürülmüş ve Türkiye’nin konferansta mukavemeti nereye kadar devam edecek ve ne ölçüde bir anlaşma imkânı hasıl olacak? Bunun bir mihenk taşına vurulması lüzumlu görülmüştür. Bu ihtimalî  biliyormuş gibi Lozan Konferansı’nın kesintisine kadar bizim müzakeremiz de ona uygun bir usul tâkip etmiştir.

Lozan Konferansı’nın 1. devrine biz başlıca İngiliz düşmanı olarak gittik. Başta Fransızlar olmak üzere diğer sulh yapacak devletlerle münasebetlerimizin daha kolay düzeleceğini zannediyorduk. İlk günlerin temasında bende o fikir hasıl oldu ki İngiltere’nin bütün müttefikleri İngilizler’den şikâyetçidirler. Kolayca onların İngilizler aleyhine toplanması mümkün olacak. Lozan Konferansı’nın 1. devri ispat etti ki, İngilizlerden başka olan bütün müttefiklerin Türkiye’den istedikleri hudutsuzdur. Onları birer birer memnun etmeye kalksak Türkiye diye bir varlık hemen kalmayacak gibidir ve bunların hepsini memnun edecek kadar bütün şartlarını kabul edecek olsak, ondan sonra İngiltere için her birinin söylediği bize bunları verdikten sonra “Size çok teşekkür ederiz fakat ondan sonra İngilizlerle meselenizi siz kendiniz hallediniz biz bir şey yapamayız” [olacaktı]. Hepsini memnun edersek yalnız İngilizler kalırsa memnun olacaklar. Fakat İngilizler ile meselenin halledilip sulh yapılmasına da bir yardımı dokunmayacak. [Bende] Bu kanaat hasıl oldu. 1. Konferansın devamı esnasında bu konferansın yarı müddetinde anlaşılmıştı. Benim böyle bir usul tâkip ettiğimi Lord Curzon da fark etmişti. Bir gün bana “Vicrotira [Victorious] General sen manevraya çok alışmışsın” dedi. Şaka tarzında “Ama sana manevra yaptırmayacağım” diye devam etti.

Nihayet usulü değiştirip İngilizler ile esas meselemiz nelerdir, ve onlarla sulh yapmak imkânı var mıdır? Bunu araştırmaya, ciddî bir surette tetkik etmeye çalıştım. Alışmadığım konferans hayatı insan münasebetlerinin ve devlet münasebetlerinin en zor hayatıdır. Eşit şartlar içinde denilir. Bu eşit şartlar içinde her devletin kuvveti, vasıtaları nispetinde gene şartlar birbirinden farklıdır, ağırdır.

İngiliz şartları ile münasebet ne olacak? Bir gün nasıl kopmadan İngiltere ile sulh yapılabilecek? Benim teşhisime göre, Musul için bu konferansta istediğiniz şartlar içinde İngilizlerle bir kesinti olabilir. Boğazları kapalı tutmak ve İngilizler’in istediği açıklığı sağlamazsak gene konferans kesintiye uğrayabilir. Büyük meselelerden bunlar göze çarpıyordu. Bunlarla [Bunlarda] bir antlaşmaya varmak mümkün olmadı. Fakat bir kesinti daha olmadan meselelerin hallini geleceğe bırakmakta, konuşmaksızın, söyleşmeksizin bir usul birliği’ne varmış gibiydik. Fakat İngiltere kendisi için sulh imkânı verildikten sonra, müttefiklerinin istediği meseleler yüzünden kıpırdayamayacak kadar bağlanmış halde idi. Dar zamanlarında onların her istediğini taahhüt etmiş, vaatte bulunmuş. Şimdi kendisi neticeye varmak için o meselelerden nasıl kurtulacağını bilemez halde idi. Bir fasılaya ihtiyaç vardı. Bu fasıla esnasında Ankara’nın konuşmaları nasıl telâkki ettiği anlaşılacak ve müttefiklerin meseleleri arasında bir uyuşma olmayacağı fakat müttefikler sulh için birbirinden daha müstakil politikaya varabilecekler. Onlarda bir hazırlık yapacaklar. Bu şartlar içinde kesinti oldu. Kesinti günü ben vaziyeti Lord Curzon’a açıkça söyledim. Konferans kesiliyor dedim. “İngiltere’ye gittiğiniz zaman muahede niçin kesildi diye size soracaklar ve siz cevap bulamaya-caksınız. Çünkü İngiltere’nin bir sulh için esaslı şart saydığı meselelerden hiçbirisi menfî bir neticeye varmamıştı. Böyle iken niçin kesintiyi kabul ettin diyecekler ve siz cevap bulamayacaksınız.” Benim, “İngiliz meseleleri hallolunmuştur, diğer meseleler için İngiltere’yi sürüklüyorsun ve sulha manî oluyorsun”, tarzında ithamımı Lord Curzon şiddetle karşıladı. “Hayır dedi müttefiklerimizle beraberiz, hepimizin meselesi birdir. Ayrı meselelerimiz yoktur” vesaire. Bu tarzda başlıca müttefiklerinin meseleleri yüzünden kesinti olmuştu. Yani kapitülasyonlar yüzünden, imtiyazlar yüzünden, borçlar yüzünden vs. Bu şartlar içinde ayrıldık, kesinti oldu. Kesintiden Ankara’ya gelinceye kadar uğradığım yerlerde Lord Curzon’dan mesaj aldım. Kesintinin ehemmiyetli olmadığını sulha varacağımıza emin olmamı bu konferansın mahiyetinin Ankara’da iyi değerlendirildiğini [değerlendirilmesini] bana telkin ediyor benden rica ediyor, benim kırgınlık havamı yumuşatmak için ve Ankara’ya İngiltere’den ümitli bir halde gittiğim manâsını vermek için çaba sarf ediyordu [ve Ankara’ya ümitli bir halde gitmem için İngiltere’den çaba sarf ediyordu].

Bu şartlar içinde ayrıldık. Ama ayrılıncaya kadar ayrılmadan muahedeyi olduğu gibi imza edeyim diye yapmadığı baskı kalmadı. Meselâ hazırlandı, hareket edecek. Gidiyor. Müttefiklerin de İngiltere’nin de kanaati o idi ki bu kesinti tehdidini yaparsak Türkler son anda dönecekler ve muahedeyi olduğu gibi imzaya razı olacaklar.

Muahede müddeti bitti. Tren de artık gidecek. Lord Curzon pencerenin önünde Türk heyetini bekliyordu, gelmedi. Trenin müddeti geldi, Lord Curzon yarım saat daha trenin tehirini rica etti. Bana koşup geliyorlardı. Tren hareket etmedi, İngiltere müttefikler muahedeyi imza etmeye hazırdırlar, siz kabul ediniz dedi. Olmaz dedim. Ondan sonra tren hareket etti.

Şimdi bu şartlar içinde Ankara’ya geldim. Ankara’ya geldiğim zaman o kadar uğraştıktan sonra, bir sulh akdedilememiş olması umumî bir kırıklık yaratmıştı. Beni yolda Gazi Mustafa Kemal ile Fevzi Paşa karşılamışlardı. Bana sordular “Nedir konferansın mahiyeti?”, dedim ki “Sulh vardır, sulh olacaktır. Kesintiyi yapan devletlerin başında İngilizler görülüyor fakat İngilizler bu sulhu imza etmeye hazırdırlar. Çünkü kendileri için hayatî denilen meselelerde hallolunmamış bir şey kalmamıştı. Diğer müttefiklere sadakat göstermek için konferansın başından beri onların kendi yanında vermiş olduğu sözlerin, yapmış olduğu taahhütlerin bir oyun olmadığını ispat etmek için son anda onlara sadakat göstermeye çalışıyordu. Bunu tatbik ettirmek için bize en son baskıyı yaptılar, muvaffak olmadı ayrıldılar, ve bütün yolda her tarafta temas ederek sulha karşı ümidimizi muhafaza edelim mutlaka sulh yapacağız, kanaatini Ankara’ya götürmeye [iletmeye] çalışıyorlardı. Bu şartlar içinde oradan ayrıldım.” Gelir gelmez başlıca sulh hareketinden kaygılı ve sorumlu olan Gazi Mustafa Kemal’e bu kanaati söyledim. Ondan sonra Ankara’da bu hava içinde işleri Başkumandan, Büyük Millet Meclis Başkanı yürütmeye başladı.

3. Soru: Bugün Lozan Antlaşması’nın 50. yılını sevinçle heyecanla kutlu-yoruz. Yeni çağın en renkli bir güzidesi ve o günü konuşacak en yetkili bir kişi olarak bugün neler söylemek istersiniz ve bu büyük eserinizi nasıl değerlen-dirirsiniz?

3. Cevap: Lozan muahedesi güç şartlar içinde sulha varmak için esas meseleleri halleden ve bir çok meselelerin zaman içinde hallini ileriye bırakan bir müessesedir, bir vesikadır. Lozan muahedesi adlî müşavirleri kabul etti. Lozan muahedesi Kabotaj meselesinde iki sene müddeti kabul etti. Bunların her birisi kontrol altına bağlanmak suretiyle çok daha ağır şekilden bugünkü bizim ihtiyarımıza terk olunan meseleler halinde muahedeye girdi. Ümit ediyorlardı ki müttefikler, ihtiyaç sebebiyle bir çok kabul olunmayan meseleler tarafımızdan sessiz surette kabul olunup geçecektir. Bir buna güveniyorlardı. Bir de Atatürk’ün davranışında reformlar, inkılâplar sezildiği için bunların Türk halkı tarafından nasıl telâkki olunacağı, zamanın ne göstereceği kendilerince ümit-lerle dolu bir devir bekleniyordu.

Bu şartlar içinde Lozan muahedesi yapıldı. Lozan muahedesinin eksik bıraktığı noktalar hiç zahmet vermeksizin seneleri geldikçe birer birer sönüp gitti. Meselâ, adlî müşavirler diye bir müessese vardı. İki sene müddetle müşavirler diye bir müessese vardı. İki sene müddetle müşavirleri kabul etmiştik, bir tek meselede, bir teklif yapıp, bir halimizi tenkit edip ona çare gösterdikleri, teşebbüs yaptıkları vâki olmamıştır. Çünkü biz, cumhuriyetin tesisiyle beraber, adliyede kanun olarak, davranış olarak ne arzu edilebilir, ne yapılması istenirse bunların hepsini hiç kimseye sormadan, kendiliğimizden yapmış bulunuyorduk. Kabotajlar böyledir. Başlıca güvendikleri, bir defa Curzon da bana söylemişti, memnun değiliz dedi. Konuşmamızdan. “Hiçbir sözümüzü kabul etmiyorsunuz, hepsini reddediyorsunuz. Hepsini cebimize atıyoruz. Yarın harap bir memleketi imar etmek için, önümüzde diz çökeceksiniz, bizden yardım istediğiniz zaman, bugün reddettiklerinizi birer birer çıkarıp önünüze koyacağım.” Cevap verdim, yanında Amerika sefiri de vardı. Curzon, “Para bir bende vardır, bir de bunda vardır” diyordu. Curzon’a cevap verdim, biz bugün bir İstiklâl Savaşı’ndan geldik, millî dâvalarımız var, bunların hepsini halletmek mecburiyetindeyiz. Bu dâvaları halledelim ondan sonra ihtiyaç sebebiyle gelirsek, yapmayı düşündüklerinizi beğendiğiniz gibi tatbik edersiniz. Böyle dedim ayrıldık ve ayrılıncaya kadar da bir defa Osmanlı Bankası’ndan bir istikraz, bir yardım istemiştim. Ben Başbakanken, bir tediye sıkıntısı vardı, iki üç aylık, birkaç milyonluk bir yardım lâzım olmuştu, istediler, Osmanlı Bankası cevap verdi “Bu istikrazdır” dedi. Bunun şartlarını oturup konuşalım. Geldiler bana söylediler, cevap verdim, “Meseleyi anladım” dedim “Zahmet etmesinler, hiçbir ihtiyacımız yoktur, biz kendimiz meselemizi halle-deceğiz” dedik. Birkaç aylık yardımdan da vazgeçerek kendi işimizi hallettik. İhtiyacımızdan dolayı bir istikraz akdetmek için, şimendifer yapacağız, yol yapacağız, birçok meselelerimiz var bunları yapmak için para istemek vaziyetine düşmedik. Böyle olunca, muahedenin eksik kalmış olan maddeleri hepsi arzumuza göre zaman içinde değişti. En son değişip düzelen Boğazlar’ın müdafaası bütün şartlarıyla Türkler’e havale edilmiştir sözü 1936’da Birleşmiş Milletler’in kararıyla bize avdet etti, bunlarla bitti.

Şimdi Lozan Muahedesi, böyle zaman içinde tekemmül etmiş bir beynel-milel vesikadır. Birinci Cihan Harbi’nden sonra bir çok devletler sulh muahedesi yaptılar, onlardan biridir. Bizim talihimiz Birinci Cihan Harbi’nden sonraki, sulh muahedesi bizim için Cihan Harbi’nden sonra İstiklal mücadelesi-nin başlaması ve onun kesin ve muvaffak neticesi üzerine yeniden eş şartlarla sulh yapmak olmuştur. 1918 de Birinci Cihan Harbi bitti, bizim sulh muahede-miz 1922 zaferiyle başladı. Tam iki sene, tam bir misli fazla müddet sürmüştü. Bu Lozan Muahedesi yaşar mı, yaşamaz mı herkesin zihninde dururken tarihe bakınız ki, ondan sonra ikinci bir Cihan Harbi geçti, Türkiye bu müddet zar-fında barış içinde kalabildi. I. Cihan Harbi’nden kalan beynelmilel muahedeler-den hiçbirisi doğru dürüst 20 sene bile yaşamamışken, Lozan Muahedesi, hükümlerini teyit ederek, perçinleyerek 50 senedir beynelmilel geçerliliğini muhafaza etmektedir. Böyle bir özelliği vardır.

Lozan Muahedesi’nin beynelmilel vesikalar içinde bir özelliği de şudur: I. Cihan Harbi’nden sonra yapılan Sulh Muahedeleri’nin hiç birisi doğru dürüst 20 sene yaşamamıştır. Hattâ II. Cihan Harbi’nden sonra yapılan Muahedeler bile doğru dürüst yaşamamış ve hâlâ o muahedeler tamamlanamamıştır. Lozan Muahedesi I. Cihan Harbi, Türkler için İstiklâl Harbi olarak iki misli müddet devam ettikten sonra, ilk günde, ilk senede aldığı şekli zaman içinde tamamlayarak tam bir Muahede, daimî vesika haline gelmiş ve o halini 50 senedir değiştirmeden devam ettirebilmiştir. Bu bir vesika için nadir bir talihtir ve bu vesikayı idame eden, devam ettiren memleketler için müstesna bir başarıdır.

 

 

 

 

Zeki Sezer’in Hazırladığı Programda Uluslararası Politik Durum ve Dış Politika Üzerine Yapılan Televizyon Konuşması[286]

II. Cihan Harbi’i tâkip eden tehlikeli buhranlardan sonra genel barış, NATO Paktı ve Varşova Paktı adında, karşılıklı iki ittifak üzerinde kurulmuştur. Bu iki ittifak dışında kalanlar ya Orta Doğu gibi, az çok bir tarafa dayanan memleketler, yahut Japonya ve Çin gibi Uzak Doğu’nun büyük devletleri veya Üçüncü Dünya denilen, genellikle tarafsız ülkeler grubu halinde bulunuyorlardı.

1973 yılında, NATO ve VARŞOVA ittifaklarının sağladığı barış, yeni bir takım meseleleri ortaya getirmiştir. Bu meseleleri açık bir şekilde ortaya koyan Amerika’dır. Amerika’nın şöhretli politikacısı ve Başkan Nixon’un baş danışmanı Mr. Kissinger geçtiğimiz Nisan ayında “Avrupa Yılı” adını verdiği konuşmasıyla konuyu açtı.

Özetle diyor ki: 25 seneden beri sulh bozulmadı. Bu, dünya için ve Avrupa için bir talihtir. Fakat bu iyi talih, bugün meselelerle doludur. Bu yeni meseleler gelecek için patlama vesilesi olabilir. Tehlike böylece, müşterek olarak görüldükten sonra biz, kendi ittifakımız içinde yeni amaçlara yönelebiliriz. Yönelmeliyiz.

Bunu dedikten sonra Mr. Kissinger, Amerika adına denilebilecek bir resmî ağızla devam ediyor: NATO içinde ıslahât yapmalıyız. NATO dışında kalmış Japonya ile işbirliği yapmalıyız. NATO ile karşı karşıya bulunan Varşova Paktı devletleriyle yeni dostluk ilişkileri açmalıyız.

Mr. Kissinger’in ağzından, Amerikanın teklifi bunlardır.

Nükleer silâhlardaki denge

Bu tekliflerin esaslı sebepleri vardır. Bir defa, Doğu Bloğu ile, yani onun başı olan Sovyet Rusya ile Atlantik Bloğu, yani onun başı olan Amerika arasında kuvvet dengesi esasında değişmiştir.

1945’te atom bombası yalnız başına Amerika’nın elindeydi. Bugün nükleer silâhlar, hemen hemen eşit denilebilecek bir yakınlıkla hem Amerika’nın, hem Sovyet Rusya’nın elindedir. Çin ve İngiltere, Fransa gibi devletlerde de atom bombası vardır. Aynı nükleer silâhlar bakımından Varşova Paktı ile NATO Paktı arasında bir üstünlük düşünülemez. Bu eş halde iki taraf nükleer silâha girişirse, bu iki taraf için intihar demek olur. Şu halde harpleri, olursa, nükleer silâhlar dışında silâhlarla yapmak gerekecektir.

O silâhlar bahsinde ise bugünkü durum ve hazırlık büyük farkla Sovyet Rusya’nın lehinedir. Sovyet Rusya halen, bütün tarihinin en geniş çaplı silâhlanması içindedir. Demek ki bugün Avrupa’da konvansiyonel silâhlarla bir harp olsa, Amerika ilk gününden NATO müttefiklerinin yanında da bulunsa gene üstünlük uzun süre Sovyetler tarafında kalacaktır. Böyle bir harp o haliyle çok devam edemez. Nihayet istemeseler de Amerika ile Rusya harbinbir faslında nükleer silâh devrini tekrar açarlar.

Şartların değişmesiyle işte bu tarz, aklı başında insanların dikkatle düşünmesi gereken bir karşılıklı durum meydana gelmiştir. Geçmişte, tarafların askerî hazırlıkları sistemli bir surette yarış safhasına girdikten sonra ya gerçekte bir kaza ile, yahut kaza ile olmuş gibi bir bahaneyle Cihan Harbi patlardı. I. Cihan Harbi böyle patladı. II. Cihan Harbi, sistemli bir surette hazırlanarak, bütün dünyanın gözü önünde kaçınılmaz hale geldi.

Amerika’nın avantajları

Karşılıklı silâh durumları bu vaziyetteyken Amerika dış politikasında kazanılmış bazı üstünlükler vardır. Japonya ile Amerika ilişkileri çok iyileşmiştir. Aralarında ittifaktan bahsolunmaktadır. Çin ile Amerika arasında münasebet birbirine son derece uzak, hattâ düşmanca iken şimdi, evvelden hiç kimsenin hatırına gelemeyecek derecede birbirine pek yakın bir anlayış içine girmiştir. Bunların Sovyet Rusya ile ilişkileri ya Japonya’nınki gibi uzak, fakat zahiren meselesizdir. Ya Çin’in ki gibi, ikisi de sosyalist-komünist oldukları halde derinden ihtilâf içinde bir tabiattadır. Demek ki dünya ölçüsünde münasebetler ve ihtimaller bakımından durum Amerika’ya müsaittir. Sovyet Rusya’ya müsait değildir.

Göz önünde bulundurmak lâzımdır ki bu geçen iki, üç sene içinde Amerika Cumhurbaşkanı hem bir harbi idare ve sonuçlandırmada, hem Uzak Doğu’da Çin’le, Japonya ile olan eski ihtilâflarını ciddî itimada dayanan dostluklar haline getirmede hakikaten takdir olunacak büyük başarılar kazanmış, sulha hizmet etmiştir. Bunların kendi memleketinde, kendi halkı tarafından takdir edilmeyeceği, sanırım düşünülmemelidir.

Sovyet Rusya’nın üstünlüğü, bugün askerî hazırlıkta büyük ölçüde ileri bulunmasıdır. Sovyet Rusya bu üstünlüğü elinde tutarak anlaşmak istiyor. Amerika’nın da buna fazla itirazı yok. Çünkü kendi tabiatında olan kuvvet ve imkânlarla Batı bloğunu karşı denge halinde muhafaza edebileceğine güveniyor. Şimdi Amerika, Kissinger’in ağzından der ki: Sovyet Rusya ile Amerika arasında ve bu yoldan NATO ile Varşova Paktı arasında dostane münasebet imkânı arayalım.

Sovyet Rusya ile Amerika arasında bu sene Amerika’da yapılan görüşmeler bütün dünyayı şaşkın edecek derecede yakın ve dostça idi. Bu şartlar altında Amerika, NATO müttefiklerine “Yeni vaziyet vardır. Bu vaziyete göre iyi münasebet ve anlaşma imkânını beraber arayalım” diyor. Ve ilk olarak, bugüne kadar beraber bulunduğu NATO müttefikleriyle kendi arasındaki ihtilâfları müzakere masasının üzerine getiriyor.

Amerika Avrupalılar’a ne diyor?

Amerika’nın, NATO müttefiklerine söylediği şudur: Avrupalı müttefikler atom bombası devrinden başlayarak bugüne kadar ittifakın askerî yükünü Amerika’nın omzuna bırakmışlardır. Buna karşılık, bilhassa son yıllarda, Avrupa Ekonomik Topluluğu’nun, yani 9’lar Avrupası’nın hâkim bulunduğu Ortak Pazar’ın gelişmesiyle ekonomik ve malî alanda Amerika’nın menfaatlerini tanımayan, hattâ onlarla rekabet eden, onlara karşı çıkan her türlü faaliyeti hoş görmüşlerdir. Amerika “Böyle ittifak olmaz!” diyor. “Harp yükünü beraber taşıyacağız ve Amerika’ya, fedakârlıklarına karşı ticari ve malî alanda dikkat ve yardım göstereceksiniz!” Devam ediyor:”Bu şartlarla daima sizinle beraberim, Avrupa’yı Sovyet askerî gücü karşısında yalnız bırakmayacağım ve müşterek güvenliği beraber sağlayacağız”.

Böyle diyor ve bekliyor. Yani “Siz şimdiye kadar olduğu gibi Amerika’nın ticarî ve malî çıkmazlarını hoş görürsünüz, her halde yardım etmezsiniz, bizim de yapacak bir şeyimiz elbette bulunacaktır” anlamına getiriyor. Fakat yapacaklarından bahsetmiyor. Yalnız Amerika halkı zihninde “Bütün yük bizim omzumuzda. Bu haksızlıktır” feryatları her gün daha yüksek sesle söyleniyor. Bir yandan da Sovyet Rusya ile ikili yakınlaşma, bilhassa ekonomik alanda genişletiliyor.

Avrupalı müttefiklerin bundan telâş ettikleri muhakkaktır. Önce “Konuşacak ne var? İttifak mükemmel yürüyor” diyenler bile şimdi tutumlarını değiştirmişlerdir. “Ne istiyorsanız, konuşalım” diyorlar ve şimdilik kendilerini kolla-yacak bir usul olmak üzere askerî meselelerin NATO’da, ticari ve ekonomik meselelerle para meselesinin de kendi milletlerarası özel teşekküllerinde görüşülmesini öngörüyorlar.

Halbuki bunlar Amerika için şekil meselesi değildir. Hayatî millet ve devlet varlığı meselesidir. Amerika emniyet ediyor ki istediklerini alacaktır. Sovyet askerî gücü Avrupa’nın yumuşak karnı içindedir. Ama nasıl, ne derecede alacaktır, onu zaman gösterecektir.

Japonya niçin NATO’ya alınmak isteniliyor?

Amerika’nın istediklerinden biri de, Japonya’nın Atlantik Paktına dahil edilmesidir. Buna henüz Avrupa tarafından bir açık cevap verilmedi. Japonya meselesi odur ki Japonya bugün ekonomik ve malî alanda Avrupa devletleriyle ayrı ayrı ve en sonda onlara dayanarak Amerika ile yarış yapma halindedir. Askerî masraflardan, 25 sene evvel felaket gibi görülen kayıtla, yani Japonya’nın askerlikle uğraşamayacağı kaydıyla kurtulmuş ve bugün dünyanın her devleti için başa çıkılmaz bir güç halini almıştır. Amerika halkına, istediği en güzel otomobili, eş Amerikan otomobillerinden daha elverişli fiyatla satabiliyor. Amerika kendi içinde bundan tedirgin olduğu gibi Almanya, Fransa ve diğer sanayi ülkeleri de Japon malları karşısında rahatsızdırlar. NATO ile bir çatı altına girerlerse Japonlar bir takım faydalara mukabil bazı yükleri de deruhte edeceklerdir. Şimdilik, Amerika ile anlaşmış görünüyorlar. Avrupa ile nasıl anlaşacakları bilinmiyor.

Amerika’nın Türkiye’den şikâyeti olamaz?

Türkiye’nin bugünkü NATO içi ihtilâflar ve müzakereler bahsinde özel bir durumu vardır. Askerî gücü sağlamada katkıda bulunma bakımından veya Amerika’nın ticarî ve malî güçlükleri konusunda Türkiye, Amerika ile bir ihtilâf halinde değildir. İmkânının sonuna kadar askerî hazırlığa devam etmektedir. Bunun lüzumuna inanmış haldedir. Şu halde Amerika’nın Avrupa’ya karşı şikâyetleri Türkiye’ye karşı varit değildir. Aksine, Türkiye alacaklı durumdadır. Hem Amerika’dan, hem Avrupa’dan.. Bir karış toprağımız bütün milletin varlığından ayrılamaz. Türkiye üzerinde kısa bir operasyonun imkânı hiç kimse için yoktur. Biz milletçe, İstiklâl Harbinde ve II. Cihan Harbi’nden hemen sonra olduğu gibi, tek başımıza kalsak da devletimizi ve ülkemizi korumak için her varlığımızı fedakârlık meydanına atmaya kararlıyız. Müttefiklerimizle ve özellikle Amerika ile böyle karşılıklı bir itimadın ve hazırlığın içinde olmalıyız. Unutmamak lâzımdır ki Amerika ile münasebetlerimiz yalnız NATO içinde kalmaz. Onun yanında CENTO ile de birbirimize bağlıyız ve bunların hepsinin üstünde, bir dünya devleti olan Amerika’nın Avrupa dışındaki denizlerde ve kıtalarda mevcut meseleleri ve sorumluklarıyla yakın ilgimiz vardır.

Temel: İç politika

Size dış politikamızın tâkip etmesi gereken yönün, bence ne olması gerekti-ğini söyledim. Hangi tehlikenin üzerinde daima dikkatli, tedbirli ve uyanık ol-manın hakkımız bulunduğunu anlattım. Bu iç politikamızdaki bütün gelişme-lerin de temelini teşkil etmelidir. Bir büyük imtihana doğru gidilirken iç duru-mumuzu nasıl görüyorum, o ayrı bir konudur. Onu ayrıca tetkik ederiz.

 

 

 

 

 

Genel Seçimler Dolayısıyla İç Politik Duruma İlişkin Verilen Demeç[287]

Avrupa’da ve dünyada devamlı barış konusunun bugün Amerika ile Sovyet Rusya arasında masa üzerine konulduğu bir sırada Türkiye’de seçimlere gidiyoruz.

Bizim böyle bir esnada seçimlerden zayıflamış çıkmamamız, kendimizle ilgili yeni hırslar uyandırmamamız gereklidir. Türkiye’de vatandaşlar memleketin gücünü ve geleceğini sağlam bir zemine oturtmalıdırlar. Bu zihniyet seçmenleri-mize hâkim olursa seçim sonuçlarını endişesiz alırız.

Türkiye’nin gücü nasıl sağlanır?

Tecrübeler göstermiştir ki, Türkiye’nin iç bünyesinde temel kuvvetlidir. Türkiye idareleri de komşu milletlere ve genellikle dünya barışına zarar verecek aşırı ihtiraslar peşinde değildirler. Bizim eksiğimiz kendi gücümüzün bize mümkün kıldığı kalkınma ve ilerlemeyi siyasî hayatımıza getirmemiş bulunma-mızdır. Bu eksik üzerinde durursam seçmene bir istikamet söylemiş olacağımı ümit ederim.

Demokratik rejimi, tek partiden sonra, selâmet yolu seçtik. Bu inanç vatan-daşta yerleşmiştir. Kimse hiç olmazsa açıktan demokratik rejim aleyhinde bulunmamaktadır. Bu rejimi küçümsemiş olanlar bile son iki yılın olayları için-de onun nasıl bir nimet sayılması gerektiğini fark edip anlamışlardır.

Gene hiç bir politikacı, 50 yıllık tecrübeden sonra Cumhuriyet temellerine karşı tesirli bir iddia ile ortaya çıkmamıştır. Demek ki, Cumhuriyetin temelleri de vatandaş tarafından ciddiyetle korunmaktadır. Cumhuriyetin temellerinde din ve dünya işlerinin ayrılması, Latin harfi, kadın hakları gibi Atatürk devrimleri üzerinde kalkınmaya, ilerlemeye ve barışa çalışmak bulunmaktadır.

Ordu ve siyasî iktidar ilişkileri

Anayasaya aykırı bir kanun çıkmamasını Anayasa Mahkemesiyle sağladık. Bunun işleyişinde de şikâyetler düzeydedir. Temelde değildir. Yani Meclis ola-rak bugün kanun çıkaracağız ve yarın o kanunun Anayasaya aykırı olmadığına gene biz, Mecliste karar vereceğiz, bu usulün sakat bulunduğu 1960 hareketiyle sabit olmuştur. Ondan sonra gelen 1971 askerî hareketi böyle bir temel rejim meselesinden değil, ama anarşi gibi yıkıcılıkta temel tesiri olan bir arızadan doğmuştur.

Gelecek için de memleketin ön safta demokratik derdi ordusu ile siyasî idaresi arasında içten bir uyumu sarsılmaz halde vücuda getirmektir. Derdi açık görürsek çaba her iki tarafta olacaktır. Siyaset, kendi hâkimiyetine güvenerek esası bozma yoluna gitmeyecektir. Ordu, madem ki, idareyi eline almak tabia-tında bulunmadığı sabit olmuştur, haklı görünüşte ihtiyaçlar içine itilme-yecektir. Bütün seçimlerde ordu ile siyaset arasında çatışmayı haklı gösterecek bir davranış bir tutum bulunmamalıdır.

Türk tabiatı aşırı rejimlere müsait değil

İkinci mesele Türk tabiatının aşırı rejimlere müsait olmamasıdır. Seçmen, esasında buna yatkın değildir. Seçmeni aldatarak aşırı bir rejimi kurtuluş hareketi gibi kabul ettirtmek arzusu ve çabası vardır. Bundan da rejimin arınması müm-kündür. Siyasî propagandalarda kışkırtıcı ve kandırıcı oyunları millet pekala fark ediyor. “Bir de onu tecrübe edelim” tarzında, anarşiye meyleden bir sisteme iktidarı teslim etmek, bir defa aranan maksadı sağlamayacaktır. Çünkü aşırı teşebbüse karşı her taraftan kıyamet kopar, anarşik devre derhal çöker, macera kapanır. Türkiye seçimlerinin böyle bir tecrübe tahtası yapılmaması idealimiz olmalıdır.

Ben bu seçimlerde Tabiî Senatör olarak vazife görüyorum. Herhangi bir parti ile bir bağım, bir ilişkim kalmamıştır. Senatör olarak memleketin bütün meseleleriyle ilgili bulunmak görevimdir. Memleketin bir anarşiye tekrar düş-mesi ihtimalînin kesin olarak yüz göstermemesini dilerim. Türkiye iç bünyesin-de sağlam olursa barış için, dünya barışı için kuvvetli bir destek teşkil edeceği kadar kendi içinde de huzuru ve kalkınmayı sağlayacak bir güç kazanacaktır.

Bazı temel sorunlar

Önümüzdeki seçimler bazı esaslı özellikler taşıyor. Kalkınmamızın hangi ekonomik prensipler üzerinde yürütüleceği konusu bunların biridir. Karma eko-nomi ve çalışma güvenliği bizim kalkınmamız için sağlam zeminlerdir. Hayat pahalılığını her partinin önemli tutması tabiî bir şeydir. Bunun tabiî olmayan tarafı, hayat pahalılığının ya karma ekonomiye karşı çıkmak için istismar edil-meye kalkışmasıdır, ya da ters taraftan, çalışanların haklarını onların çalışma güvenliklerini kısıtlama peşinde olanlarca bahane gösterilmeye çalışılmasıdır. Hayat pahalılığı ne karma ekonomi düzeninin sonucudur. Yani bu düzenden vazgeçtiğimiz takdirde ortadan kalkacaktır. Ama ne de çalışanlara haklarını ve hak ettikleri ücretlerin verilmesi yüzünden doğmaktadır.

Hayat pahalılığı demagojiden uzak bir tarzda sosyal yönü de olan ekonomik bir sorun olarak ele alınmalıdır. Hayat pahalılığı dikkatli bir çalışmayla vatandaşı istikbal için ümitsiz kılan bir âfet olmaktan çıkarılabilir. Seçmen bunun yolunu hilesiz söyleyen partilere güvenecektir.

Kabaran grev ve lokavtlar

Önümüzdeki seçimlerin başka bir özelliği seçim devresine göze batacak derecede artan grev ve lokavtlarla girmemizdir. Bunların karşılıklı maksatlı olmasından iyi niyetlerin istismar edilmesinden endişe ederim.

Biz işçi haklarında. bizim kalkınma seviyemizdeki hiç bir memleketin yapa-mayacağı kadar ilerlemişizdir. Memleketin kalkınmasıyla işçi hakları dengeye girmiştir. Bu dengeyi bozmadan. çalışanların ve çalıştıranların güvenliklerini de sağlayabiliriz. Biz “Evvelâ kalkınalım ondan sonra sosyal adaleti düşünürüz” gibi bir felsefenin yanında milletçe olamayız. Şimdiye kadar tecrübe edilmiştir ki, hem sosyal adaleti tâkip etmek hem kalkınmayı sağlamak mümkündür.

Seçim zamanı grev ve lokavt tedbirleri arzu olunmayacak bir talihsizlik ol-muştur. Seçimde oy almak için orman yangınlarını teşvik eder, en azından on-ları mazur gösterir tutumlar gibi grev ve lokavtı seçim hedefi yapmak yanlış görüş, kötü kışkırtmalardır. Vatandaşın sağduyusu bu meselelerin. eğer dayanı-lamayacak kadar acil, zarurî durumlar yoksa seçimden sonraya bırakılmasının çaresine bakılmalıdır. Seçim zamanı hastalığı ileri sürmek, hastalığı daha arttıran bir yoldur. Daha fenası, hastalığa karşı vatandaşta ürkme yaratan, hastalığın tedavisini güçleştirecek bir davranıştır. İki aydan bile az bir süre daha bu meseleleri tahrik etmemek, seçimde yanlış aldatmaları önleyecektir. Bu hem çalışanların, hem çalıştıranların yararınadır. Seçimlere gergin bir sosyal hava içinde gidilmesine karşılıklı kimlerin çalıştığı gözlerin önündedir.

Salt din istismarı bakalım ne getirecek?

Önümüzdeki seçimlere din istismarı konusunda da bir değişik manzara için-de gidiyoruz.

Çok partili demokratik hayata geçmemizden bu yana din istismarı bir takım siyasî partiler ve siyaset adamları için geçerli bir usul sayılmıştır. Bundan bazı faydalar sağladıkları da muhakkaktır. Bunun içindir ki, usul, son seçimlere ka-dar sürdürülmüştür.

Şimdi önümüzdeki seçimlerde din istismarı birçok partinin tekeline alınmış görünmektedir ve bundan öteki partiler rahatsızdırlar, şikâyetçidirler. Kendi kul-landıkları silâhın kendilerine çevrilmiş olmasından hoşlanmamaktadırlar. İstis-marda onunla başa çıkamayacaklarından endişelidirler.

Bundan evvelki seçimlerde din istismarı başka siyasî unsurlarla karışık halde olduğundan dolayı seçimlere hangi oranda tesir yapıyordu, bunu açıklıkla tespit etmek imkânsızdı. Önümüzdeki seçimler bu konuda bir açıklık getireceğe benzemektedir.

Soldaki tartışmalar

Bu seçimlerde Türk solunun Marksist kanadı da kendi arasında bir tartışma-nın içinde görülüyor. Kendi partilerinden yoksun girdikleri seçimde nasıl bir va-ziyet alacaklardır? Seçimlere katılmamak, bağımsız sosyalist adayları destek-lemek, söylenen teklifler arasındadır. Bunların en yaygınlarından bir tanesi de kendilerine yakın ve elverişli buldukları bir sol parti için oy kullanmaktır. Bu partiyi henüz tam kıvama gelmiş saymamaktadırlar. Ama onu kuvvetlendir-menin hem o parti içinde, hem seçimlerden sonra siyasî hayatta kendilerinin faaliyet imkânını kolaylaştıracağı düşüncesindedirler. Partiyi bütün bütün, ka-yıtsız şartsız teslim alabilirlerse onu kendi partileri yapacaklardır. Bunu başara-madıkları takdirde bir yolu onun sırtında gitmiş olacaklardır.

Bu hesaplar solun Marksist kanadında açıktan yapılıyor.

Önümüzdeki seçimlerin bu özelliği sola açık, ortanın solunda, fakat sosyalist ve Marksist olmayan seçmenleri de tercihleri üzerinde ciddî dikkate sevk etmelidir. Bu kadar kaba şekilde Marksistlerin kullanmaya elverişli gördükleri bir partinin kendi inançlarını artık hangi oranda temsile devam ettiği bu seçmenlerin düşünme!eri gereken bir husustur.

Batı ve Doğu pazarlığında en güç mesele Orta Doğu’dadır. Türkiye’nin bu ortamda açıktan barışçı olan, içi sağlam bir huzur memleketi olması lâzımdır.

Özet ile, seçimden dileğimiz memleketin huzurunun ve güven içinde çalış-masının bozulmamasıdır. Cumhuriyet temellerinden ayrılma tehlikesi doğma-sın. Memleketi anarşiye götürecek eylemler devri ve bu eylemleri haklı zannet-tirecek siyaset anlayışı geri gelmesin.

