Mudanya Ateşkes Antlaşması ve İsmet Paşa

Mudanya Ateşkes Antlaşması ve İsmet Paşa

Yazan: Prof. Dr. Zeki ARIKAN

Tarihçe
Mudanya Ateşkes Antlaşması (3-11 Ekim 1922)

Yankıları
Bir Diplomatın Doğuşu
Kaynakça


Tarihçe

26 Ağustos 1922 sabahı başlayan Büyük Taarruz inanılmayacak bir hız ve başarıyla sonuçlanmış ve Türk ordusu Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’nın buyruğunu yerine getirerek 9 Eylül’de İzmir rıhtımında Akdeniz’e ulaşmıştı. Daha önce Mustafa Kemal Paşa, kendisiyle görüşme isteğinde bulunan İzmir’deki yabancı konsoloslara 9 Eylül’de Nif’te buluşabileceğini bildirmiş ve kendisi belirttiği tarihte orada hazır bulunmuştu. Fakat konsoloslar ortada yoktu. Çünkü Türk ordusu İzmir’e girdiği için artık böyle bir görüşmeye de gerek kalmamıştı. İzmir’in, Eskişehir’in, Bursa’nın, Manisa’nın, Aydın’ın sözün kısası işgal altındaki bütün bölgelerin bu kadar kısa bir süre içinde kurtarılması, itilaf devletlerini kaygıya düşürmüş, İngiltere, kendisiyle savaş halinde olup olmadığımız konusunda resmen açıklama istemişti. Daha saldırının devam ettiği sırada, itilaf devletleri bir ateşkesin sağlanması için TBMM’ne başvurmuşlardı. Başvekil Rauf Bey’in durumu Mustafa Kemal Paşa’ya iletmesi üzerine başkomutan, Batı Anadolu’nun kurtarıldığını, mütarekenin ise ancak Trakya için sözkonusu olabileceği yanıtını vermişti. Ancak bir mütarekenin, Mudanya ateşkesi anlaşmasının imzalanması pek kolay olmuştu ve Garp Cephesi Komutanı İsmet Paşa diplomasi alanında ilk büyük başarısını da bu konferansta elde etti.

Mustafa Kemal Paşa’nın 10 Eylül’de açık bir otomobille İzmir Hükümet Konağına geldiği sırada bütün Türkiye bu büyük zaferi kutlamanın coşkusunu yaşıyordu. Her yandan İzmir’e kutlama telgrafları yağıyordu. Zaferin dış ülkelerdeki yankıları büyük olmuştur. Hint Müslümanları, İran başbakanı, Afgan elçisi, Rus elçisi vb. bu büyük zaferi kutlayanların başında geliyordu. Hatta İzmir’deki İngiliz, Fransız, İtalyan ve Amerikan amiral ve konsolosları 10 Eylül’de I. Ordu Komutanı Nurettin Paşa’yı ziyaret ederek tebrik etmişlerdi. Fakat bu tebriklerin altında büyük bir telaşın, kaygının gizlendiğine de şüphe yoktu. Çünkü yenilen Yunan ordusuydu, ama savaşı yitirenler perdenin arkasında bulunan itilaf devletleriydi ve bunların başında da İngiltere bulunuyordu. Hepsi büyük bir huzursuzluk içinde bulunuyordu. Bundan sonrasının ne olacağını kestiremiyorlardı. Çünkü yıllardan beri hazırladıkları “dünya nizamı” çökmüştü. Nitekim İngiliz amirali Brock ile İzmir’deki İngiliz konsolosu Lamb, 10 Eylül’de Nurettin Paşa’yı ziyaret ederek kaygılarını dile getirmişlerdi. “Siyasal görüşmelerin başlangıcı sayılabilecek” bu konuşmada Brock, Nurettin Paşa’dan Ankara hükümetinin kendileriyle savaş halinde olup olmadığını sormuş Paşa da ona, “Siz Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetini dost mu düşman mı telakki ediyorsunuz” demişti. Bunun üzerine amiral, “biz Osmanlılarla savaş halinde idik, dört yıl önce onlarla da bu hali terk ettik. Büyük millet Meclisi Hükümeti ile zaten savaşa başlamamıştık. Bundan ötürü sizi düşman tanımıyoruz” diyerek Paşa’nın sorusunu yanıtladı. Sonunda savaş halinde bulunulmadığı iki tarafça da kabul edilmiş oldu. Fakat ne var ki konsolos Lamb, Mustafa Kemal Paşa ile de görüşmeyi gerekli gördü. 12 Eylül’de yapılan görüşmede bir takım güvenceler istemeye kalkıştı ve aşırı isteklerde bulunmaktan çekinmedi. Üstelik bir ara “Siz İngiltere hükümetine savaş mı ilan ediyorsunuz” demek küstahlığında bulundu. Bunun üzerine Mustafa Kemal Paşa, kendisine çok sert yanıtlar verdi ve karar vermenin İngiltere’ye ait olduğunu söyledi. Konsolos Amiral Brock’a başvurarak Türklerin İngilizlere savaş ilan ettiklerini söyledi. Bundan kaygılanan Amiral 13 Eylül’de Mustafa Kemal Paşa’ya yazdığı yazıda, onun gerçek düşüncesini öğrenmek istediğini bildiriyordu. Mustafa Kemal Paşa verdiği yanıtta Birinci Ordu Komutanının görüşlerine katıldığını belirterek şöyle dedi: “Aramızda siyasi münasebet yoktur, başlaması arzu edilir.