 

 

 

 

Son Televizyon Konuşması ve Demeç Metinleri İstemi Dolayısıyla ABD Büyükelçisi William B. Macomber Jr.’a Gönderilen Yanıt Mesajı[288]

Ekselâns William B. Macomber, Jr.

Amerika Büyük Elçisi

Kavaklıdere – Ankara

Birbirinden nazik iki mektubunuzu da aldım.

Size, lûtufkâr sözlerinizden ve konuşmalarıma gösterdiğiniz yakın ilgiden dolayı teşekkür ederim.

Dış politikayla ilgili demecimin metnini, ilk mektubunuz üzerine gönder-miştim. İç politikayla ilgili demecimin metnini ise, bulduğunuz anlaşılıyor. Onu göndermiyorum.

 

 

 

 

 

“İstiklâl Savaşı ve Lozan” Konulu Konferans Söylevi*[289]

Türk Tarih Kurumu’nun nazik daveti üzerine, Cumhuriyet’in 50. yılı müna-sebetiyle toplanan bu birleşimimizde huzurunuzda bulunuyorum. Bana, “İstiklâl Savaşı ve Lozan Muahedesi” üzerine konuşma konusu verilmiştir. Bunlar üzerinde tarih malûmatı vereceğim. Sırası geldikçe ben de fikirlerimi söylerim.

Şimdi, arkadaşlarım, adından başlayayım. İstiklâl Savaşı münasebetiyle toplanmış bulunuyoruz. İstiklâl Savaşı eseridir. Türkiye Büyük Millet Meclisi. Cumhuriyet, İstiklâl Savaşı’nın neticesidir; Birinci Cihan Savaşı’nın neticesi değildir.

Birinci Cihan Harbi bitmiştir. Ondan sonra galip Müttefikler, Türkiye ile yaptıkları mütareke münasebetiyle başka kararların tatbikini istiyorlar kanaati hâkim olmuştur. Gerek idare edenler içinde, gerekse devlet ricali içinde, esaslı olarak, hiç aldanmadan, o zamanın büyük kumandanlarından Büyük Atatürk, bu müşahedeyi yapmıştır. Bu müşahede, büyük bir mücadeleyle milletin malı olmuştur.

Birinci Cihan Harbi, imparatorluk tarafından imzalanan Mondros Mütare-kesi’yle hitama ermiştir. Ondan sonra, onun muahedeleri gelir. Mondros Müta-rekesi’nin tarihi 30 Ekim 1918’dir. Türkiye, imparatorluğun müttefiki olan Almanlar ve diğer devletlerden evvel, Mondros Mütarekesi’yle harbe nihayet vermiştir. Mondros Mütarekesi’nin imzasında cepheden gelmiştim, İstanbul’-daydım.

Murahhassımıza Mondros’ta yapılan nazik muamele ve şifahen yapılan görüşmelerin bıraktığı tesir ile iyimser bir hava yayılmıştı. İngilizler çok insaflı ve haklı olarak eski Türk dostluğunu aramaktadırlar. Buna göre muamele göreceğiz. Türkiye muharebeden sonra böyle muamele görecek, ümidi galip idi.

Mondros Mütarekesi, ruhî tesir olarak o şartlar altında karşılandı. Mütare-kenin şartları içinde, her mütarekede, harbi kaybedenlerin kaybetmeyi kabul ettikleri tabiî kayıtlardan başka, silâhlar teslim olunacak, lâzım olan cepha-nelikler vs. istihkâmlar verilecek, ondan sonra sulh muahedesi yapılacak. Umumî olarak bu kayıtlar altında görünüyordu. Bir maddesi vardı Mondros Mütarekesi’nin: Müttefikler, emniyetlerinin lüzum gösterdiği yerleri işgal edeceklerdir diye bir hak alıyorlardı, İstanbul ve Çanakkale Boğazlarını işgal etmek hakkını alıyorlardı. Söyleyerek, ama umumî olarak bir prensip kararı kabul ettirmişlerdi: Müttefikler, emniyetlerinin icap ettirdiği stratejik noktaları işgal edeceklerdi.

Mondros Mütarekesi’nden sonra Boğazlar, tabiatıyla açıldı ve İngiliz donanması içeri girdi. Sonra mütareke hayatı başladı. Mondros Mütarekesi’ni yapan hükûmet de bir müddet sonra çekildi, başka bir hükûmet geldi. Biliyorsunuz, Birinci Cihan Harbi’ne biz, İttihat ve Terakki hükûmeti zamanında girmiştik. Bizim muharebeye girdiğimiz zaman olan 1914’te, Alman büyük askerlerinin plânlarında söyledikleri kayıtlara göre harp, Almanya için bile kaybolunmuş sayılmak lâzım gelirdi.

Moltke’den sonra, Almanlar’ın büyük erkânı harp reisleri olan [kişi], Schlieffen’dir, o şöhret almıştır. Cihan Harbi’nin plânlarını da o yapmıştır. Schlieffen, plânlarında demiş ki:

“Cihan Harbi olacaktır. Bu Cihan Harbi’i kazanmak için, vaktiyle hazırlıkta ve harekâta başlayışta düşmanlarımıza takaddüm etmemiz lâzımdır, onlardan evvel davranmamız lâzımdır”.

Alman askerî literatüründe bir tabir vardır. Erkânı harp reisleri, kuman-danlar, daima bir siyasî fikir teklif edecekleri zaman o mukaddimeyi yaparlar:

“Biz askeriz, devletin siyasette ne karar vereceğini bilmeyiz. Salâhiyetimiz de yoktur. Fakat, eğer bir harbe girmek ihtimalî  var ise, siyasî müzakerenin neticesi bir harbi doğuracaksa, o harpte muzaffer olmak için birtakım hesaplara riayet etmemiz lâzımdır. Vaktiyle, şu kadar zamanda bize haber vereceksiniz harbe gidiyoruz diye.. vs.”

Schlieffen’e atfolunan sözün bir maddesi şu:

“Eğer harp olacaksa, biz harpte taarruz edeceğiz. Kuvvetimizin çoğunu, büyük kısmını garbe karşı, Fransızlar’a karşı toplayacağız. Rusya’ya karşı mümkün olduğu kadar az kuvvet bırakacağız. Hareket edebilirler, toprak kaybedebiliriz, fakat birinci mesele, garpte büyük bir üstünlükle harbi bir an evvel kazanmak lâzımdır”.

Belçika’ya girmekten bahseder. Oradan girecekler, istihkâmları çevirecekler. Büyük tahkimat var Fransız sınırında; onları çevirerek Fransa’ya hücum edecekler..

Bunu söyledikten sonra adam, şunu da söyler plânında: “Bir an evvel Fransa’nın işini bitirmek lâzımdır garpte. Büyük kuvvet ile Fransa’ya taarruz ederiz ve Fransa’yı amana düşüremezsek, harp dışı edip sulh talebine icbar edemezsek, durmağa mecbur olursak, derhal sulh yapmak lâzımdır. Şartlar ağır olabilir. Fakat harp ne kadar uzarsa, ağır diye tahmin olunan şartlar daha ağırlaşır. Harbin uzamasında hiç bir fayda yoktur!”

Bu plâna göre Almanlar, Fransa’ya taarruz etmişlerdir ve Fransa, Almanlar’ı durdurmağa muvaffak olmuştur. Söküp atamadılar, Verdun’de, vs.’de dayandılar. Harp, uzar, sürüklenir bir mahiyet aldı. Niçin böyle oldu? Hesabını çok iyi yapmışlar kendi aralarında. Meselâ, bütün kuvvetler Fransa’ya doğru yürüsün deniyor. Rus cephesi ihmal olunacak. Harp çıktığı zaman Rus cephesini ihmal etmek ve bir Rus istilâsını geri almak, imparatorun ve Alman hükûmetinin genel tutacağı bir şey değildi. Oradan plân sulandırıldı. Hem Rusya’ya karşı mukavemet edelim, hem ötekini tahrip edelim..

Neyse, Alman meselesini tahlil edecek değiliz. Rusya’ya karşı mukavemet tam tedafüi bir vaziyet alacakken Rus cephesinde muzaffer oldular, Fransız cephesini kaybettiler. Harp altı ayda bitecek derken, 1918’e kadar dört sene sürdü ve hakikaten şartlar ağır oldu.

Şimdi Türkiye’ye geliyorum. Almanya ile bir Avrupa harbi olacak. Rus tehlikesi bizim için büyük tehlikedir. Onun için Almanya ile beraber buluna-cağız, İttihat ve Terakki’nin hükûmeti zamanında dış politika olarak tâkip ettiği politika, bu yoldu. Ondan evvelki hükümdar zamanında da, II. Abdülhamit zamanında da Almanya ile özel bir münasebet vardı.

Demek ki, 1914’te seferberlik ilân etmiştik, fakat harbe girmemiştik. Harbe girişimiz, bilirsiniz ki, Yavuz (Göben) zırhlısının Karadeniz’e çıkıp Rus şehirlerini bombardıman etmesiyle, emrivâki olarak başımıza gelmiştir. Onun için edebiyatta söylenmesi âdet olmuştur: Biz Birinci Cihan Harbi’ne, o harbin kaybolunduğu göründükten sonra girmişizdir. İttihat ve Terakki’nin ağır mesuliyeti bilhassa bu noktadandır. Şimdi bunun neticesi: Avrupa’da ve memlekette her cephede muharebe ettik biz. Ondan evvel, İtalya ile muharebe ettik ve bilhassa Balkan Harbi’ni geçirdik. Balkan Harbi bir felâket olarak geçti. Balkan harbinde imparatorluk ordusu tamamıyle çöküntü gösterdi. Subay kadrosu bu zamana göre yetişmiş değil. Böyle bir orduydu, bir zavallı orduydu. Subay kadrosu büyük ölçüde okuyup yazma bilmezdi.

Bu zamanın ordusu talim yapar. Nedir talim? Harp taklidini ateşli olarak yapar. Harpte ne silâhlar kullanılacaksa, o silâhların hepsini talim zamanında kullanırlar. Tüfek verirsiniz neferin eline, “Bunu böyle atacaksın” dersiniz, kâfi gelmez. Attırırsınız ona, nişancılıkta numarasını verirsiniz. Top: Bu top kullanılacak. Şöyle kullanılır, işte hedefe şu tarzda vurulur. Evvelâ mesafeyi tahmin eder, tanzim ateşi yapar, ondan sonra tahrip ateşi yapar. Şu kadar atarsa şöyle bir netice alır. Bunu sulh zamanında o orduya göstermek lâzımdır. Götürürler, halis mermiyle ateş ettirilir, yapılır, edilir.. Yani harp terbiyesi, zamanımızda bu tarzda, her cepheye göre, o harbinbir ufak modeli, o orduya amelî olarak gösterilir. Köprü böyle geçilecektir, ateş altında geçilecektir. Ateş altında nasıl geçileceği köprünün, gösterilir. Gece hücumu yapılacaktır, ilah.. Bu yasak! Ordu hazırlığı demek, imparatorluğun, hükümdarların zihniyetine göre: Ne lâzım? Şöyle tüfek lâzım, böyle top lâzım, böyle mermi lâzım, şu kadar lâzım vs. Güzel.. Hepsini alır, dolaba kor, kitler, onları göstermez. Onları, ateş etmemek üzere gösterir. Ateş talimini bilmezler. Ateş talimini bilmeyince, asker için bilhassa lâzım, o, tamamıyla eksik kalır yetişmede ve sevkı idare de, ciddî, hakikî harp vasıtasıyla olmayınca o da nazarî kalır. Halbuki kumanda kademesi için ehliyet esası üzerine ordu yetiştirmek.. Bu da imparatorlukta bırakılır, âdettir. İmparatorlukta cerrâr olmak, ehliyetli olmak bir şarta bağlıdır. Evvelâ sadakat! Şevketmeâba sadakatle temayüz edersiniz. Onunla her kapı açıktır, diğer kusurların hepsi sona kalır.

Böyle yetişmiş bir ordu. 33 sene hükümdarlık etmiş II. Abdülhamit ordusu böyle, okumuştu böyle.. Almanya’da tahsil edenleri var, orada görüyorlar talimi falan; teğmen olarak, küçük rütbede olarak görüyor. Sonra geliyor, büyük stratejik meselelere kadar salâhiyet sahibi oluyor. Güzel.. Ama harp kabiliyeti doğuştan, bir defa görmekle, tasavvur etmekle her memlekette izahını bulmaz. Bugünkü medeniyet, yetiştirilmiş adamlar üzerine istinat eder. Yetiştirilmiş adamlar, kabiliyetleri seçilip birinci derecede insanlar olarak bulunur ve onlar, yetiştirilir değil, en az kabiliyetten başlar, her seviyeye göre alınabilecek azamî bilgiyi, verilebilecek azamî kabiliyeti meydana çıkarmaya çalışır. Bu yok! Yapılıyor, okunuyor falan, fakat her şey nazarî olarak kalıyor.

1908 İhtilâli oldu. 1908’den 1912’ye kadar, demek Balkan harbine kadar dört sene geçti. Bulunan ordu kumanda kademesinden daha aşağı rütbelere kadar, orduda belki iki defa, üç defa ayıklama yapılmıştır, tasfiye yapılmıştır, kadrolar düzeltilmiştir. Üç defa, iki defa, bir defa deyiniz, dört senede ne kadar kadro ıslahı yapılabilir? Bir defa bile yapılmış olsa, ıslah edilmiş bir kadro ile muharebe etmiştir. Düşününüz, asıl ordu ne kadar zayıftı eğitim bakımından.

Evet, Birinci Cihan Harbi’ne girerken biz, imparatorluktan böyle bir ordu almıştık ve bu ordu, Balkan harbinde fena bir imtihan vermişti. Bu fena imtihanın hatırası memlekette var idi, ordu üzerinde var idi.

Şimdi, Enver Paşa pek genç yaşta Harbiye Nazırı oldu. Başlıca iki derdi vardı o zamanki ordunun. Birincisi, yetişme itibarıyla zayıftı bu sebepten dolayı; ikincisi, siyasete karışmıştı, ordu yapmıştı ihtilâli. Genç rütbede, herhangi bir rütbede siyaset yaptıktan sonra, o siyasetin, ordu subayının hayatı ve ideali üzerinde başka bir tesiri vardır. Kendi mesleğinde temayüz etmek, iyilik yapmak, ufuklarını açmak için aranan şartlar başkadır. Siyasette bilhassa akıl vermek ve devirmek tecrübesini yapan subaylar için birinci derecede söz sahibi olmak usulü başkadır. Siyasî meslek çok daha kolay gelir ve bir defa onunla zehirlendikten sonra o ordunun ordu vazifesini, harp vazifesini yapması güçleşir.

Enver Paşa Harbiye Nazırı olduğu zaman burasını biliyordu. Gayet cesur, gözü pek bir adamdı. Gençti, enerjisi yerindeydi. İlk işi, orduya siyaset yüzünden girmiş ve kaybedilmiş olan disiplini iade etmek, yaptırmak ve ordu-subay telâkkisi bakımından orduyu yeniden kurmaktı. İhtilâlde kendisinin yakını olan, her türlü siyasî marifetlere bulaşmış olan küçük rütbeli, büyük rütbeli insanlardan çok arkadaşı vardı. Fakat onlara orduda vazife vermedi. Kendi akrabalarına–onlar müstesna doğmuş insanlardı–her türlü nimeti caiz gördü. Fakat umumî olarak ordu inisiyatifinden ayırmak için gayet titiz davrandı. Orduyu teşkil etmek için gayret sarf etmiştir ve iyi bir ordu yapmıştır. Tasavvur ediniz, Balkan harbinde, bir meydan muharebesinde nefer vazifesini yapamayan subaylar varken, Çanakkale’de dünyanın bütün ateşleri altında ordu, istisnaî harpler vermiştir. Çanakkale’de böyledir, Rus cephesinde böyledir. Sevkı idare hatasından dolayı çok zayiat vermişizdir Sarıkamış’ta. Ama ordu kıymeti olarak Balkan harbi ordusu ile kıyas kabul etmeyecek bir kıymet ölçüsü vermişizdir. Enver Paşa’nın kurduğu orduda ferik rütbesi, fırka kumandanı olmak lâzım. İmparatorlukta böyleydi. Rütbeler kaymakama kadar inmiştir. Miralay rütbesinde kolordu kumandanı, hazerde olmuştur, seferde olmuştur. Bu tarzda yetiştikten sonra yeni kadro eskimiş, yaşlanmış ve sıraya girmiştir.

Yalnız, siyaset kısmında memleket Cihan Harbi’ne, kaybolmuş bir harbe girmiştir. Almanya için, Almanya’nın kaybettiği bir harbe girmiştir. Alman imparatoru, gene siyaset adamlarının telakkisine göre, “Çok kuvvetli taarruz edeceğim, içte çok kuvvet topladım, daha kuvvetim var, Rusya’nın hakkından aynı zamanda gelebilirim” diye düşünmüştür. Bu tarzda hayalle hata etmişlerdir. Bütün kuvveti bağlamamışlar, belki onu da getirseydiler gene mukavemet edebilirlerdi. Çünkü karşı taraf da siyaseti, aynı harbin hesaplarını yaparken Almanya’nın ne kadar asker çıkaracağını ve kendilerinin ne kadar çıkarması lâzım geldiğini biliyordu.

Şimdi sözün başına geliyorum. Bu harbi, 30 Ekim 1918 Mondros Mütare-kesi’yle kaybettik. Devam etmekte de artık fayda görmedik ve imkân da görmedik; mütareke istedik. Şartlarını söylediler bize. Bundan sonra Boğazlar açıldı, içeriye girdiler. Girdiler ama muharebe durmadı. Doğuda [güneydoğuda] Fransızlar, sanki harbin devamı gibi, müdafaasız yerlere taarruz etmeğe başladılar. Memleket bir taraftan işgal olunuyordu. İngilizler istedikleri yeri işgal ediyorlardı. Mütareke şartına göre müttefikler, stratejik emniyetlerini korumak için işgal edebilirlerdi. Bilinmeyen bir maksatla istifade edip işgal edeceksin, sonra bunu bana, emniyet için yapıyorum diyeceksin.. fark etmez olur muyuz? Bunu fark ediyoruz. Bu, bir taraftan işgal devam ederken kolaylıkla fark olunacak açıklıktaydı. Şark’ta, Çukurova’da Adana’da, Gaziantep’te muharebeler oluyordu. Toroslar’a kadar gelmişlerdi. Açıktan, Ermenistan kuracaklar bizim topraklarda. Bu görülüyordu. En nihayet 15 Mayıs 1919’da Yunanlılar İzmir’e çıktılar. Niçin bu? Demek ki hazırlanan mütareke ile (Harbin başı için uğraşmayayım diye söylemedim), mütareke istemenin bir adı da (O zamanki Amerikan reisicumhuru 14 prensip ilân etmişti) şuydu (Wilson prensiplerinin esaslı maddelerinden biri): “Bir memleketin çokluk halkı kiminse, o memleket onun elinde bırakılacaktır”.

(Bu söylediklerim, elbette bir gün Türk Tarih Kurumu’na bir vesika olarak kalacaktır.)

İzmir’in işgalinden dört gün sonra Atatürk, ordu müfettişi olarak Anadolu’-ya çıktı. Atatürk, muharebenin son zamanlarında Suriye cephesindeydi. Mütarekeyi orada aldı. İstanbul hükûmeti teşekkül ettiği zaman kendisine bir vazife verilmesini istiyordu. Muharebede Almanlar’la temasımızda dikkati çeken bir çok deliller, misâller görmüştük. Meselâ benim başımdan geçen bir şeyi söyleyeyim: Almanlar’la beraber çalışıyoruz. Heyeti İslahiye olarak gelmişler. Memleketi, orduyu ıslah edecekler. İttihat ve Terakki hükûmeti zamanında da, daha ondan evvel de tekerrür etmiş. Mahmut Şevket Paşa zamanında Heyeti İslahiye gelmiş, onunla çalışıyorlar. Bir defa, memlekette yabancı mütehassıs kullanmak, değerli insanı kullanmak, bilen insandan istifade etmek, beşerin tabiî bir ihtiyacıdır. Ona bir şey söylenemez. Ancak müstakil bir devlette, memleketin idaresine sahip olan bir irade altında, istismar konusu olacak bir yabancı idaresi, mütehassıs şeklinde de olsa daima tehlikelidir.

Şimdi Heyeti İslahiye: Ben, seferberlik ilân olunmuştu, tedavi için Yemen’den gelmiştim. Avrupa’da idim, dolaşıyordum, seferberlik ilânını duydum, hemen İstanbul’a geldim. Fakat harbe girilmemişti. Harp yoktu ve benim ilk kanaatim, harp, Cihan Harbi’dir. Bizde ne suretle, ne vakit, nasıl başlar, bilmeyiz. Fakat bir an evvel orduyu teşkil edip talim terbiyesini yapmak lâzımdır. Hiçbir zaman ben kendim, harbe gireceğimize ihtimal vermemiştim. Beni de bir yere tayin etmişlerdi ondan sonra. Sonra harp emrivâki olunca Erkânı harbiye hizmetinde çalışıyorum. Bir gün, benim başımda bir müdür vardı, daha Sarıkamış muharebesi olmamıştı, onunla konuşuyordum. Harp uzuyor.

“Ne olacaksınız siz, dedim, nedir yani bu kadar ısrar ediyorsunuz?”

“Belçika’yı alacağız!” dedi.

“E, canım, Belçika değer mi bu kadar yaptığınız şeye? Sarf ettiğin gayrete bak” dedim.

Sıkıştırdım adamı. Şunu dedi, bunu dedi:

“Türkiye!” dedi.

Fal taşı gibi açıldı gözlerim:

“Nasıl Türkiye?..” dedim.

Toparlandı o da:

“Daha rahat çalışacağız, dedi, o zaman iyi olacak..” dedi.

Bu benim kendi işittiğim. Adamın tasavvuru bu. Çünkü Osmanlı İmparatorluğu bir “hasta adam” üniformasını giymişti. Tabiî olarak bir istismar konusu, istismar arazisi sayılıyordu. Her devlet bunu düşünüyordu. Bunu, sonra biraz daha anlatırım.

30 Ekim’de mütareke oldu, Boğazlar açıldı, İngiliz donanması içeri girdi. Muhtelif yerlerde silâhları, depoları teslim almaya çalışıyorlar. Büyük şüphe uyanmıştı. İzmir’in işgalinden sonra Toroslara kadar Şarkta muharebenin devam etmesi büyük delildi. Mütareke şartlarından başka bir şeyi tahakkuk ettirmeye çalışıyorlar. Şark muharebesi bunu gösteriyordu. İzmir’in işgali bunda hiçbir şüphe bırakmadı.

Bu vaziyetten sonra, İstanbul’da bulunan Atatürk, ordu müfettişi olarak tekrar Anadolu’ya gönderildi. İstanbul hükûmeti niçin göndermişti Atatürk’ü? Şöyle izah olunabilir bu:

İstanbul’da iyi niyet sahibi eski vezirler, bunların içinde düşman vasıtası olması şöyle dursun, olmasının tasavvur edilmesi bile mümkün olmayacak temiz insanlar vardı. Fakat kendilerine itimatları yoktu ve yapacak bir şey de görmezler. Söylersin, İzmir işgal olunmuş, tabiatıyla bir tepki yaratmış. Ona karşı tehevvür gösteren sade halkın kendi kıyamı, kendi silâh atması bir harbe sebep olur mu, böyle bir harp çıkarsa, o harbin bizim için şansı olur mu? Bunu hesap etmez. Millî hareket dediği bir haksızlığı görür görmez onun tepkisi olarak hemen karşı kor. Bu tarzda karşı koydular. Nasıl Fransızlar’ın taarruzuna karşı müdafaa ediyorlarsa, orada da halkın kendiliğinden müdafaa hareketi başladı.

Atatürk’le, diğer gün görmüş, iyi niyetli siyaset adamları arasındaki fark şudur: Onlar, “Bunun çaresi nedir? Bunun çaresi uslu oturmaktır, ne derlerse ona razı olmaktır. Vaziyeti daha ağırlaştırmayalım. Geçen harpten sonra ağır ithamlar altına girmişizdir. Bu ithamların yakışıksız, esassız olduğunu ispat etmeğe çalışalım, iyi niyetle çalışalım…” diye düşünürler. Atatürk’ün görüşüne göre: “Vaziyeti objektif olarak mütalâa edelim. Hissiyat meselesi değildir bu. Kendimi ne kadar beğendirmeğe çalışsam, benim memleketimi parçalayıp istismar etmek fırsatını bulmuş olan siyaset adamlarına insaf veremem ben. O bir şeyden anlar, imkân var ise istismar edecektir..” Bunu derken, bir devlet adamı olarak, büyük bir strateji olarak, [ortaya] çıkan bir şeyi söylemese bile görür.

“Harp ittifakı var idi. Şimdi paylaşma zamanı geldi. Paylaşma: Ganimet paylaşılırken galipler arasında da huzursuzluk, emniyetsizlik başlayabilir. Mukavemet edersek bakalım ne olur? Ama teslimiyet gösterirsek bu sefer parçalamakta, yağma etmekte yarışa geçerler.” Hulâsa, bunu söylemeye çalıştı. Olmadı. Hatırlarım, Hürriyet ve İtilâf nazırları ile görüşmüştür. Yeni nazırlarla görüştüğü zaman:

“Ne haldeler?” diye sordum, Atatürk’le konuştuğumda.

“Hiç anlayışları yoktur” dedi.

İttihat ve Terakki-Hürriyet ve İtilâf mücadelesi, mütareke esnasında da, siyasî partiler arasına da girmiştir. Bu kafayla intikam peşindedirler. Hükümdarın bu siyaset cereyanlarında başlıca taraf olması ve uysal davranmak; kendimizi beğendirmek suretiyle bir şey koparabileceğimiz, bir şey kurtarabileceğimizi zannetmesi, felâketin başlıca sebebi olmuştur. Bundan sonra (Atatürk Samsun’a çıkıncaya kadar), en tehlikeli zamandı. Oraya çıktıktan sonra harekete başladı. Samsun’da az bir müddet kaldıktan sonra gitti. Rast geldiği vatandaşları, onları hiç aldatmadan:

“Tehlike vardır. Bizi taksim edecekler, parçalayacaklardır. Buna karşı mücadele etmek lâzımdır.”

Kendisinde ümit müphem olarak var. Bu işin sonu nereye varacak? Bu işin sonunun nereye varacağını sonra düşünürüz. Cumhuriyet vs. bunların hiç biri mevzubahis değil. Evvelâ bir mukavemet imkânı bulalım.

Bu şekilde, 3. Ordu [müfettişi olarak] Erzurum’a kadar gitti, vazifesi oraya kadar gitti. O, gittiği yerde, halkı camie toplamış söylemiş, hususî temaslar yapmış söylemiş. Başka bir takım şeyler söylüyor diye, İstanbul Hükûmeti, Erzurum’a varıncaya kadar kâfi derecede şüphelendi. Erzurum’da, artık vazifesine nihayet vermek zamanı gelmişti. Onu yapmaya çalıştılar.

Şark’ta Erzurum’da özel bir istidat vardı mukavemet için. Ermeni istilâsından korkuyorlardı. Ermeni devleti ve Ermeni hâdiseleri, eşrafı ve ağaları dahil olmak üzere Şark ahalisini can korkusuna düşürmüştü. Binaenaleyh burada Ermeni hükûmeti teşkil olunacaktır. Bu ihtimal belirince herkes, mabadını düşünmeden mukavemete kendini mecbur hissediyordu. Bu kolaylık vardı. Orada kıymetli bir kumandan vardı. Oraya gittiler. Temas etti. Nihayet Atatürk’ü, orada [halkı] tahrik ediyor diye müfettişlikten azlettiler. Sivil olarak tekrar vazifesine başladı.

Atatürk, Erzurum ve Sivas Kongreleri’ni yaptı. Ondan sonra, O’nunla gö-rüşmek için Başvekil Salih Paşa, Anadolu’ya gitti. Hükûmeti, Meclisi toplamaya ikna etti. Meclis toplandı. Bütün bu müddet esnasında bir taraftan İzmir’de –Fransızlar’la devam ediyor Şark’ta, Ermenistan tehlikesi var orada– bütün bunlar, mukavemet fikrine meyleden şartlar içindeydiler.

30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesi’nin getirdiği yeni hayat tarzı: Mütareke hayatı esasen başka maksatla başlamıştır. Mütareke bir fırsat olmuştur. Bunu başlıca idare eden, İngilizlerdir. İngilizler, gerek harpte gördükleri mukavemetten, gerek öteden beri tâkip ettikleri politikadan, hulâsa –Osmanlı İmparatorluğu’nun kendi ölçülerine göre– bir taksim tarzını tâkip ediyorlardı. Galip tarafta bulunan müttefikler, bundan hisse almağa çalışıyorlar. Meclis ve İstanbul Hükûmeti tabiî olarak devam ediyor ve halk mukavemet eder vaziyette.

İzmir’den sonra 16 Mart 1920’de İstanbul işgal olundu. Meclis dağılıp gittikten sonra Atatürk’ün ilk işi, Büyük Millet Meclisi’ni toplamak, davet etmek olmuştur. Ankara’daki Meclis, İstanbul’daki Meclisin bir devamı olacak. İstanbul’dan gelen mebuslar arasında bu fikirde olanlar var. Bilhassa reisin bu fikirde olduğu zannolunuyordu. Ben onunla beraber İstanbul’dan çıkmış, buraya [Ankara’ya] gelmiştim. Söylemedim ama, meclisteki ilk görüşü şu: İstanbul’da meclis dağıldı. O dağılan meclis [Ankara’da] toplanıyor, onun devamıdır. O usul devam edecek ve kendisi de reis olarak devam edecek… Öyle zannediyor.

Atatürk büsbütün başka bir şey düşünüyor: İstanbul hükûmetleri vaziyeti kavramamışlardır. Ya hiç böyle bir tehlike görmüyorlar, Hürriyet ve İtilâf’ın bir kanadı gibi, ya da güya hükümdarın, Kırım seferinin yapıldığı tarihte İngiliz hanedanıyla Türk hanedanının yan yana, bir müttefike karşı, düşmana karşı muharebe etmesi hatırası vardır, bu hatırayı öne sürecekler, bu hatıranın sıcaklığıyla İngilizler’le dostluk kuracaklar. Teslimiyet politikasını bilerek tatbik edenlerin mantığı bu. İyi niyetli olanlar, buna ihtimal vermeyenler, başka bir çare yoktur diye düşünüyorlar. Mukavemet fikrinde olanlar, darbeyi yemiş olan insanların kendiliğinden silâha sarılıp ayaklanması, bununla mukavemet [görüşündedirler]. [Bu,] dağınık, ondan sonra da vasıtasız bir orduyla olamaz görüşündedirler. [Ancak] bu, muntazam bir ordu haline gelerek, muntazam bir devletle olur. Bir defa Büyük Millet Meclisi idaresi ayrı bir devlet halinde kurulursa, ondan sonra ihtiyaçlara göre her mesele halledilmeğe çalışılır.

Ben, İstanbul işgalinden evvel geldim. Atatürk’ün Ankara’ya geldiği zaman, gelmiştim buraya gene. Atatürk’ün yanında bulundum iki ay kadar, burada çalıştım. Sonra, Fevzi Paşa Harbiye Nazırı idi, emir verdi, Atatürk’le konuştum.

“İstanbul’a git, ilk ihtiyaçta çağırırım ben” dedi.

İstanbul’da vazifelerim vardı: İstihzârat-ı Sulhiye Komisyonu falan. Bunların hepsinde sulh müzakeresi olacak. Hazırlanmak lâzımdır. Beni de verdiler bir komisyona. Hazırlık yapıyorum, çalışıyorum, Hariciye’de. İstanbul işgal olun-duktan sonra Büyük Millet Meclisi’ni davet etti. Ankara’ya 8 Nisan’da falan geldim. Büyük Millet Meclisi 15-23 Nisan’a toplanacaktı. Büyük Millet Meclisi toplanmak üzere. Atatürk beni yanına aldı. Ziraat Mektebi’ndeki karargâhında çalışmaya başladım.

Büyük Millet Meclisi açıldığı zaman memlekette Büyük Millet Meclisi hareketine, Anadolu’da bir hükûmet teşkiline karşı her tarafta isyan tohumları vardı. Bir türlü tükenmez! Meclis açılıncaya kadar iç isyanlarla uğraşmaya başladık. Bilhassa ortadan [İç Anadolu’dan] garba doğru en çok. Şayanı hayret bir surette, iç isyanların tertibi, sloganı ve işlemesi vardı. Bir yerde kalkarlar:

“Padişahı istiyoruz! Sevmiyoruz Büyük Millet Meclisi’ni.. Kimdir onlar?” [diye] mukavemet ederler, yol keserler, taarruz ederler. Ne bulursak, elimizde ne varsa göndeririz.

Ben, ilk Millet Meclisi hükûmetinde Erkânı Harbiye Reisi seçildim. Hareket derler, göndeririz. Bir tabur gönderirim bir yere. Kumandanı çağırırım, talimat veririm:

“Gideceksin, adamlar geleceklerdir, dinden imandan bahsedecekler, ondan sonra padişahın fermanından bahsedecekler. Padişahla işimiz yok, Büyük Millet Meclisiyle var. Millet, iradesini eline aldı. Memleketimizi kurtaracağız! Bunu yapacaksın…!

Emir verdiğim, talimat verdiğim binbaşı veya yarbay:

“Baş üstüne efendim” der.

“İşin bitti mi?” derim.

“Bitti.”

“Sen bütün bu söylediklerimi yapmayacaksın” derdim, “Ben seni görüyorum, niçin yapmayacağını..”

“Yapacağım efendim.”

“A, bak! Niçin yapmayacağını söyleyeyim sana. Şimdi sen oraya gide-ceksin, köylü kâmilen sana karşı çıkacak, tekbirler getirecek, başımız üstünde yeri var diyecek, nedir isteğiniz diyecek.. Tabiî, tabiîbb Evet, evet.. diyecek. Ondan sonra, bizim de başka istediğimiz bir şey yok diyecekler. Senin taburun kaç kişi? 350 kişi. 350 kişiyi dağıtacaklar. Silâhlarıyla misafir edecekler ve bir gece basacaklar, hepinizin silâhlarını alacaklar. Seni ne yapacaklar bilmem.. Ama sen buraya geleceksin, ceza göreceksin.”

“Yapmam efendim, olur mu, biz aldanır mıyız?”

“Kulağında kalsın, sen bunu yapacaksın!”

Yani, bunu söyleyip isyanı bastırmak üzere gönderirim. Üç gün sonra kuman-dan bey, binbaşı Bey bana yalnız başına gelir. Boynu bükük.

“Nasıl oldu efendim?”

“Dediğiniz gibi oldu.”

“E, söyledim sana, çaresini de söyledim. Gelecekler, söyleyecekler, tamam..”

“Biz taburu bir yere yaymadık. Burada başında bulunur, dışarıda ordugâh kurarız, yaparız..”

“Hükûmetin, Meclisin istediğini yapın, tedbir bundan ibaret. Bırakıp kumandayı, askerî evlerde zehirlenmeye serbest bıraktın mı, netice bu olur!”

Yani, böyle kaybetmiş.

Çetecilikten gelen insanların iç isyanların bastırılmasında mühim bir rüçhanı vardı. Mühim rüçhan şuradan geliyor: Çerkez Reşit Bey’e (Çerkez Ethem’in ağabeysidir) sormuştum:

“Ben asker gönderiyorum; avutuyorlar, aldatıyorlar, dağıtıyorlar. Siz çeteyle gidiyorsunuz bir yere, 300 kişi gitmişseniz, 350 kişi olup çıkıyorsunuz. Nasıl şey bu? Bulunduğunuz yerden 50 kişi daha kuvvet alarak çıkıyorsunuz, daha kuvvetli olarak.. Bu nasıl oluyor?”

“A, kolayı var,” dedi, “bir yere gittik mi, orada intikam güden adamlar var-dır, onları buluruz biz. Onlara suç işletiriz. Suç işlemiştir veya suç işletecektir. Onları sadık adam olarak alırız. Bizim adamımız olur artık.”

Böyle anlatır. Demirci Efeler, yok Çakırcalılar vs. yanlarında sadık adam buluyorlar. Sadık adamlar olarak, gayet disiplinli çalıştırılabiliyor şekavette. Suç ortağı oluyor evvelâ. Çetesiyle suç ortağı oluyor. O da, bir taraftan suç ortağı olduktan sonra emniyete giriyorlar.

Şimdi, ordu zayıflamış bir halde. Niçin zayıflamış bir halde? Zayiat vermiş, kadrolar düşmüş, harbin sonuna doğru firarlar çoğalmış, kalmamış yani, muharebede erimişiz biz. Ordu, her yerde kadro halinde, asker topluyoruz. Asker, seferberlik ilân edemiyor. Millî mücadelede devlet, yani Büyük Millet Meclisi hükûmeti seferberlik ilân edemiyor bu muharebeyi yaparken. Edemiyor, çünkü Cihan Harbinde, geri hizmetlerde ve seferberlik hizmetlerinde çok dedikodu olmuş, çok canları yanmış, ödü kopuyor herkesin. Muharebe esnasındaki menzil hatları ve menzil hayatı kurulacaktı, onun için seferberlik yapamıyoruz. Büyük Millet Meclisi hükûmeti kurulduktan sonra da Yunan taarruzlarına karşı ta Sakarya’ya kadar davranamayışımızın sebebi budur. Seferberlik ilân edemiyoruz. Seferberlik ilân edemeyip zayıf kadroyla kalınca nüfusumuzdan ve halkımızdan istifade edemiyoruz, gönüllülerden istifade ediyoruz. Gönüllü, bir muntazam harbin cefasına dayanamıyor. Akşama kadar muharebe ediyor, gayet hamiyetli adamdır, gece yarısı evine gidecek, gidiyor. Karşısındaki muntazam ordu şafakla beraber taarruz ediyor. Kimse yok..

Bu konu, isyanlardan çıktı. İç isyanlar son derece yıpratıyor. Meclis top-landı. Hükûmeti Meclis idare eder doğrudan doğruya. Yeni usulle çıktı Atatürk: “Hâkimiyet kayıtsız, şartsız milletindir!” Binaenaleyh Meclis idare eder doğrudan doğruya, hükûmete azayı birer birer Meclis seçiyor. Meclisin vekili olarak icra yapıyorlar hepsi. Bu tarzda memleket idare olunuyor. İç isyanlardan son derece yıpranıyorduk.

Meclis toplandıktan sonra beni Genelkurmay Başkanı seçtiler. Genelkurmay başkanı olarak hükûmete girdim. Bu iç isyanlar, muharebe, orduyu sevkı idare benim vazifem. Muntazam ordu yok, seferberlik yapamaz. Vasıtalar yok. Orduyu idare edeceksin. Memleket ateş içinde. İç isyanlar takibat ister ve karşımızda muntazam ordu var, muntazam ordulara mukavemet için [ancak] gönüllüler var.

Ben, ileride bulunan kumandanların en genciydim. Hepsi iyi telâkki ettiler. Rütbeleri de yüksekti benden, yaşları da. Sınıfta da daha ileriydiler. Askerlikte kıdem, esaslı bir imtiyazdır. Onu tayin ediyorlar. Kolaylıkla kabul ettiler beni. Şöyle diyen var, böyle diyen var. Hiç hayale düşmedim ben, hiç! Hepsi değerli insanlardı.

Büyük Millet Meclisi Genelkurmay Başkanlığı’nın, ben Genelkurmay başkanı olduğum zaman heves edilecek hiçbir yeri yoktu, hiçbir vasıtası yoktu. [Ama] her türlü ihtiyaç var idi.

Biz, Ziraat Mektebi’nde oturuyorduk. Ankara’da, Meclis açılıncaya kadar, on beş gün zarfında her akşam bahçelerden, bağlardan, dağlardan silâh sesleri işitilirdi. Oradaki Ziraat Mektebi’ne mi atıyorlar, başkasına mı atıyorlar, böyle bir şey..

İlk günden itibaren Atatürk’ün dâvasına inanmış olup kendisiyle işbirliği yapan kumandanların her biri, kumanda ettikleri kıtanın başında bulunmakla, hem şahısları, hem hizmetleri bakımından daha verimli, daha emniyetli durumdaydılar. Herkes kumandasını, emniyetini bırakıp da nazarî olarak, elinde hiçbir vasıtası olmayan ricacı bir adamın vaziyetine girmeği istemez. Onun verdiği kolaylıkla, Miralay İsmet Bey’in Genelkurmay Başkanı olmasını tabiî buldular, zannederim. Yani, kendilerinin bana gösterdikleri hüsnü muameleyi ve hüsnü kabulü hiçbir zaman değersiz bulmadım, fakat sonradan vaziyetler düzeldikçe, işlendikçe, Genelkurmay Başkanlığı da heves edilir bir mevki ha-line geldi. O zaman daha ziyade cephe kumandanı olarak vazife gördüm.

Hulâsa, kolaylıkla Genelkurmay Başkanı seçildim. Atatürk söylemişti, on-dan sonra vazife yaptık. İlk uğraştığım şey, iç isyanlardı. İç isyanlarda orduyla çetelerden gelenlerin farkını size söyledim. Ordu daima zayıf kalıyor, daima aldatılabiliyordu, ufak kıtalar azaltılabiliyordu. Ama çeteciler, esasında vesve-seli insanlar. Gittikleri yerlerde hiç kimseye emniyetleri yok. Tedip etmek iste-dikleri insanlara karşı ellerinde silâhları var, kuvvet getirirler. Bu farkı göster-mek için söyledim.

Sonra Yunanlılar’la taarruz. 1920’de Büyük Millet Meclisi açıldı. İç isyanlar-la uğraştık. O sene yapılan işler: Bir defa Sevr Muahedesi 1920 senesinde kabul olundu. Türkiye için Sevr Muahedesi’ni hazırlamış olanlar, Sevr Muahedesi’ni 1920’de tebliğ ettiler. Hükümdar, “Saltanat Şûrası” diye bir şûra topladı İstan-bul’da. Bu şûra, Sevr Muahedesi’ni kabul etti.

Büyük Millet Meclisi 23 Nisan’da toplandı, hükûmeti teşkil etti. Ondan sonra da memleketi idareye başladı. Başlıca uğraştığımız büyük konular, iç isyanlar. Dikkate değer ve son derece zalimane bir güçlük karşısındayız. İç isyanlar olur, ister istemez kuvvetler buralara ayrılır, gönderilir. Düşman, karşısından ayırdığımız kuvvetlerden istifade eder, ilerler. Bu suretle bilhassa Garp Cephesi’nde Yunanlılar ve iç isyanlar… Yunan taarruzu durur, isyan tedbiri yapılırken Yunan taarruz eder, onun karşısına kuvvet yetiştirdiğiniz zaman tekrar isyan başlar. Birbirleriyle kolaylıkla ve muntazam bir surette iç irtibatı yapma manzarası vardır. Kumandan bir kişi, bir taraf. Bu, galip devletlerin kumandası. Böyle almak lâzımdır. Bu kadar intizam… “Milne Hattı” diye, Yunanlılar’a bir hat göstermişlerdi. O hat’ta kalıyorlar ve ilerlemiyorlardı. Onun karşısında toplanıyoruz, Kuvayı Milliye’yle müdafaa ediyoruz. Fakat tekrar taarruza başlıyorlar. Bizim Büyük Millet Meclisi hükûmeti böyle müdafaa ediyor, iç isyanlarla uğraşıyor. Bu toplanıp bir gün galebe eder. Kendileri muntazam ordu göndermeyince, Türkiye’yi yenebilmek imkânları dahilinde olmayan ufak devletlerin gayretleriyle, Türkiye’yi amana getirmek mümkün olmayacaktır. Bu mülâhazayı niçin dikkate almazlar? Bunun cevabını ne olarak söylüyorum? Yakından, içinden gördükleri padişahla beraber, millî kıyama karşı, Sevr Muahedesine karşı uğraşma hareketlerini iç isyanlarla kolaylaştırıyorlar. Bunun kesin netice vereceğinden asla ümitsiz değillerdi. Hata bundan geliyor. Kesin neticeyi aldığımız zaman Churchill: “Suratımıza hacâlet şamarı yedik!” diyordu.

Yunanlılar’a, Lozan’da: “Ne istiyorsunuz?” dendiği zaman (Lozan başladığı zaman anlatacağım), Yunan Murahhası Venizelos:

“Sevr Muahedesi’nde ne almışsak onların hepsini istiyorum.” diyordu. Kendi-sine, İngiliz Hariciye Nazırı, Fransız Başvekili:

“Canım, ayrı bir muharebe oldu, o muharebeyi kaybettiniz” dediler.

Bunun üzerine Yunan murahhası:

“O ayrı muharebeyi siz rica ettiniz, bu muharebeye katıldım. Sizinle mütte-fik olarak katıldım. Müttefiklerin hepsi ya kazandılar, ya kaybettiler. Onun içinde birisi kaybetti olur mu?” diyorlardı bununla tutunmağa çalışıyorlardı. De-mek isteğim ayrıdır.

1920’de iç isyanlarla mücadele ettik ve 1920’de olan işler bunlar. Sevr Muahedesi’ni evvelâ bir “Saltanat Şûrası”na kabul ettirdiler. Topçu Feriki Rıza Paşa merhumun, bir kişinin mukavemetiyle, reddiyle olmuş. Ondan sonra imza ettiler. Devletin kabul ettiği bu muahedeye karşı biz, Anadolu’da isyan etmiş vaziyetine giriyoruz. Şeyhülislâm ona göre fetva verebiliyor, her şey yapılıyor.

1920’de Ermenistan seferi oldu Şark’ta. Bu ordu biraz asker toplayabildi, muntazam ordu oldu. Şark cephesine hareket ettik ve Ermeniler’i mağlup etti, Sarıkamış’tan çıkardı, Kars’tan çıkardı. Gümrü’ye kadar gitti ve orada Ermeniler’le muahede yaptı. Ayrı bir devlet olarak Ermenistan’ı işgal edebilecekti, fakat bu esnada muharebe ettiğimiz Ermenistan devleti, komünist camiasına iltihak etti. Birleşik Sovyet Cumhuriyetlerinden biri oldu ve Rusya ile tabiî sulh havası içinde bulunurken, Ermenistan’la da sulh yapmış olduk. Bundan sonra Şark muharebeleri, yani Fransızlar’ın işgal ettikleri yerlerdeki muharebeler devam etti. Garpte Birinci İnönü Muharebesi oldu. Taarruzlardan sonra Büyük Millet Meclisi’nin muntazam ordu kurarak yaptığı muharebe, Birinci İnönü Muharebesi’dir. Bu muharebe çok güç şartlar içinde oldu. Az kuvvetle düşman karşılanabildi. Düşman Bursa’dan hareket etmişti. Büyük zaafımız, Çerkez Ethem isyanı aynı zamanda olmuştu. Birinci İnönü’nde evvelâ Çerkez Ethem, Kütahya üzerine çetesiyle beraber taarruz ederken biz de kuvvet göndermiştik, bizzat Çerkez Ethem’i tâkip ediyorduk. Ciddî bir muharebe kabul etmeden mütemadiyen çekiliyordu. Bu esnada Bursa cephesinde kıpırdama ve hareket emareleri görüldü.

Bir akşam, cepheden rapor aldım, baktım. Tam tertibi yapılmıştır. İki cephede az kuvvete karşı muharebe edecekler ve işbirliği var aralarında. Derhal şüphe ettim. O gece, geri Eskişehir cephesine, İnönü mevzilerine hareket etmek için emir verdim. Gece sabaha kadar yürüdüler. Zaten uzun yürümüşlerdi. Geldik. Kısa bir mesafe olduğu halde, yetiştirebildiğimiz trene bindiriyorduk. Asker güç halle trene binebiliyordu. Yorgunluktan kıpırdayacak hali yoktu. İki saat uyuduktan sonra askeri trenden indiriyor, muharebe meydanına sevk ediyorduk. Düşman da, 15.000 kişi kadar silâh kuvvetiyle İnönü’ne doğru geliyordu. Bizim toplayabildiğimiz kuvvet nihayet 6.000 tüfekten ibaretti. Bununla iki üç gün muharebe ettik. Düşman çekildi. Ben zannederim ki, Çerkez Ethem’le beraber hareket ettikleri halde, kendisinin de bir oyuna gelmesi ihtimalînden şüphe etti.

Garp cephesinde iki başkumandanla karşı karşıya bulundum. Birisi, bu ilk başladığım İnönü Muharebelerini yaptığım kumandandır. General Papulas, askerine sahip, kıtasına sahip iyi bir kumandandı. Yalnız bir kıta içinde bir sefer yaptığını daima zihninde tutardı. Çevrilecek, bir kazaya uğrayacak, bir tehlikeye uğrayacak diye ödü kopardı. Bir gün, iki gün muharebe ettikten sonra sinirleri boşanırdı.

Birinci İnönü Muharebesi 10 Ocak 1921’de oldu. Muharebeyi kazandık. Memlekette büyük sevinç yarattı. Garp Cephesi’nde Yunanlılar’a karşı daima güç vaziyette kalmıştık, neticeler alamamıştık. Ermenistan seferi ümit verdi, sevindirdi memleketi. Ondan sonra İnönü muharebeleri.. Düşman ilk defa ricat ediyor, taarruz ettiği yerlerden çekiliyor. Bu tarzda psikolojik tesiri vardı. İkinci İnönü Muharebesi bir ay sonra, 1 Nisan’da oldu bitti. 10 Temmuz 1921’de Yunanlılar, Eskişehir-Afyon hattına taarruz ettiler. Her muharebeden sonra yenisi gelecektir diye, ne mümkünse onu hazırlamağa çalışıyorduk.

Daha Birinci İnönü Muharebesi kazanılır kazanılmaz Londra’da konferans yapıldı. İstanbul hükûmetini çağırdılar. Bize İstanbul’dan haber verdiler. Biz, başlıca salâhiyet sahibi olduğumuzu iddia ediyorduk. Konferansa biz ayrı gittik, İstanbul ayrı gitti. Konferansta Tevfik Paşa, İstanbul murahhas heyetinin başkanı idi. O, muharebeden, ordudan bahsedilmeğe başlandığı zaman:

“Ordu cevap verecektir, Anadolu cevap verecektir” demişti. Çok makbule geçen bir dürüstlük göstermişti. Bununla, Büyük Millet Meclisi hükûmeti bir enternasyonal konferansta tanınmış oldu.

Bundan sonra büyük Yunan taarruzu oldu. Eskişehir-Afyon hareketine karşı, büyük Yunan taarruzuna karar verildi. Seferberlik ilân ettiler. Orada, kanlı bir surette, geniş bir cephede muharebe oldu. Daima yarı kuvvet silâh vasıtalarıyla, makineli tüfek itibarıyla yarı bile değil, yarıdan bile az bir kuvvetle muharebe ediyoruz. [Silâhları] teslim etmişiz mütarekeyle, buldukları yerde almışlar. Ellerine geçmeyenleri kullanıyoruz. Rusya’dan daha bir yardım görmüyoruz. Hattâ, heyet gönderdik, ne kadar zamanda Rusya’ya varacağını, görüşeceğimizi, onu da bilmiyorduk.

Yunanlılar, Eskişehir-Afyon hattına taarruz ettiler. Oradan ricata mecbur olduk. Oradan ricat ettik, Sakarya’ya geldik. Aynı sene sıcağı sıcağına, Temmuz’da, Eskişehir hattına da taarruz ettiler. Ağustos’ta Sakarya Muharebesi verdik. Kıyamet koptu Sakarya Muharebesi’nde.

Ondan evvel bütün propagandalar İstanbul tarafından benim üzerimdeydi. Ben mâni oluyorum derlerdi. Bir Fransız kıtası Zonguldak’taydı. Oradan bir zabit, Ankara hükûmetiyle görüşmek üzere izin istedi. Buyursun dedik, buraya geldi, üç dört günde geldi. Üç dört gün sonra da gitti. Gözleri parladı. Harpten kurtulacak, bir anlaşma sağlayacak vasıta arıyorlar. Temas başladı zannolundu. Adam geldi, ben konuştum kendisiyle:

“Buyurun, beklerim sizi, teklifiniz nedir, arzunuz nedir?”

“Hayır, dedi, ne istiyorsunuz diye onu öğrenmeğe geldim” dedi.

“Nasıl şey, yani ne istiyoruz?.. Burada devlet teşkil ettik. Büyük Millet Meclisi ilân etti: Toprağımız işgal olunmuştur, tehlike karşısındayız. Zulüm gördük; hayatımızı, istiklâlimizi istiyoruz!” dedim.

“Bilmiyordum, bunu öğrenmeğe geldim” dedi.

Adam İnebolu’dan çıktı, Ankara’ya gelinceye kadar nerede kalmışsa, her köyde: “Merak etmeyin, hallolunacak, Ankara’ya görüşmeye gidiyorum. Ne mesele varsa çözülecek.” Bunu söyleyerek geldi; burada benimle bir saat görüştükten sonra geri döndü, tekrar işine gitti. “Gittim, sulh olsun falan.. Ne kadar arzu gösterdi isem dinlemediler. İsmet Bey diye birisi var orda, tekrar elim boş dönüyorum” [demiş]. Kimdir böyle diyen? Nasıl? Böyle işliyorlar! Sonra Fransız gazeteleri de yazdılar: Görüşmek üzere gitmişler, halletmek için çalışmışlar, İsmet Bey isminde birisi varmış, o mâni olmuş görüşmelerine..

Eskişehir taarruzundan sonra Yunanlılar Sakarya’ya geldiler. Biliyorsunuz, 22 gün gece-gündüz muharebe olmuştur, meclis kıyametler koparmıştır. Sakarya’da Yunanlılar bizi cenuptan çevirerek Ankara ile irtibatımızı kesecek surette hareket ettiler. 22 gün gece–gündüz muharebe ettikten sonra ricat etmeğe mecbur oldular, Eskişehir-Afyon hattına çekildiler ve orada beklediler. Onları tâkip ettik, biz de orada kaldık. Büyük bir netice almıştık. Muntazam ordunun taarruzuna karşı biz, muntazam ordu ile müdafaa etmek vaziyetindeydik. Evvelâ bu lüzumu anlamıştık. Memleketçe, milletçe bu lüzumu kabul etmiştik. Ondan sonra da bu lüzumu tahakkuk ettirmekte muvaffak olmuştuk. Elimizde bulunan vasıtaları muntazam bir surette teşkilâtlandırarak tecrübeli kumandanlarla iyi bir müdafaa yapmaya imkân verdik. O zaman memleketimizin genişliğinden, büyüklüğünden istifade ediyoruz. Eş kuvvetler olmasa da, kendi potansiyel kuvvetlerimizle, Yunanlılar gibi, Ermeniler gibi kuvvetlerin başa çıkamayacağı bir güçteyiz. Bunu ispat etmiş olduk. Bundan sonra 1921 vakaları bu tarzda geçti.

Sakarya muharebesinin geniş neticeleri oldu. Tam bir itimat geldi, tam bir hükûmet teessüs etti. Her tarafta bu hükûmetin emirleri tamamıyla caridir. Ondan sonra vicdan–i ammede İstanbul hükûmeti, padişah idaresi mahkûm oldu.

Ondan sonra üçüncü kısım geliyor. Düşman sözle, mukaveleyle hattından çıkmaz, zorla çıkar. Nasıl çıkacak? Harp sanatı araya girdi. Bana sormuşlardı mütareke esnasında:

“Yunan ordusunun başlıca eksiği neydi, ne buldun sen?” dediler, “Neden mağlup oldu?”

“İyi muharebe ediyor dedim; Yunan ordusu, harb-i umumî görmemiş de-dim, yani Birinci Cihan Harbi görmemiş Yunan ordusu. Onun için bilmiyor. Büyük tertiplerde –kumandanlık, sevki idare– tecrübesi yok” dedim.

Bir sene hazırlık yaptık taarruz için. Şimdi bakın, ben nasıl harp ettim? Meselâ, ağır top kullanabilirsem.. Yunanlılar ağır top kullanmadılar. Seyyar bulunuyorlar ve muharebe tecrübeleri de kâfi değil. Ağır top taşıyamadılar, kullanamadılar. Ağır topun lüzumunu bilseler, kullanacak yeri anlasalar, onu bulmak için paraları mı yok, müttefikleri mi yok, fabrikaları mı yok? Hepsi var. Sırf taşımağa korkuyor, ihtiyacı görmüyor! Bizim elimizde 8-10 tane ağır top (15’lik obüsler) vardı. İlk işimiz, o bunalım içinde, bu topları tamir etmek oldu. Kamaları alınmış, şurasını burasını bozabildikleri kadar bozmuşlar. Anadolu’da bizim şimendifer atölyelerinde, demirci dükkânlarında bu 8-10 topu işler hale getirdik. Bu 8–10 topu muharebede lâzım olan yerlerde kullandığımız zaman gözleri fal taşı gibi açıldı. Nasıl şey bu! Zannediyorlardı ki Ruslardan, Fransızlardan ağır toplar aldık. Almadık! Eski, mütarekeyle [düşmanlara] teslim ettiğimiz yalnız kaba gövdeleri olan ağır topları tamir ettik iptidaî vasıtalarla.

Birinci İnönü Muharebesindeki silâh mevcudu 6.000 tahmin olunur bizim tarafımızda. Yunanlılar 15.000 kişi olarak taarruz etmişler Birinci İnönü’nde İnönü mevzilerine. İkinci İnönü Muharebesinde onlar 30.000 olmuşlardır. Biz nihayet 15.000’e çıkabilmişizdir. Eskişehir taarruzunda Yunanlılar üstün gelmişlerdir. Az bir müddette bir şey alamamışızdır. Sakarya’da yine aramızdaki kuvvet farkı pek çoktur.

Bir sene taarruz için hazırlandık, askerin talim-terbiyesi için uğraştık. Muntazam ordu olmak hareketi içindeyiz. Bildiğimiz, anladığımız gibi, istediğimiz gibi orduyu hem kurduk, hem yetiştirdik. Asıl yetişmeğe amil olan unsur, psikolojik emniyet gelmesidir. Anlaşıldı ki fazla kuvvet gönderemiyorlar. Biz bunları yeneriz. Bu emniyeti bir defa verdikten sonra, kabul ettikten sonra çaresini buluyorum. Yenilme yok! Nerede kaybedersem mutlaka sebebini buluyorum: Kaybetmeyeceğim ben! Niçin kaybediyorum? Ama bir derdimiz var. Birinci Cihan Harbi başka bir şey ispat etmiştir: Sahrada kesin netice alınmıyor. Mevzi harpleri çok tesirli olmuştur. Muharebe ediyor; çekildiği zaman 24 saat, 48 saat nefes alırsa, silâhlar onu tekrar ciddî bir düşman olarak meydana çıkarıyor. Bu sayede, mevzi harplerinin kuvveti sayesinde harpler devam etti. Cihan harpleri bu yüzden sürekli oldu. Bizde bu bir sene zarfında ordular mesafeli kalır. Arada büyük mesafe açıklığı vardır. Sulh vaktinde olduğu gibi ileri karakollarla idare edilen [muharebeler] ayrılır. Yeniden sahra harbi başlar. Taarruz edeceğiz, mağlup edeceğiz düşmanı, oradan çekilecek, 24 saatte 40 kilometre çekildi mi, onu oradan atmak için tekrar bir sene uğraşmam lâzım. Niçin? Bir defa, hemen tâkip edecek vasıtam yok, otomobillerim yok! Ne götüreceksem oraya, nereye gideceksem, elle gidecek, arabayla gidecek, atla gidecek… Nakil vasıtası yok! Hulâsa, mevzi harbine dökmeden, kesin neticeyi almak lâzım. Nasıl olacak bu? Kesin muharebeyi verelim ve oradan, sonra tâkip edelim. Büyük bir süvari [birliği] yaptık. Çok masraflıdır. İptidaî vesaitli bir süvari fırkası meydana getirdik. Üç fırkalık bir kuvvet, 5-6 bin at. Mağlup olmuş bir düşmanın peşine düşerlerse son derece tesirli olacaklardır. Tekrar toplanamazlar, barındırmazlar. Muharebenin icra tarzında kesin netice almayı sağlayacak çareler ve harp usulleri kullandık, muvaffak olduk. Müsavi kuvvet var, ordu var. Biz, bu üç gruptan birini, büyük çoğunlukla, kıyasıya tâkip etmek isteriz. Bir defa bunun birini tahrip edebildik mi, sonra biz mevcut olarak ona, üçte bir olarak yaklaşmış olacağız. Onu yeneriz. Aldığımız tertipte birini değil, iki grubu (Afyon cephesindeki kuvvetle, onun arasında bulunan kuvveti –Yunan kolorduları bizden daha kuvvetliydi sayı olarak–) bu iki ordudan mürekkep grubu, takriben müsavi bir kuvvetle biz, her taraftan ve Eskişehir’den tasarruf ederek orada topladık. Taarruz ettik, düşman, sonuna kadar bizim taarruzumuzu kabul etti, çırpındı, yenmeğe çalıştı. Nihayet kumandanla beraber hepsi esir oldu. Düşmanın iki parçası mahvolmuştu. Yalnız Eskişehir’deki kuvvet kalmıştı. Eskişehir’deki hakikî kuvvet karşısında üçte bir kuvvet kalmış. Aradaki kolorduyu işgal etmek için onun dörtte bir kuvvetini kullanmak kâfi geldi. Geride, bundan tasarruf ettiğimiz kuvvetlerin hepsini, onun üçte birini topladığımız zaman üstün geliyorduk. Sayı ve vasıta olarak takriben üstün olduktan sonra, dâva sahibi enerji olarak üstünlüğümüz vardı.

26 Ağustos’ta taarruz ettik, 30 Ağustos’ta o iki kolordunun kumandanını esir olarak aldım. Kolorduların kumandanlarına birer birer sordum:

“Niye Konya istikametine taarruz yapmadın?” dediğim zaman:

“Süvari geçti arkamıza, dedi, gidemiyorum bir yere..” dedi.

Trikopis’in kuvveti cenuptaydı. Bunları, şimdiki başvekile (tarihçi Markezinis gelmişti) de anlattım, hattâ Venizelos’a da [anlatmıştım].

“Niçin yalnız muharebe ettin?” dedim.

“Gelmedi” dedi.

“Niçin gelmedi?” dedim.

“Sorun ona” dedi.

“Niçin gitmedin, bu seni çağırdı da?”

General Diyenis:

“Ben bütün kuvvetlerimi kaybettim, dedi, nereye gideceğim? dedi, kendimi kurtarmağa çalışıyorum!”

Dörtte bir kuvveti onun karşısında bıraktık, bu kuvvet taarruz etti. Büyük taarruz etti. Büyük taarruzu yaptığımız zaman da, aynı günde o da taarruz etti. İleride bulunan zayıf, perde gibi hatların hepsini püskürttü attı. “Bütün mevzilerimi kaybettim” dediği odur. Adam bütün kuvvetiyle oraya geldi, kendisine taarruz eden dörtte bir, beşte bir kuvveti ricata mecbur etti, “Vazifeyi ifa ettim” dedi. Sonra anladık ki, asıl tehlike yanındaymış. Oraya parça parça geldi. Yanına geldiği kuvvet ezilmişti. Onunla beraber, hulâsa 26 Ağustos’la 30 Ağustos arasında bütün Yunan ordusunun üçte ikisi harpten hariç kaldı. Ondan sonra İzmir’e girdik. Ben hesap ediyordum zihnimden: Nasıl yapabilirler? Bizim bu tertip muvaffak olursa, aşağıda, Afyon cephesinde mağlup olan kuvvetlerin hepsini Eskişehir’e çekerler ve İzmir’i, yakın bir cepheden, yeni kuvvetlerle, Yunanistan’dan getirecekleri kuvvetlerle tutarlar. Eskişehir’de zamanla çok kuvvetli olursa, ister istemez ayırmaya mecbur oluruz. İzmir’de zaten kendisini müdafaa edecek bir kuvvet yetiştirilmiş olur. Yapabilirler, [ama] öyle yapmadılar. Sordum:

“Niçin Eskişehir üzerine çekilmedin?”

“Emir aldım, İzmir’e gideceğim” dedi.

“İzmir’e nasıl gideceksin? İşte gidemedin” dedim.

“Emir aldım..” dedi kumandan.

Harp böyle bitti. Şimdi nasıl olacak? Biz İzmir’e gittik. İzmir’e varır varmaz yangın çıkardılar. Ondan sonra İngiliz donanmasından bir zabit geldi. Atatürk’e:

“Siz İngiltere’yle harp halinde misiniz? Yazılı cevap verin.”

Cevap verdik:

“Biz, İngiltere’yle harp halinde değiliz!”

İngiltere’yle sulh yapmamışızdır. Aramızda sulh yoktur. Onu tâkip ediyoruz. Ondan sonra yapmadılar. Çünkü taarruzdan sonra politik bakımdan İngiltere, Lloyd George, Churchill büyük hiddet gösterdiler. Dominyonlara müracaat ettiler. Dominyonlardan bazıları:

“Mecbur olursak, çağırırsa ana vatan, gideriz” dediler.

Bir kısmı, Kanada gibi meselâ, açıktan:

“Nereye gideceğim? Niçin gideceğim?” dedi.

Hulâsa münakaşa başladı ve hükûmet düştü. Yeniden gelen hükûmet:

“Türkler sulh yapmak ister mi?” Bunu [soruşturdu].

Bundan sonra Lozan başladı. Evvelâ mütareke yaptık. Bir hafta müzakere ettik. 11 Ekim’de mütarekeyi (Mudanya Mütarekesi) imza ettim. Mütarekeye Yunanlılar gelmedi, müttefikler geldi. Mütarekeyi onlarla yaptık.

Bırakırlarsa ne yapacağız? İzmir’e gittikten sonra bırakırlarsa olmaz. Mutla-ka bizimle sulh yapmak mecburî olsun. Buna çare arıyoruz. Tuttuk, asker olarak Boğazlara yürüdük. Büyük çoğunluk bizde. Sulh yapmak lâzım. İstanbul ve Çanakkale karşısında düşman kuvvetleri az. Silâh kullanmayacaklar bizimkiler, yürüyecekler ve gözlerinin önünde daima bir tehlike olarak belirecekler. Derhal mütareke ihtiyacı hissedildi, “Ne yapacağız” dediler. 30 Ağustos Başkumandanlık Meydan Muharebesi kazanıldıktan sonra Ankara’da hükûmete mütareke için müracaat edildi. Yunanlılar’ı bozmuşuz. Ordu daha henüz Afyon’un 30 km. garbinde. Mütareke yapacağız. Girmedik öyle şeye.. Yunan ordusunun evvelâ çıkması lâzım. Ondan sonra o kaldı. Tekrar Boğazlar üzerine hareket ettiğimiz zaman mütareke istediler. Ondan sonra, Lozan Sulh Konferansı 1922’de oldu.

Demek 23 Nisan 1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisi teşekkül etti. Taar-ruzlara uğradık. Zaten Mondros Mütarekesi’yle stratejik noktaları işgal edeceğiz bahanesiyle Adana ve Gaziantep’te Fransızlar cephe açmıştı. Karadeniz kenarında işgaller oldu. Ondan sonra İzmir’i işgal ettiler. Yunan ordusuyla neticeyi alacaklardı. Bunlar olmadı. Şimdi sulh müzakeresine gidiyoruz. “Müsavi şartlarla konuşacağız” dediler, müsavi şartlarla konuştuk. Venizelos [anlatmıştı] bana aramız çok iyi olduktan sonra:

“İki memleket arasında sulh yapmak esas politikadır, iyi politikadır.”

Venizelos hakikaten inanmıştı buna. Plânları neydi? “Geçti o plânlar” diyor. Müttefikler, Rusya ve diğer Garp devletleri Yunanlılar’ı himaye edecekler, Rumeli’den bizi çıkaracaklar gibi. Anadolu’ya da bir gün Yunanlılar hâkim olacaklar. “Megalo idea” dedikleri bu hayal, Yunanlılar’ın kafasında var.

Venizelos bir defa sulha nasıl başlamış? Venizelos, Lord Curzon’a gitmiş, demiş:

“Biz müttefiktik, kaybettim ben bu harbi. Bir ittifak heyetinde azadan birinin muharebe kaybetmesi var mıdır? İttifak heyetinde müttefiklerin hepsi kazanır veya kaybeder. Ben bir felâkete uğramışım, siz beni bu felâketle yalnız bırakıyorsunuz, olmaz bu! Sevr Muahedesini isterim.”

Lord Curzon:

“Canım, sen tecrübeli devlet adamısın, nasıl söylüyorsun bunu? Nasıl yapa-cağız biz bunu?”

Tehdit etmiş Venizelos, Lord Curzon’u:

“Ben isteyeceğim bunu konferanstan ve size alenen reddettireceğim. Dün-yaya göstereceğim ki, İngilizlerle ittifakın neticesi budur! Ben de size bunu yaparım!” demiş.

Lozan Konferansı başlamadan evvel oraya gittim. Kimse yok.. O da bir oyun gibi geldi bana. Halbuki İngilizler’in seçimi varmış, daha hükûmetin ne olacağı belli değil. O yüzden, seçimin sonunu bekliyorlar. Siyasî hayatta tecrübem, bilgim o kadar geniş olmadığı için oraya gittim. İngilizleri bulamayınca, “Yeniden bir oyun karşısındayız..” dedim.

Bu fasıladan istifade ederek Fransızlar beni davet ettiler. Eski Reisicumhur Mösyö Poincaré başvekil olmuştu, o davet etti. Gittim, konuştuk. Harbin başında, “Sulh olacak mı?” diyorum, “Olacak, sulh olacak..” diyor.

“Çıkacaksınız memleketten!” dedim.

O sordu:

“Sulh olacak, arazi meselesi var mı?” dedi müzakerede.

Fransızlar’la Ankara itilâfnamesini yapmıştık, Suriye’den ayağımızı çek-miştik. Onu tanıyor muyuz, tanımıyor muyuz; o, buna teşhis koymak istedi ve hakikaten Fransızlarla anlaşmıştık, istifade ettik onlardan. Böyle bir niyetimiz yoktu. Söyledim:

“Hayır, böyle bir niyetimiz yok, yaptığımız itilâfnameye riayet edeceğiz. Madem ki Araplar bizi istemediler, artık anavatanı muhafaza etmeğe, onun üze-rinde çalışmağa kararlıyız.”

“Güzel..” dedi.

“Ama bizim istediklerimiz var, dedim, meselâ azınlıkların memleket içinde imtiyaz sahibi gibi muamele görmelerini kabul etmeyiz. Başka memleketlerde azınlıklar ne muamele görüyorlarsa onu kabul ediyoruz, ederiz.”

Lord Curzon gelmişti, yakında onunla konuştum azınlık meselesi ne olacak diye. Lord Curzon:

“Azınlık kaldı mı ki, ne olacağı meselesi olsun?” dedi, “Çünkü Anadolu’daki Rumlar, muharebe sonunda çekilmişlerdi, Türkler’le kendiliğimizden mübadele yapmıştık. Öyle bir mesele yok ve dediğim doğru” dedi.

“Kapitülasyonları kabul etmeyiz” dedim.

“Canım, edersiniz, dedi, nesi var kapitülasyonların?”

“Nasıl nesi var?”

Bu bizim için esaslı meseleydi.

“İstiklâl Savaşı yaptık biz. Bizden ayrılıyor bir devlet. Daha yeni doğmuştur. Tam müstakil bir devletin bütün haklarını alıyor, gümrük hakkını alıyor, vatandaşlık hakkını alıyor, adalet hakkını alıyor.. Neden Türkler’e bunu böyle tanımıyorsunuz?”

“Bir çare buluruz” dedi.

“Çaresi yok bunun, ne çare bulacaksınız?”

“Canım, geçici bir şey, tekrar buluruz” dedi.

Hulâsa, ne söylersem olur, olur diyor, olmaz diyorum, olur diyor. Böyle ayrıl-dık.

Sonra, orada tanıştığımız Fransızlar var, onlarla görüştüm.

“Nasıl buldun?” dedi.

“Poincaré ile konuştum. Poincaré’yi kapitülasyonlar meselesinde musir gör-düm. O olmazsa hiçbir şey olmaz!” dedim.

“E, neye atfediyorsunuz?” dedi. Onu konuştuk.

“E, neye atfediyorum, kapitülasyonlardan vazgeçmiyor!”

“Bilmiyorlar, dedi, bizim devlet adamları, bu Anadolu harekâtı nedir, ba-şında bulunan adamlar nedir, bilmiyorlar, cahildirler, dedi. Zannediyorlar ki, orada hakikaten eşkıya dağa çıkmıştır ve muvaffak olmuştur.”

“Öyle değil” dedim.

“Bunu bilmiyorlar, dedi, ne yapacaksın sen? Kısa bir zamanda kapitülasyonlar vs. meselesi gelecek.”

“Olmuyor, dönüp gideceğim, dedim, başka çare arayacağız, buluruz, dedim, herhalde kabul etmeyeceğiz.” dedim ona.

“Sakın kısa zamanda bırakıp gitmeğe kalkma, dedi, adam bir şey için söyle-miyor, bilmiyor; cahil… Bu konferansı yıpratmak lâzımdır, dedi, ısrar edecek-sin, söyleye söyleye anlatacaksın..”* dedi.

Böyle kaldı. Ama bu, benim zihnimde bir yer yaptı. Çok sıkıştırdıkları zaman ilişkiyi koparmıyorum, fakat dâvada ısrar ediyorum. Askerî kuvveti, yani muharebe kuvvetini icbar etmek, iradesini kabul ettirmek… Bu şart olmazsa, iki memleketin, iki politika tarafının bir konu üzerinde anlaşması son derece güç. Nuh deyip peygamber demezler. Kendisi tasavvur ettiği şeyi istihsal etmeğe çalışır. Mutlaka onu kabul ettirecek, onunla muvazene temin edecek.. Bir karşı menfaat bulunmak lâzım: Ya, iki tarafın müsavi derecede istifade edeceği bir konudur, anlaşmak kolaydır, ya da böyle olmaz da bir pazarlık mevzuu olursa, o pazarlıktan netice almak son derece zor, son derece zor! Müsavi şartlarla konferansa başladık. Biz müsavi şartlarla diyoruz ama, o dört sene harp etti, bütün Arabistan’ı işgal etti, müsavi şartlarla demiyor, galebe ettim diyor. İçinde, mağlup olmuş Yunanistan.. O kendisi öyle anlıyor. Böyle olunca son derece güç, son derece güç! Ama onun vasıtaları da var.

Lozan Konferansı’nda arada (Şubat’ta) kopma oldu, ayrılma oldu. Meselâ, bahsettim; kapitülasyonların kalkmasını kabul etmiyorlar. Promajo isminde bir Fransız hukukçusu var, Hariciye hukuk müşaviri imiş. Çok anlatır bana. Kapitülasyonlar maddesini söyleriz, “Yazın”, der, kapitülasyonlar maddesi:

“Kapitülasyonların ıslahı ve kaldırılması için zemine girmek üzere..” İşte şöyle olur, böyle olur..

“Canım, kaldırılması zeminine girmek falan yok! Kaldırılmıştır! Niye bunu demiyorsunuz?”

“Canım, hukuk dili bu, olmaz ki böyle şey.. Hukuk dili..”

Hulâsa, dokuz ay, hukuk dilini öğrenemedim.. “Tali komisyon”da uzun boylu konuştuktan sonra olmadı. Sonra bir gün, kapitülasyonlar maddesini yaz-mak için Promajo bana geldi:

“Nasıl istiyorsunuz?” dedi.

“Yazın! dedim, kapitülasyonlar kaldırılmıştır! Lağvedilmiştir!”

Daha bilmem ne falan… “Bitti, yoktur böyle bir mesele!” dedim.

“Peki, böyle yazalım.” dedi.

“Ne oldu, hukuk diline uydu mu?” dedim.

“Karar verdiler, dedi kapitülasyonları kaldırmaya karar verdiler.

“E, demek şimdiye kadar karar vermemiştiniz?” dedim.

“Vermemişlerdi…”

Hukuk dilidir diye “kıyamet”i kabul ettirmeye çalışıyorlar. Bu tarzda kapi-tülasyonlardan çıktık.

Neye güveniyorlardı? Harpte padişah onlarla beraberdi. İstanbul hükûmeti, harbi kazandırmak için iç isyanlarla her türlü zulmü yaptı. Cumhuriyet.. Yoktu bizde böyle bir fikir. Yani şahsî bir fikrimiz olsa bile, hükûmet şekli değişecek.. Böyle bir şey düşünülerek Millî mücadele yapılmamıştır. Millî Mücadele; Türkiye’nin yaşama hakkı kabul edilmemiştir, Türk devleti kaldırılmaya karar verilmiştir müşahedesine, dâvasına isabetle teşhis koyduktan sonra, müdafaa vasıtası olarak gelmiştir. Cumhuriyet, müdafaa rejimi olarak gelmiştir. İmparatorluk, Türk devletinin taksimini Türk milletine kabul ettirmek için düşmanlarla işbirliği yaparak, onlara yardımcı olarak mücadele etmiştir. Hanedan bunu yapmıştır, rejim bunu yapmıştır. [Bunun üzerine] Türk milleti ayaklanmıştır ve Birinci Cihan Harbi dört sene devam ettikten sonra, İstiklâl Savaşı olarak, 1918’den 1922’ye, 1923’e kadar, dört sene, beş sene daha devam etmiştir.