Öte yandan, İngiltere’de başbakan Lloyd George’un durumu epeyce sarsılmıştı. Fakat sertlik yanlısı politikasını elden bırakmak istemiyordu. İngiliz Bakanlar kurulu 7 Eylül 1922 tarihinde toplanarak Türk Ordusuna karşı gerekirse tarafsız bölgeyi savunma kararını almıştı. 11 Eylül’de Çanakkale’ye İngiliz, Fransız, İtalyan kuvvetleri çıkarıldı. 12 Eylül’de İngiltere diğer iki devlete ortaklaşa hareket etmeyi önerdi. Aynı gün, bir İngiliz vapuru bir İngiliz birliğiyle İtalyan birliğini ve önemli miktarda cephaneyi Çanakkale’ye götürmek üzere yola çıktı. Gebze ve Bostancı taraflarında zayıf İngiliz birlikleri bırakılarak asıl birlikler Caddebostanı-Göztepe istasyonu, Büyük Çamlıca-Bulgurlu-Kuzguncuk hattı üzerinde toplandı. İngilizler İstanbul ve çevresini bu hat üzerinde savunmaya hazırlanıyordu. Bütün bu hazırlıklar, Türk ordusunun Boğazlara doğru yürümesini engellemedi. İngiliz kabinesi 15 Eylül’de yeniden toplanarak müttefikleri, Mustafa Kemal’in İstanbul’dan çıkarmasına engel olmak için kuvvet toplamaya çağırdı. Dominyonlardan yardım istenmesine karar verdi. Ertesi gün, Sömürgeler Bakanı Churchill, bir bildiri yayınlayarak, “Boğazların süresiz ve gerçek özgürlüğünü can alacak bir ihtiyaç” saydığını ve bunun için harekete geçmeye hazır olduğunu belirtti.