*  *  *

Şimdi, bu elli sene zarfında ne netice aldık? Benim kanaatimce biz, bizzat demokratik rejim bakımından da bu elli sene içinde müspet netice almışızdır. Bugün seçim oldu, neticeleri alındı. Şu şekilde, bu şekilde.. Tek dereceli seçim yapıyoruz ve neticesini ilân ediyorlar. Herhangi bir yerde, seçim yanlış oldu, hatalıdır şikâyeti var mı? Çok partili hayata girmeğe karar verdiğimiz zaman 1946 seçimlerini yapmıştık. Seçim yanlıştır diye şikâyet etmişlerdi. Sonra toplandık. Ben o zaman reisicumhurdum. Yanlış olmuştur diye şikâyetler var. Bu şikâyetleri bertaraf etmek için ne lâzımdır? Çaresi? Adaletin murakabesi altında olsun dediler. Bir kısım vatandaşlar, politikacılar katiyen istemiyorlardı. Madem ki bu emniyet getirecektir, bunu yapalım diye ısrar ettim. Adaletin kontrolü altında seçim yapılıyor. Tek dereceli seçim görülmemiş bir şeydir. Doğru dürüst yapılmasıyla böyle bir mesele kalmadı. Tek dereceli seçimle Cumhuriyet seçim yapabiliyor ve netice alınıyor.

Cumhuriyet ilkeleri muhafaza edilmek esastır. Cumhuriyet ilkeleri üzerinde çok partili hayata girdik. Münakaşası serbest olduğu halde Cumhuriyet ilkeleri üzerinde münakaşa çıkmadı, henüz çıkmadı. Tek parti devrinde, dokunula-mayan konulara, tek parti olduğu için dokunulmuyor denebilirdi. Çok partili hayata girmekte asıl maksat da buydu. Herkes serbest olsun, her fikir söylenebildiği zaman ne oluyor, [buna ne kadar alışılmıştır], böyle girdik [çok partili hayata]. Elbette Cumhuriyet için, din ve dünya işlerinin ayrılması için konmuş olan ilkeler bugün münakaşa konusu değildir ve münakaşa konusu yapmak için arzular gizli haldedir, açığa vurulmayacak kadar zayıftır. Bu büyük bir terakkidir. Cumhuriyet ilkelerini muhafaza edebilirsek biz, iç buhranlara çare bulabiliriz.

Ancak bu sayede, Lozan Muahedesi’nde başlıca [edindiğim] tecrübeyi, Lord Curzon’un bana verdiği bir dersi söyleyeyim:

“Memnun değiliz Lozan Muahedesi’nin müzakeresinden. Hiçbir dediğimizi yaptıramadık. Reddettiklerinizin hepsini cebimize atıyoruz. Harap bir memleket alıyorsunuz, bunu kalkındırmak için mutlaka paraya ihtiyacınız var. Bu parayı almak için gelip diz çökeceksiniz. Cebime attıklarımın hepsini çıkaracağım size” diyordu [Lord Curzon] “Hepsini vereceğim size…”

Bu, benim kafamda daimî bir yer etmişti. Dışarıdan yalnız para verenin, yalnız para muamelesi yapması son derece güç bir şey. O, parayla beraber bir ek menfaat istiyor. Muhitine göre, meselesine göre kabili tahammül olur veya olmaz, istiyor.

Bunu bana söyledi. Bundan sonra biz Cumhuriyeti elli sene tatbik ettik, bu müddet esnasında yatırım yaptık, demiryolları yaptık, demiryolları satın aldık, endüstriler kurabildik. Şeker endüstrisi, dokuma endüstrisi vs. gibi mütevazı endüstriler.. Diğer endüstrileri kurmadan yapamayız. Bu endüstrileri kurmak için, demiryollarını satın almak için, yeni demiryolları yapmak için istikraz mı ettik? İstikraz etmedik, hiç birini istikraz etmedik. Kendi paramızla yaptık. Gayet basit bir usulüm vardı benim. Malî intizam her şeyin üstündedir devlet idaresinde. Benim usulüm: Her bütçenin mutlaka yatırım payı olmalıdır. Ne kadar gelir var? Yüz milyon gelir var. Yüz milyon gelir, memleketin ihtiyacına yetmiyor bile. Ne yapacağız? Benim usulüm bu: Yüz milyon gelir var. İyi. Doksan milyon gelir olsaydı, onunla da gelir ihtiyacı tamamıyla karşılanıyor mu? Karşılanmıyor. Bu, on milyon daha eksik olsaydı, ihtiyacı nasıl karşılarsak, bu on milyonu yatırım olarak yeni işe ayırmak lâzımdır. Memleket, malî işini intizama koyabilir, kalkınma için para bulabilir. Fakir olduğu nispette, kalkınma için içinden bulacağı para az olur, ama kalkınır. Fakir olduğu için, zenginin on senede yapacağını, bu elli senede yapar. Ama yapar! Ama hiçbir yatırım yapmayan bir bütçe ile memleket idare olunursa, sadece yer ve ilânihaye o halde kalır. Basit bir şey gibi görünür; bunu yaptığın zaman, plân fikri buradan doğuyor, yatırım fikri buradan doğuyor. Beşle başladığın zaman, iki sene sonra altı oluyor.

*  *  *

Arkadaşlarım, belki daha muntazam bir konuşma istiyordunuz benden. Başlıca meseleleri, askerî meseleleri ve Lozan Konferansı meselelerini, ihtiyaçlarını anlattım. Lozan Muahedesi hemen tasdik olunmadı. Biz tasdik ettik. Diğer âkitlerin, imza sahiplerinin meclislerinde tasdik olunması için hemen bir seneye yakın sürüklediler. Niye sürüklediler? Eski Türkiye’yi bilerek kabul olunan maddeler, iç karışıklıklardan dolayı tatbik olunmayacak, yeniden karışıklıklar çıkacak, yeniden ihtiyaçlar çıkacak. Bu ihtiyaçlar karşısında bunlardan, aldıklarından, pazarlık eder, gelir alırız. Hiç şüphem yok. Bu, kafamın içinde vardır. Bununla ellinci seneyi bulduk. İyimser bir vaziyetteyim. Mutlaka Cumhuriyet’i korumaya mecburuz. İlkelerini korumaya mecburuz. Bu ilkelerin de, Cumhuriyet’te Atatürk hareketinin de, kendisi hayattan çekilip de yalnız eserleri kaldıktan sonra, Atatürk isminin ve hareketlerinin münakaşa ve tenkit konusu olmak vasfı, niteliği kalmamıştır, müşterek mal olmuştur. Cumhuriyet’le beraber müşterek millet malı olmuştur. Bütün münakaşalar, ihtilâflar, siyasî mücadeleler o hudut içinde kalacaktır. Bu ümitteyim. Cumhuriyet’in geleceği emniyetli görünür. Sağlam bir Cumhuriyet kurulmuştur. Vatandaşlarımız bunu şerefle muhafaza edeceklerdir.

Teşekkür ederim, arkadaşlarım.

 

 

 

 

 “İsmet İnönü’nün Savaş Anısı” Başlıklı Belge[290]

Bütün 1. Dünya Savaşı, bütün Kurtuluş Savaşımız benim savaş anılarımla doludur. Bunlardan bir tanesini size anlatayım.

26 Ağustos’ta, benim komuta ettiğim Garp Cephesinde büyük taarruz için karar verdik ve alacakaranlıkta hücuma geçtik. İki ordu, az çok üstünlüğü Yunanlılar’da olmakla beraber, sayıca birbirine yakındı. Biz 26 Ağustos’ta öyle bir kesimde taarruz ettik ki düşman orada bizim yarı kuvvetimizdeydi. Uzun dikkatle savaş düzenini öyle hazırlamıştık.

Öğleye doğru düşman topçusu ateş kesmiş gibiydi. Savaşlarda alışkıdır: Bu durum düşmanın kaçma hazırlığına başladığını gösterir. Oysa ki izlediğimiz savaş alanında düşman yaya askerî inat ile direniyordu. Bunun sebebini anlayamıyorduk. Karanlık basıncaya kadar düşmanı tuttuğu yerden sökemedik. Karanlık oldu. Herkes bulunduğu yerde kaldı.

Biz düşmanı yerinden mutlaka sökeceğimizi hesaplıyorduk. Muharebe de öyle cereyan etti. Bizim için asıl mesele düşmanın, Afyon dağlarından atıldıktan sonra üçte birinin ezilmesiydi. Fakat ilk gün düşman topçusu susmuş, buna karşılık yaya kuvvetler sökülmemişti.

Ne karar verecektik?

Bu sıkıntılı bekleme duygularıyla geceye daldık. Savaşlarda daima başımıza gelen, sonu bilinmeyen çatışma günlerinden biri karşısında bulunuyorduk.

Gece yarısı olmadan, taarruz ettiğimiz güney cephesinin göbeğinden ve yanından genel çekilme haberleri gelmeye başladı. Sabaha kadar böyle devam etti. Alaca karanlıkla beraber düşmanın çekilmekte olduğu meydana çıktı. Bu-lunduğu yeri düşman, mümkün olduğu kadar düzenli şekilde boşaltıyordu. Biz de tâkip ediyorduk.

Birinci gün düşman direnmesinin, topçusu sustuğu halde o derece inatlı olmasının sebebi anlaşılmamıştı. Bizim yaptığımız gözetlemeler, çekilenlerin kararsız bir düşman halinde olduklarını gösteriyordu. Bu inançla Afyon şehri içine girmeye karar verdik. Atatürk ile beraber, bütün orduda bulunan tek otomobile binerek Afyon’a vardık.

Afyon’a vardığımızda bütün komutanlar Afyon halkının özenli bir yemek daveti için toplanmıştı. Bir aralık köşeye çekildim. Komutanları birer birer çağırdım.

–Düşman ne yapıyor? dedim.

Bilmiyorlardı.

–Olur mu? Siz komutanların hepsi, düşmanı bıraktınız, burada toplandınız. Düşman şimdi hücuma geçse karşısında kimse yok. Hemen şimdi, kimseye fark ettirmeden yemeyi bırakın, görevinize dönün.

Derhal döndüler.

Büyük taarruzun o ilk darbesinde düşman topçu[su]nun susması[nın] sebebi sonradan anlaşıldı. Bu kuvvetlere komuta eden General Trikopis’i esir aldığımız zaman meseleyi ona sordum.

–Bütün topçu komuta mevkilerimiz daha ilk atışlarınız sırasında vuruldular ve toplar geride başsız kaldılar.

Böyle bir savaş düzeni yanlışlığının ne kadar tehlikeli sonuç verdiğini her fırsatta komutanlarımıza hatırlatmışımdır.

 

 

 

 

“İsmet İnönü Atatürk’ü Anlatıyor” Başlıklı Belge*[291]

Atatürk’ün Kurtuluş Savaşındaki rolü kökünden birinci derecededir. O bu rolünü yeni Türk devletinin, Cumhuriyetin kurulmasında da sürdürmüştür. Kurtuluş savaşının direnme döneminde değil, daha sonra iç politikada ve dış politikada doğru tanılamayı da başından sonuna kadar o koymuştur. Bu tanı-lama şudur:

1. Dünya Savaşının galip devletleri Türkiye’nin doğusunda ve batısında Ermenistan ile Yunanistan’ın gayretleriyle ülkemizin işinin çözümlenebileceği kanısına düşmüşlerdir. Halk ayaklanması her tarafta çok önemli olmakla beraber bu ayaklanmanın İstanbul Hükûmetinin de yardımıyla sonunda söndürüleceği umudundaydılar. Atatürk bu ayaklanma ve direnmenin hem beslenmesi, hem sürdürülmesi gerektiğine inanıyordu. Fakat sonuç, düşman ordusunun düzenli bir Türk ordusu tarafından yok edilmesi ve yenilmesiyle alınacaktı. Bunun için de böyle bir Türk ordusunun yaratılması gerekti.

Bu doğru bir tanılama idi. Ama gerçekleşmesi son derece güçtü. Atatürk, başından bu yana bu programı kabul etti.

İnönü savaşları bu gerçekçi kararın verilmesinin ilk ışığı olmuştur.

Çerkez Ethem’in gezici kuvvetleri isyan ettiler ve hattâ  düşmanla beraber oldular. Türk ordusuna saldırdılar. Hem onları, hem taarruz eden düşmanı bu ilk denemelerinde yenmek 1. İnönü’de mümkün oldu.

Atatürk bu tanılamayı yaptı ve 1. İnönü’den sonra bütün düşman ordusunu savaş alanında yenecek düzenli Türk ordusunun kurulmasını gerçekleştirdi.

Kurtuluş Savaşı öyle kazanıldı.

 

 

 

 

Cumhuriyetin 50. Yıldönümü Dolayısıyla Nazmi Kal ile Yapılan Televizyon Söyleşisi[292]

Cumhuriyet fikri olgun bir hale gelmişti

Nazmi Kal: Sayın İnönü, 28 Ekim 1923 gecesi yapılan toplantı izlenim-lerinizi anlatır mısınız?

İsmet İnönü: 28 akşamı Atatürk’ün yanında ufak bir toplantı halinde bu-lunduk. Atatürk ertesi gün cumhuriyetin ilân olunacağını söyledi. Atatürk ertesi günü cumhuriyetin ilân olunacağını bildirdikten sonra herkes ayrıldı.

Cumhuriyet 28 Ekim akşamına kadar ve Lozan Muahedesi’nin başarı ile imzasından sonra umumî olarak herkesin zihninde oluşmuş bir halde idi. Cumhuriyetin aleyhinde bulunanlar zayıf bir ümitle yalnız Büyük Millet Meclisi Hükûmeti devam ediyor, şeklini kurtarmaya çalışıyorlardı. Bir tek ümit uzatıl-masında, sürüklenmesindeydi. Atatürk bunu önlemek için kesin karar vermişti.

Nazmi Kal: Bütün davetliler gittikten sonra Atatürk ile baş başa kaldınız. O gece neler konuştunuz. Atatürk’ün ertesi gün için kuşkuları var mıydı?

İsmet İnönü: Onları kısaca selâmladıktan sonra biz bize kaldık. Hiçbir konuşma olmadan diz dize oturduk. Ertesi günü çıkarılacak kanunu yazdık. O söyledi ben yazdım.

Atatürk bunu ertesi günü nasıl çıkaracaktı? Kesin kararlı idi. Mutlaka çıka-racaktı. Neticeden kuşkuları yoktu. Dediğim gibi cumhuriyet esasen umumî vicdanda olgun bir hale gelmişti. Yalnız usul oyunları ile Büyük Millet Meclisi Hükûmeti vaziyetinin sürüklenmesine ümit bağlayanlar vardı. Bu oyunla ola-bilirdi. Bu oyunu önlemek lâzımdı. Kuşkusu bundan ibaretti Atatürk’ün.

Oturduk süratle kanunu çıkardık. Ve ertesi günü olacak safhayı bir iki kelime ile aramızda geçirdikten sonra kanunu müzakereyi bekledik.

Cumhuriyetin ilânı esasen umumî vicdanda olgun bir hale geldikten sonra bir emrivâkinin kanunla kararlaştırılması şeklinde bir muamele idi. Bu kolaylığa gelmiştir ve ancak bir oyunla tehir olunabilirdi. Buna manî olmak lâzımdı. Atatürk buna hazırdı.

Nazmi Kal: Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk Başbakanı olarak gerçekleştirmeyi düşündüğünüz önemli kararlarınızı söyler misiniz?

Geleceksiniz diz çökeceksiniz

İsmet İnönü: Ben başvekil olduğum zaman Lozan Muahedesi’nin iç yüzü ve bütün tesirleri üzerimde taze idi. İstiklâl Harbi esasında İngilizlerle olmuştu, O tertibin başında, İngilizler bulunuyordu. Lozan Muahedesi’nin sulh ile neticelenmesi de yine başlıca amil İngilizler’in gayreti ile olmuştur. Diğer devletler kapitülasyonlar gibi, Düyunu Umumîye gibi, hülâsa istedikleri gibi Türkiye’ye müdahale etmek ve Türkiye’yi sömürmek bahsinde İngiliz inadına güvenerek onun perdesi arkasında daha çok ısrarlı ve inatçı idiler. Sulh esasında, İngiliz gayreti ile olmuştur. Başvekil oldum. Hatırımdan çıkarmam ben Lord Curzon’un sözünü. Lord Curzon ve Amerika murahhası ile beraber üçümüz konuşurken Lord Curzon, “Muahededen memnun ayrılmıyoruz”, dedi. “Harap bir memleket alıyorsunuz. Bu memleketi imar etmeyecek misiniz? Bunu neyle, nasıl yapacaksınız? Geleceksiniz diz çökeceksiniz, para isteyeceksiniz, reddettiklerinizin hepsini cebimden çıkarıp size göstereceğim” dedi. Bunu hiçbir zaman unutmam. Cevap verdim. “Bizim burada istediklerimiz, tâkip ettiğimiz, müstakil bir devlet olarak, medenî bir devlet olarak, onun bütün şartlarını sağlamaktır. Bunu temin edelim sulh olsun ondan sonra sizin dediğiniz şartlar hasıl olur gelirsem size, istediğinizi yaparsınız” diye cevap verdim.

Ve İkinci Cihan Harbi çıkıp Türkiye’ye tamamı ile muhtaç bir vaziyet hasıl oluncaya kadar yardım bahsi yalnız akıl vermeye münhasır kalmış, para hususunda hiçbir açılma, kolaylık gösterilmemiştir. Bu zihnimdedir. Dışarıdan yapılan hiçbir para yardımı yoktur.

Denk bütçe

İkincisi, Lozan Muahedesi birtakım takıntılarla beraber çıktı. Bunların hepsi hafif görünür, fakat, güvendikleri bunlar yapılmayacaktır. Türkiye, içinden birçok keşmekeşlere girecektir, bu karışıklıklar içinde hiçbir şey yapabileceği düşünülmeden tayin edilmiş olan adalet müşavirleri, yok kabotaj hakkının ancak iki sene sürmesi, hülâsa kapitülasyonlara ait diğer meseleler fiilen kendi kendine sürüklenip giderek eski rejim iade olunabilir. Bu ümit sonuna kadar onlarda yaşadı. Ama bu benim zihnimde daima bir görüntü olarak, tehlike olarak belirir, yaşar, taze bir halde durur ve ben onunla idareye geçerim. Asıl zihnimde kesin olarak verdiğim karar mutlaka esaslı ihtiyaçlara dair bir şey yapmak lâzım. Bütçemiz nasıl olacak? Bütün mesele maliyeye bağlanıyor. Ben zihnimde ilk günden itibaren kararlıydım. Bütçem zayıf olacak. Ne kadar zayıf olursa olsun ondan biraz daha zayıf hale getirip bir miktarı ile yatırım olarak ayırmak ve zaman ile memleketin ilerlemesini bu yatırım ile sağlamak, ağır tecrübelerin ilhamı olarak düşman içinde, düşman karşısında en ağır baskılar altında edinilmiş bir kanaatti bende. Onun için mutlaka esaslı ihtiyaçlara para ayırmak lâzımdı; bu esaslı ihtiyaçların başında memleketin şimendifer ihtiyacı gelir. Buna devam etmek lâzımdır. Meselâ demiryolu bizim zihnimizde olgun bir ihtiyaç halindeydi. Paraya ihtiyacı vardı. Mutlaka bunu yabancı yapardı. Halbuki biz mutlaka bunu millileştirmek kararı ile çıkmış ve mutlaka yeni yollar yapmak kararı içindeydik. Keza endüstrileşmede, mutlaka bir adım atmak lâzımdı. Bu meseleleri yapabilecek bir yatırım usulünü bulacağım ve onları tatbik etmeye başlayacağım.

Osmanlı Bankası’ndan borç istedim

Bu kanaat bana hâkim olarak başbakanlığa başladım. Ve bu kanaatte isabet ettiğimi hâdiselerle birer birer kendim tecrübe ettim, anladım. Meselâ; bir misâl olarak söyleyim, başbakanlığım esnasında bir sene Osmanlı Bankası’ndan o sene içinde iade edilmek üzere borç para almak istemiştik. Osmanlı Bankası baş üstünde diye cevap verdi. Yalnız bu dediğiniz bir istikrazdır. İstikrazı görüşelim dedi. Bu cevabı bana getirdikleri zaman meseleyi başından sonuna kadar, geleceğini, bunun sonunun nereye varacağını anladım. Hazır para ihtiyacı içinde bulunacağız, bu hiçbir zaman bitmeyecektir ve her bitişte nihayet birkaç sene içinde Lozan’dan, Millî Mücadeleden eser kalmayan bir idare husule gelecektir. Bu endişe bana hâkim olmuştur. Osmanlı Bankası’ndan bu cevabı aldıktan sonra teşekkür ettim. İhtiyacım zail oldu istemiyorum dedim.

Lozan Muahedesi’nin zamana bırakılan takıntıları vardı, onlardan kurtulmak lâzımdı. Bunların hepsine ümit bağlanmıştır. Muahedeyi yapanlar, içerde mutlaka huzursuzluk olacak; mutlaka ihtiyaç artacak, yardıma ihtiyacı olacak. Bu yardımı ödetiriz. Böyle bir plân karşısında kalacağımı bildiğim için hep muayyen istikametlerde nasıl tedbirli bulunacağımı biliyordum. Ve asıl çarenin de mutlaka kalkınma olacağını, esaslı ihtiyaçları devletin kendi eliyle yapmasından başka çare olmadığını, olmayacağını bilerek bir idare tarzı tâkip ettim.

İkinci Cihan Harbi’ne kadar Lozan’ın bütün takıntıları bitmişti. Hattâ memleket her türlü askerî kayıttan, tehditten uzak olarak Boğazlar üzerinde bütün müdafaa hakkını almıştı. İkinci Cihan Harbi’ne böyle girmek mümkün oldu. Demek ki başbakan olduğum zaman, memleketin, cumhuriyetin dışardan, dışarıya karşı maruz olacağı tehlikeleri daima bilen, göz önünde tutan bir insan olarak çalıştım ve neticeleri bu suretle almak mümkün oldu. Ondan sonra büyük hata ‘‘İsmet Paşa Lozan kafası ile idare ediyor, halbuki dünya değişti, bilmem ne oldu’’ diyerek gelişigüzel malî politika ile her türlü gedik açılmıştır. Asıl hata burda olmuştur. O kadar böyle olmuştur ki, hattâ İkinci Cihan Harbi’nden çıkışımızı bile yine büyük bir çaba mahsulü olduğu gözden kaçabilmiştir. Biz tabiatı ile Osmanlı İmparatorluğu’ndan bir gram altın almadık. Biz 1950’de iktidarı bıraktığımız zaman Merkez Bankası’nın elinde Türkiye’nin hiçbir zaman görmediği miktarda bir altın hazinesi vardı. Öyle bıraktık; her şey değişti (Şimdi serbest zamandır istediğimizi yapacağız devri girdikten sonra bugün bir gram kendi malımız olarak altın yoktur). Lozan Muahedesi’nin neticeleri, sıkın-tıları, o zaman içinde yenilecek büyük güçlükler olduğu gibi, ondan sonra için Türkiye’nin geçmişte nasıl sıkıntılarla adım adım çöküntüye gittiğini canlı olarak yaşamak hiç unutmayacağım bir ders olarak bugün de üzerimde tesirini yapar.

Nazmi Kal: Sizin de ön saflarda görev aldığınız ve kurduğunuz Türkiye Cumhuriyeti elli yaşına bastı. Ellinci yılda neler hissediyorsunuz?

İsmet İnönü: Cumhuriyetin ilânı büyük bir rejim değişikliğidir. Tabiî eski rejimin taraftarları mutlak vardır. Çaba sarf etmişlerdir, uzun emek sarf etmişlerdir. Cumhuriyetin imparatorluk idaresinden esaslı farkı yalnız hükûmet teşkili değil, memleketin idaresi şekli değil, memleket idaresinin, merkezinin de Ankara’ya gelmesidir. Onun için esaslı ümit Ankara’nın idare merkezi olmaktan kurtulması, İstanbul hükûmetleri için ümit olarak beslenebilirdi.

Ellinci yıldönümü, esaslı bir noktada, başka cumhuriyet ilânları ile ayrılır. Diğer memleketlerde cumhuriyet ilânları ilk heyecan fırtınası geçtikten sonra, kısa bir zaman sonra restorasyonlarla cumhuriyetten evvelki rejimin iadesi te-şebbüsleri ile karşı karşıya kalmıştır. Bizim cumhuriyet elli seneyi buldu; hiçbir ciddî restorasyon teşebbüsü, tasavvuru veya hazırlığı karşısında bulunmadı. Bu bakımdan cumhuriyet sağlam bir temele oturmuş sayılır. Cumhuriyetin ellinci yılını bugünkü sükûnetle idrak etmek rejimin sağlamlığı bakımından teminat verici, huzur verici bir işaret sayılabilir. Bu bakımdan rahatlık vardır, atisi için (gelecek için) emniyet vardır.

Yalnız ellinci seneyi o şartlar içinde idrak ediyoruz ki artık her fikir gerek yazı ile gerek sözle çok partili siyasî hayatta söylenebilecek devreye geldik. Burada muhtelif cereyanlar zaman zaman söylenir mi? Söylenme daha ileri teşebbüslere varır mı? Bu yüzden memleketin huzuru ve idaresi temelinden sarsılır mı? Bu endişeleri idare edenler kafalarında bir ihtimal olarak bulundurmaları lâzımdır.

 

 

 

 

 

Cumhuriyetin 50. Yılı Dolayısıyla Hava Kuvvetlerini Güçlendirme Vakfı Yayın Organı Kartal Dergisi ile* Yapılan Söyleşi[293]

Soru: Dünyamızın değişen siyasî, iktisadî, askerî koşulları karşısında yurdumuzda hava endüstrisinin kurulması hususunda Hava Kuvvetlerini Güçlendirme Vakfının teşebbüsünü nasıl karşılıyorsunuz?

Cevap: Memleketimizde endüstrileşmenin her sahada öteden beri başlıca heveslisi, tâkipçisi, belki bir dereceye kadar sorumlusu oldum. Endüstrileşme için uzmanların, tecrübelilerin yavaş yavaş tecrübe ile alışmaları, alıştırılmaları gibi eski bir nazariye vardır. Bu nazariyenin ağırlığı olduğu meydandadır. Ama bizim endüstrileşme için acele etmemiz, en güç sanılan endüstrilerde bile tam bir kendine güven duygusu ile teşebbüs etmemiz, benim öteden beri tâkip etti-ğim usul ve meslek olmuştur. Onun için havacılık endüstrisinin bizde kurul-masını, uçaklarımızın tamirini, uçaklarımızın yapılmasını, bir an evvel kendimi-zin sağlamaya çalışmamızı lüzumlu gören, bir siyasî meslek ve bir siyasî adet tâkip ettim.

Hava endüstrisiyle vaktiyle teşebbüs ettik. Ve ufak atölyeler, önemli atölye-ler de kurduk. Bu atölyeler tamir için, ikmal işleri için bize çok faydalı oluyordu. Siyaset cereyanları içersinde ve hükûmetten ayrıldıktan sonra bunlar birbiri arkasından kayboldu. Neden oldu, nasıl oldu bunu araştıracak değilim. Sebepler meydandadır: Zarar ediyordu, takatimizin üstündeydi, kendiliğinden söndü gitti. Böyle demezler ama.. Herhalde, kâr getirmeyen bir halde, bilhassa ciddî bir yakınlık gösterilmezse kolaylıkla sönmesini tabiî bulurum. Onun için hava endüstrisini kurma teşebbüsü, Sayın Orgeneral Muhsin Batur’un teşeb-büsüyle ele alınan bu mesele şimdiye kadar olan teşebbüslerin en ciddîsi sayıl-maya değer. Her surette onun başarıya ulaşması için elbirliği ile çalışmamızda fayda, lüzum ve mecburiyet görürüm. Teşebbüsü tebrik ederim. Bunun kendine mahsus güçlükleri olduğunu herkesten iyi bilirim. Ama bu güçlüklerin hepsini her daldaki endüstri gibi yenecek anlayış yeterliği, güç yeterliği ve ihtiyat yeterliği olduğunu da inanırım.

Soru: Büyük bir komutan olarak sathı müdafaayı en iyi şekilde uygulamış bulunuyorsunuz. Bugün sathı müdafaayı üçüncü buut’un ilâvesiyle meydana gelen hacmi müdafa için görüşünüz nedir?

Cevap: Hava muharebesi, hava keşfi bugünkü muharebe sanatının esaslı dallarından biri olmuştur. Özel şartlarda hava hâkimiyetini elinde bulunduran devletin, muharebenin neticesine tesir edecek bir üstünlük kazanması da imkân dahilindedir. Havada zayıf olan, havaya hâkim bir düşmana karşı muharebe eden bir memleketin çok güç şartlar içinde bulunacağını, yalnız memleketi harap olmasından kurtarmak değil, muharebenin neticesine kesin tesiri olan bir silâhtan da mahrum olduğunu kabul etmek lâzımdır. Hülâsa, hava muharebesi, muharebenin ihmal kabul etmeyen birinci derecede önemli safhalarından birisidir. Muharebe olarak böyledir, keşif olarak böyledir.

Soru: Gelişen teknoloji karşısında Hava Kuvvetlerinin siyasî ve askerî yönden önemini anlatır mısınız?

Cevap: Hava Kuvvetleri muvazenesinde benim siyasî ve askerî bir fikrim vardır. Komşularımız olan devletler içinde bizden nüfus ve yüzölçümü itibariyle küçük olan ülkelerin hepsine karşı hava üstünlüğümüz olmalıdır. Büyük devletlerle hava üstünlüğü bir ittifak içinde bahis konusu olabilir. Ama sınırları-mızdaki küçük devletlerin birinde hava üstünlüğünün bizim önümüzde bulun-masından hayatî zarar görecek kadar sakınırım. Komşu devletlerden birinin bize karşı hava hâkimiyetine sahip olması, bizim için hayatî eksiklik sayılmalıdır.

Soru: Mussolini’nin tehdidine karşı Amerika’dan nasıl uçak alındı?

Cevap: Hava muharebelerinde, hava silâhında bir noktaya dikkati çekmek isterim. Havada silâh çok tesirli olduğu gibi, havaya karşı müdafaa silâhları da zamanın terakkisiyle ehemmiyetlerini kaybetmişlerdir. Tecrübeler gösterdi ki, havaya karşı müdâfaa silâhları kâfi bulunursa, iyi talim ve terbiye görmüşse, iyi tabiye edilmişse hava hücumuna karşı kökten bir tesir göstermektedir. Şunun için söylüyorum ki, hava üstünlüğüne karşı, hava üstünlüğü altında bulunduğumuz devletlere karşı yalnız bulunduğumuz zamanda bile, iyi bir hava müdafaası tertibi, memleketin müdafaasını, muharebeye devamını mümkün kılacağı anlaşılmıştır. Bu, Amerikalılarla o zaman olan mesele, gene komşuların bize karşı hava hâkimiyeti sahibi olduklarına inanmaları ihtimalîne karşı hava hâkimiyetimizin mutlaka emniyette olmasını izah ettik, izah edebildik, hava hücumuna karşı hava müdafaa silâhlarını bulundurduk ve daha büyük devletlere ve küçük devletlere karşı. Diğer taraftan yakın devletlere karşı hava hâkimiyetimizin muhafazası ve İtalya gibi istilâ politikası tâkip eden devletlere karşı da hava müdafaası silâhımızın kâfi olmasına ehemmiyet verdik ve bunu müttefiklerimize izah edebildik.

Soru: Fiilen katıldığımız savaşlar, bu arada özellikle İstiklal Savaşı, İnönü, Sakarya ve Büyük Taarruzdaki hava keşif harekâtı nasıl oldu?

Cevap: İstiklâl Savaşı, muharebeler, büyük muharebeler esnasında, Hava Kuvvetleri bugünkü inkişafa gelmemişlerdi. Tahammül edilir bir silâh halindeydi ve karadan müdafaa daha tesirli idi. Sonra İstiklâl Savaşı esnasında yani yalnız başımıza kaldığımız vakitte, gerek doğuda, gerek güneyde ve gerekse batıda Türkiye’yi istilâ etmek isteyen devletlerde hava hâkimiyeti yoktu. Keşifte bizden üstündüler. Buna karşı tedbir alabiliyorduk. Çok ehemmiyetli gördüğümüz hareketleri gece yaptık ve o zaman o devletlerin hava keşifleri bize çok esaslı görünüyordu, böyle zannediyorduk. Aslında böyle olmadığı sabit olmuştur. Tedbirlerle gizlenmesi lâzım olan hareketleri tahmin olunamayacak derecede gizlemeye muvaffak olduk. Bununla keşfin ehemmiyetini azaltmıyorum. Bugünkü usullerle keşif o zaman yok idi. Ve bizim havada zayıf olduğumuz zamanda muharebe ettiğimiz devletler, hava silâhına kâfi derecede ehemmiyet verip hazırlanmamışlardı. O sayede hava muharebesi tamam olmadan muharebe ettik, sefere devam ettik.

Soru: Havacılıkla ilgili anılarınızı anlatır mısınız?

Cevap: Birinci Dünya Savaşından önceki anılar: Münferit kahramanlıkların hepimizin takdirine mahzar olması; Fethi Beyler.. Şehitler vermiştik. Bir sefer yapıyorlardı. Mısır’a kadar. Yolda şehit oldular. Onların hatırasını uzun müddet taşıdık. Ondan sonra İttihat Terakki’nin ilk safhasında, ilk günlerinden itibaren, Türk Ordusu hava kuvvetine ve hava hareketlerine çok hevesli olmuştur. Haklarını vermek lâzım. Ta İttihat Terakki zamanında bile hava kuvvetlerine ve hava subaylarına, hava mesleğine çok ehemmiyet ve kıymet verirlerdi. Fakat mesele sevgiden ibaret, alâkadan ibaret.. Onun gelişmesi için endüstriyel kısmı ile ilgili her ihtiyaçta olduğu gibi, İmparatorluğun hiçbir ciddî teşebbüsü yoktu. Başından nihayetine kadar afaki bir muharebe ve bir silâh hevesi halinde geçmiştir.

Soru: Harp uçaklarıyla ilk uçuşunuzu nasıl yaptınız?

Cevap: Harp uçaklarıyla hava seferlerinde hiç kimsenin bilmediği, ken-dimin de mübalağa etmediğim buhranlı uçuşlar geçirdim. Cephe kumandanı olarak, bir kumandan olarak, İzmir üzerinde bir defa, bir keşif uçuşuna iştirak etmiştim. Bu uçuş bir muharebe değil bir talim uçuşuydu. Uçarken havada motor birdenbire durdu. Pilotun yanında oturuyordum, bembeyaz oldu çocuk. Tecrübeli bir uçucuydu. Döndüm, elimle işaret ettim, “Sakin ol” dedim, “hiç telâş etme ve ona göre çalış”. İlk an da birdenbire bir darbe yemiş gibi sinirleri gerginleşmişken, derhal sükûnete geldi, kafası işlemeye başladı. Havada gidi-yoruz, gayet hafif meyille karaya inmeye çalışıyoruz. Karaburun’la İzmir arasındayız. Böyle iniyoruz, bir taraftan da çalışıyorlar. Uçakta pilottan başka birisi daha vardı. Ayağa kalktılar, kanadın kenarına basarak dolaşıyor ve bir şeyi tamir etmeye çalışıyorlardı. Karaya takriben saniyeler var. Vakit bir bakıma çok uzun geliyor, bir bakıma süratle iniyoruz. Meçhûle doğru gidiyoruz. Birdenbire karaya 200 metre mi ne kalmıştık, motor parladı, motor çalışmaya başladı. Motor çalışmaya başlayınca benim de yüzüm güldü, motorun da yüzü güldü, pilotun da yüzü güldü. Pek yakın bir müsademe anını tekrar çevirdik, yukarı kalktık. Seyahati kısa keserek, artık tekrar tamamladık diyemiyorum, kısa keserek tamamladık ve selâmetle çıktık. Bu olay muharebeden evvel talim yıllarında ben Garp Cephesi Kumandanıyken cereyan etti.

Benim hava seferlerine karşı mizaç itibariyle eksiklik gösteren bir yaratı-lışım yoktu. Hiçbir hava seferinde ne başım döndü, ne midem bulandı, ne de tabiî olmayan bir hal hissettim. Hava ile uyuşamamış bir halim yok benim, mizaç itibariyle. Yükseğinde, alçağında, sallanmasında müteessir olmam.

Soru: Harp uçaklarıyla ilk uçuşunuz bu mudur?

Cevap: Hayır, şimdi mizacım böyle olunca hiçbir uçuş bende ne şekilde olursa olsun bir iz bırakmaz. Meselâ, Lozan’da, İsviçre Cumhurbaşkanını, git-tim ziyaret ettim. Ondan sonra dönecektim. Dönüşte ilgili devlet adamları “Hangi vasıta ile dönmek istiyorsunuz” dediler. “Ne gibi hangi vasıtayla?” diye sordum. “Hava da hazırladık, demiryoluyla da gidebilirsiniz” dediler. Ben “Hepsiyle giderim, siz hangisine hazırsınız” dedim. Hava da rüzgarlı. Yetkili “Biz gideriz, havayla da gideriz, ama –siz çekinirsiniz manâsıyla–, isterseniz, demiryolu ile gideriz”. Bana öyle geldi, çok kibar insanlardı. “Pekala havadan gidelim” dedim. Zürih’ten bindik bir saat sürmedi bile, Lozan’a geldik. Bu süre içinde bizim uçak görülmemiş alabora oldu. Nasıl sallanıyor, nasıl altüst oluyor, tasavvur edemezsiniz. Hiç sesimi çıkarmadım, hiçbir arıza olmadı bende, indim. İndikten sonra İsviçre gazeteleri kendi idareleri için çok sert tenkitler yaptılar. Bir yabancı misafiri, özellikle memleketimizde mühim bir vazife gören devlet adamını havanın bu kadar elverişsiz olduğu bir zamanda havadan getirmeye çalışmakla çok hata edilmiş, dediler. Ama rahatsız olmadım, şikâyet etmedim. Bu hava seferi de, bende, diğer anlattığım havada uçak bozulması gibi bir daimî hatıra bırakmıştır. Ama ikisinden de selâmetle çıktım.

Soru: Türk Hava Yolları uçaklarıyla ilk uçuşunuzun anılarını anlatır mısınız?

Cevap: Şimdi, durum böyle olunca, Hava Yolları uçaklarından ayrı bir anı, belli bir anı taşımıyorum ben. Hava teşebbüsüyle daima alâkadar oldum. Cumhuriyet devrinde Türk Hava Kurumu kuruldu. Ve bu Türk Hava Kurumu’nun uçuşlarıyla memleketi havacılığa alıştırmak için bütün gayret sarf ettik. Faydası da oldu. Gençler heves ettiler, uçuş, hattâ uçaktan atlama talimleri yaptılar ve havacılığın güreş gibi millî bir spor haline gelmesi için çok gayret ve emek sarf edilmiş oldu. Bizde hava hareketleri, hava talimleri için her tehlikeli oyun gibi, doğuştan bir heves vardır. Kolayca milleti sarar ve bu sevgi, bu düşkünlük hava gelişmesinin endüstride, silâhlarında ve muharebesinde büyük bir gelişme, seçilme, milletler, uluslararası rekabette millî meziyetler sırasında bir ilerleme, değerlenme istidadı verebilir. Buna, yapısından Türk milletinin yeterliği vardır.

Hava endüstrisini kurmak tabiî temel şartlardan biridir. Yalnız bu, Hava Kuvvetlerini Güçlendirme Vakfı ile endüstriyi kurmak için yapılan ilk hazırlık, şimdiye kadar yapılan hazırlıkların en önemlisidir. Yani bildiğime göre 450 milyon liraya yakın para birikmiştir. Bu parayı Vakfa vakfetmişlerdir, endüstri kurulsun diye. Şimdiye kadar gerek Türk Hava Kurumu ve halkın yardımı ile Hava Kuvvetleri kurmak arzusu böyle bir hazırlıkla kıyas edilecek genişlik bulamamıştır. Bugün 450 milyon liralık bir temel ile Vakıf kurulmuştur. Bilmek lâzımdır ki, bugünkü hava silâhlarının inceliği ve değeri itibarı ile, uluslararası bir değerde hava endüstrisi kurmak için milyarlar sarf etmek lâzımdır. Onun için devletin yardımı, devletin politikası bunda başlıca rolü oynayacaktır. Fakat bu kadar önemli, bizce önemli sayılan bir parayla hava endüstrisine başlamak, tamir işinde, yedek parçada, bir dereceye kadar hava müdafaa toplarında da iyi bir temel, çok teşvik edici bir temel olabilir. Bulunan para bize göre büyüktür. Devletin alâkasını uyandırmak için hava endüstrisini son haddine kadar kurmak ve geliştirmek için çok iyi bir zemin hazırlanmıştır.

Bir defa her türlü tamiri yapabiliriz bununla zannederim. Çok iyi hava mühendisleri yetişir. Değerli, her işi yapabilecek ve her takdirine, muhake-mesine inanılacak, bel bağlanacak mühendislerimiz yetişebilir. Ve ufuk iyi bir hava endüstrisi için açılabilir. Teşebbüs değerlidir, ilk toplanan sermaye teşvik edicidir. Bu teşebbüsün devletçe, memleket meselesi olarak ciddiyetle ele alın-masında fayda vardır.

Kalkınma meselelerimiz büyük ölçüde önemlidir ve ittifak içinde bulunan devletler askerî masraflardan sakınmak isterler ve devlet idaresini kolay propa-ganda sanatı sayan bütün hafif meşrep politikacılar uzun bir sulh içinde askerliğe harcanan paraların yersiz olduğunu, lüzumsuz olduğunu zevk ile anlatmaya, memlekete yaymaya çalışırlar. Fakat Hava Kuvvetleri için bu kadar önemli bir başlayışla bir teşvik vasıtası elimize geçmişken, bunu hakkıyla değerlendirmemiz her bakımdan vazifedir.

 

 

 

 

Cumhuriyetin 50. Yıldönümü Dolayısıyla Yayınlanan Türk Çocuklarına Mesaj[294]

Cumhuriyetin 50. yılında Türk çocuklarına mesajım şudur:

Cumhuriyet, bu 50 yıl içinde bütün güçlüklere rağmen ve özellikle demokratik hayatın çalkantıları içinde sağlamlığını ve milletimizin yapısına uygunluğunu tanıtlamıştır. Türk çocukları, Cumhuriyeti Anayasamızda tanımlanan ilkeleriyle korumayı ve sürdürmeyi ülkenin esenliği ve kalkınmasının sağlanması için temel görev bilmelidirler.

 

 

 

 

 

Atatürk’ün Ölümünün 35. Yıldönümü Dolayısıyla Türk Flarmoni Derneği Başkanı Muharrem Berk’e İletilen “Atatürk ve Müzik” Hakkındaki Düşünceleri[295]

Sayın Mükerrem Berk,

Atatürk’ün ayrıldığının yıldönümünde onu güzel sanatlara düşkünlüğünü musiki alanında gerçek değeri ile canlandırmak isterim.

Büyük Atatürk doğuştan müzik ile ilgiliydi, onun toplum hayatında enerji verici, insanlığın asil zevklerini besleyici tesirini bilirdi. Kendisi güzel sesi ile misâller vermesini sever ve herkese müzikten teselli ve hayat aramasını teşvik ederdi.

Batı tekniği üzerinde müzik istidadımızı millet olarak geliştirmemiz, lüzu-muna inanmıştı. Cumhurbaşkanlığı Orkestrası Atatürk’ün eline geçtiği zaman çok eskiden kurulmuş olduğu halde uluslararası sanat ve ilim çapında bir varlık olmamıştı.

Batı müziğinin memlekette başka bir yuvası da yoktu. Her manâsı ile bu alanda ilk önce Orkestramızı değerli bir hale getirmek ve temel ölçüde batı tekniğini millî müzik hayatımıza sokmak için Konservatuar açılması, batıdan muktedir hocalar getirilmesi ve içinde yetişen genç sanatkârların korunması ve teşvik edilmesi bakımından milletimize gerçek bir örnek ve öğretmen olmuştu. Batı müzik tekniğinin, milletin bütün hayatında öğretici ve insanları mesleklerinde ve her alanda yaratıcı bir kuvvet olarak yetiştirme tesirinde, Atatürk’ün anlayışına iyice uymuş bir insan olarak, müzikte çalışan sanatkârlarımıza millî eğitimde büyük ödevler düşmekte olduğunu daima hatırlatmak istedim. Şimdiye kadar alınan neticeler çok ümit vericidir. Ancak, bilmeli ki garp tekniğindeki müziği tanıtmak, onun zevkini tattırmak ve bu teknik üzerinde Türk milletinin millî çizgilerini bulup yerleştirmek, yeni müzik sanatkârlarımızın ödevleridir. Onların başarısına yardımcı olmak hepimiz için borçtur. Müzik eğitimi çok dinletmek ve sebat etmekle gelişebilir. Bu gerçeği hiç unutmamak ve hiçbir karşı koymadan yılmamak lâzımdır. Atatürk’ün yıldönümünde bu düşünceleri söylemek fırsatını bana verdiğiniz için size teşekkür ederim.

 

 

 

 

 

Atatürk’ün Ölümünün 35. Yıldönümü Dolayısıyla Ankara Tıp Fakültesinde Düzenlenen Törende Yapılan Konuşma[296]

(...) Törende konuşan eski Cumhurbaşkanı tabiî senatör İsmet İnönü, Birinci Dünya Savaşından sonra Osmanlı İmparatorluğu’nun durumu ile Kurtuluş Savaşı’nı anlatmıştır.

Fakülte Morfoloji Binasında düzenlenen Atatürk’ü anma töreninde konuşan İsmet İnönü, Cumhuriyetin, Birinci Dünya Savaşının sonucu olarak gelmedi-ğini, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Kurtuluş Savaşının başlatıldığını belirt-miş, mütarekenin imha politikasının başlangıcı olduğunu söylemiş, özetle şöyle devam etmiştir:

“Atatürk, zamanın muharebelerinden, mücadelelerinden zaferle çıkmış bir büyük kumandan ve geniş görüşleriyle bir devlet adamı olarak, devletin içinde bulunduğu tehlikeyi tüm açıklığıyla, acı taraflarıyla müşahede eden tek büyük devlet adamı olmuştur.”

İnönü, Kurtuluş Savaşı sırasında Türk milletinin en büyük düşmanının padişah olduğunu belirttikten sonra, “Düşman, savaşta, kuvvetlerimizin büyük ve küçüklüğünü değil, milletin içindeki en büyük kuvveti, iradeyi bilemedi” demiştir.

 

 

 

 

Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk ile Görüşmeden Sonra Söyledikleri[297]

Tabiî Senatör İsmet İnönü (...) köşkten ayrılırken gazetecilere “Sayın Cum-hurbaşkanı Türkiye’nin hükûmet işi ile uğraşması, memleketin kuvvetini düşü-recek diye endişe ve üzüntü içindedir” demiştir.

İnönü, Korutürk’ün çok yoğun bir çalışma içinde olduğunu da ifade ederek şunları söylemiştir:

“Sayın Cumhurbaşkanı ile daveti üzerine görüştüm. Sayın Cumhurbaşkanı memleketin hükûmetini kurmak için çok yoğun bir çalışma içindedir. Özellikle Orta Doğu buhranı bir çözüm yoluna girmiş, sulh ümidi her tarafta parlamıştır. Sayın Cumhurbaşkanı, Türkiye’nin hükûmet işi ile uğraşması, memleketin kuvvetini zayıf düşürecektir diye endişe ve üzüntü içindedir. Bunları anlattı. Başarı diledim. Hükûmetin çalışmalarının müspet bir neticeye varması hepimizin müşterek arzumuzdur, dileğimizdir.”

Cumhurbaşkanı Korutürk’e herhangi bir tavsiyesi olmadığını da söyleyen İnönü, “Seçimlerden önce CHP’nin eski yolundan saptığını ifade etmiştiniz, hâlâ bu görüşte misiniz?” şeklindeki bir soruya, “Seçimlerden önceki vaziyet yani CHP üzerine bir konuşma yapmadım; o vaziyette bir değişiklik yok, şimdi CHP tam bir parti halinde memleketin siyasî hayatında çalışıyor” cevabını vermiştir.

 

 

 

 

Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’ün Hükûmet Kuruluşu ile İlgili Açıklaması Üzerine Verilen Demeç[298]

Sayın Cumhurbaşkanının beyanatı, hükûmet buhranından hakikaten bunalmış olan bütün vatandaşlara huzur ve ümit veren temel bir kıymet taşımaktadır.

Görevini bilen ve ona ciddî bir surette sahip çıkan bir Cumhurbaşkanına malik olmak emniyeti ve bu emniyetten doğan her güçlüğü yenmek ümidi esaslı bir surette belirmiştir.

Bundan sonra, siyasî hayatta sorumlu olanların, bu vasıfları ile görevlerini ciddî olarak değerlendirmeleri gelir.

Ben Cumhuriyet siyasetçilerinin bu geçitten başarı ile geçmelerini bekleyen-lerdenim.

 

 

 

 

Yerel Seçimler İçin Oy Verdikten Sonraki Söyledikleri[299]

(...)

İnönü, “Mahalli seçim sonuçlarının hükûmet bunalımını çözümlemesinin ümit edildiğini” söylemiş, bu konuda kendisinin “özel bir görüşü” olmadığını belirterek “Sonucu tecrübeyle göreceğiz” demiştir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

İçindekiler ve Konu Başlıklarına İlişkin Kısaltmalar

 

 

 


AA          : Anadolu Ajansı

ABD        : Amerika Birleşik Devletleri

AGC        : Ankara Gazeteciler Cemiyeti

AKDMB: Avrupa Konseyi Danışma Meclisi Başkanı

AP           : Adalet Partisi

A.P.        : Associated Press

ATF         : Ankara Tıp Fakültesi

BG           : Barış Gazetesi

BP           : Birlik Partisi

CENTO: Merkezi Antlaşma Teşkilatı

CHP        : Cumhuriyet Halk Partisi

CS           : Cumhuriyet Senatosu

Dn           : Demirbaş No

DP           : Demokrat Parti

DTCF       :Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi

Em. Org :Emekli Orgeneral

GSS         :Gazete Sahipleri Sendikası

HEAE      : Halkevleri Atatürk Enstitüsü

HKK        : Hava Kuvvetleri Komutanı

HMGDYC: Harp Malulü Gaziler Dul ve Yetimleri Cemiyeti

HMŞDYC: Harp Malûlü Şehit Dul ve Yetimleri Cemiyeti

İVA         : İnönü Vakfı Arşivi

İYK          : İl Yönetim Kurulu

KDB        : Kemalist Devrimciler Birliği

KGK        : Kanun Gücünde Kararname

MGP       : Milli Güven Partisi

MP          : Millet Partisi:

MYK       : Merkez Yürütme Kurulu

NATO     : Kuzey Atlantik Paktı Antlaşması

Org.        : Orgeneral

PM          : Parti Meclisi

SDDF      : Sosyal Demokrasi Dernekleri Federasyonu

Sf            : Sayfa

SSCB       : Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği

TBMM    : Türkiye Büyük Millet Meclisi

TDK         : Türk Dil Kurumu

TEMF      : Türkiye Emekli Muharipler Federasyonu

TESK       : Türkiye Esnaf ve Sendikaları Konfederasyonu

TFD         : Türk Flarmoni Derneği

THA        : Türk Haberler Ajansı

THKO      : Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu

THKP-C: Türkiye Halk Kurtuluş Partisi–Cephesi

TİP          : Türkiye İşçi Partisi

TKB         : Türk/iye Kadınlar Birliği

TRT         : Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumu

TSAEDYHK: Tüm Sivil Asker Emekli Dul ve Yetim Haklarını Koruma Komitesi

TTK         : Türk Tarih Kurumu

TÜRK–İŞ: Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu

UG          : Ulus Gazetesi

 

 

 

 

Kaynakça

 

 

Barış Gazetesi, 01.08.1971–25.12.1973

Bayram Gazeteleri, 02.12.1970, 08.02.1971, 28.01.1972

Cumhuriyet Gazetesi, 25.07.1970–25.12.1973

Demokrat İzmir Gazetesi, 01.12.1971

Hürriyet Gazetesi, 12.11.1970, 24.09.1972, 29.09.1972

Milliyet Gazetesi, 14.08.1970, 14.09.1970, 10.10.1970, 10.01.1971, 14.04.1971, 10.10.1971, 18.11.1971, 27.01.1972,

Ulus Gazetesi, 25.07.1970–26.07.1971

İnönü Vakfı Arşivi

Halkevleri Dergisi; İsmet İnönü Sayısı; Sayı: 87, Ocak 1974

Filarmoni Aylık Müzik ve Fikir Dergisi; Yıl.10 Sayı:91 Şubat 1974

İsmet İnönü; İstiklâl Savaşı ve Lozan; Belleten, Türk Tarih Kurumu Yayını, Cilt: XXXVIII, Ocak 1974, Sayı: 149

İsmet İnönü; İstiklâl Savaşı ve Lozan; Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu-Atatürk Araştırma Merkezi Yayını, Ankara 1993

Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi; T. C. Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu -Atatürk Araştırma Merkezi Yayını, Cilt: 1, Kasım 1984, Sayı: 1

CHP Genel Başkanı İsmet İnönü’nün CHP Türkiye Büyük Millet Meclisi Gruplarının Ortak Toplantısında Yaptığı Konuşma; 1972, CHP TBMM Ortak Grupları Yayınları, Ankara, 5 Şubat 1972, Ajans-Türk Matbaacılık

İsmet İnönü; Televizyona Anlattıklarım; Hazırlayan: Nazmi Kal; Bilgi Yayınevi, Birinci Basım Aralık 1993

CHP Genel Başkanı İsmet İnönü'nün XX. Kurultay Açış Konuşması; CHP Yayını, 1970, Ulus Basımevi

Türkiye Makaleler Bibliyografyası; Milli Kütüphane Bibliyografya Enstitüsü Yayınları, Üç Ayda Bir Yayımlanır

Türkçe Sözlük (Yeni Basım); Türk Dil Kurumu Yayınları, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara–1988

Mustafa Nihat Özön; Osmanlıca–Türkçe Sözlük; İnkılâp Kitabevi, 2. Basım, Ekim 1955–8. Basım, Mart 1997

Ferit Develioğlu; Osmanlıca–Türkçe Ansiklopedik Lûgat; Yayına Hazırlayan: Aydın Sami Güvençal; Aydın Kitabevi Yayınları, 14. Baskı,1997

Osmanlıca–Türkçe, Türkçe–Osmanlıca Kılavuz Sözlük; Hazırlayan: Yaşar Nabi; Varlık Yay., İkinci Baskı–İstanbul, 1968

Şakir Altay; Hukuk ve Sosyal Bilimler Sözlüğü; Bilgi Yayınevi, Birinci Basım Kasım 1983

Ömer Demir–Mustafa Acar; Sosyal Bilimler Sözlüğü; Ağaç Yayıncılık, İkinci Baskı, İstanbul 1993

T. N. Gencan–H. Ediskun–B. Dürder–E. N. Gökşen; Yazın Terimleri Sözlüğü; Türk Dil Kurumu Yayınları, 1974

Özer Ozankaya; Toplumbilim Terimleri Sözlüğü; Türk Dil Kurumu Yayınları; 1975

Ahmet Emin Dağ; Uluslararası İlişkiler Diplomasi Sözlüğü; Anka Yayınları, 1. Basım Mayıs 2004

 

 

 

 

 

Sözlük

 

 

 

acemi     : bir işin yabancısı olan, eli işe alışmamış, bir işi beceremeyen. bir yerin, bir şeyin yabancısı

âcil          : ivedi

acz/aciz  : güçsüz, güçsüzlük durumu

adalet    : hak ve hukuka uygunluk, hakkı gözetme, doğruluk

addetmek: saymak

aded/t   : sayı, rakam tane

adet       : alışılmış şey. görenek

âdeta     : bayağı,basbayağı, hemen hemen, sanki

âdi          : alışılmış. bayağı, değersiz. âdet olan

adlî         : adalet ve adalet işleri ile ilgili

adliye vekili: adalet bakanı

afakî       : belli bir konu üzerinde olmayan konuşma. nesnel, objektif

âfet        : doğa olaylarının neden olduğu yıkım

afiyet     : esenlik, iyi dilek sözü

ahali       : bir yerde oturanların tümü, halk

ahbap     : yakın ilişki kurulup, sevilen sayılan. seslenme sözü

ahenk     : uyum

ahkâm    : yargı/lar, hüküm/ler

ahlâk      : benimsenen bireysel ve toplumsal davranış belirlenimi

ahvâl      : durumlar, haller

âid/t       : geri gelen, geri dönen. bir kimse veya şey ile ilgili olan. ilişkin, dolayı, için, üzerine

âidat       : ödenti, kesenek

ajans       : haber toplayan ve yayan kuruluş

akabinde: ardından

akd/akid/t: bağ, bağlama, bağlanma, düğümlenme. bağıt, sözleşme, ön sözleşme

akıl          : us. bellek

akım       : sanat, siyaset, düşünce hayatında ortaya çıkan yeni bir görüş, yöntem, hareket, tarz

akibet    : son, bitim

akid/t     : bağ, bağlama, bağlanma, düğümlenme.bağıt, sözleşme, ön sözleşme

aksetmek: yankılamak, yansıtmak. ulaştırmak, duyurmak

aksî              : ters, zıt. inatçı. geçimsiz, huysuz

alâka/dar: ilgi/li

alâmet   : işaret. iz. sembol

âlem       : yer ve gökyüzündeki varlık ve nesnelerin bütünü, evren. dünya

âlet         : el ile kullanılan nesne. araç, iş aracı. hoş olmayan bir şeyi yapmaya araç olan

aleyh/te: karşı, karşıt. (olma/olan)

âli            : yüce, yüksek

âli/aliye : yüce, yüksek

âlicenap : ulu gönüllü. onurlu. cömert

alternatif: seçilebilecek bir başka yol, yöntem, seçenek

aman      : yardım, bağış, rica, usanç, öfke, dikkat, beğeni vd. anlatır

amelî      : pratik, yapma/yapılma

ameliyat : operatörün kesme ve dikme yoluyla yaptığı müdahale. iş, faaliyet, eylemler

ameliye : eyleme ilişkin olma işlemi, pratik, kılgı

âmil        : yapan, etken etmen

âmir       : buyurucu. yönetici

amiral    : deniz kuvvetlerinde generale eş rütbe/deki subay

âmme    : genel, herkesin olan, kamusal

an’ane/vi: gelenek/sel

anânât   : söylentiler. gelenekler

anarşi     : otorite bozulması. karmaşa

anarşizm: tarihi koşullar ne olursa olsun devletin ortadan kaldırılmasını savunan öğreti

angaje    : sözle veya yazılı olarak bağlanan. yüklenme, üstlenme, bağlantı

anıt         : sürekli anılmak için yapılan simgesel yontu, yapı. önemi ve değeri büyük olan yapıt

anlaşma/antlaşma: anlaşma, uyuşma (itilaf). antlaşma: yürürlüğe girmiş, tam onaylanmış anlaşma

anti         : karşı, karşıt

anti semitizm: semitizm karşıtı, yahudi ırkçılığı karşıtlığı

antipati  : sevimsizlik, soğukluk. karşıt duygu

arâzî       : yerler, topraklar

arı           : temiz. katışıksız, saf. hatasız

ârız/ârızî: sonradan olan, dıştan gelen. geçici, eğreti

ârıza       : engebe, aksama, aksaklık

arif          : çok anlayışlı ve sezgili, varışlı

arşivek(arşövek): klise il kurulunun baş papazı

arûz        : yan, taraf. yanak. yol. yöntem

arz          : dünya, yeryüzü. toprak. ülke. en, genişlik

arz          : sunma. üst makama sunuş, bildirme. saygı ile bildirmek. en genişlik. yer, yeryüzü

arzî         : toprağa ait, toprakla ilgili

asab/p   : sinir, damar

asalet     : soyluluk. bir görevin asıl sahibi

asayiş     : güvenlik

asgari     : en az, en aşağı, en azından

asır         : yüz yıl

asi           : başkaldıran, isyan eden

asîl          : soylu. yüksek duygulu

asli          : asıl, kök, temel, kural vb. ilişkin

aslî          : asla mensup, özel, seçkin

aşikâr     : açık, belli, meydanda

ataşemiliter: askeri ateşe. ülkesinin ulusal ordu komutanlığının temsilcisi sıfatıyla hem elçiliğin askeri danışmanlığını hem de askeri konularda haber toplama işini yürüten görevli

ateşe      : ülke dışındaki elçiliklerde uzmanlık alanına göre temsilcilik yapan, diplomatik misyona bağlı teknik uzman

atf/etmek: ilgi/bağ kurmak. yöneltmek, yüklemek

atfen      : mal ederek, yükleyerek

âti           : gelecek, yarın

âvâz/e    : ses, sedâ. yüksek ses, nara

avdet     : dönüş, geri gelme

âza          : üye, uzuv

âzami     : en yüksek, en fazla

âzim       : niyetli, kesin karar veren

aziz         : değerli

azlık        : azınlık

azl/azil/az/li: görevden alma

 

 

bâb–ı âli : Osmanlı’da sadrazamlık, içişleri ve dışişleri bakanlıkları ile devlet meclisinin bulunduğu bina. Osmanlı hükümeti

bahane  : gerçek neden gizlenerek ileri sürülen neden

bahis      : konu, söz. savında haklı çıkacak olana bir şey verilmesini benimseyen sözlü anlaşma

bahr       : deniz. büyük göl veya nehir

bahriye  : donanmaya, deniz kuvvetlerine ilişkin işler

bahtiyar : mutlu

bahusus : ile. hele. özellikle, üstelik

bais         : sebep, neden, gerektiren

baki        : sürekli, kalıcı, daimi. bir şeyden artan, geri kalan

bakiye    : sürekli, kalıcı. artan, geri kalan

basiret/kâr: öngörü, biliş, uzgörü/lük

baş murahhas: baş delege

başvekil : başbakan

bedbin   : kötümser, karamsar

bedre     : .. içi altın dolu kese

behemehal: herhalde, mutlaka

beka       : devam, süreklilik. kararlılık. önceki durumda kalma

belagat  : iyi konuşma, sözle inandırma yeteneği. söz sanatlarını inceleyen bilgi dalı. eksiksiz, düzgün anlatım sanatı. bir şeyde gizli olan derin anlam

beliğ       : (belagat ile ilgili)

bencil     : yalnız kendini düşünen, kendi çıkarlarını herkesinkinden üstün tutan

beraâ/beraât: yetenek, olgunluk, iyilik, güzellik

beraat    : aklanmak, temize çıkmak

ber–taraf: bir yana atılan. şöyle dursun, gerekli değil, ne ise ne.. (durumuna getirilme/olma)

beşer     : insan cinsi

beşerî    : insan/lık ile ilgili, insani

beyan     : anlatı. tanıtlama

beyanat : resmi açıklama

beyanname: yazılı resmi açıklama, bildiri

beyhude: boşuna. yararsız, anlamsız

beynelmilel: uluslararası

bidayet  : başlangıç

bil’âhire/bilâhare: sonra, sonradan, sonunda

bil–akis  :aksine, tam tersine..

bi–l–f’il  : gerçek olarak, gerçekten, sözle değil gerçekten yaparak

bil–hassa: özellikle

bin          : “ile” durumlarını karşılar ve şemsiye harfleriyle başlayan sözcükleri zarf yapar (bin–netice: netice olarak)

binâen aleyh: bununla, bundan dolayı, bunun için, bunun üzerine

binâen   : dayanarak, yapılarak, dolayı

bizzat     : kendisi, kendi

blok        : politik çıkarlar etrafında oluşturulan uluslararası topluluk

boykot   : bir işi, davranışı yapmamam kararı alma. bir yer ile her türlü ilişkiyi kesme

bucak     : kenar, köşe, yer. ilçelerin yönetsel bir birimi (nahiye)

buhran   : bunalım

burjuva  : feodal dönem batı avrupasında kentlerde yaşayan, özel imtiyazlardan yararlanan kentli sınıf. kapitalizm döneminde üretim araçlarına sahip olma ile özdeş olan kişi ve gruplar. burjuva sınıfının mensubu

burjuvazi: burjuva sınıfı, kent soyluluk

bünye/vi: yapı/sal

 

 

caiz         : olabilir, uygun

câli          : yapmacık, düzme

câlib        : celb eden, kendine çeken, çekici

cami       : derleyen, toplayan. içine alan, içinde bulunduran

camia     : toplum, topluluk, zümre

cari         : akan. olagelen, geçen, yürürlükte olan

cebren   : zorla, zoraki, gücün

cebrî       : zor, zorlayış. zorla, zor altında. cebirsel

cefa        : büyük sıkıntı, üzgü, eziyet görmek/etmek

cehalet  : bilgisizlik, bilmezlik

celb        : getirme, kendine çekme. yazılı çağrı

celbetmek: yazılı çağrı yapmak. (dikkat çekmek, dikkate çağrı yapmak)

cem’iyyet: toplum, dernek

cenup     : güney

cephe     : yüz, alnaç. savaş yapılan bölge. yan, taraf. bir düşünce çevresinde sağlanan beraberlik

cereyan : akma, akış. akım

cerrâr     : çekici, sürükleyici. dilenci. savaş araçlarıyla donatılmış ordu.

cevher   : öz. değerli bir taş. iyi yetenek. töz

cezai       : ceza ile ilgili, cezaya ilişkin, cezaya dayanan

cihan      : (dünya). evren, acun

cihaz       : aygıt, alet, takım

cilve        : hoşa gitmek için yapılan davranış. görünme, ortaya çıkma

cins         : tür, çeşit. ortak özellikler gösteren varlıklar topluluğu. soy, kök, asıl. garip, tuhaf. yüksek nitelikte olan

conservator/konservatör: koruyucu, koruyan kimse, koruma görevlisi

cumhur  : halk. topluluk

cumhuriyet: ulusun egemenliği kendi elinde tuttuğu ve bunu belirli süreler seçtiği temsilcileri aracılığıyla kullandığı devlet yönetim) biçimi

cumhurreisi: cumhurbaşkanı. cumhuriyetle yönetilen ülkelerde devlet başkanı

cümle     : dizge, sistem. tümce. bütün, hep

cür'et     : korkmaksızın ileri atılma, ataklık

 

 

çehre     : yüz, sima

çığır        : başkalarını da etkileyebilecek yeni bir biçim, yöntem, yol..

çiğ           : yersiz ve yakışıksız. yaşının gerektirdiği görgü ve olgunluğa erişmiş olmayan gözü rahatsız eden, göze batan

çile          : sabıra dayalı çekilen zahmet, sıkıntı

çokluk    : çoğunluk

 

 

dahil       : bir işe karışmış olma, karışma. iç, içeri. içinde olmak üzere ile birlikte (“bugün dahil”..)

dahili      : iç ile ilgili, içerde. içsel

daim/î    : sürekli, sonsuz

daima     : her zaman, sürekli olarak

daire      : çember. bölge. (çalışma yeri)

dam        : çatı, çatı altındaki ev

dar          : ölçüleri/genişliği (veya zamanı) yetersiz olma (durumu)

darbe     : vuruş, çarpış. bir ülkede zor kullanarak yönetimi devirme. birini kötü duruma düşüren, sarsan olay

darb-ı mesel: ata sözü. atalar sözü

dâva       : sava, sav. hak arama

debdebe: görkem, gösteriş, şatafat, ihtişam

deccal     : dini inanışlara göre kıyamete yakın bir zamanda çıkacağına inanılan yalancı. yalancı, fesat

deha       : zekanın, kişiliğin erişebileceği en yüksek aşama

delege   : kendisine yetki verilen kimse, elçi

delil        : kanıt, tanıt

demagoji: duygu kamçılayarak gerçek dışı sözlerle başkalarını etkileme, kazanmaya çalışma

derece   : basamak, kerte. derece. rütbe sırası. değer, miktar

derman : çare, ilaç. güç, kuvvet

deruhte : üstlenme. sorumluluğu benimseme

derviş     : bir tarikata girmiş, onun yasa ve törelerine bağlı olan. alçak gönüllü ve her şeyi hoş gören. yoksulluğu, çilekeşliği benimseyen

deva       : ilaç, çare

devalüasyon: değer düşürümü, bir ülkedeki para değerinin yabancı ülkelerin paraları karşısında yasa veya kararname gücüyle düşürülmesi

devir      : zaman, çağ (dönümü)

devletçilik: bir ulusun yönetim ve ekonomik işlevlerinin devletçe birleşik bir yönetim altında birleştirilmesi siyaseti

devre     : çevrim. yıl/yıllardan oluşan zaman süresi, dönem

dikta       : körü körüne uyulması gereken buyruk (yönetimi)

diktatör : bütün siyasi yetkileri zorla kendinde toplayan kimse. zorba

diplomasi: uluslararası ilişki ve görüşmeleri kendi çıkarlarına uygun biçimde yürütme sanatı. uluslararası ilişkileri düzenleyen antlaşmalar bütünü

diplomat: ülkesini temsille görevli

dirâyet   : akıl, zeka. yetenek

divan      : üst düzey devlet yöneticilerinin kurduğu büyük meclis

divanı harp: askeri mahkeme

diyalog   : karşılıklı konuşma. eserlerde iki veya daha çok kimsenin konuşması. konuşmaya dayalı yazılı eser

diyâr       : memleket, ülke. (yöre)

doktrin  : öğreti

dominyon: ingiliz uluslar topluluğuna üye ülkelere verilen ad

donanma: deniz kuvvetleri, savaş gemileri

düstûr    : yasa, kural. esaslı kural

düvel      : devletler

düyûn    : borçlar

düyunû umûmiyye: genel borçlar (kamu/devlet borçları)

 

 

ebedi     : sonsuz, ölümsüz

ebediyen: sonsuza dek, sonsuzca

ecdad/t : dedeler, atalar

eda         : davranış, tavır. naz, işve. anlatış yolu

efkâr      : düşünceler, fikirler

efkârı umumîye: kamu oyu

efrad/t  : bireyler, kişiler, kimseler. erler

ehemmiyet: önem, değerlilik

ehliyet   : yeterlik, yeterliklilik

ekselâns                : bakan ve büyükelçiden başlayarak cumhurbaşkanlığına kadar yükselen ve yüksek makam sahibi yabancılara verilen onur ünvanı

ekseriyet: çoğunluk/la, çok defa

elem      : acı, kaygı

emanet : inam. inanıp (bir şeyi) bırakmak

emâre    : belirti, iz, ipucu

emel      : gerçekleştirilmesi zamana bağlı istek

emniyet                : güvenlik

emperyalizm: bir devletin egemenlik ve kontrol alanını ulusal sınırlarının ötesine yayarak başka devlet veya devletleri siyasi ve ekonomik egemenlik altına almaya dayalı yayılmacılık.

empoze : zorla benimsetilmiş olan

emrivâki: oldu bitti (yaratma)

emsâl     : benzerler. yaşıt, eş, denk. örnek

endişe    : düşünce. tasa, kaygı, kuşku, korku

endüstri                : sanayi

entelektüel: aydın

enteresan: ilgi çekici, ilgi

enternasyonal: uluslararası

erbâb     : sahipler. bir işten anlayan ve iyi yapan kimse, yeterli, becerikli, layık

erkân     : bir topluluğun önde gelenleri. başkanlar. general- amiral rütbesindeki askerler. yol, yöntem. temeller, esaslar

erkânı harbiye reisi: genel kurmay başkanı

erkânı harbiye: askerlik öğretimi görmüş subaylar grubu. (genel kurmay kısaltması olarak da kullanılmaktadır.)

erkânı harbiyei umumiye: genel kurmay (başkanlığı)

erkânı harp: kurmay, kurmay (subay)

esas        : ana, öge, temel. doğru biçim. temel alınan, başlıca, asal

esef        : acınma, yerinme, üzülme

esna/sında: an, an/ında

esnaf      : el zanaatları veya küçük ticaretle geçinenlere verilen genel ad. başlıca kaygısı mesleğini yozlaştırarak çok para kazanmak olan kimse

eşkıya     : dağda, kırda yol kesen hırsızlar, haydutlar. haydut, kır hırsızı

eşrâf       : onur ve saygınlık sahipleri

evlât       : çocuk. soy, döl

evvel/â  : birinci, ilk. önce. ilkin

ezâ          : incinme, incitme, can yakma durumu

eziyyet   : incinme, incitme, can yakma durumu

 

 

faâl         : etkin, aktif

facia        : çok üzüntü veren, acıklı olay, afet

faide/fayda: yarar, kazanç

faik         : üstün, yüksek

fakir        : yoksul

fanatizm: bir şeye aşırı düşkünlük, tutkuyla bağlılık, taassup, bağnazlık

fâni         : ölümlü, gelip geçici. kalımsız

fârik/a    : benzerlerden ayırt edici durum veya öge

farz/etmek: bir sonuç elde etmek için olasılıklı veya gerçek olarak kabul edilen bir tahminde bulunma. sayma, tutma. bir hususu bir dava veya konuya esas tutma. (farzedelim ki, diyelim ki, tutalım ki, ola ki)

farzâ/fâraza: farzedelim ki, diyelim ki, tutalım ki, ola ki. farzetme/farzolma

fasıl         : bölüm, kısım, devre. belli bir sürede yapılan iş, karşılaşılan durum ya da olay

fasıla       : aralık, ara, kesinti. (bölüm)

faşizm    : aşırı ulusalcı ve ırkçı motiflerle korporatizm temelinde örgütlenmeyi egemen kılan, büyük sermaye lehine diktötörlük rejimi

fayda      : yarar, kâr

feda/kâr: bir amaç uğruna bir değer ya da varlıktan vazgeçme, uğruna verme. gözden çıkarma. özverili

federasyon: birkaç ülkenin egemenlik ve yetkilerinin büyük bölümünü tek bir devlet durumuna gelmek için yaptıkları ortaklığa devrettikleri topluluk biçimi/devletler birliği. birleşik birçok kuruluştan oluşan (mesleki vb.) birlik

felâket   : büyük dert, bela

fena        : iyi nitelikte olmayan, kötü. üzücü. istenilen ve gereken nitelikte olmayan. hoşa gitmeyen, rahatsız edici. çok, fazla, aşırı biçimde

feragat   : vazgeçme. tokgözlülük

ferah      : bol, geniş, rahat. sıkıntısız, tasasız, sevinçli olma durumu. gönül açıklığı

ferd/t    : birey

ferik       : kolordu komutanı. korgeneral (birinci ferik), tümgeneral (ikinci ferik)

ferman : yazılı padişah buyruğu

feryad/t                : haykırış, çığlık

fetva      : şeriat esaslı yazılı yönerge

fevk        : üst, yukarı

fevkalâde: alışılmış olandan ayrı, olağanüstü

feyz/feyiz: bolluk, verimlilik, gürlük. bağış. olgunlaşma, ongunluk

fırka        : grup. parti. asker tümeni

fi’l      : iş, kar, eylem. zamanla ilgili olup, anlama yol açan sözcük

fiat          : paha, değer, eder, parasal karşılık. bir değer ile para birimi arasındaki ilişki

fiil           : iş, davranış. olumlu veya olumsuz olarak zaman kavramı taşıyan veya zaman kavramı ile birlikte şahıs kavramı veren sözcük

fiilen       : gerçekten, yaparak, çalışarak

fiilî          : edimli, eylemli, pratik olarak

fikir         : düşünce

fitne       : geçimsizlik, karışıklık, kargaşa (çıkarıcılık)

fonksiyon: işlev. görev. bir veya birçok değişken niceliklere bağlı olarak değişen nicelik

forum    : dinleyicilerin de söz alabildikleri belli bir konu üzerinde düzenlenen toplantı. tartışma alanı

fukara    : yoksul. fakir. zavallı. derviş

 