Yeni bir savaşın çığlıklarını atan İngiltere’nin iç durumu hiç de parlak değildi. İç sorunlarla çalkalanıp duruyordu. İrlanda sorunu yeniden alevlenmiş, IRA örgütü, kendi içindeki bölünmeleri bir yana bırakarak ortak düşmana yani İngiltere’ye karşı harekete de geçmeye hazırlanıyordu. Öte yandan İngiltere’nin Hindistan’daki durumu da tehlikede idi. Alman ve Türk istihbaratının, Hint Müslümanları arasındaki başarılı çalışmaları, Müslüman Hintlilerin dikkatini Türk Kurtuluş Savaşı üzerine çekmişti. 1919’da Pencap’ta başlayan ayaklanmayı diğer başkaldırılar izlemişti. Dahası Anadolu’nun 1922 zaferi, Hintli Müslümanların bulunduğu birçok eyalette halkın zafer gösterileri yapmasına neden olmuştu. Gandi bu sırada İngiliz yönetimine karşı ilk direnişleri örgütlemeye başlamıştı. Fransa’nın iç işleri parlak değildi. Tunus’ta bağımsızlık hareketinin ilk kıvılcımları tutuşuyordu. Bütün bunlar, itilaf devletlerinin yeni bir savaşı göze alıp alamayacakları sorusunu gündeme getirmişti. Kaldı ki Yeni Zelanda dışında, Dominyonlar ve Romanya ile Yugoslavya İngiltere’nin yardım isteğini kabul etmediler. Fransa ve İtalya hükümetleri de yalnızca diplomatik girişimlere katılabileceklerini bildirmişlerdi. Bunun üzerine İstanbul’daki müttefik devletlerin yüksek komiserleri, 18 Eylül’de Ankara’nın İstanbul’daki temsilcisi Hamit Bey’e bir nota vererek “İstanbul çevresinde müttefiklerin işgali altında bulunan bölge ile Boğazların yansızlığının muhafaza edilmesi arzusunda” bulunduklarını bildirdiler. İtalya Ankara’ya karşı cephe alamayacağını belirterek Çanakkale’den kuvvetlerini çekti. Fransa’da 24 saat içinde Fransız askerlerine geri çekilme talimatını verdi. İngiltere yalnız başına kalmıştı. Fransa General Pellé’yi İzmir’e yolladı. Pellé Mustafa Kemal Paşa’dan tarafsız bölgeye girilmemesini istiyordu. Mustafa Kemal Paşa, böyle bir bölgeden ne kendisinin ne de TBMM Hükümetinin haberi olmadığını, harekâtın amacının yenilgiye uğrayan düşmanı takip etmek olduğunu söyledi. Türk ordusu ise kararlı, fakat kışkırtıcı olmayan bir tavırla, tüfeklerin namlularını aşağıya doğru indirerek tarafsız olduğu söylenen bölgeye girmişti. Her an bir çatışma çıkması olasıydı. İngilizler Çanakkale çevresinde siperler kazıyor ve bunların etrafını tel örgülerle çeveriyorlardı. Mustafa Kemal Paşa durumun çok tehlikeli bir hal aldığını kavramış, sorunun siyasetle çözülmesi üzerinde durmaya başlamıştı. Fakat bu askeri alandaki kararlılığımızın durdurulması anlamına gelmiyordu. Paris’te Poincaré, Curzon ve Sforza arasında başlayan görüşmeler oldukça sert bir hava içine girmiş ve İngiltere, Fransa ve İtalya arasındaki görüş ayrılıkları su yüzüne çıkmıştı. Müttefiklerin tarafsız bölge dedikleri alana giren Türk birlikleri ile İngiliz askerleri arasında gergin anlar yaşanıyordu. Bundan ötürü 26 Eylül’de General Harrington Mustafa Kemal Paşa’ya bir telgraf çekerek kaygılarını dile getirdi ve Türk askerlerinin tarafsız bölge kabul ettikleri yerlerden ve Erenköy ile Biga’nın batısından çekilmelerini istedi. İşte Mustafa Kemal Paşa, bunun üzerine General Harrington’a bir telgraf çekti. İstanbul’dan çıkarılan Yunan donanmasının gelmesine izin verilmemesini, İstanbul halkına karşı uygulanmakta olan baskıların kaldırılmasını, istedi. Aynı zamanda İstanbul ve Çanakkale’de Türklere ait silah ve cephanenin imha edilmesini doğru bulmadığını belirttikten sonra, “Bir suitefehhüm husulünden” kaçınıldığı için ilerlemekte olan Türk birliklerine durmaları ve bir olaya yol açmamaları için emir verilmiş olduğunu açıkladı. Bununla birlikte “kriz” hâlâ önemini koruyordu. İşte bu tehlikeli anlarda Mustafa Kemal Paşa’nın şahsi dostu olan Fransız devlet adamlarından Franklin Bouillon İzmir’e gelerek başkomutanla görüştü. Bouillon aynı zamanda başvekil Rauf ve Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal (Tengirşenk) Beylerle de bir toplantı yaptı. Bunalımın aşılmasında önemli bir rol oynadı. Bouillon’un itilaf devletleri adına verdiği güvenceye uygun, adilane bir barış için hemen görüşmelere başlanacağı kabul edilerek askeri harekatın durdurulduğu fakat Trakya’nın Yunan ordusunun ve hükümetinin yönetimi altında bir gün daha fazla kalamayacağı da vurgulandı. Edirne dahil, Meriç’in batısına kadar olan yerlerin hemen boşaltılarak Büyük Millet Meclisi’ne verilmesi gerektiği de dile getirildi (29 Eylül). İngiliz kabinesi savaş kararı almış, bunun uygulanması için General Harrington’a talimat dahi göndermiş fakat o, hükümetin verdiği kararı uygulamamıştı. Harrington savaşı önleyen generallerden biri olmuştu.


Mudanya Ateşkes Antlaşması (3-11 Ekim 1922)

Mustafa Kemal Paşa, itilaf devletlerine ateşkes için görüşmelerin Mudanya’da başlanılmasını önermişti. Bu arada başkomutanlık namına olağanüstü yetkilere sahip olmak üzere Garp cephesi orduları Komutanı İsmet Paşa’yı temsilci olarak seçtiğini de bildirmişti. Mütarekenin amacı askeri hareketin durdurulması ve özellikle işgal kuvvetleri ile Türk birlikleri arasında olası bir çatışmanın önüne geçilmesiydi. Türkiye için ise esas dâva, Yunanlıların en kısa zamanda Türk topraklarını boşaltarak, Meriç’e kadar bütün Trakya’nın bize teslim edilmesiydi. Bundan sonra asıl barışa gidecek yol açılabilirdi. İsmet Paşa başkanlığındaki Türk Heyeti Batı Cephesi Kurmaybaşkanı Asım Gündüz, Yrb. Tevfik Bıyıklıoğlu, Bnb. Seyfi Düzgören ve Kızılay ikinci başkanı Hamit Bey’le iki yazmandan oluşuyordu. Genelkurmay başkanı Fevzi Paşa ile Refet Bele’nin de Mudanya’da kalmaları uygun görülmüştü. İngilizleri General Harrington, Fransa’yı General Charpy, İtalya’yı da General Monbelli temsil ediyordu. Yunanistan General Mazarakis ile Sarıyanis’i delege olarak atamıştı. Fakat bunlar Mudanya’ya kadar gelmiş olmakla birlikte görüşmelere katılmamışlardı.

Görüşmelere 3 Ekim 1922 Salı günü saat 15:15’te başlandı. Ayrı ayrı gelen müttefik generalleri ev sahibi olarak İsmet Paşa teker teker karşılamış ve toplantının yöneticisi gibi bir tavır takınmıştı. Franklin Bouillon da gözlemci olarak salonun bir köşesine alınmıştı. İlk konuşmayı da İsmet Paşa’nın kendisi yapmıştı. Fakat ateşkesin sağlanması sanıldığı kadar kolay olmadı. Öyle ki Şevket Süreyya Aydemir, “Mudanya Konferansına Mudanya Savaşı demek hatalı olmasa gerektir” diyerek görüşmelerin çok gergin bir hava içinde geçtiğini vurgulamıştır. Özellikle müttefiklerin Trakya’nın teslimine yanaşmamaları bu gerginliğin temel nedeni olarak görülmektedir. İnönü, anılarında Konferansın havasını şöyle açıklamaktadır:

Mudanya Konferansının ilk üç günü Trakya meselesinin müzakeresi ile geçmiştir. İlk müzakere açılır açılmaz benim ortaya koyduğunu, dikkatlerini çektiğim mesele budur. Biz muharebe halindeydik, karşımızda düşman vardı. Düşmanı yendik ve takip ettik. Anadolu’dan çıkardık. Mudanya Konferansının toplanması ile askeri hareket durmuştur. Bu hal uzun müddet devam edemez. Böyle bekleyerek, karşımızdaki hasım kuvvetlerin yeniden zaman ve hazırlık kazanmasına fırsat veremeyiz. Onun için bir an evvel bütün memleketin tahliyesi işini halletmek lazımdır. Ben, tezimi bu şekilde izah ettim. Münakaşalar oluyor: Diğer meseleler hallolunduktan sonra bu da hallolunur. Diğer meselelerle beraber hallolunur…

Oldukça tartışmalı geçen görüşmeler zaman zaman tıkanır gibi oluyordu. Hatta 5 Ekim’den 9 Ekim’e geçen süre içinde yeniden bir savaş tehlikesi bile belirdi. Çünkü 5 Ekim’de Fransızlar, Trakya’nın Türklere teslimini kabul ettikleri halde İngiliz ve İtalyan temsilcileri yetkileri olmadığını ileri sürerek, hükümetlerinden yönerge almak için toplantıyı ertesi güne bıraktırdılar. Onların bu tutumu Mustafa Kemal Paşa’yı derhal harekete geçirdi. Görüşmelerin çıkmaza girmesi üzerine 6 Ekim’de Mustafa Kemal Paşa, İsmet Paşa’ya da şu telgrafı çekti:

Ekimin 6.günü için kararlaştırılan içtimaınızda Trakya’nın İzmir’de kararlaştırılan esaslar dahilinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetine iadesini kabul etmedikleri takdirde tasavvur buyrulduğu gibi 6-7 Ekim’de derhal İstanbul üzerine harekete geçiniz.