 

gafil        : çevresindeki gerçekleri görmeyen, sezmeyen, bilgisiz, dalgın

gaflet     : habersizlik, boş bulunma. dalgınlık

gaile       : sıkıntı, dert, keder, üzüntü

gala         : resmi bir törenden sonra yapılan büyük ve gösterişli tören. bir oyun veya filmin ilk gösterim etkinlikleri

galebe    : yenme, yengi, üstün gelme

galibiyet                : yenme, üstün gelme

ganimet : savaşta karşı taraftan ele geçirilenler. rastlantısal kazanç veya olanak

garp        : batı

gaye       : erek, amaç

gayr        : başka, diğer. başına geldiği sözcükleri olumsuzlama

gayret    : çaba

gayrı resmî: resmi olmayan

gayrı tabîî: doğal olmayan (olağan dışı)

gayrı       : artık

gazî         : gazâ eden, ordunun başına geçen, savaşan. savaştan sağ ve muzaffer dönen. böyle bir ordunun başkomutanı

gerici      : toplumda yeniliklere değer vermeyen, her yönüyle eskiyi özleyen veya eski düzeni getirmeye çalışan

gerilla     : düzenli ordu dışı düzensiz savaş yöntemi ve onu yapan kişi

gıyaben  : kendi yokken, ortada olmaksızın. adını, sözünü başkalarından duyarak, görmeden

girift       : birbirinin içine girerek karışmış, girişik, çapraşık..

gramer  : dilbilgisi

grev        : iş bırakımı

grup       : aynı yerde bulunan kimse ve nesneler bütünü, biraradalığı

güdü       : bilinçli ve ya bilinçsiz olarak davranışı doğuran, sürekliliğini sağlayan ve ona yön veren herhangi bir güç, saik. kaynağı duygulanma değil, akıl olan neden. bir etkinlik veya işin gizil nedeni

günah     : dince suç sayılan iş veya davranış. acımaya yol açacak kötü davranış, yazık. sorumluluk

güya       : sözde, sanki

güzeşt    : geçme, geçiş. baştan geçmiş

güzide    : seçkin, seçme, seçilmiş

 

 

hacâlet   : utanma, utanç

hacet      : gerekli olma, gereklilik. dilek

hacim     : bir cismin uzayda doldurduğu boşluk, oylum, cirim

had         : sınır. derece. yetki ve değer

hâdise    : olay

hafıza     : bellek

hâiz         : malik/sahip. taşıyan

hak/hakk: adalet, adaletin birine ayırdığı, tanıdığı kazanç. dava veya iddiada uygunluk, doğruluk. doğru, gerçek şey. geçmiş, harcanmış. emek. pay. emek karşılığı ücret. temel gerekler, gereksinimler

hakikaten: gerçekten

hakikî     : gerçek, sahici, asıl/tam

hakim     : (konusunda) bilgili

hâkim     : yargıç

hâkimiyet: egemenlik, egemen olma durumu

hâl          : durum. oluş, bulunuş. şimdiki zaman

hâlâ        : bu zamana kadar. henüz

halet      : durum

halet–i ruhiye: ruhsal durum

halife      : müslümanların imamlığı ve şeriatın koruyuculuğunu yapan. hükümdar. Osmanlı padişahlarının sanlarından biri. babıâli kalemlerinde yazman

halife-i rûy-i zemin: (yeryüzü halifesi) yavuz sultan selim’den sonra gelen padişahlar içinkullanılan bir ünvan

hâlis        : karışık olmayan, katıksız. temiz, arı. duru. gerçek

hâll/i      : çözme. çözüm, çözümü. açıklama

hâmî       : himaye eden, koruyan, gözeten

hâmiyet : koruma

hamiyyet: ulusal onur. ulusal değer, saygınlık, itibar. ulusal öz saygı

hamle    : ileri atılma, atılım. saldırış. atak

hanedân: hükümdar ve devlet büyüklerine dayanan soy, büyük aile. belli ve büyük soydan gelen

harab/p : yıkıntı, yıkkın, viran

hararet  : ısı. sıcaklık. susama. coşkunluk, ateşlilik

harb/p   : savaş

harbiye nazırı: savunma bakanı

harbiye  : savunma, savaş işleri. subay yetiştiren askeri yüksek okul

haricî/hariç: dış

hariciye nazırı: dışişleri bakanı

hariciye  : dışa bakan, dışişleri

hasıl/a    : meydana gelen. tümü, hepsi, sonuç

hasım     : düşman. karşı taraf

hasret    : özlem

hassa      : bir kimse veya şeye ait, özgü olma. özellik

hassas    : duygulu, hisli. duyarlı

hat          : çizgi. yazı. ulaşım yollarının aynı yönde olanlarının tümü. izlenen yol, çizgi

hatıra     : zihinde kalan, geçmişe ilişkin şey/ler, anı/lar

hattâ      : ve dahi, bile, bir de vb..

havadis  : ilgiyle karşılanan haber, yeni söz

havale    : bir iş veya şeyi başkasına bırakma, üstüne bırakma, aktarma

havali     : çevre, yöre

havi        : içinde bulunduran, kapsayan

hayal      : zihinde tasarlanan ve gerçekleşmesi özlenen şey. imge. görüntü. belirsiz görüntü..

hayat/iyet: yaşam/sallık

hayır       : iyilik. karşılık beklemeksizin yapılan yardım. yadsıma (red) sözcüğü

haysiyet : değer, saygınlık, itibar. onur, öz saygı

haz          : hoşnutluk duygusu. duyusal veya ruhsal sevinç durumu

hazer      : sakınma, çekinme

hazin      : üzüntülü, hüzünlü

hazine    : hazne. değerli şeyler ve onların saklanması. gömülü değerli şeyler. devlet malı ve parası. kaynak

hazret    : kutsal veya değerli kimselerin adlarının önüne getirilen ünvan

hemşehri: aynı ilden olan

hercümerç: alt üst, karmakarışık, darmadağınık, allakbullak

heves     : istek, eğilim, arzu, şevk

hey’et    : kurul..

hey’et–i ıslahiye: iyileştirme (düzeltme) kurulu

heybet   : korku ve saygı uyandıran görünüş

hezimet : bozgun, ağır yenilgi

hırs         : sonu gelmeyen istek, aşırı tutku

hicab/p  : sıkılma. utanma, utanç duyma

hicv/hiciv: şiir yoluyla alay. şiir yoluyla gülünç duruma düşürme

hiddet    : öfke. keskinlik

hikâye    : bir olayın sözlü ya da yazılı anlatımı. öykü

hikmet   : felsefe. gizli, bilinmeyen nokta. neden. gerçeğe, ahlaka ait kısa söz

hilâf        : aykırı, karşı, karşıt, ters. yalan

hilâfet    : halife hükümdarlığındaki düzen

hile         : aldatmak, yanıltmak için yapılan düzen, dolap, oyun. çıkar sağlamak için bir şeye değersiz bir şey katma

himaye  : koruma

his           : duyu, duygu. sezme

hisse       : pay, düşen

hissî        : duyu, duygu ile ilgili, duyusal, duygusal

hissiyât  : duyu, duygu yetileri, duygular

hitâb/p  : ağızdan veya yazı ile söz söyleme

hitâbe    : düzgün ve coşturucu söz söyleme, söylev

hiyerarşi: makam/konum sırası, basamak, derece düzeni

hizib/p   : bölük, kısım. bir örgüt veya topluluk içinde inanç ve düşünce bakımından ayrılık gösteren, yan tutmaya yönelik küçük topluluk

hudud/t                : sınırlar, uçlar, bucaklar

hukuk     : haklar. gerçekler. yasaların tanıdığı haklar. toplumsal yaşamı düzenleyen ve yaptırımları belirleyen yasaların tümü. tüze. bu yasalar ile ilgili bilimsel disiplin

hulâsa    : özet. öz. kısacası, sözün kısası

hulûs      : gönül temizliği

hulya      : kuruntu. kurgu. düşünce

hurafe    : dine sonradan girmiş boş inanç

husûl      : üreme, türeme, çıkma

husûmet: düşmanlık. davacılık. karşıtlık. kıskançlık

husûs     : bakım, iş. şekil, yol, konu

hususî    : başlıca, ayrıca, özel

hücûm   : saldırı

hükm/hüküm: karar, buyruk

hükûmet: devlet görevlerinde yetkili yürütme organı, bakanlar kurulu

hükümdar: padişah, kral, hakan vb. taht sahibi devlet başkanı

hür         : özgür, köle veya esir olmama

hürmet  : saygı

hürriyet : özgürlük

hüsn       : güzellik, iyilik. tamlık olgunluk. düzen, düzgünlük

hüsnü kabul: iyi karşılama, güler yüz gösterme

hüviyyet: öz, nitelik, gerçek, asıl

hüzün     : iç kapanıklığı, gönül üzgünlüğü

 

 

ırgat       : tarım işçisi, rençber. yapı işçisi. gemiler ve yapılarda yatay kollarla ve birkaç kişi tarafından çevrilen bocurgat

ıslah/ât  : düzeltme/ler, iyileştirme/ler

ıstırab/ızdırab/p: sıkıntı, büyük üzüntü

 

 

i’lân        : duyurma, yayma

iade        : alınmış bir şeyi geri verme

ibaret     : -dan/-den oluşan, meydana gelen. ancak bu kadar olmak

ibret       : yanlışlardan ve kötülüklerden sakınmayı sağlayan ders çıkarma

icâb/p    : gerek, gereklilik, ister. olumlama

icabet     : bir çağrıyı yerine getirme, benimseme. gereklilik/ler

icad/t     : yeni bir şey yaratma, bulma. gerçekmiş gibi gösterme çabası

icbâr       : zorlama, zorunda bırakma

icrâ         : yapma, yerine getirme, yürütme. borçlunun yerine getirmediği yükümlülükleri adli kuruluş aracılığıyla yerine getirme işlemlerinin bütünü

icrâât      : yürütme. yapılan işler, çalışma ve uygulamalar

idâme    : devamlı, sürekli kılma, sürdürme

idâre      : yönetim

idâre-i maslahat: bir işi iyi-kötü yoluna koyma. bir işi şöyle-böyle yapma

idarî        : yönetimle ilgili, yönetsel, yönetimsel

ideal       : ülkü, mefkûre. düşüncenin toplayabileceği üstün nitelikleri kendinde toplayan, ülküsel

idealizm : ülkücülük. bilgide temel olarak düşünceyi alan ve varlığı insan düşüncesinin kurduğunu kabul eden öğretilerin genel adı

ideoloji  : siyasal ya da toplumsal bir öğreti oluşturan kişi, kuruluş ve sınıfların davranışlarına yön veren ekonomik, politik, hukuksal, felsefi, moral, estetik düşünceler bütünü

idmân    : vücut gücünü artırmak için yapılan sportif etkinlik. herhangi bir durum veya şeye karşı alışkanlık kazanmak için bir şeyi birçok kez yineleme

idrâk       : anlayış, algı. yetişme, erişme. olgunlaşma

ifâ           : ödeme, yerine getirme, yapma, iş görme

ifade       : anlatım. deyiş. dışa vurum

iflâs         : borç ödeyememe sonucu oluşan batık, batkı durumu

ifrad/t    : çok ileri gitme, aşırılığa varma, vardırma

iftihâr     : övünme, övgü. onur, şan

iftira       : kasıtlı ve asılsız suç yükleme, kara çalma

iğbirâr    : gücenme, güceniklik

ihata       : kuşatma, sarma, çevirme

ihlâl        : bozma, zarar verme

ihmâl      : gereken ilgiyi göstermeme, savsaklama

ihrâc/ç   : çıkarma, dışarıya atma. (üretim fazlası ya da) ürünleri yurt dışına satma

ihtâr       : anımsatma. dikkat çekme, uyarı

ihtilâf     : ayrılık, uyuşmama, çelişki, anlaşmazlık (durumu)

ihtilâl      : devrim

ihtilât     : karışma, karışmak. karşılaşıp görüşme

ihtimâl   : olasılık, olabilirlik. belki, ola ki (olasılığı)

ihtirâs    : aşırı güçlü istek. tutku

ihtiyâr    : seçme, kendi isteğiyle davranma

ihtiyarî   : isteğe bağlı, seçmeli olan, seçimlik. istemli, zorla olmayan

ihtiyât    : ileriyi veya kimi olasılıkları düşünerek ölçülü davranma, sakınma. yedekte tutma

ihya        : canlandırma, diriltme. iyi duruma getirme, geliştirme. umut, erinç verme

ikbal       : baht açıklığı veya yüksek bir makam ve duruma erişmiş olma. istek arzu

ikmâl      : kemale erdirme, tamamlama, bitirme, eksiğini giderme

iktidâr    : güç, erk. bir işi başarma yetisi. devlet yönetimini elinde bulundurma ve gücünü kullanma yetkisi

iktifâ       : yetinme, yeter bulma, fazla istememe. kanma

iktisâd    : ekonomi. aşırı davranmama, tutma, tutam. biriktirme, artırma, esirgeme

iktisadî   : ekonomik olan, ekonomik tutum, ekonomi ile ilgili

ilâh         : ve başkaları ve benzerleri (vb). (Arapçada, “sonuna kadar, diğerleri de böyledir” anlamına gelir, ilâ – âhiri’nin kısaltmasıdır)

ilâ–nihaye: sonsuza kadar

ilâve       : katma, ulama, ek. eklenmiş, katılmış parça

ileyh       : ona (erkeğe. kadına: ileyha: ona)

ilhâk       : katma, bağlama, ekleme. egemenliği altına alma

ilham      : esin, esinlenmek

ilim         : bilim

ilm          : bilgi. bilim

ilmî         : bilimsel

iltica       : güvenilir bir yere sığınma. sığınma

iltihâk     : katılma, karışma

iltizam    : kendi için gerekli sayma. taraf tutma, kayırma, bir tarafı tutma. devlet gelirlerinden birinin toplanmasını üstlenme

imâ         : dolaylı, üstü kapalı anlatım. imleme, anıştırma

imân       : dinin ortaya koyduğu dogmalara inanma, dini inanç. güçlü inanç duygusu

imâr       : bayındır duruma getirme, geliştirme

imhâ       : mahvetme/edilme, yok etme

imkân     : olabilirlik, olanak

imparatorluk: çeşitli ulusları egemenliği altında toplayan devlet yönetim biçimi

imtihân  : sınav

imtiyâz   : ayrıcalık. bir işi özel izinle ayrıcalıklı olarak verme

indî         : kendi inanışına, kendi görüşüne dayanan, kendince

infiâl       : gücenme. kızgınlık

inha        : resmi bir göreve atama veya bir üst aşama için yazılan yazı

inisiyatif : bir şeyi başkalarından önce yapma. gerekli kararları almayı bilen kişinin niteliği

inkâr       : yaptığını gizleme. tanımama. yadsıma

inkılâb/p: değişim, dönüşüm (devrim)

inkişâf    : açılma, gelişim. açığa çıkma. açınım

insâf       : merhamete, vicdana veya mantığa dayanan adalet

intibâ     : izlenim. basılmış yayınlanmış olma. zihinde iz bırakma

intibak   : çevreye veya bir duruma uyma, uyum sağlama

intihâ’    : sona erme. bitme, tükenme. son

intihâ’    : yanına dayanma, yaslanma

intikâl     : yer değiştirme, aktarım

intikam  : öc alma

intişâr    : yayılma, dağılma, üreme, yayınlanma

intizam  : düzenli, düzgün olma

intizâr    : bekleme, gözleme

inzibât    : yolunda olma. güvenliğin sağlanması, yolunda olması. sağlamlaşma. sıkı düzen. orduda düzeni sağlamak için görevlendirilen er

iptidaî    : ilkel

irade      : istem, istenç. buyruk

irtibât    : ilişki, bağlanış, bağlantı

irtica       : geri dönme, gericilik

irticalen : doğaçtan (doğaçlama)

isâbet     : hedefe varma, hedefi vurma/tutturma. güzel rastlantı

is/âf        : (bir dilek veya isteği) yerine getirme

isnad/t   : iddia, birisine bir şey yükleme. iftira etmek

ispad/t   : kanıt(lama), kanıt yoluyla doğruyu ortaya çıkarma/gösterme

israf        : gereksiz harcama, savurma

isti’fâ’     : affını isteme. bir işten isteğiyle çekilme

isti’mâl   : kullanma

istid’â     : dilekçe, arzuhal, yalvararak isteme

istidâ      : el uzatma. birinin yanına bakılmak üzere bir şey bırakma

istidâd    : doğrulma. alışma

istidâd    : yatkınlık, eğilimlilik, yetenek. akılcılık, anlayışlılık

istifâde  : yararlanma, yararlanarak öğrenme

istifham : (zihinde beliren) soru

istignâ’   : az ile yetinme, tokgözlülük. ihtiyaçsızlık. nazlanma, ağır davranma. çekinme

istignam                : ganimet araştırma, gözleme

istihkâm                : saldırıyı durdurmak, savunma yapmak amacıyla düzenlenmiş yer

istihsâl   : çıkarma, elde etme. üretim, elde edilen şeyler, ürünler

istihzârât: hazırlıklar

istikamet: doğruluk, doğru hareket. doğrultu, yön

istikbâl   : gelecek zaman. birini karşılama, birine karşı çıkma

istiklâl    : bağımsız/lık

istikrâr   : yerleşme, durulma, kararlılık durumu. yineletme

istikrâz   : borçlanma. faizle para alma

istilâ       : (zor yoluyla) ele geçirme. yayılma, kaplama

istinad/t: dayanma. güvenme. kanıt olarak sunulan şey hakkında kanı oluşturma

istirahat : dinlenme, rahat etme

istirdad/t: geri alma, alınma. verilmiş, gönderilmiş bir şeyin geri gönderilmesini isteme

istirham : yalvarma, merhamet dileme, rica etme

istismar : işletme, yararlanma, sömürü

istisna    : ayırma, ayrı tutma. ayrıksı

istişare   : danışma

isyan       : kurulu düzene veya devlet güçlerine karşı gelme, başkaldırma, ayaklanma. Bir düzen veya emre boyun eğmeme, uymama

işgal        : bir yeri ele geçirme. (bir kimseyi) işten alı koyma, engelleme, oyalama. uğraştırma

iştirak     : paydaşlık, katılım

itâad/t   : boyun eğme, dinleme. emre göre davranma

ithal        : içine alma. başka ülkelerden mal/ürün getirme

ithâm     : suçlama, hata, kusur yükleme

itibar      : önem verme. saygınlık. onur

itidal       : eşitlik. ortalama. yavaşlık, yumuşaklık. ölçülülük

itilâf        : alışma. uyuşma (anlaşma)

itilâf–name: anlaşma belgesi

itimad/t                : dayanma, güvenme. güven

ittifak     : uyuşma, bağlaşma

ittihâd/t: bir olma, birleşme, birlik

ittihâm  : suçlandırılmış, suçlu olma

ittihâz    : benimseme, kabullenme. sayma, öyle diye kabullenme

izah         : açık anlatım, açıklama

izale        : giderme, yok etme

izân         : bildirme, bildirilme

 

 

jandarma: kamu düzenini sağlamakla görevli askeri kuvvet

 

 

kabahat : uygunsuz hareket, çirkin, yakışıksız davranış, suç, kusur. hafif ceza gerektiren hafif suç

kabîl       : az önce, biraz önce. soy, tür, sınıf. benimseyen, olan, olabilir. yetişebilir

kabiliyet                : yetenek

kabine    : bakanlar kurulu

kabir       : mezar, sin

kabotaj  : bir ülkenin limanları, akarsu ve göllerinde gemi bulundurma, işletme ve taşıma hakkının bulunması

kademe : basamak

kader     : alın yazısı. yazgı

kadı        : tanzimat’a kadar her türlü davalara, tanzimat’la medeni kanun arasındaki dönemde ise yalnız evlenme, boşanma, nafaka, miras davalarına bakan mahkemelerin başkanlarına verilen ad

kadr/kadir: değer. itibar, onur

kâfi         : yeter/li

kafile      : birlikte yolculuk eden topluluk, grup

kâfir        : tanrının varlığını inkar eden. (müslümanlarca) genellikle hrıstiyanlara verilen ad. acımasız, zalim

kaide      : temel, esas, yöntem, kural

kâmil      : bütün, tam, eksiksiz. olgun, yetkin, erişkin. bilgisi çok kimse

kâmilen : tam olarak. bütün, büsbütün, toptan

kampanya: politika, ekonomi, kültür gibi alanlarda süreli etkinlik dönemi

kamu      : hep, bütün. bir ülkedeki halkın bütünü

kanaat    : oluşmuş düşünce, kanı. yeter görüp fazlasını istememe

kani        : yargı sahibi olan/olmak. inanmış olma

kanun     : yasa

kanunî    : yasa/lar ile ilgili, yasal

kaos        : karışıklık, kargaşa

kapıkulu : osmanlı’da devletten ödenek alan, sürekli görev yapan atlı ve yaya askerlerden oluşan örgüt

kapitalizm: anamal/sermayecilik. özel mülkiyet ve özel girişimciliğin ve piyasa işleyişinin temel alındığı düzen

kapitülasyon:doğu ve yakındoğu ülkelerinin tek taraflı olarak avrupa ve amerika’ya tanıdıkları ayrıcalıklar. bir ülkenin kendi aleyhine, o ülkede yabancılara verilen, mali, iktisadi, idari (yargı, yürütmeye ilişkin) ayrıcalık hakları

kâr          : –li, –ci, –eden, –edici eklerinin karşılığıdır; adları sıfat yapar (hile–kâr, vb.)

kâr          : iş güç, kazanç, uğraş, sanat. para kazancı, yarar. ürünlerin maliyet fiyatı ile satış fiyatı arasındaki fark. işleme, etkileme

karakol   : güvenliği sağlamakla görevli kimselerin bulunduğu konut. güvenliği sağlamak için hükümete bağlı her türlü silahlı kuvvet, kol, devriye

karakter                : bir nesne ve bireyin kendine özgü yapısı, onu başkalarından ayıran temel belirti ve bireyin davranış biçimlerini belirleyen ana özellik, öz yapı. bireyin düşünüş ve hareketlerinde tutarlı ve sağlam kalabilmesini sağlayan özellikler bütünü

karargâh: bir birlik veya kurumun komutan ile yardımcı şube ve bölümlerinden oluşan kuruluş. ordunun geçici veya uzun süre konakladığı yer. durulan veya kalınan yer

kararname: cumhurbaşkanının onayından geçen hükümet kararı

kasaba    : ilçe

kasdî/kasıt: isteyerek yapılan. kurma, niyet

kast        : ayrıcalıklar bakımından yukardan aşağı doğru kesin ölçülerle sınırlanmış bulunan, toplumsal sınıf ve katmanların her biri

kat’i        : kesip atan, tereddüde yer bırakmayan kesin/lik

kat’iyen : hiçbir zaman, asla. kesin olarak, kesinlikle

kavm      : insan topluluğu

kayd       : şeyleri belirtik olarak yazılı, kayıtlı duruma getirme. sınırlama. belirtme. önem verme, endişe

kayd       : zincir, pranga. bağlayacak şey, bağlanma

kaymakam: ilçenin en büyük yönetim görevlisi. (eskiden askeri rütbe olarak: yarbay)

kazâ        : kadı kararı. kadılık görevi. istek dışı yapılmış kötü iş. yapma, yapılma

kaza        : ilçe, kaymakamlık

kaza        : zamanında yapılmayan dini görevin yerine getirilmesi. hukuk devletinin bozulmaması ve korunmasına yönelik devlet faaliyeti. yargı, yargılama işlemi. önlem dahilinde olup gerçekleşebilen olaylar

kemâl     : olgunluk, tamlık, eksiksizlik. değer, paha. bilgi, erdem

kerâmet: doğa üstü, şaşkınlık uyandırıcı, olağanüstü durum. ermişçesine yapılan iş, hareket veya söz, düşünce

kermes  : bir çalışmaya yardım amacıyla genellikle açık havada yüpolün eğlentili toplantı. küçük kentlerde bayram, panayır günlerinde yapılan eğlentili toplantı

keşif       : ortaya çıkarma, açma. var olduğu daha önce bilinmeyen bir şeyin ortaya çıkarılması. bir olay veya durumun oluş nedenlerini anlayabilmek için yerinde inceleme yapma. bir şeyin olacağını önceden anlama, sezme, tahmin

keşmekeş: karışık olma durumu, karışıklık

keyf        : sağlık, afiyet. mizaç. doğa. hoşnutluk. iç açıklığı. neşe. istek, arzu

keyfiyet : nitelik. bir şeyin iyi veya kötü isteğe bağlı olması

keza        : yine, bu da öyle

kıdem    : bir görevde rütbece eskilik. bir görevde geçirilen süre

kıraç       : verimsiz veya sulanmayan, bitek olmayan (toprak)

kısır        : üreme imkanı olmayan, döl vermeyen. ürün vermeyen. verimsiz, yararsız, sonuçsuz

kışla        : askerlerin toplu olarak barındıkları büyük yapı

kıta         : anakara, büyük kara parçası

kıt'a        : askeri birlik. dörtlük. parça tane

kıtaât     : parçalar, bölükler. ilkeler. askeri birlikler. büyük kara parçaları

kıyam     : ayağa kalkma, ayakta durma. bir işe girişme, kalkışma. ayaklanma

kıyamet : tek tanrılı dinlerin inanışında dünyanın sonu ve bütün ölülerin dirilerek mahşerde toplanacağı zaman. gürültülü karışıklık, gürültü, patırtı

kıyas       : bir tutma, denk sayma. karşılaştırma, oranlama. benzetme yolu, örnekseme

kıymet   : değer. bedel. paha, tutar. onur

kifâyet   : yetişir, yeterli miktarda olma. yeterlik, yeteneklilik

kisve       : kılık, giysi. özel giysi. bir kimse veya şeyin dış görünümü

klâsik      : eski yunan ve roma çağı dili ve sanatı ile ilgili olan. 17. yüzyıl fransız dili, sanatı ve yazarları ile ilgili olan. üzerinde çok zaman geçtiği halde değerini yitirmeyen,türünde örnek olarak görülen eser..

klik          : hizip

koalisyon: çeşitli güçlerin bir araya gelmesiyle oluşturulan birlik

kokteyl  : türlü içkiler karıştırılarak yapılan içki. içkili toplantı

kolektif  : birçok insan veya nesneleri içine alan, birçok kişi ve nesnenin bir araya gelmesi sonucu olan. ortaklaşa

kolektivist: ortaklaşacı

kolordu  : değişik sayıda tümen ve süvari destek birliklerinden kurulu büyük birlik (ordu)

kombinezon: başarmak için alınan önlemler. düzenleme

komiser : ortaklık ve toplantıları (Türkiye’de birinci dünya savaşında: İngiliz, Fransız, İtalyan çıkarlarını) hükümet(i) adına denetlemekle görevli kimseler

komisyon: yarkurul, encümen. aracılık yapana bırakılan yüzdelik

komite   : alt kurul, encümen, komisyon

komünist: toplumsal mülkiyetin esas alındığı sınıfsız toplum düzenini savunan

konfederasyon: devletler birliği. çeşitli ortaklıkların daha çok sendikaların üst birliği, kümeleşmesi

konservatuar: müzik, tiyatro ve bale öğretiminin yapıldığı okul

konsolos: bir devletin yurt dışındaki bir takım idari hizmetleri yürütmek ve atayan devletin çıkarlarını korumak amacıyla başka bir devlet nezdinde görevlendirdiği, diplomatik nitelik taşımayan resmi memur/luk

kontenjan: bir işin kapsamına girenlerin oluşturduğu topluluk. pay oranı. seçip almakta yararlanılabilecek ölçü, sayı

konvansiyonel: anlaşma ile ilgili, uzlaşma ile ilgili

kortej     : bir devlet büyüğünün yanında bulunanlar. bayram,cenaze vb. törenlerde sıralanmış insan topluluğu

kovuşturma: suçlu sanılan biri için yapılan soruşturma ve araştırma, takibat

kozmonot: uzay adamı, astronot

kredi      : borç ödemede güvenilirlik. ödünç mal, para alma verme

kritik      : tehlikeli, endişe veren durum. eleştiri

kriz         : bunalım, buhran, güç dönem

kudret   : güç, erk, erke

kumandan: komutan

kurmay  : harp akademileri mezunu subay. kurmaylık yetki ve yeteneği olan (subay)

kurultay : ulusal toplantı, kongre

kusur      : eksiklik, ayıp, sakatlık. suç, ihmal, tedbirsizlik

kuşak      : .. yaklaşık olarak 25-30 yıllık yaş kümelerini oluşturan bireyler öbeği. yaklaşık olarak aynı yıllarda doğmuş, aynı dönemin şartlarını paylaşmış, benzer görevlerle yükümlü olmuş topluluk

kutsal     : güçlü dini saygı uyandıran veya uyandırması gereken. tapınılacak veya yolunda can verilecek derecede sevilen. bozulmaması, dokunulmaması, karşı çıkılmaması gereken, üstüne titrenilen. tanrıya adanmış olan, tanrısal olan

kuvâ/kuvvâ: kuvvetler, güçler

kuvâ–yi inzibatiye: inzibat, düzeni sağlamakla görevli askeri güçler

kuvâ–yi milliye: ulusal kuvvetler, güçler

kuvve     : kuvvet, güç

kuvvet   : fiziksel güç, takat

küsûr      : artan veya geriye kalan bölümler, kesirler. tam sayıdan sonraki kesirli sayı

kütle      : büyük parça, küme, yığın

 

 

lağv         : kaldırma

lâik          : din işlerini devlet işlerine karıştırmayan, devlet işlerini dinden ayrı tutan

lâlettayin: ayırt etmeksizin, gelişigüzel, özensiz, rastgele

lâûbâli    : ilişiksiz, kayıtsız, senli benli..

lâyık        : hak kazanmış. değimli, yaraşık

lâzım      : gerek, gerekli

lehine    : tarafında, yanında

levazım  : gerekli olan şeyler, gereçler

literatür                : yazın. bir daldaki yazı veya eserlerin bütünü

liyâkat    : layık olma, yaraşırlık, uygunluk, değim

lokal       : belli bir yerle, bölgeyle ilgili, yerel, mahalli, mevziî. sınırlı bir yerle ilgili olan. bir dernek veya kuruluşun üyelerinin buluşmaları için ayrılmış yer, dernek evi. müziklieğlencelerin yapıldığı yer

lokavt     : işverenin işçileri topluca işten uzaklaştırma veya çıkarma kararı

lûtf         : hoşluk, güzellik iyilik

lûtfen     : hoşlukla, tatlılıkla.. lütfen

lûtfetmek: vermek, ihsan etmek, bağışlamak

lûtf–kâr : iyilik sever

lüzûm          : bir şeye yarama, gerek. gereklik. sayma

 

 

ma’rûz   : sunulmuş, sunulan. söylenilmiş, anlatılmış. bir olay veya durumun etkisi veya karşısında bulunan

ma’rûzât: makam ve yaş bakımından küçükten büyüğe bildirilen, sunulan bilgi, sunuş

ma’tûf    : bir yöne eğilmiş. birine dayandırılmış, yöneltilmiş

mâ–ba’d: sonu, sonrası, sonraki, altta

mâcerâ : olaylar, ilginç olaylar zinciri, serüven

maddeten: maddi olarak, madde ve cisim olarak

mâddî/ maddiye: dokunma, görme, işitme, tatma ile duyulan şeyler. madde ile ilgili, maddesel

mağdûr  : gadre, haksızlığa uğramış, kıygın

mağlûbiyet: yenilme, yenilgi

mahall    : yer, yöre, mevki. (yer, yeri, gerek/gereği)

mahallî   : yerel, yöresel

maharet: yetenek, uzluk, ustalık

mahcub/p: örtülü, kapalı. utanma

mahdut : çevrilmiş, sınırlanmış

mahfûz  : saklanmış, korunmuş, gözetilmiş. (alçalmış)

mâhir     : maharetli, becerikli

mahiyet : öz, iç yüzü, içerik. nitelik

mahkûm: mahkemece hüküm giymiş, hükümlü. birinin hükmü altında bulunan. Katlanma zorunluluğu olan

mahrem: gizli olan

mahrûm/iyet: yoksun/luk, istek ve dileğini elde edemeyen

mahsul   : ürün. verim

mahsup : hesap edilmiş, hesaba geçirilmiş

mahsus  : özgü. ayrılmış. özel olarak, bilerek isteyerek

mahsusa: özel. başkasında bulunmayan, yalnız birine ait veya ayrılmış olan. ayrı, başlı başına

mahv/etmek: yok etme

mahzar  : yüksek makamlı kimsenin yanı, huzuru. yüksek makama sunulmak için yazılan çok imzalı dilekçe. mahkeme sicil defteri

mahzun : üzgün, üzüntülü

mahzur/iyet: sakınca, yasak, zarar, engellilik (durumu)

maiyet   : bir üst kişiye tabi olanlar

makam  : mevki, konum, kat. memurluk yeri

makbul  : benimsenen, beğenilen

maksad/t: amaç, gaye, erek

mâkul     : akla uygun, akıllıca. söylenilmiş, denilmiş, söylenilen (söz)

makûs    : ters çevrilmiş, baş aşağı getirilmiş. uğursuz, kötü

malî        : mal ve para ile ilgili, parasal maliye, devlet gelir ve giderleri ile ilgili

mâlik      : sahip, iye

maliye    : kamu gelir ve gider işlem kurallarının bütünü. devlet gelir ve giderlerini yürüten kuruluş

malûl      : sakat

malûm   : bilinen, belli

malûmat: bilgi, biliş, bilinen şeyler

manâ      : anlam. iç, içyüz. akla yakın neden. düş

manen   : iç varlık bakımından,manevi

manevî  : anlama ve duyulara ait. soyut. tinsel

manevra: bir alet veya makine ya da aracın işleyişini düzenleme, yönetme işi. hareket, gidiş geliş. askeri birlikleri savaşa hazırlamak amacıyla yapılan geniş ölçekli savaş denemesi. istenilen amaca ulaymak için tutulması gereken yol

mâni       : önleyen, engel

mantalite/mentalite: zihniyet, düşünüş tarzı

mantık   : doğru düşünme yol ve yöntemi

manzara                : görünüm. görünümü dikkat çeken her şey ve yer

marifet  : ustalık, hüner, bilme, biliş. araç, aracı. hoşa gitmeyen hareket

marksizm: alman düşünür karl marx’ın temelini attığı kapitalizm çözümleme ve eleştirisi ile toplumsal mülkiyetin temel oluşturduğu sınıfsız toplum öğretisi

masraf   : harcanan para, gider. bir şeyin yapımında kullanılan gereç, harç

masûm  : suçsuz, temiz

masûn/iyet: korunan, korunmuş (olma durumu)

mat        : satrançta yenilgi. bir tartışma sonunda karşısındakini cevap veremez duruma düşürmek

matbaa  : basımevi

matbû’   : tab’olunmuş, basılmış kitap, gazete. hoş, latif, makbul, güzel

mazeret                : istenmeyen duruma yol açan kaçınılmaz neden. özür, bahane

mazi       : geçmiş, geçmiş zaman

mazur    : mazereti, nedeni, özürü olan, mazeretli

me’mûr : emir almış olan. devlet/kamu hizmetinde çalışan görevli

meâb     : geri dönülecek, sığınılacak yer

meâl       : meydana gelen şey, sonuç. anlam, kavram, olgu

meb’ûs  : milletvekili

mebus’ân: milletvekilleri

mecbûr/iyet: zor, zorluk. zorla bir işe girişmiş. bağlı, düşkün. yükümlü/lük, zorunlu/luk

mechûl/meçhul : bilinmeyen. edilgen

meclis–i mebus’ân: osmanlı son dönemindeki iki meclisten, üyeleri halk tarafından seçileni

mecmû/ mecmûa: toplanmış, bir araya getirilmiş, top, tüm. (koleksiyon), seçme yazılardan oluşan kitap, dergi

mecra    : (akarsularda) yatak, akak, su yolu. bir işin gidişi, bir olayın doğrultusu

meded/t: yardım, imdat

medenî/yet: uygar/lık

megalo idea: büyük düşünce

mehil     : bir işin bitirilmesi için tanınan ek süre

mekanizma: karmaşık bir biçimde düzenlenmiş organ veya parçalar birleşimi, sistem, düzenek. organların işleyiş biçimi. ateşli silahların işlemesini sağlayan mekanik bölüm. oluş, ortaya çıkış, işleyiş

mekteb/p: yazı yazılacak yer. okul

melekât : melekeler, yetiler

meleke  : yineleme sonucu kazanılan yatkınlık, alışkanlık. yeti

memnun/iyet: sevinç duyan, hoşnut, mutlu, kıvançlı (olma durumu)

men       : bırakmama, durdurma. yasak

menfaat                : yarar, çıkar

menfi     : olumsuz. olumsuz bakan

menkıbe: din büyükleri veya tarihe geçmiş ünlü kişilerin yaşamları ve olağanüstü davranışlarıyla ilgili hikaye, anlatı

mensûb/p: bir şeye, kimseye vb. ilgisi, ilişkisi bulunan

menzil    : yolculukta dinlenmek amacıyla durulan yer, konak. iki konak arasındaki uzaklık. ordunun cephe gerisi işlerinin bütünü

merâsim: tören

merci’    : dönülecek yer, başvurulacak yer

merhale                : derece, basamak, aşama, evre

merhûm: ölmüş bir müslüman erkekten söz edilirken söylenen söz. (kadın için: merhume)

merkez-î umumî: genel merkez

mes’ûd/t: mutlu

mes’ul/iyet: sorulmuş, kendisinden sorulmuş. sorum/luluk

mesâî     : çalışma/lar, bol çalışma. emek

mesaj     : devlet yöneticileri arasındaki yazılı veya sözlü bildiri, ileti akışı. ileti

mesel     : örnek, benzer. dokunaklı ve anlamlı söz. terbiye ve ahlaka yararlı olan anlatı

meselâ   : örneğin, şunun gibi, söz gelişi

mesele  : sorun. problem. güç iş

meserret: sevinç

meslek   : sürekli uğraş. çığır, okul, ekol

mesned/t: dayanak, dayanılan şey. makam, rütbe, derece. orun

meş’ûm : uğursuz, kötü

meşgul   : bir işle uğraşan, iş görmekte olan. çalışır, kullanılır durumda olan, dolu. uğraştırmak. oyalamak

meşrep  : huy, karakter, mizaç. davranış biçimi

meşrû/iyet: kamu vicdanınca doğru, benimsenmiş olma

meşrû’   : kamu vicdanınca doğru olan

meşrûtiyet: hükümdar başkanlığı altındaki parlamento yönetimi

metânet: metin olma, dayanma, dayanıklılık, sağlamlık

metin     : olaylar veya acılar karşısında dayanma gücünü yitirmeme, sağlam. dayanıklı olma

metod   : yöntem

metodik                : yöntemli, yöntemsel

mevcut  : var olan, hazır bulunan

mevkii    : yer, konum. izleme veya yolculuk yerinin konum, konfor derecesi

mevzi     : bir şey konulacak yer

mevziî    : bir yere özgü, bir yerde olan, sınırı dar, yayılmamış

mevzû    : konulmuş. işler geçer olan

mevzu/u: konu

mevzu–i bahs: konu edilmiş, sözü edilen/edilmiş

meyan/miyan: ara, aralık,orta

meyl/meyil: eğiklik, eğim, eğilim

meyus    : üzgün, umutsuz, karamsar

mezhep : bir dinin görüş, anlayış ve yorum ayrılıklarından kaynaklanan kollarından her biri

meziyet : ayırıcı nitelik, yetenek

mihenk  : denek taşı. birinin değerini, ahlakını anlamaya yarayan ölçüt

mihrak   : odak

mihrap   : umut bağlanan yer..

miktar    : bir şeyin ölçülebilen durumu

mikyas   : ölçek, ölçü

milis       : savaş sırasında orduya yardımcı olarak toplanan halk gücü. bazı ülkelerde sivillerden oluşan yardımcı güvenlik gücü

militan   : bir düşüncenin başarı kazanması için savaşan, mücadele eden. bir örgütün etkin üyesi

millet     : ulus. gerekli benzer ve ortak özellikleri bulunan (ulusal) topluluk

millî        : ulus ile ilgili, ulusa ait, ulusa özgü, ulusal

milliye    : ulusa özgü olma durumu. ulusallık

milliyet  : ulusa özgü olma durumu. ulusallık

milliyetçi: ulusçu, ulusalcı

milliyetperver: ulus sever, ulusçu

minnet/dâr: iyiliğe karşı gönül/teşekkür borcu (olma/sayma durumu)

mîr-alây : alay beyi, albay

misafir   : konuk. gözün saydam tabakasında oluşan beyaz leke

misâk     : sözleşme, antlaşma, bağlaşma. ant, yemin

misâk–ı millî: ulusal ant

misâl      : örnek. masal. düş. benzer, andırır

misil/misli: eş, benzer. miktar. kat, yinelenen bir sayının toplamı

mizaç      : huy, doğa, yapı

morfoloji: şekil, biçim bilgisi, yapı bilgisi. biçim bilimi

motif      : yan yana gelerek bir bezeme işini oluşturan ve kendi başlarına birer birlik oluşturan öğelerden her biri. bir eserde sık sık tekrarlanan süsleyici öğe. bestenin bir parçasını çeşitli yönlerden birlik sağlayan belirleyici küçük birim

mu’cib    : gereken, hayrete düşüren, şaşkınlık veren

mu’tâd   : adet olunmuş, alışılmış, alışılan. alışılmış şey

muâhede: anlaşma/antlaşma

muâmele: davranma, davranış. yol, iz. resmi kurumlardaki kayıt, vb. işlemler

muamma: bilmece. anlaşılmayan, bilinmeyen şey

muârız   : karşı koyan, karşı çıkan

muasır   : aynı yüzyıl içinde olma. çağdaş

muattal : tatil edilmiş, bırakılmış, kullanılmaz. boş, işsiz

muavin  : yardımcı. yönetici yardımcısı

muayene: bir kimsenin hasta olup olmadığını veya hastalığın ne ve nerede olduğunu araştırma. gözden geçirme, araştırma, yoklama

muayyen: tayin edilmiş, belirlenmiş, belli. kararlaştırılan

mûcib/e                : gereken, gerektiren. neden, neden olan

mugayir : başka türlü. uymaz, aykırı

muğlâk   : kapalı, belirsiz

muhabbet/kâr: sevgi, dostluk, yarenlik (gösteren)

muhâbere: haberleşme, yazışma

muhâbir                : haberci, haber veren, bir yerden gazeteye haber gönderen

muhâceret: muhacirlik, göç etme, göç

muhâfaza: koruma, saklama, kayırma

muhafazakâr: tutucu, değişiklik istemeyen

muhâkeme: yargılama, yargılanma. karar verebilmek için zihinde inceleme,. usa vurma

muhakkak: doğruluğu, gerçekliği kesin olarak bilinen, gerçekliği kesinleşmiş

muhâlefet: bir görüş veya tutuma karşı olma. uygunsuzluk, aykırılık, karşıtlık

muhâlif  : bir tutum, görüş ya da eyleme karşı olan. aykırılık eden, uymayan

muhârebe: savaşma, vuruşma

muhârip                : savaşan, savaşçı. savaş tekniğini iyi bilen

muharrir: yazı yazan, yazman. yazar

muhatab/p: kendine söz söylenilen, konuşulan kimse

muhayyel: imgelenen, hayal gücüyle yaratılan, hayal edilen

muhît     : çevre, yöre

muhtaç  : ihtiyaç duyan, yoksul

muhtelif: zıt, birbirini tutmayan. türlü, çeşitli

muhtemel: olasılık dahilinde olan, beklenen, beklenir, umulur, olası..

muhterem: saygı değer

muhteşem: görkemli, gösterişli, büyük ve göz alıcı

muhtıra : anımsatma, uyarma amaçlı yazı

mukabele: karşılık, karşılama. karşılık verme. karşılaştırma

mukabil : karşı karşıya gelen, karşısında bulunan. karşılık olarak yapılan. karşılığında

mukaddem: (büyüğe) sunulan. önde olan, önde giden. önce gelen. değerli üstün

mukadder: takdir olunmuş, değeri bilinmiş. yazgı, yazgı ile ilgili olan

mukadderât: yazgı

mukaddim/e: sunan. öne, ileriye geçen, önde giden. ön söz. başlangıç

mukavele: sözleşme. yazılı sözleşme

mukavemet: karşı durma, karşı koyma, direniş

mukayese: karşılaştırma, kıyaslama, ölçme, ölçü

muktedir: gücü yeten, erkli

munhasır/an: her tarafı kuşatılmış, çevrili. yalnızca bir şey veya kimseye özgü olan. özel ve belli olarak. yalnızca. başkalarının dahil olmadığı

muntazam: sıralanmış, düzgün, düzenli

murahhas: izinli, yetkili. delege

murakabe: denetleme, denetim

musâhabe/t: sohbet etme, konuşma, görüşme

musallat                : bıktırıcı ilgi. sataşma, ilişme

mûsir     : zengin

musirr    : ısrar eden, ayak direyen, direnen

muska    : içinde dini ve büyüleyici bir gücün saklı olduğu sanılan, taşıyanı zararlı etkilerden koruyup iyilik getirdiğine inanılan bir nesne veya yazılı kağıt

mutabakat: uygunluk, uyuşma, anlaşma

mutâbık : birbirine uyan, uyuşan, anlaşan

muteber: saygın, itibarı olan, sayılır. inanılır. yürürlükte olan

muvâfakat: uygunluk, uyma. uzlaşma, razı olma

muvaffak: başarmış, başarılı

muvâfık : uygun, yerinde

muvâsala/t: gidip gelme olanağı. ulaşım. erişim. varma

muvâzaa: bir konuda bahse girişme. danışıklı dövüş. danışıklık

muvâzene: denk olma. gelir – gider uyumu. kıyas, ölçü. denge

muzaffer: üstün. başarmış, elde etmiş

muztarib/p: sıkıntı içinde bulunan, rahatsız

mübâdele: değişim, değiş–tokuş

mübalâğa: büyütme, abartma, abartı

mübrem: çok gerekli, kaçınılmaz, vazgeçilmez

müdâfaa: savunma

müdâhale: karışma, araya girme, el katma, sokulma

müddet : süre, zaman

müdrik   : anlamış, algılamış, aklı ermiş

müessese: kuruluş, kurum

müeyyide: yaptırım

müfettiş: bir kuruluştaki işleri denetleyen, denetçi

müfreze                : çeşitli askeri görev ve hizmetlerin yapılması için küçük birliklerden belli bir kuruluşa bağlı kalmadan geçici olarak oluşturulan gruplara verilen ad

müfteri  : karacı, kara çalan, iftiracı

mühim   : önemli

mükellef/iyet: yükümlü. kaçınılamayacak yüküm/lülük

mükemmel: eksiksiz, tam, yetkin

mülâhaza: dikkatle bakma, irdeleme. düşünce, düşünme

mülâkat : kavuşma, buluşma, birleşme. görüşme. söyleşi

mülâki    : buluşan, kavuşan, görüşen

mülayim: uygun, uyar, yumuşak

mümkün: olabilir, olası

mümtâz : ayrıcalıklı. seçkin

münâkaşa: tartışma

münâsebet: ilgi, ilişki. (ilgili, ilişkili)

münâsib/p: uygun, yerinde. beğenilen, hoşa giden

münazaa: ağız kavgası, çekişme, tartışma. iki taraf arasındaki kavga, düşmanlık

müncer  : bir yana doğru çekilip, sürüklenen

münevver: aydın

münferid/t: tek, ayrı, kendi başına olan

münhasır: ayrılmış, özgü

münhasıran: yalnız, özellikle

müphem: belirsiz. açık ve seçik olmayan

mürâcaat: başvuru, danışma, yardım isteme

mürâkabe: denetleme, denetim

müreffeh: gönençli. geçim koşulları sağlanmış, rahata kavuşmuş

mürekkep: birleşik. bireşim

mürettep: dizilmiş, dizili. gizli amaçla yapılmış iş. sonradan düzenlenmiş, derlenmiş

mürteci : yeni düzene karşı direnen gerici

müsâade: izin. elverişli, uygun olma durumu

müsabaka: yarış, yarışma, karşılaşma

müsabık : yarışmacı

müsâdeme: silahlı çarpışma, çatışma. uğraşma

müsâdere: el koyma

müsâid/t: uygun, elverişli

müsamaha: hoşgörü, tolerans

müsâvi   : eşit

müsbed/t: kanıtlanmış. olumlu

müsta’cel/iyet: acele, ivedi/lik

müstahak: hak etmiş, kazanmış, layık

müstakil                : bağımsız

müstefîd: istifade eden, yararlananlar

müstenid/t: dayanan, yaslanan. dayanarak, yaslanarak

müsterih: kaygıdan arınmışlık, rahat olma

müstesna: başkalarına benzemeyen, kural dışı. üstün

müsteşâr: danışılan. bakanlıklarda bakandan sonra gelen yönetici

müşâhade: görme, gözlem

müşarûn–i ileyh: adı geçen, adı anılan (erkek). (tanzimat’tan sonra, sözü edilen en yüksek rütbe için bu sözcük kullanılmıştır)

müşavir : danışman

müşkül/ât: güç, zor, çetin. engel/ler, güçlük/ler, zorluk/lar

müşterek: ortak, birlikte

mütalâa : iyice düşünme, değerlendirme

mütareke: ateşkes, bırakışma (silah kullanma bırakışması)

müteâkıb/ip: sonra, ardından, ardı sıra

müteessir: üzülme, üzgün olma

mütehassıs: uzman

mütehassis: duygulanma, duygulanmış

mütemâdi/yen: sürekli, aralıksız

mütenâsib/p: orantılı, oranlı, uygun

mütesânid/t: dayanan, dayanışık

müteşekkir: teşekkür eden, teşekkür borcu olan

mütevazı: alçak gönüllü

müteveccih: karar vermiş, yapmaya yönelmiş

müttefik: bağlaşık

müzâkere: konuşma, görüşme, danışma

 

 

 

naçiz       : değersiz, önemsiz, çok küçük

nadir      : seyrek, az bulunur

nafi         : yararlı, kazançlı

naib        : tahtta hükümdar olmadığı zaman ya da hükümdarın çocukluğu sırasında devleti yöneten

nâil         : ele geçiren, ele geçirmiş, erişmiş, kazanmış, ulaşmış

nakil       : iletme, aktarma. göç, taşınma. anlatma, anlatım (nakil/nakli)

nakliye   : taşıma ile ilgili, taşıma işleri

nam        : ad. ün, lakap

namına  : adına

namus    : ar. temizlik, doğruluk

nâmus-kârâne: namuslulukla, doğrulukla

nankör   : kendine yapılan iyiliğin değerini bilmeyen, iyilik bilmez

nasib/p  : paya düşen bölüm. elde edebildiği şey. kısmet, talih

nasihat   : tavsiye, öğüt

nasyonal: ulusa özgü, ulusal

nasyonalizm: ulusçuluk, milliyetçilik

nazar      : bakma, göz atma. düşünce, görüş. zarar verici bakış

nazaran  : göre, oranla, kıyasla

nazar–ı dikkat: ilgi, dikkat çekme

nazarî     : kuram, kuramsal, teorik (bakış, yaklaşım..)

nazariye : bilimsel görüşler, kuram

nazır       : bir yere doğru bakan. hükümet üyesi bakan

nebat     : bitki

nefer      : bir tek kişi. rütbesiz asker, er. insan sayısı bildiren sözler için kullanılır

nefs/nefis: öz varlık, kişilik. beslenme gereksinimlerinin bütünü

nesil       : göbek, kuşak

neşir       : yayma, dağıtma, yayım

neşriyât : yayın

netice    : sonuç

nevi        : çeşit, cins, tür. sınıf

nevî        : yenilik

nezaket : saygılı ve ince davranma. önemli olma, dikkatli davranmayı gerektirme.

nezâret  : bakma, gözetme. denetim, kontrol. bakanlık. görü. gözaltı, gözetim

nifak       : anlaşmazlık, ara bozma, ayırma

nihaî       : son, en son, sonal

nihâyet  : son, sonunda, en sonunda

nimet     : iyilik, lütuf, ihsan

nisab/p  : yeter sayı

nisb/p/et: oran. bağıntı, ilgi. kasıtlı üzücü davranış

nisb/p/eten: göre, oranla, kıyaslayarak

nisb/p/î : göreli, bağıntılı

nitekim  : gerçekten, nasıl ki..

niyaz       : yalvarma, yakarma

niyet      : önceden isteyip, düşünme

nizâm     : düzen

noksan   : eksik, eksiklik, kusur

nokta–i nazar: görüş, bakım (ilgili noktaya bakma, ilgili noktaya ilişkin görüş.. görüşten hareketle)

nosyon   : bir şey üzerindeki gerekli bilgi, kavram

nur         : aydınlık, ışık, parıltı. ilahi bir güç tarafından gönderildiğine inanılan parlaklık

nutuk     : söylev

nüfuz      : içine geçme, işleme. sözü geçme, sözü dinlenme

nükleer  : atom çekirdeği ile ilgili, çekirdeksel (enerji)

 

 

objektif  : nesnel

ordugâh : ordunun konakladığı yer

ortakçı   : başkasının toprağında çalışarak ürününe ortak olan

otorite/r: yetke, sulta, velayet /kullanan

 

 

öz            : benlik. bir şeyin temel ögesi, kendi/si

özerk      : ayrı bir yasaya bağlı olarak kendi kendini yönetme yetkisi olma durumu. bir devletin sınırları içinde yer alan bir ya da birkaç bölgenin idari yönden belirlenmiş bazı alanlarda serbest olması

 

 

paha       : eder, değer, fiyat

pakt        : antlaşma (bir antlaşma ile oluşan bağlaşık, birlik)

pâre       : parça. sayı, bölük

pârlamento: yasama, devlet bütçesi oluşturma, hükümeti denetleme görevleri olan ve

halk oyu ile belirli bir süre için seçilen meclis/ler

partizan : partici. düşmanlarına karşı mücadele verirken silâhlı harekete katılan

paşa        : osmanlı’da yüksek sivil memurlar ile albaydan üst rütbede bulunan subaylara verilen san

perakende: dağınık. parça parça, az az

perçin    : birden çok levhayı birbirine bağlamak için geçirilen çivinin ezilerek baş durumuna getirilen ucu

perde     : görüşü, ışığı veya bir şeyi gizlemek için gerilen örtü. üzerine bir cismin görüntüsü yansıtılan saydam olmayan yüzey. iki yeri birbirinden ayıran bölme. doğruyu görmeye engel olan şey. katarakt, aksu, akbasma. sahne eserinin büyük bölümlerinin her biri. müzikte seslerin kalınlık veya incelik derecesi. utanma duygusu

pervasız : çekinmez, sakınmaz, korkusuz

perver   : “besleyen, besleyici, yetiştiren, eğiten” anlamlarıyla bileşik sözcükler yaratmada kullanılır (nizamperver, vd.)

peydâ     : belli, açık. ortaya çıkmak, oluşmak

peyderpey: art arda, sürekli olarak, azar azar, bölüm bölüm, yavaş yavaş

piyasa     : pazar. alışveriş fiyatı, geçerli fiyat. arz ve talebin karşılaştığı alan. üretimin bir plana bağlı olmaksızın yapıldığı, fiyatının arz ve talebe göre belirlendiği ekonomi

pratik     : teoriye dayanmayan, davranış ve uygulama ile ilgili olan, kılgılı, uygulamalı. kolaylıkla uygulanabilir, kullanışlı. bir şeyi yapma yöntemi veya biçimi. sanat, bilim dalı veya teorinin kurallarının uygulanışı

prensip  : ilke, umde

program: dizge, yapılması gereken iş/işlemler bütünü

propaganda: bir düşünceyi yayma ve benimsetmek için söz veya yazılı araçlarla yapılan etkinlik

prosedür: izlenen yol ve yöntem

protokol: bir toplantı, oturum vb sonunda imzalanan belge. diplomatlar arası anlaşma tutanağı. devlet içi ve devletler arası ilişki, tören vb. durumlarda uygulanan kurallar

 

 

 

râbıta     : bağlayan şey, bağ. ilgi, ilişki

radikal    : köklü, kesin, kökten/ci

rağbet    : istek, arzu

rahmet  : suç bağışlama, merhamet etme. yağmur

rahne-dâr: gediği, yıkığı olan. eksiği, bozuğu olan. zarara uğramış

rast         : doğru, tesadüf. hedefi bulma, vurma. umulmadığı halde karşılaşmak, tesadüf etmek. düşünmediği veya düşünülmediği halde payına düşmek. bulmak, kollamak, seçmek. başarılı kılmak

razı         : benimseme, isteme

red         : yadsıma. benimsememe

refah      : bolluk, varlık, rahatlık, gönenç

refakat   : eşlik, arkadaşlık, yoldaşlık (etme/yapma)

reform   : iyileştirme, düzeltme/ler

reis         : başkan

reisicumhur: cumhurbaşkanı

rejim      : yönetme, düzenleme biçimi, düzen. devlet yönetme biçimi

rekabet : aynı amacı güdenler arasındaki çekişme yarışma

resepsiyon: kabul, kabul etme. resmi ziyafet. bir kuruluşta müşteri ile ilgili büro ve büroda çalışanların tümü

resmî     : devlete ait, devlet ile ilgili

restorasyon: siyasi tarih bakımından yıkılıp ortadan kalkmış olan bir düzenin geri getirilmesi

revü       : çeşitli dans ve oyunlardan oluşmuş, zengin görünümlü sahne gösterisi

rey          : görme, görüş. (oy)

rıza         : razı olma, istek. onay

riâyet     : uyma. saygı, itibar etme, ağırlama

ric’ât       : geri dönme. geri çekilme

ricâl        : erkekler, yaya olanlar. mevki sahibi kimseler

rivâyet   : söylenti. hikaye edilen, anlatılan bir haber, söz veya olay

riyâset   : başkan, başkanlık

ruh/î/ye: tin. ruhla ilgili, ruhca, ruhsal. tinsel

rüçhan   : üstünlük, yeğlik

rüştiye   : orta okul derecesinde olan eğitim kurumu

 

 

sâbit       : yerinden oynamayan, yer değiştirmeyen, durağan. hep aynı kalan. gerçekliği tesbit edilmiş, kanıtlanmış

sabote   : baltalamak

sadâkat  : bağlılık, güçlü dostluk

sâde       : yalın, gösterişsiz

sâdık       : doğru, gerçek. dostluk, bağlılık. dostluğu ve bağlılığı içten olan

sadrazam: osmanlı’da başbakan

safa/hât : evre/ler

safha      : evre

saha        : alan

sahih      : gerçek, doğru, hakiki

sahrâ      : kır, ova, çöl

sâir         : harekette olan, yürüyen. başka, öteki, diğer

salâh       : iyilik. barış. düzelme

salâhiyyet: yetki, bir şeyi yapmaya hakkı olma. bir davaya bakabilme

salim      : esen, sağlam

salt         : yalnız, tek, sırf. içinde yabancı bir öge bulunmayan, mutlak. arı

saltanat : bir ülkede hükümdar, padişah, sultan egemenliği. bolluk, zenginlik, gösterişli yaşayış. kişiler üzerindeki egemenlik

sarf         : harcama, masraf etme, gider. tüketme, kullanma. çevirme, döndürme. değişme. dilbilgisi, gramer

sarf–ı nazar: sayılmasa da, vazgeçilse de. vazgeçme

sarih       : açık, kolay anlaşılır. (açıkça, açık, meydanda olarak)

sathi       : dış yüzeyle ilgili. yüzeysel. üstünkörü

satıh       : yüz, yüzey

sebat      : kararlılık

sebep     : neden

sefaret   : elçilik

sefer      : yolculuk. genellikle yurt dışına yapılan askeri harekât, savaşa gitme

seferberlik: silahlı kuvvetleri savaşa hazır duruma getiren ülke ekonomisi ve yönetimini savaş gereklerine uyacak duruma sokan hazırlık ve önlemlerin tümü. bu durumun ilan edildiği veya savaşın sürdüğü dönem

seferî     : yolculukla ilgili olan. savaşla ilgili olan. yolda olduğu için oruç ve namaz zorunluluğu olmayan

sefir        : büyükelçi

seğirtmek: çabuk adımlarla veya sıçrayarak yakın bir yere doğru yürümek

selâmet : esen, esenlik

semitizm: Sami ırkından gelenlerin (semitic/semitik) ırkçılığı, Yahudi ırkçılığı

sempati : doğal ve içgüdüsel eğilim, sevgi ve yakınlık duyma

sempatizan: üyesi olmadığı halde bir partinin, bir topluluğun görüşlerin benimseyen veya bir görüş, bir öğreti, bir akımı tutan, duygudaş

senato   : yaş, eğitim vd. ölçütlere göre seçilmiş parlamento üyelerinden oluşan meclis

sene       : yıl

serdar    : (osmanlı imparatorluğunda) başkomutan

ser-güzeşt: serüven, baştan gelip geçen şey

sermaye: ana mal, kapital. varlık

servet    : varlık, zenginlik, mal–mülk varlıkları

seviye    : düzey

sevk        : gönderme, aktarım

sevk’ü idâre: yönetim

seyahat  : gezi

seyr        :yürüyüş, gitme, hareket. yolculuk. gezi. eğlenmek üzere bakma. uzaktan bakıp karışmama. gezilecek, görülecek şey

seyyar    : belli bir yeri olmayan, gezici, gezgin. kolay taşınabilir

sıfat        : toplumsal konum ve özelliğin nitelenmesi. yüz, giysi ve dış görünüm

sıhhat     : sağlık

sıhhî       : sağlıklı, sağlıkla ilgili

sınaî        : sanayi, sanayi ile ilgili

sınıf        : üretim süreci ve üretim ilişkileri içindeki konum, üretimden alınan pay ve üretim araçlarının mülkiyetine sahiplik koşullarına göre bir toplumdaki aynı veya benzer çıkarlara ve ekonomik – toplumsal koşullara sahip büyük toplumsal grup, gruplar. önem ve niteliklerine göre kişi veya nesnelerin yerleştirildiği kategorilerden her biri. ortak belirtileri olan tek tek nesneler öbeği

sirayet   : geçme, bulaşma. yayılma, dağılma

siyâset   : seyislik. at yönetme, at işleriyle uğraşma. ülke yönetimi. politika. kurnazca iş veya hareket

siyâsî      : politikaya ilişkin olan. politik. politikacı

slogan    : kısa ve çarpıcı propaganda sözü

sorum    : sorumluluk

sosyal     : toplumsal

sosyalist : toplumcu, toplumcu ideolojiyi savunan

sosyalizm: toplumculuk. toplumsal mülkiyetin esas alındığı düzen ve ona ilişkin öğreti

soy          : biyolojik özellikleri kuşaktan kuşağa geçen kandaş birey topluluğu

strateji   : belirlenmiş amaca ulaşmak için izlenen yol. politik, ekonomik, toplumsal, psikolojik vb. etmenleri bütünlüklü olarak ele alan uzun verimli çizgi, yaklaşım, dizge

sû’           : kötü/lük, fena/lık

suâl         : soru

sû–i istimal: kötüye kullanma

sû–i kasd/t: gizli hazırlıkla cana kıymaya hazırlanma

sû–i        : kötü/ye

sulh muahedeleri: barış antlaşmaları

sulh        : barış

sultan     : müslüman, özellikle sünni hükümdarların kullandıkları san. padişah

sun’        : yapış, yapma. etki, güç

sun’î       : yapma, yapay, takma. yapmacık/eğreti

sûret      : görünüş, biçim. yazı-resim kopyası. yüz, çehre

sükûn     : durma, kımıldamama. hareketsizlik, durgunluk. dinme, kesilme

sükûnet : dinginlik, hareketsizlik, sakinlik

sükût      : susma, söz söylememe

sür’at     : hız, çabukluk

süvari     : atlı. atlı asker

 

 

şahsen   : kendi (kendim, kendin). bizzat

şahsiyet : kişilik

şan          : ün, san, şöhret. gösteriş/lilik

şark        : doğu

şart         : koşul

şayan      : uygun, yaraşır, değer, layık

şayet      : olasılık derecesi daha az olmak üzere, eğer

şebeke   : ağ gibi yapılmış, gerilmiş hatlar ile yolların toplamı. birbirine bağlı örgütlenme zinciri

şef          : yetki ve sorumluluğu olan, yönetici. önder, lider. baş

şefkat     : acıyarak ve koruyarak sevme, sevecenlik

şehit       : din uğrunda ölen. savaşta ölen

şekavet  : bahtı karalık, kutsuzluk. eşkiyalık, haydutluk

şekil/şekli/î: biçim. tutum, yol, tarz. oluş biçimi. toplumsal bir bütünün örgütleniş biçimi. olma biçimi.. şekilce, biçim ile ilgili, (biçimsel)

şeref      : kişisel değer, onur

şevk        : istek, heves. sevinç, neşe

şevket    : büyüklük, ululuk, heybetlilik

şevket–meâb: şevketin bulunduğu yer, padişah

şeyh       : yaşlı adam, ihtiyar. tekke veya zaviyede başkanlık yapan ve müritleri bulunan. kabile ve aşiret reisi

şeyh–ül–islâm: şeyhislam (islam şeyhi – sadrazamdan sonra en yüksek konumdaki kişi)

şiddet    : bir gücün yoğunluk derecesi, sertlik kullanımı

şifa          : sağlıklı duruma geçme, iyilik bulma, iyi olma

şifahi/şifahen: ağızdan, sözlü olarak

şikâyet   : hoşnutsuzluk belirtme, yakınma

şimal      : kuzey

şimendifer: demiryolu

şovenizm: değişik ırk ve uluslar arasında düşmanlık yaratmayı amaçlayan ve bu yolda kışkırtmada bulunan aşırı ulusçuluk,milliyetçilik

şube       : dal, budak. bölük, bölüntü. merkezi temsil eden bölüm

şûra        : danışma kurulu, meclis

şuur        : anlama, anlayış, bilinç

şükran    : teşekkür etme, iyilik bilme, gönül borcu

 

 

            : kadar, dek

ta’biye   : (askeri) yerli yerine koyup hazırlama, tertip etme

ta’vîz      : ödün, bedel verme, karşılık olarak bir şey verme, verilme. bir cismin başkası yerine geçmesi

ta’zîm     : saygı gösterme, ululama

taaccüb/p: şaşma, şaşa kalma

taahhüd/t: üzerine alma. yapılması için söz verme. resmi sözleşme

taallûk    : ilgisi olma, ilinti. ait olma

taarruz   : saldırı

taasub/p: bağnazlık. birine taraflı olma. başka dinden olanlara düşmanlık

tabaka    : kat, katman. grup

tâbi’        : birinin ardı sıra giden, ona uyan. boyun eğen, bağlı kalan, emir altında bulunan

tabiat     : doğa. doğa, huy, mizaç

tabiî        : doğada olan, doğal. olağan, her zamanki

tâbir       : deyiş, anlatım

tabiye    : bkz. ta’biye

tabur      : dört bölükten kurulan askeri birlik

tâdil        : değişiklik

tafsil/ât : ayrıntılı anlatım, açıklama/lar

tahakkuk: gerçekleşme

tahakküm: baskı, zorbalık, hükmetme

tahammül: dayanma, katlanma

tahkik/at: soruşturma/lar

tahkim/at: güçlendirme, sağlamlaştırma

tahlil       : çözümleme, analiz

tahlîs      : kurtarma, kurtarılma

tahliye   : boşaltma, salıverme

tahmil    : yükleme

tahmin   : yaklaşık olarak değerlendirme, oranlama

tahrib/p                : yıkma, kırıp dökme

tahrif      : bozma, kalem oynatma, değiştirme

tahrik     : hareket ettirme, kışkırtma, ayaklandırma

tahsil      : öğrenim

tahsis     : özel olarak ayırma

tahsis/at: özel olarak ayrılmış para, ödenek

taht        : hükümdar koltuğu. hükümdarlık makamı

takaddüm/tekaddüm: önce gelme, önce davranma. ileri geçme, ileride bulunma

takat      : güç, derman

takdim   : sunma, sunuş. tanıtma, tanıştırma

takdir     : beğenip belirtme

takib/p  : arkasına düşme

takibat   : arkasına düşme/ler, sürekli takip etme

takriben                : aşağı yukarı, yaklaşık olarak

taksim    : parçalara bölme, bölüştürme

taktik     : savaş yönetme sanatı. sonuca ulaşmak amacıyla izlenen yol ve yöntemlerin tümü

takviye   : destek, sağlamlaştırma, pekiştirme

talep      : istek

tâlî          : sonradan gelen, bir şeyin arkası sıra giden. ikinci derecede olan, ikincil

talim      : öğretim. yetiştirme. alıştırma. uygulamalı askerlik eğitimi

talimat   : yönerge, direktif

tâmîr      : tamir, düzeltme, onarma

tanzim   : sıraya koyma, düzenleme

tarassut : gözleme, gözetleme, dikkatle bakma

tarikat    : aynı dinin içinde, tasavvufa dayanan ve bazı ilkelerle birbirinden ayrılan, tanrıya ulaşma arzusuyla tutulan yollardan her biri

târiz        : kapalı, dolaylı biçimde söz söyleme

tarz         : özel oluş veya davranış biçimi, üslup. bir kimse için özel anlatım biçimi. Güzel sanatlarda üslup, stil

tasallut  : rahatsız edecek tarzda peşini bırakmama (musallat olma). sarkıntılık

tasarı      : olması veya yapılması istenen bir şeyin zihinde aldığı biçim, proje. hukuki bir işlemin o işlemi yapmakla yetkili kurul veya organ önüne getirildiği andaki durumu, üstünde görüşme ve oylama yapılabilir durumdaki metin

tasarruf : bir şeyi istediği gibi kullanma yetkisi. dikkatli kullanım ve tüketim. artırım, biriktirme

tasavvur                : göz önüne getirme, hayal etme, zihinde bir biçim kazandırma

tasdik     : doğrulama, gerçeklendirme. onay

tashih     : düzeltme, düzelti

tasrih     : açık, belirtik söyleme, konuşma/lar

tasvîb/p : doğru bulma, uygun görme

tatbik     : yapma, uygulama, pratik

tatbikat : uygulamalar. askeri manevra uygulama/ları

tatbikî    : uygulama ile ilgili, uygulamaya yer veren, uygulamalı, pratik

tavsiye   : öğüt, salık verme

tavzih     : açıklama, aydınlatma

tayin       : belirleme, kararlaştırma.atama

taziye/t : başsağlığı dileme

tazmîn/ât: zarar ödemeleri

te’diye   : ödeme, ödenilme. borcunu verme

teâmül   : iş. işin oluşu. ötedenberi oluşan, olagelen (yerleşikleşmiş) davranış

teâti       : birbirine verme, alıp verme

tebliğ     : bildiri

tebrik     : kutlama

tec/ç/hiz: gerekli şeylerle donatma, donatım

tecavüz  : saldırı. başkasının hakkına el uzatma

tecelli     : belirme, görünme, ortaya çıkma

tecerrüd/t: soyunma, çıplak olma

tecrit      : ayırma, ayrı bir tarafta tutma. “soyutlama”. yalıtım

tecrübe : deneme sınama. deneyim, görgü

tedafüî   : kendini koruma, savunma ile ilgili

tedarik   : bulma, sağlama

tedbir    : önlem

ted’ib/p : edeplendirme. terbiye etme, terbiyesini verme

teehhür/at: gecikme(ler), geriye bırakma(lar)

teessüf  : acınma, yazıklanma, yerinme

teessür  : üzülme, üzüntü

teessüs  : kurulma, ortaya çıkma

teferruat: ayrıntı/lar

tefsir      : açıklama. yorum/lama

teftiş      : denetleme, bakı

tehdit    : göz korkutma, gözdağı verme

tehevvür: öfkelenme, köpürme

tehir       : sonraya, geriye bırakma, geciktirme, ertele/n/me

tekâmül : olgunluk, olgunlaşma

tekaüd/t: emekliye ayrılma

tekbir     : müslümanlıkta tanrının büyüklüğünü, yüceliğini anmak için söylenen ve “allahu ekber” sözü ile başlayan duanın adı

tekemmül: olgunlaşma, yetkinleşme

tekerrür: tekrarlanma, yinelenme

teklîf      : öneri, önerme

tekzib/p                : yalanlama

tel’în      : lanet okuma, lanetleme

telâfi      : bir etki veya sonucu bir başka etki ile giderme

telâkki    : anlayış, görüş. benimseme, sayma

telâş       : acele (etme)

telkin     : aşılama, zihne sokma. öğütleme

temas    : değme, dokunma. ilişki kurma. değinme, sözünü etme. bağlantı

temâyül : eğilim

temâyüz: sivrilme, üstün duruma gelme, seçkinleşme

temenni: dilek

temin     : korku giderme, inanç verme. sağlama, elde etme

teminat : garanti, güvence

tenakuz : anlam aykırılığı, çelişme, çelişki

tenkid/t                : eleştiri

terakkî   : ilerleme, yükselme, gelişme

terâne   : yinelene, yinelene usanç verici durum alan söz

terbiye  : eğitim. görgü. alıştırma

tercih     : bir şeyi bir başkasına göre üstün ya da önemli sayma, yeğleme

tercüman: çevirmen. başkasının duygu ve düşüncesini anlatma, bu anlatımda yardımcı olma

tereddüt: kararsızlık, duraksama

terim     : bir bilim veya dal ile ilgili özel ve belirli bir kavramı olan söz..

tertib/p : düzene koyma. hazırlama. hile, düzen, komplo

terviye   : iyiden iyiye, derin derin düşünme. suya kandırma

tesadüf  : rastlantı/sal

tesânüd/t: dayanışma

tesb/p/it: bir şeyi sağlam bir biçimde yerleştirme, yerinden oynamaz duruma getirme. bir durumu kuşkuya düşürmeyecek biçimde gösterme, belirleme. saptama

tescîl      : sicile, kütüğe geçirme

tesellî     : avutma, avundurma

tesir       : etki

tesis       : yapma, kurma. kurum, kuruluş

teskin     : yatıştırma

teşebbüs: girişim

teşekkül                : varlık ve biçim kazanma. kurulma, kuruluş, örgütlenme

teşhis     : tanıma, seçme. tanı

teşkil      : oluşum, oluşturma

teşkilât  : örgüt, kuruluş

teşmil    : kapsamına alma, genişletme, yayma

teşrif      : onurlandırma

teşvik     : özendirme, destekleme

teşyî       : esenleme, uğurlama.

tetkik     : araştırma, inceleme

tevahhuş: yalnızlıktan çekinme, korkma. güvensizce bakma, (öz) güvensiz bakış

tevazuu : alçak gönüllülük

tevdi      : verme/vermek, bırakma/bırakmak

teveccüh: bir yana doğru yönelme, yüzünü çevirme, güleryüz gösterme,yakınlık duyma, hoşlanma

tevessül : başlama, girişme. sarılma, inanma. neden tutma

tevfîk     : uydurma, uydurulma, uygunlaştırma

tevfikan : uyarak, uygun olarak (–e) göre

tevkif     : durdurma, durdurulma. alıkoyma. mevkuf (tutuklu) halinde bekletme

teyid/t   : doğrulama, gerçekleme, bir bilgiyi doğrulayarak güçlendirme

tez          : çabuk olan, hızlı

tez          : sav

tezvir     : yalan söyleme. ara bozma

tılsım      : doğa üstü şeyler yapabileceğine inanılan güç. büyülü şey, muska. çare, önlem, güç

timsal     : sembol, örnek, simge

tiryaki    : afyon, tütün, kahve, çay gibi keyif veren maddelere alışmış olan. bir şeye çok alışmış, vazgeçemeyen

tortu      : çökelme sonunda sıvının dibine çöken katı madde, çökelti. bir şeyin bayağı, işe yaramaz duruma gelmiş olanı

tröst       : aynı alanda iş yapan çeşitli ortaklıkların hisse senetlerinin, bir denetim örgütüne teslim edilesi ve yönetimin bu örgütü yöneten gruba aktarılması ile oluşan tekelci sermayedarlığa

dayanan ortaklıklar birliği

tümen   : büyük küme, yığın. tugayla kolordu arasında yer alan birlik. on bin erden oluşan askeri güç

türedi    : umulmayan bir biçimde sivrilmiş ve hakkı olmayan bir duruma gelen. nereden gelip, nasıl ortaya çıktığı belirsiz, gerçek bir değeri olmayan

tüz          : hukuk

tüzel       : tüze ile ilgili, hukuki. hükmi

 

 

uhde      : yükümlü olunan iş, görev. sorumluluk

ulvî         : yüce. gökle ilgili olan, semavi

umman  : anadeniz, okyanus

umûm    : genel olma. hep herkes

umûmî efkâr: halkın, genelin düşüncesi, düşünceleri. kamuoyu düşünüşü

umûmî harp: genel savaş [kitapta “cihan harbi” olarak da geçmekte ve “dünya savaşı” anlamında kullanılmaktadır]

umûmî   : genel, genele, herkese ilişkin

umûmiyyet: genellik

usûl        : yol, yöntem

 

 

ülkü        : amaç edinilen, ulaşılmak istenilen şey, mefkûre, ideal

ümerâ    : emirler, beğler. binbaşı, yarbay, albay rütbelerinde bulunan fermanlı subaylar (bu rütbelerin altında bulunanlara zâbitân, üstündekilere erkan denirdi)