Türkiye yeni bir savaşın eşiğinde gibi görünüyordu. Şevket Süreyya’nın belirttiği gibi, “İsmet Paşa’nın Mudanya’da ve 6 Ekim’de olduğu kadar, belki hiç kimse, harple sulhun kıskaç arasında böylesine sıkışıp kalmamıştır.” Durum, Türkiye Büyük millet Meclisinde de dikkatle yakından izleniyordu. Mustafa Kemal Paşa cepheye gitme olasılığından söz etmiş ve Bakanlar Kurulunun meclisi aydınlatmasını istemişti. Milletvekilleri düşüncelerini ve eleştirilerini özgürce dile getirmişlerdir. Durak Bey, hükümetin uyumlu politikasını sürdürerek savaşa yol açacak girişimlerden kaçınmasını, savaş yeniden başlasa İngilizlerle savaşmanın kaçınılmaz olacağını, İngilizlerin Trakya’ya kaçan Yunan askerlerini örgütleyebileceğini dile getirmiş, savaşın en son çare olduğunu vurgulamıştır. Emin Bey, konferansın uzamasının Türkiye’nin lehine olmadığını, bu bakımdan konferansın kısa sürede bitirilmesinin zorunlu olduğu üzerinde durmuştu. Kimi milletvekilleri Misak-ı Milliden ayrılmaması gerektiğini özellikle dile getirmişlerdir.

İsmet Paşa’nın telgrafı mecliste görüşülürken Mustafa Kemal Paşa da İsmet Paşa’ya gizli bir emir göndererek şunların sağlanmasını istiyordu:

  • Yunan kuvvetlerinin 15 gün içinde Trakya’dan çekilmeleri.
  • Boşaltılan yerlerin TBMM hükümeti temsilcilerine teslim edilmesi.
  • Trakya’da kalacak itilaf devlet ve komisyonlarının TBMM yönetimini denetleme ya da işgalci bir amaç taşımaması.
  • Trakya’nın Türkiye’ye verildiğinin açıkça belirtilmesi.
  • Karaağaç’ın Edirne’nin sınırları içinde olduğunun kabul ettirilmediği takdirde burasının itilaf devletlerinin işgali altına sokulması.
  • Trakya’ya gönderilecek jandarma sayısının sınırlandırılmaması…

Bunun dışında Boğazlarda itilaf devletleri askerlerinin sayısının arttırılmaması, işgal bölgelerinin genişletilmemesi gibi konular da yer alıyordu. İtilaf devletleri özellikle İstanbul’un boşaltılmasına yanaşmıyordu. Çünkü bu onların “yenilgilerini itiraf” anlamına gelecekti.

Bu yazıda İsmet Paşa, 7 Ekim akşamı bir bildiri yayınlayarak durumu halka açıkladı. Ertesi günü yani 8 Ekim’de toplantı olmadı. İsmet Paşa bunalıma bir çözüm bulmak için uğraşıyordu. İsmet Paşa anılarında o günkü havayı şöyle dile getirmektedir:

7 Ekim’de toplandık. General Harrington, Lord Curzon Paris’e gittiği için temas kuramadığını, konferansın geri bırakılmasını söyledi. Buhran 9 Ekim’e kadar devam etti. Bu arada hiçbir toplantı yapılmadı. 9 Ekim günü sabahleyin Fransız ve İngiliz generalleri Mudanya’ya gelerek, benimle hususi olarak, dostça görüşmek istediklerini bildirdiler. Oturduk, konuştuk. Ama vaziyet hakikaten gergindi. Harekâtı durdurmak yetkimin sona erdiğini, bundan sonra serbest hareket etmek zamanı geldiğini kendilerine anlattım. Kıtalarımızın, İzmir bölgesinde, kendilerince bitaraf saydıkları mıntakayı geçmiş olduğundan şikâyet ettiler. Çanakkale’de de Türk ve İngiliz kıtalarının birbirlerine çok yakın ve gergin vaziyette olduklarını, Generaıl Harrington’un durumdan endişe duyduğunu söylediler.