üss          : saldırı için donatılmış yer. esas, asıl, kök, temel

 

 

va’d/vaad: söz verme, üstlenme. önceden yapacağına ilişkin umut verme

va’de      : bir şey için önceden belirlenen zaman. geciktirmek için belirlenen zaman. ecel. söz verme

vahim     : ağır, korkulu, çok tehlikeli

vak’a       : olay

vakf        : duruş, durma, kımıldamama. ayırma, satılmama kaydıyla yapılan bağış

vakıa       : olgu. bağ

vakıf       : ayakta duran. bilgili, haberli. vakfeden

vâki         : olan, olmuş

vakit       : zaman

valide     : ana, anne

vârid/t   : gelen, ulaşan erişen. olabilecek olanın akla gelmesi

varidat   : akla gelen, içe doğan düşünce. gelir, gelirler

vâris       : kendisine miras düşen, mirasçı, kalıtçı

vasıf        : nitelik

vasıta     : araç

vatanperver: yurtsever

vaz’/vaaz: konma, konulma, koyma (esas, eksen koyma). bırakma.tayin etme. kurma, bulma, yapma. duruş, davranış..

vazife     : görev

vaziyet   : konum. durum

vebal      : günah. manevi sorumluluk

vecîbe    : vacib olan, ödev, borç hükmünde görev

vefa        : sevgide durma, sevgi bağlılığı

vehm/vehim: kuruntu, yersiz korku. kuşku, tereddüt

vekâlet  : yerine bakma. bakan

vekar/vakar: ağırlık, onurlu olma

vekil       : yerine bakan. bakan

vesaire   : sayılan birkaç şeyin benzerlerinin de bulunduğunu belirtmek için kullanılır (vs.)

vesait     : (vasıtanın çoğulu) araçlar, vasıtalar

vesika     : belge

vesile     : neden, bahane

vesvese : kuşku, kuruntu, işkil

vezir       : mülkiye (kamu yönetimi) rütbelerinin en üstü

vicdan    : kişisel ahlaki değerler üzerine dolaysız yargılama gücü

vilâyet    : il

vuku’/ât: olma, meydana gelme/ler, olaylar

vuku’/u  : olma, meydana gelme

vukuf      : bir durumda duruş. artıp eksilmeme. haberli olma

vuzuh     : açık olma durumu, açıklık, aydınlık

vücud     : bulunma, var olma, varlık. cisim, gövde, beden

 

 

yafta       : üzerine asıldığı veya yapıştırıldığı şeylerle ilgili bilgi veren yazılı kağıt parçası, etiket

yarıcı      : başkasının toprağını ekerek ürünün yarısını alan

yaver      : yardımcı. devlet ve hükümet başkanlarıyla komutanların yanında bulunan görevli emir subayı

yegâne   : biricik, tek

yeis         : umutsuzluk kökenli karamsarlık, üzüntü

yekûn     : toplam

yetim     : babası ölmüş olan çocuk

 

 

z’af/zaaf : düşkünlük, dayanamama

zab/p/t  : sıkı tutma. yönetimi altına alma, kendine mâl etme. silah gücü ile bir yeri alma. anlama, kavrama. kaydetme, özetini yazma

zabit       : rütbesi teğmenden binbaşıya kadar olan asker. resmi kurumlardaki yazı işleri görevlisi. yönetme gücü olan, dediğini yaptıran

zâde       : “çok olsun ve artsın” anlamında iyi dilek sözü

zâde       : evlat, oğul. insaniyetli, doğru adam. “doğmuş, meydana gelmiş” anlamlarıyla birleşik sözcükler oluşturur (perizâde, vb.)

zâhir       : görünen, açık, ortada. elbette, kuşkusuz.. galiba, sanırım.. görünüşe göre anlaşılan, meğer. dış yüz, görünüş

zahire     : gereğinde kullanılmak için saklanan tahıl

zahmet  : sıkıntı, güçlük, yorgunluk, eziyet

zâil          : sona eren, sürekli olmayan. geçen, geçmiş olan

zalim/ane: acımasız ve haksız davranan, kıyıcı. (acımasızca)

zan          : sanma, sanı

zarf         : kap, kılıf. kağıttan kese. metal kap. bir fiil, sıfat veya başka bir zarfın anlamını zaman, yer vb. bakımdan etkileyen belirteç

zarfında : (belirtilen) süre, zaman içinde veya o zaman boyunca

zaruret  : zorunluluklar

zaruri     : zorunlu

zât          : kimse, kişi. kendi, öz

zat–ı âli  : büyük kişi

zâyi’        : elden çıkan, kaybolan, zarar, ziyan

zayiât     : yitikler, kayıplar

–zede     : vurulmuş, çarpılmış, tutulmuş,uğramış, yakalanmış anlamlarına gelerek birleşikler oluşturur

zelzele   : deprem

zerre      : çok küçük parçacık

zıd/t       : bir şeyin karşılığı, tersi. karşıt

zımnen  : açıktan olmayarak, dolayısıyla, kapalıca

zihin       : bellek, hafıza. anlayış, kavrayış. bilinç, dimağ

zihniyet : düşünme yolu, düşünüş biçimi

zikr/zikir: anma, söyleme, sözünü etme

zinde      : diri, yaşayan, canlı. dinç sağlam, güçlü, kuvvetli

zira         : çünkü, şundan dolayı..

ziraat      : ekincilik, çiftçilik, tarım işleri

zirve       : doruk, tepe. en üst aşama

ziyade    : çok, daha çok

ziyan       : zarar

zuhûr     : ortaya çıkma, belirme

zümre    : bölük, takım, topluluk, sınıf, cins, grup. alt takım

 

 

 

 

 



* Bu listede İsmet İnönü’nün yayınlanan başlıca kitaplarına yer verilmiş, çok sayıda bulunan ve tek bir konuşmasının kitapçık/broşür haline getirilmiş basımlarına yer verilmemiştir. Bu liste, başlıca başvuru kaynağı olarak düşünülmüştür. Burada yer verilmeyen kitapçık ve broşürlerin çoğu, bu listedeki kitaplar tarafından içerilmektedir.

[1]Ulus Gazetesi, 25.07.1970

[2] Ulus ve Cumhuriyet Gazeteleri, 25.07.1970

[3] Cumhuriyet Gazetesi, 27.07.1970

[4] Ulus Gazetesi, 28.07.1970

[5] Cumhuriyet Gazetesi, 01.08.1970

[6] Milliyet Gazetesi, 14.08.1970

[7] Ulus Gazetesi, 20.08.1970

[8] Ulus Gazetesi, 27.08.1970

[9] Ulus Gazetesi, 09.09.1970

[10] Ulus Gazetesi, 10.09.1970

[11] Ulus Gazetesi, 14.09.1970

[12] Milliyet Gazetesi, 14.09.1970

[13] Ulus Gazetesi, 15.09.1970

[14] Ulus Gazetesi, 28.09.1970

[15] Ulus Gazetesi, 30.09.1970

[16] Milliyet Gazetesi, 10.10.1970

[17] Ulus Gazetesi, 19.10.1970

[18] Ulus Gazetesi, 27.10.1970

[19] Ulus Gazetesi, 29.10.1970

[20] Ulus Gazetesi, 31.10.1970

[21] Ulus Gazetesi, 08.11.1970

[22] Ulus Gazetesi, 08.11.1970

[23] Ulus Gazetesi, 10.11.1970

[24] Ulus Gazetesi, 11.11.1970

[25] Ulus Gazetesi, 11.11.1970

[26] Hürriyet Gazetesi, 12.11.1970

[27] Ulus Gazetesi, 26.11.1970

[28] Ulus Gazetesi, 29.11.1970

[29] Ulus Gazetesi, 01.12.1970

[30] Cumhuriyet Gazetesi, 01.12.1970

[31]Bayram Gazetesi, 02.12.1970

[32] Ulus Gazetesi, 12.12.1970

[33] Ulus Gazetesi, 13.12.1970

[34] Ulus Gazetesi, 14.12.1970

[35] Ulus Gazetesi, 16.12.1970

[36] Ulus Gazetesi, 24.12.1970

[37] Ulus Gazetesi, 26.12.1970

[38] Ulus Gazetesi, 27.12.1970

[39] Ulus Gazetesi, 28.12.1970

[40] Ulus Gazetesi, 29.12.1970

[41] Ulus Gazetesi, 31.12.1970

[42] Ulus Gazetesi, 01.01.1971

[43] Ulus Gazetesi, 06.01.1971

[44] Ulus Gazetesi, 07.01.1971

[45] İVA, Dn: 02355 ... 08.01.1971

[46] Ulus Gazetesi, 09.01.1971

[47] Milliyet Gazetesi, 10.01.1971

[48] Ulus Gazetesi, 11.01.1971

[49] Ulus Gazetesi, 11.01.1971

[50] Ulus Gazetesi, 13.01.1971

* Gazetedeki bir dizgi yanlışı sonucu soru eksik kalmıştır.

[51] Ulus Gazetesi, 21.01.1971

[52] Ulus Gazetesi, 22.01.1971

* Boru hattı müzakeresi.

[53] Ulus Gazetesi, 23.01.1971

[54] Ulus Gazetesi, 24.01.1971

[55] Ulus Gazetesi, 31.01.1971

[56] Ulus Gazetesi, 03.02.1971

[57] Ulus Gazetesi, 05.02.1971

*Makale, Bayram Gazetesi için hazırlanmış ve başyazı olarak yayınlanmıştır.

[58] Bayram Gazetesi, 08.02.1971

[59] Ulus Gazetesi, 10.02.1971

[60] Ulus Gazetesi, 12.02.1971

[61] Ulus Gazetesi, 14.02.1971

[62] Halkevleri Dergisi; İsmet İnönü Sayısı; Sayı: 87, Ocak 1974 ... 19.02.1971

[63] Ulus Gazetesi, 24.02.1971

[64] Halkçı Gazetesi, 05.03.1971

* Yalancı.

[65] Cumhuriyet Gazetesi, 06.03.1971

[66] Ulus Gazetesi, 07.03.1971

[67] Ulus Gazetesi, 08.03.1971

[68] İVA, Dn: 02405 ... 10.03.1971; Ulus Gazetesi, 12.03.1971

[69] Ulus Gazetesi, 13.03.1971

[70] Ulus Gazetesi, 15.03.1971

[71] Ulus Gazetesi, 16.03.1971

[72] Ulus Gazetesi, 17.03.1971

[73] Ulus Gazetesi, 18.03.1971

[74] Ulus Gazetesi, 18.03.1971

[75] Ulus Gazetesi, 18.03.1971

[76] Ulus Gazetesi, 19.03.1971

[77] Ulus Gazetesi, 22.03.1971

[78] Ulus Gazetesi, 22.03.1971

[79] Ulus Gazetesi, 23.03.1971

[80] Ulus ve Cumhuriyet Gazeteleri, 24.03.1971

[81] Ulus Gazetesi, 26.03.1971

[82] Ulus Gazetesi, 31.03.1971

[83] İsmet İnönü; Televizyona Anlattıklarım; Hazırlayan: Nazmi Kal; Bilgi Yayınevi, Birinci Basım Aralık 1993, sf.54-56 ...

[84] Ulus Gazetesi, 02.04.1971

[85] Ulus Gazetesi, 02.04.1971

[86] Ulus Gazetesi, 02.04.1971

[87] Ulus Gazetesi, 03.04.1971

[88] Ulus Gazetesi, 04.04.1971

[89] Cumhuriyet Gazetesi, 08.04.1971

[90] Ulus Gazetesi, 10.04.1971

[91] Milliyet Gazetesi, 14.04.1971

* Bir Filistin örgütü. Türkiye’deki silâhlı eylemlerde yer alanlardan bazılarının Filistin kamplarına gitmiş olması ve İsrail’in İstanbul Başkonsolosu Efrail Elrom’un kaçırıl-ması, İsmet İnönü’nün El Fetih benzetmesi yapmasına neden oluşturmaktadır.

[92] Ulus Gazetesi, 23.04.1971

[93] Ulus Gazetesi, 23.04.1971

[94] Ulus Gazetesi, 23.04.1971

[95] Ulus Gazetesi, 24.04.1971

[96] Ulus Gazetesi, 24.04.1971

[97] Ulus Gazetesi, 27.04.1971

[98] Ulus Gazetesi, 15.05.1971

[99] Ulus Gazetesi, 16.05.1971

[100] Ulus Gazetesi, 22.05.1971

[101] Ulus Gazetesi, 24.05.1971

[102] Ulus Gazetesi, 24.05.1971

[103] Cumhuriyet Gazetesi, 04.06.1971

[104] Ulus Gazetesi, 05.06.1971

* İnönü Vakfı Arşivindeki metin Almancadır. Çeviri, Yıldız Köremezli Erkiner tarafından yapılmıştır.

[105] İVA, Dn: 02397 ... 08.06.1971

[106] Ulus Gazetesi, 10.06.1971

[107] Ulus Gazetesi, 10.06.1971

[108] Ulus Gazetesi, 16.06.1971

[109] Cumhuriyet Gazetesi, 18.06.1971

[110] Ulus Gazetesi, 28.06.1971

[111] Ulus Gazetesi, 28.06.1971

[112] Ulus Gazetesi, 30.06.1971

[113] Ulus Gazetesi, 04.07.1971

[114] Ulus Gazetesi, 19.07.1971

[115] Ulus Gazetesi, 21.07.1971

[116] İsmet İnönü; Televizyona Anlattıklarım; sf. 57-69 ... 24.07.1971; Ulus Gazetesi, 25.07.1971

[117] Ulus Gazetesi, 25.07.1971

[118] Ulus Gazetesi, 25.07.1971

[119] Ulus Gazetesi, 26.07.1971

[120] Barış Gazetesi, 01.08.1971

* Ulus’un önceli olan Hâkimiyeti Milliye’den önce çıkan gazetenin adıdır.

[121] Cumhuriyet Gazetesi, 11 08.1971; Barış Gazetesi, 13.08.1971

[122] Barış Gazetesi, 19.08.1971

[123] Cumhuriyet Gazetesi, 10/20.08.1971

[124] İsmet İnönü; Televizyona Anlattıklarım; sf. 89-106 ... 1971

[125] Barış Gazetesi, 10.09.1971

[126] Barış Gazetesi, 21.09.1971

[127] Barış Gazetesi, 22.09.1971

[128] Barış Gazetesi, 25.09.1971

[129] Barış Gazetesi, 27.09.1971

[130] Barış Gazetesi, 29.09.1971

[131] Barış Gazetesi, 30.09.1971

[132] Barış Gazetesi, 01.10.1971

[133] Barış Gazetesi, 04/05.10.1971

[134] Barış Gazetesi, 10.10.1971

[135] Milliyet Gazetesi, 10.10.1971

[136] Barış ve Cumhuriyet Gazeteleri, 15.10.1971

[137] Barış Gazetesi, 17.10.1971

[138] Barış Gazetesi, 17.10.1971

[139] Barış Gazetesi, 17.10.1971

[140] Barış Gazetesi, 18.10.1971

[141] Barış Gazetesi, 29.10.1971

[142] Barış Gazetesi, 30.10.1971

[143] Barış Gazetesi, 01.11.1971

[144] Barış Gazetesi, 02.11.1971

[145] Barış Gazetesi, 03.11.1971

[146] Halkevleri Dergisi; İsmet İnönü Sayısı; Sayı: 87, sf. 52-58, Ocak 1974 ... 10.11.1971

[147] Barış Gazetesi, 13.11.1971

[148] Barış Gazetesi, 18.11.1971

[149] Milliyet Gazetesi, 18.11.1971

[150] İVA, Dn: 00823 ... 18 .11.1971

* Makale, Bayram Gazetesi için yazılmıştır.

[151] Barış Gazetesi, 21.11.1971

[152] Barış Gazetesi, 23.11.1971

[153] Barış Gazetesi, 26.11.1971

[154] Barış Gazetesi, 28.11.1971

[155] Barış Gazetesi, 28.11.1971

[156] Barış Gazetesi, 29.11.1971

[157] Demokrat İzmir Gazetesi, 01.12.1971

[158] Barış Gazetesi, 06.12.1971

[159] Cumhuriyet Gazetesi, 09.12.1971

[160] Cumhuriyet Gazetesi, 10.12.1971

[161] Barış Gazetesi, 11.12.1971

[162] Barış Gazetesi, 12.12.1971

[163] Barış Gazetesi, 13.12.1971

[164] Barış Gazetesi, 15.12.1971

[165] Barış Gazetesi, 16.12.1971

[166] Barış Gazetesi, 18.12.1971

[167] Barış ve Cumhuriyet Gazeteleri, 24.12.1971

[168] Barış Gazetesi, 26.12.1971

[169] Cumhuriyet Gazetesi, 27.12.1971

[170] Barış Gazetesi, 31.12.1971

[171] Barış Gazetesi, 03.01.1972

[172] Barış Gazetesi, 06.01.1972

[173] Barış Gazetesi, 09.01.1972

[174] Barış Gazetesi, 10.01.1972

[175] Barış Gazetesi, 10.01.1972

[176] Barış Gazetesi, 12.01.1972

[177] Barış Gazetesi, 14.01.1972

[178] Cumhuriyet Gazetesi,14.01.1972

[179] Barış Gazetesi, 16.01.1972

[180] Cumhuriyet Gazetesi, 23.01.1972

[181] Barış Gazetesi, 24.01.1972

[182] Barış Gazetesi, 26.01. 1972

[183] Barış Gazetesi, 27.01.1972

* Gazetedeki bir dizgi yanlışı sonucu, sözcüklerin devamı ve başlangıcı çıkmamıştır.

[184] Milliyet Gazetesi, 27.01.1972

* Makale, Ankara Bayram Gazetesi için yazılmıştır.

[185] Bayram Gazetesi, 28.01.1972

[186] Barış Gazetesi, 31.01.1972

[187] Barış Gazetesi, 04.02.1972

[188] CHP Genel Başkanı İsmet İnönü’nün CHP Türkiye Büyük Millet Meclisi Gruplarının Ortak Toplantısında Yaptığı Konuşma; 1972, CHP TBMM Ortak Grupları Yayınları, Ankara, 5 Şubat 1972, Ajans-Türk Matbaacılık ... 05.02.1972

[189] Barış ve Cumhuriyet Gazeteleri, 09.02.1972

[190] Barış Gazetesi, 11.02.1972

[191] Barış Gazetesi, 13.02.1972

[192] Cumhuriyet Gazetesi, 15.02.1972

[193] Barış Gazetesi, 18.02.1972

[194] Barış Gazetesi, 20.02.1972

[195] Barış Gazetesi, 22.02.1972

[196] Barış Gazetesi, 24.02.1972

[197] Barış Gazetesi, 25.02.1972

[198] Barış Gazetesi, 05.03.1972

[199] Barış Gazetesi, 18.03.1972

[200] Barış ve Cumhuriyet Gazeteleri, 18.03.1972

[201] Barış Gazetesi, 25.03.1972

[202] Barış Gazetesi, 28.03.1972

[203] Cumhuriyet Gazetesi, 31.03.1972

[204] Barış Gazetesi, 01.04.1972

[205] Barış Gazetesi, 01.04.1972

[206] Barış Gazetesi, 02.04.1972

[207] Cumhuriyet Gazetesi, 05.04.1972

[208] İVA, Dn: 03588 ... 06.04.1972

[209] Barış Gazetesi, 09.04.1972

[210] Barış Gazetesi, 09.04.1972

[211] Barış Gazetesi, 09.04.1972

[212] Barış Gazetesi, 12.04.1972

[213] Barış Gazetesi, 14.04.1972

[214] Barış Gazetesi, 16.04.1972

[215] Barış Gazetesi, 17.04.1972

[216] Cumhuriyet Gazetesi, 19.04.1972

[217] İVA, Dn: 02405 ... 19.04.1972

[218] Barış Gazetesi, 22.04.1972

[219] Barış Gazetesi, 23.04.1972

[220] Barış Gazetesi, 25.04.1972

[221] Barış Gazetesi, 25.04.1972

[222] Barış Gazetesi, 27.04.1972

[223] Barış Gazetesi, 27.04.1972

[224] Barış Gazetesi, 27.04.1972

[225] Barış Gazetesi, 28.04.1972

[226] Barış Gazetesi, 29.04.1972

[227] Barış Gazetesi, 30.04.1972

[228] Barış Gazetesi, 03.05.1972

[229] Barış Gazetesi, 04.05.1972

[230] Cumhuriyet Gazetesi, 05.05.1972

[231] Barış Gazetesi, 07.05.1972

[232] Barış Gazetesi, 08.05.1972

[233] Barış Gazetesi, 09.05.1972

[234] Barış Gazetesi, 09.05.1972

[235] Barış Gazetesi, 10.05.1972

[236] Barış Gazetesi, 11.05.1972

[237] Barış Gazetesi, 13.05.1972

[238] Barış Gazetesi, 14.05.1972

[239] Cumhuriyet Gazetesi, 03.06.1972

[240] Barış Gazetesi, 07.06.1972

[241] Barış Gazetesi, 13.06.1972

[242] Barış Gazetesi, 14.06.1972

[243] Barış Gazetesi, 22.06.1972

[244] Cumhuriyet Gazetesi, 24.06.1972

[245] Cumhuriyet Gazetesi, 26.06.1972

[246] Barış Gazetesi, 27.06.1972

[247] Barış Gazetesi, 27.06.1972

[248] Barış Gazetesi, 28.06.1972

[249] Barış Gazetesi, 28.06.1972

* İsmet İnönü’nün 21. Kurultayı açış konuşması basında eksikli olarak çıkmıştır. Bu nedenle basında yer alan konuşma ile İnönü Vakfı Arşivi’ndeki daktilo metnine, birbir-lerini tamamlaması amacıyla burada ayrı ayrı yer verilmiştir.

[250] İVA, Dn: 02066 ... 01.07.1972; Barış Gazetesi, 02.07.1972

[251] Barış ve Hürriyet Gazeteleri, 04.07.1972

[252] Barış ve Cumhuriyet Gazeteleri, 04.07.1972

[253] Barış Gazetesi, 08.07.1972

[254] Cumhuriyet Gazetesi, 16.07.1972

[255] Barış Gazetesi, 21.07.1972

[256] Barış Gazetesi, 21.07.1972

[257] Barış Gazetesi, 02.08.1972

[258] Barış Gazetesi, 27.08.1972

[259] Hürriyet Gazetesi, 24.09.1972

[260]Barış Gazetesi, 25.09.1972

[261] Hürriyet Gazetesi, 29.09.1972

[262] Barış Gazetesi, 05.10.1972

[263] Cumhuriyet Gazetesi, 22.10.1972

[264] Cumhuriyet Gazetesi, 24.10.1972; Tam Metin: İVA, Dn: 02002 ... 23.10.1972

[265] Barış Gazetesi, 06.11.1972

[266] Barış Gazetesi, 06.11.1972

[267] Barış Gazetesi, 06.11.1972

[268] Cumhuriyet Gazetesi, 17.11.1972

[269] Cumhuriyet Gazetesi, 17.11.1972

* Belgenin altında şöyle bir not bulunmaktadır:

(Bu mektup Malatya Milletvekili Mustafa Kaftan’a İsmet İnönü tarafından dikte edilmiş, onun tarafından çoğaltılarak Malatya’ya gönderilmiştir.

Aslı Mustafa Kaftan’dadır.)

[270] İVA, Dn: 02402 ... 18.11.1972

[271] Barış Gazetesi, 16.12.1972

[272] Halkevleri Dergisi; İsmet İnönü Sayısı; Sayı: 87, Ocak 1974 ... 10.01.1973

[273] Barış Gazetesi, 12.01.1973

[274] Barış Gazetesi, 07.02.1973

[275] Barış Gazetesi, 01.03.1973

[276] Barış Gazetesi, 09.03.1973

[277] Cumhuriyet Gazetesi, 27.03.1973

[278] Barış Gazetesi, 31.03.1973

[279] İsmet İnönü; Televizyona Anlattıklarım; sf. 17-28 ... 01.04.1973

[280] Cumhuriyet Gazetesi, 04.05.1973

* Bu görüşme yapılırken Prof. Dr. Âfet İnan da hazır bulunmuş ve zaman zaman görüş-meye katılmıştır. Görüşme 9 Mayıs 1973’te yapılmış ve ilk kez 1984’te “İsmet İnönü ile Bir Konuşma” başlığı ile yayınlanmıştır. Sayfa altlarındaki dipnotlar aktarım yapılan kaynakta bulunmaktadır.

[281] Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi; T. C. Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu -Atatürk Araştırma Merkezi Yayını, Cilt: 1, Kasım 1984, Sayı: 1, sf. 199-212 ... 09.05.1973

1 Bu konuşma yapıldığı zaman, İsmet İnönü’nün Millî Mücadele’de Ankara’ya ilk geliş tarihini Ocak 1920’nin ilk haftası, İstanbul’a dönüş tarihini ise Şubat 1920’nin ikinci yarısı, hattâ sonları olarak düşünmüştük. İsmet İnönü de bu hususa kesinlik kazandıracak bir belge veya kaydın kendisinde bulunmadığını, sunduğumuz bilgilerin ışığında Ankara’da kalış süresinin bir buçuk aya yakın olduğunu söylemişti. Daha sonraki araştırmalarımızda İsmet İnönü’nün Ankara’ya ilk geliş tarihinin 20 Ocak 1920, Ankara’dan ayrılış tarihinin ise 10 Şubat 1920 olduğunu belgesel olarak belirlemiş bulunuyoruz. Bu tespite göre İsmet İnönü Ankara’ya ilk gelişinde 20 Ocak 1920-10 Şubat 1920 arasını kapsamak üzere 20 gün kalmıştır. (Bk. Utkan Kocatürk, Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Kronolojisi, 5. 129, 134, T.T.K. yayını. 1983.

2 Atatürk bu hususta Nutuk’ta şunları söylemektedir: “3 Mart 1920 tarihli, münderecatı fevkalâde calib-i dikkat bir şifre aldım. Bu şifre, İstanbul’dan, İsmet Paşadan geliyordu. İsmet Paşa, ben Ankara’ya muvasalattan sonra, Ankara’ya yanıma gelmişti. Beraber çalışıyorduk. Fakat Cemal Paşa’dan sonra, Harbiye Nezareti makamına Fevzi Paşa Hazretleri geldi. Müşarünileyhin suret–i mahsusada talebi üzerine ve bilhassa mühim bir maksatla kendisini mevzubahis tarihten birkaç gün evvel İstanbul’a göndermiştim.

Mühim olarak mütalâa ettiğimiz, şu idi: Yunanlılar taarruza hazırlanıyorlar. Buna karşı makûl olan, bütün kuvvetleri seferber ederek muntazam bir harbe girmekti. Bahusus, Fevzi Paşa Hazretleri, bu lüzum ve zorunluluğu takdir etmekte idi.

İşte bu hazırlığı yapmak üzere İsmet Paşanın İstanbul’da bulunması ve hattâ Erkân-ı Harbiye Riyasetine resmen getirilerek temin–i mesaisi, çok nafi olacak idi. Bu maksatla, İstanbul’a gitmesine lüzum görmüştüm (Nutuk, cilt: 1, s. 393).

3 Fevzi Çakmak 3 Şubat 1920 tarihinde Harbiye Nazırlığına getirilmiştir.

4 Tüm kronolojik kaynaklar –bu konuşma yapıldığı ana kadar– Celâlettin Arif ve İsmet İnönü’nün Ankara’ya geliş tarihlerini ayrı günlerde göstermekte idiler. Soru, bu konuya açıklık getirmek amacıyla sorulmuştur.

5 İsmet İnönü’nün ikinci defa Ankara’ya gelişini 9 Nisan 1920 göstermekle yanılgıya düşen kaynaklar: Türk Ansiklopedisi, İnönü maddesi, s. 156; İslâm Ansiklopedisi, Atatürk Maddesi, s. 744; Türk Kurtuluş Savaşı Kronolojisi, Gotthard Jaeschke, s. 97; Ankara’nın İlk Günleri, Yunus Nadi, s. 103, İsmet İnönü, Faik Reşit Unat, s. 15; Tek Adam, Şevket Süreyya Aydemir, cilt: 11, s. 232; İkinci Adam, Şevket Süreyya Aydemir, cilt: 1, s. 138.

6 15. Kolordu Kumandanı Kâzım Karabekir Paşa Hazretlerine. İstanbul’a ve şahsıma karşı vukubulan taarruzlardan tahlis-i nefs ile hukuk-u milletin müdafaası zımnında bugün Ankara’ya muvasalat eylediğimi lütfen Erzurum ahali-i muhteremesine bildirmenizi istirham eylerim. 3.4.1920. (Kâzım Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s. 562)

Meclis-i Mebusan Reisi

      Celâlettin Arif

7 4/5 Nisan 1920 tarihli, Heyet-i Temsiliye’den Kâzım Karabekir’e gelen telgrafın özeti: “Geyve’den itibaren İstanbul’dan kaçabilenler trenle geliyorlar. Oniki mebusla beş güzide ümera-yı askerîye ve Halide Edip Hanım 2 Nisan’da Ankara’ya gelmişler, merasimle karşılanmışlardır. Dün Meclis-i Mebusan Reisi Celâlettin Arif Beyle beraber Miralay İsmet Bey ve bazı güzide erkân-ı harp zabitleri de gelmiş, parlak merasim yapılmıştır (Kâzım Karabekir, İstiklâl Harbimiz. s. 566).

8 Mustafa Kemal Paşa, 27 Aralık 1919’da Ankara’ya gelişini takiben –Heyeti Temsiliye üyeleri ve maiyetiyle beraber– Ziraat Mektebi olarak yaptırılan binaya yerleşmişti ve burayı karargâh olarak kullanıyordu. Bu bina bugün Meteoroloji Genel Müdürlüğü olarak kullanılmaktadır.

9 Dahiliye Nazırı Ahmet İzzet Paşa başkanlığındaki Bahriye Nazırı Salih Paşa’nın da dahil olduğu İstanbul Heyeti, Mustafa Kemal Paşa ile görüşmek üzere 3 Aralık 1920 günü İstanbul’dan hareketle 4 Aralık 1920’de Bilecik’e gelmişti. Mustafa Kemal Paşa da 3 Aralık 1920’de Ankara’dan hareketle 5 Aralık 1920 tarihinde Bilecik’e gelmiş ve aynı gün İzzet Paşa Heyetiyle birkaç saat süren bir görüşme yapılmıştır. Mustafa Kemal Paşa görüşmeden sonra Heyet’in İstanbul’a dönüşüne müsaade edilmeyeceğini, beraber Ankara’ya gidileceğini bildirmiştir. Bu suretle İzzet Paşa başkanlığındaki İstanbul Heyeti 6 Aralık 1920 günü Ankara’ya getirilmiştir. Mustafa Kemal Paşa’nın amacı Ahmet İzzet ve Salih Paşalara Ankara’daki gerçek durumu göstererek onlardan millî hükûmet hizmetinde istifade etmek idi. Heyet Ankara’da iki ay kadar kalmışsa da kendilerinde böyle bir eğilim görülmediğinden istekleri üzerine İstanbul’a dönmelerine izin verildi. Bu izin sonucu İzzet Paşa başkanlığındaki heyet 19 Mart 1921 günü Ankara’dan İstanbul’a dönmüştür.

10 Atatürk, hatıralarında bu hususta şunları söylemektedir: Şimdi size mahrem bir buluşmadan bahsedeyim. Süleymaniye sokaklarından birinde hoş bir ev.. Buraya vakitsiz ve teklifsiz gitmiştim. Kim olduğumuzu bilmeksizin bizi evin içinde gören hizmetçi kız: “– Ne istiyorsunuz, Beyefendi hazır değil!” diyordu.

Kızcağıza: “Hele bizi misafir odasına al, bir taraftan Beyefendi de hazır olur!” dedim. Odaya girdik. Hizmetçi kıza fazla bir şey söylemeye lüzum kalmadan ev sahibi Beyefendi güler yüzü ile içeri girdi:

–Ne haber.. Ne haber.. Bu ne baskın?

Kimdi, tahmin ediyor musunuz: İsmet Bey!

–Vaktim dar, sana hikâyeyi kısaca söyleyeyim, dedim. Ve her şeyi anlattım:

–Ben yerleşinceye kadar sen de bana yardım edeceksin ve iş başladığı vakit yanıma geleceksin!

Veda etmek üzere ayağa kalktım, ellerimi tuttu:

–Biraz daha konuşsaydık, dedi.

İstanbul’da kaldığım kadar benimle mümkün olduğu kadar az alâkalı görünmesini de rica ettim. (Atatürk’ün Hatıraları (1914–1919). Falih Rıfkı Atay. 1965, s. 113).

11 Mustafa Kemal Paşa, Padişah Vahdettin’e iletilmek üzere –mahrem kaydıyla– başyaver Naci (Eldeniz) Bey’e bir mektup yazmış ve bu mektup başyaver tarafından Vahdettin’e verilmiştir (Hikmet Bayur, Atatürk Hayatı ve Eseri, 1963. s. 164) Mustafa Kemal Paşa aynı anlamda bir telgrafı da doğrudan doğruya Ahmet İzzet Paşa’ya çekmiştir (Ahmet Bedevî Kuran, Osmanlı İmparatorluğu’nda İnkilâp Hareketleri ve Mil1i Mücadele, 1956, s. 607).

12 Mustafa Kemal Paşa, 11 Mayıs 1920 tarihinde İstanbul Divan-ı Harbi tarafından idama mahkûm edilmiş, bu karar 24 Mayıs 1920 tarihinde Vahdettin tarafından onaylanmıştır (Beraberinde Divan-ı Harb kararıyla idama mahkûm edilenler: Ali Fuat Paşa, Kara Vasıf, Ahmet (Alfred) Rüstem, Adnan (Adıvar), Halide Edip (Adıvar) v.s.)

13 Fevzi Çakmak, 24 Mayıs 1920 tarihinde İstanbul Divan-ı Harbi tarafından idama mahkum edilmiş, bu karar 27 Mayıs 1920 tarihinde Vahdettin tarafından onaylanmıştır.

14 İsmet İnönü, 6 Haziran 1920 tarihinde İstanbul Divan-ı Harbi tarafından idama mahkum edilmiş, bu karar 15 Haziran 1920 tarihinde Vahdettin tarafından onaylanmıştır.

15 Fevzi Çakmak, 19 Nisan 1920 gecesi İstanbul’dan ayrılmış ve 27 Nisan 1920 günü Ankara’ya gelerek Mustafa Kemal Paşa tarafından karşılanmıştır.

16 Atatürk’ün askerlikten ve resmî görevinden istifası üzerine üçüncü Ordu Müfettiş vekilliğine İstanbul Hükûmeti tarafından 20 Temmuz 1919’da –XV. Kolordu Komu-tanlığı da uhdesinde kalmak üzere– ek gôrevle Kâzım Karabekir tayin edilmiştir.

17 Ankara’dan samimi selâmlar göndererek gözlerinden öperim.

20.1.1920                                                            Miralay İsmet – Mustafa Kemal

(Kâzım Karabekir,İstiklâl Harbimiz, 5. 426)

18 Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine ve İsmet Beye Ankara’dan gelen samimî selâmları pek azim meserretle karşılarım. İsmet Bey, Rauf Bey’in yerine geldi ise sevincim daha azim olacaktır. Arz-ı tazimat eylerim.

21.1.1920                                                                            Kâzım Karabekir

Mustafa Kemal Paşanın cevabı:

İsmet Bey, en nazik ve mühim bir devreye girdiğimizi nazar-ı dikkate alarak bizi kıy-mettar mesaisinden müstefid etmek ve bu devrenin inkişafina kadar Heyet-i Temsiliye’-de bulunmak üzere gelmiştir. Cümleten gözlerinizden öperiz.

                                                                                              Mustafa Kemal

(Kâzım Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s. 426)

19 Contre-poids (kontur pua): Karşı denge.

[282] İsmet İnönü; Televizyona Anlattıklarım; sf. 44-52 ... 19.05.1973

[283] Cumhuriyet Gazetesi, 02.06.1973

[284] Barış Gazetesi, 04.07.1973

* Bir ve ikinci soru ile yanıtları ve üçüncü soruya verilen yanıtın bir kısmı yayınlanmamış, İnönü Vakfı Arşivindeki tam metin buraya aktarılmıştır.

[285] İsmet İnönü; Televizyona Anlattıklarım; sf. 71-74 ... 24.07.1973; Tam Metin: İVA, Dn: 02448 ... 02.07.1972 [?24.07.1973]

[286] İVA, Dn: 02372 ... 08.08.1973

[287] İVA, Dn: 02375 ... 20.08.1973

[288] İVA, Dn: 00834 ... 22.08.1973

* Bu konferans, Cumhuriyetin 50. yıldönümü dolayısıyla, Türk Tarih Kurumu’nca düzen-lenen dizi seminerlerin ilki olarak 23 Ekim 1973 tarihinde Türk Tarih Kurumu’nda veril-miştir.

   Bu metindeki sayfa altı dipnotu ile bütün parantezler metnin özgün halinde bulun-maktadır. Aynı şekilde köşeli parantezler de, konferans metni yayına hazırlanırken Türk Tarih Kurumu’nca eklenmiştir.

[289] İsmet İnönü; İstiklâl Savaşı ve Lozan; Belleten, Türk Tarih Kurumu Yayını, Cilt: XXXVIII, Ocak 1974, Sayı: 149; İsmet İnönü; İstiklâl Savaşı ve Lozan; Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu-Atatürk Araştırma Merkezi Yayını, Ankara 1993... 23.10.1973

* Bunu söyleyen Franklin Bouillon’dur.

[290] İVA, Dn: 02371 ... 01.01.1973-?

* “İsmet İnönü’nün Savaş Anısı” başlıklı belgenin ekinde bulunmaktadır.

[291] İVA, Dn: 02371 ... Belgede tarih bulunmamaktadır.

[292] İsmet İnönü; Televizyona Anlattıklarım; sf. 109-116 ... 29.10.1973

* Kartal, Hava Kuvvetlerini Güçlendirme Vakfı yayın organı.

[293] İVA, Dn: 02377 ... Belgede tarih bulunmamaktadır.

[294] İVA, Dn: 02371 ... (1973)

[295] Filarmoni Aylık Müzik ve Fikir Dergisi Yıl.10 Sayı:91 Şubat 1974, sf. 4

[296] Barış Gazetesi, 11.11.1973

[297] Barış Gazetesi, 13.11.1973

[298] Barış Gazetesi, 06.12.1973

[299] Cumhuriyet Gazetesi, 10.12.1973