9 Ekim akşamı yapılan toplantıda hava yumuşadı. General Harrington’a göre İsmet Paşa daha munis idi. Müttefiklerin hazırladığı proje okunduğu zaman İsmet Paşa J’accepte! (Kabul ediyorum) dedi ve bunu hükümetine bildireceğini ekledi ve Konferansın 10 Ekim öğleden sonraya ertelenmesini istedi. Onun bu önerisi kabul edildi. Hükümetin onayı alındı. Ancak 10 Ekim’de Konferans toplanamadı. Buna Yunan delegesi ile yapılan görüşmelerin uzaması neden olmuştu. Sonunda 11 Ekim sabahı saat 6’da Mudanya Askeri Sözleşmesi imzalanmış, 14-15 Ekim 1922’den başlamak üzere yürürlüğe girmesi kabul edilmişti.

Mudanya Askeri Sözleşmesi (Convention Militaire) 14 maddeden oluşuyordu. Bu sözleşme ile Türk-Yunan kuvvetleri arasındaki çatışma son buluyordu. Yunanlılar, Trakya’yı 15 gün içinde boşaltacaklardı. 8.000 Türk jandarması, mülki memurlarla birlikte Trakya’ya el koyacaktı. Yönetimin Türklere devri 30 günde tamamlanacaktı. Boşaltma ve devir işlerini denetlemek üzere 7 taburluk bir müttefik birliği görevlendirilecekti. Teslim işlemi bittikten 30 gün sonra bunlar bölgeden ayrılacaktı. Meriç’in sağ kıyısı ve Karaağaç, antlaşma yapılıncaya kadar itilaf devletlerinin işgali altında kalacaktı. İstanbul ve Boğazlar da mülki idaremize teslim olacaktı, ancak İstanbul’da ve Boğazlarda bulunan itilaf kuvvetleri, barışa kadar arttırılmaksızın kalabileceklerdi. Barışın yapılmasına kadar Türk kuvvetleri Çanakkale Boğazı ile İzmir yöresinde belirlenen çizgiyi geçemeyecek, Trakya’ya da silahlı kuvvet geçirmeyecekti. Yunan temsilcisi de sözleşmeye katılmayı zorunlu görmüştü. Mütarekenin imzalanması üzerine Mustafa Kemal Paşa, General Harrington’a teşekkür; Müdafaa-i Hukuk örgütlerine ve belediyelere kutlama telgrafları çekti.

Prof. Şerafettin Turan’ın vurguladığı gibi Mudanya Ateşkes Anlaşması 1911’den bu yana süregelen savaş haline son vermiş, ülkeyi istiladan kurtarmış ve işgal altındaki İstanbul’un da barış antlaşması ile birlikte Türk yönetimine geri verilmesini sağlamıştı. Kabul etmek gerekir ki Mudanya yalnızca basit bir ateşkes anlaşması olarak görülmemelidir. Siyasal nitelikte bir takım öğeleri de taşıdığı için uluslararası bir önem taşımaktadır.


Yankıları

Mütareke yurt düzeyinde büyük bir sevinçle karşılandı. İstanbul Darülfünun (Üniversitesi) Fen Fakültesi bu büyük zaferi kazanan İsmet Paşa’ya fahri profesörlük verilmesi kararını almıştı.

Mütarekenin dış dünyadaki yankıları da çok geniş oldu. Artık Lloyd George’un gitmesi gerektiğinden söz ediliyordu. Fransızlar, Mudanya’da Türk isteklerine eğilimli tutumlarından ötürü İngiliz basınında eleştiriliyor ve İngiltere’yi yalnız bıraktıklarından ötürü suçlanıyordu. Mudanya görüşmelerinde İsmet Paşa’nın Trakya’nın bir ay içinde işgal kuvvetleri tarafından boşaltılıp Türk yönetimine teslim edilmesini istemesi İngiltere’de büyük bir “şok” yaratmıştı. Bu, aynı zamanda İngiltere’nin çaresizliğinin de bir göstergesi idi.

Mudanya’da Müttefiklerle Türkler arasında ateşkesin sağlanması ise İngiltere’de son derece olumlu bir hava yaratmıştı. Haberi veren The Times Gazetesi, bunun General Harrington’un sağduyulu tutumu ile İsmet Paşa arasında uzlaşma sağlandığını belirtiyor ve sözleşmede Türklerin onurunu kıracak hüküm bulunmadığını yazıyordu. Manchester Guardian Gazetesi ise mütarekenin İstanbul halkına ilaç gibi geldiğini yazıyor ve endişelerinin sona erdiğini dile getiriyordu. Yine bu gazeteye göre İsmet Paşa da “özgürlük aşkıyla dolmuş ve zaferle yoğrulmuş bir ulusu temsil” ediyordu. Arnold Toynbee yine aynı gazetede çıkan (16 Ekim 1922) bir yazısında Batı Trakya’nın gelecekte siyasal yazgısı üzerinde duruyordu. Buna bir de harita eklenmişti. Toynbee, Mudanya ateşkesinde Batı Trakya’nın yer almadığını ve bölgenin geleceğinin barış antlaşmasında belirleneceğine dikkati çekiyordu.

Mütarekenin imzalanması Fransa’da da olumlu bir hava yaratmış ve kamuoyu geniş bir nefes almıştı. Daha Mudanya Konferansı toplanmadan önce bir Fransız gazetesi “işte tehlikeli anlar geldi” diye yazıyordu. Sokakta “– Ya savaş? – Türkler ne yapacaklar? – Orada dövüşülürse biz ne yaparız?” gibi konuşmalar geçiyordu. Yine kimi Fransız gazeteleri “Doğuda ne olursa olsun Fransa barış istiyor” başlığını atıyorlardı.

Bu korkulu ve kaygılı günlerden sonra Mudanya’da masaya oturulmasını Fransız kamuoyu sevinçle karşıladı. Gelişmelerin böyle olumlu bir aşamaya gelmesinde Fransızların rolü kimi yazarlar tarafından özellikle vurgulanıyordu. Mudanya görüşmelerinin çıkmaza girmesinin sorumluluğu da İngilizlere yükleniyordu. Türk-Yunan Savaşını bitiren Mudanya ateşkesini Fransız kamuoyu sevinçle karşıladı. Çünkü bu, kamuoyuna göre “Fransız politikasının başarısı” idi. Türk zaferi, “gülünç Yunan atıp tutuculuğu ve Lloyd George’un gururlu inatçılığı için sert bir ders” olmuştu.


Bir Diplomatın Doğuşu

Şevket Süreyya, İsmet Paşa’nın Mudanya ile birlikte yepyeni bir kimlik kazandığını belirterek şöyle der: “Mudanya’nın ardından İsmet Paşa, memleketin hayatında bir siyasi şahsiyet olarak belirecekti. Nitekim Mudanya’dan sonra askerlik ve kumandanlık artık arkada kaldı ve İsmet Paşa Türkiye’nin kaderine bir siyasi şahsiyet ve bir İkinci Adam olarak karıştı.” Mudanya, bu açıdan bakıldığında, yeni bir diplomatın doğuşuna da ortam hazırlamıştır, demek yanlış olmaz. Gerçi İsmet Paşa’nın diplomasi alanında kimi deneyimleri olmamış değildi. Sözgelimi 1907’de, Edirne garnizonunda hizmet gören yüzbaşı İsmet Efendi bir sınır olayı nedeniyle askeri komisyonda görev alır. Bir Bulgar binbaşısıyla anlaşmazlığa düşer. Bundan ötürü görüştüğü Bulgar komisyonu başkanı general kendisine şöyle der: “…Yüzbaşı Efendi bir gün vatanınız sizinle iftihar edecektir.” Yüzbaşı İsmet, hayretle Bulgar generalinin yüzüne bakar ve ayrılırlar. 1910-1912 yıllarında Yemen’de, Ahmet İzzet Paşa’nın komutanlığında çalışan kurmay binbaşı İsmet Bey, imam Yahya’nın ayaklanmasının bastırılmasında, askerlik ve siyaset günlerinden önemli hizmetlerde bulunmuştu. Birinci Dünya Savaşının ilk yıllarında çalıştığı Osmanlı karargâhında Alman subaylarıyla kurduğu iletişim, hiç değilse İsmet Beyin, diplomasi dilini kavramasına yardımcı olmuştur. Hatta bu subaylardan birine sorduğu sorularla, Almanya’nın Türkiye üzerindeki gerçek niyetlerini de sezebilmişti. O anlamıştı ki Almanlar, Türkiye’ye gitmek üzere gelmemişlerdi. Enver Paşa’nın bir aralık onu genelkurmay başkanlığına getirmeyi düşünmesi bir raslantı değildir.

Mustafa Kemal Paşa’nın Albay İsmet hakkında verdiği sicil (20 Mayıs 1917), onun bir diplomatta bulunması gereken niteliklere sahip olduğunu açıkça ortaya koymaktadır: “Ciddi, faal, düşüncesi gayet açık ve yüksek fikirli. Maiyyetine ve savaş döneminin durumuna ve ruhsal değişkenliklerine hakim. İyi bir görüş yeteneğine ve olayları süratle algılamaya sahip…” Bütün bunların yanında albay İsmet, çevresinin emniyet, güven ve sevgisini kazanmış dürüst bir kişidir. Bu kişilik özelliklerinin bir diplomat için yeterli olduğuna şüphe yoktur.

Mustafa Kemal Paşa’nın, İsmet Paşa’ya Mudanya görüşmeleri için olağanüstü yetkiler vererek görevlendirmesi de şüphesiz uygun bir seçimdi. Bu, başkomutanın Garp Cephesi Komutanına duyduğu güvenin bir kanıtıdır. İsmet Paşa’nın, daha toplantının ilk gününde ev sahibi; aynı zamanda galip bir ordunun komutanı olarak girişimi eline alması da ayrıca üzerinde durulması gerekir. Nitekim, onun Lozan Konferansında da başdelege olarak yine Mustafa Kemal Paşa tarafından görevlendirilmesinde, Mudanya’daki başarısı belirleyici bir rol oynamıştır. Enver Ziya Karal, Mudanya mütarekesinin İsmet İnönü’nün “çelik iradesi” ile kazanıldığını özellikle vurgulamıştır.

Harrington’un, mütareke görüşmeleri sırasında İsmet Paşa üzerindeki gözlemleri büyük bir değer taşımaktadır. Başlangıçta, İsmet Paşa generalin gözünü doldurmamış fakat kısa süre sonra onun ne kadar çetin bir ceviz olduğunu kabul etmişti. Şevket Süreyya’nın yayınladığı Harrington’un mektubundan aldığımız kimi bölümler bu konuda önemli bir fikir vermektedir:

İsmet Paşa’yı ilk gördüğüm vakit, o benim üzerimde büyük bir etki ve intiba bırakmadı. Görünürde gösterişsiz, ufak tefek bir insandı. Az konuşuyordu. Bundan başka -bir eksiklik mi, yoksa bazı hallerde bir meziyet mi bilinmez- çok da ağır işitiyordu.

Öyle sanıyorum ki aşağı yukarı 42 yaşlarındadır. Bizimle münasebetlerinde ilkin çok inatçı görünüyordu. Onun güldüğünü hemen hemen hiç görmedim. Yalnız “nasılsınız?” veya “Allahaısmarladık” derken biraz gülümsüyordu. Elbetteki Ankara’dan aldığı kesin talimata göre hareket ediyordu. Ama teferruat hususunda bir Üstat’tı…

Her satırı gayet dikkatle tetkik eder ve baştan sona kadar okur, notlarını süratle alır ve satırların altında gizli bir mana bulunmadığına kanaat getirmedikçe fikrini söylemez. Ama daima nazik davranır…

İsmet Paşa, diplomasideki ilk sınavını Mudanya Konferansında verdi. Uluslararası, geniş kapsamlı Lozan’da da çok daha büyük bir diplomasi sınavı verecektir.


KAYNAKÇA

Akyüz, Yahya, Türk Kurtuluş Savaşı ve Fransız Kamuoyu, TTK, Ankara, 1975.
Atatürk, Nutuk, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü, Ankara, 1968-1972.
Aybars, Ergin, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, İzmir, 1987.
Aydemir, Ş.S., İkinci Adam, İstanbul, 1984.
Harp Tarihi Vesikaları Dergisi, TBMM Gizli Celse Zabıtları.
İnönü, İsmet, Hatıralar, Bilgi, Ankara, 1987, 2. Kitap.
Jaescke, Gotthard, Türk Kurtuluş Savaşı Kronolojisi, 3 Ekim 1918-11 Ekim 1922, TTK, ankara, 1970-1973, 2. Cilt.
Karal, Enver Ziya, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, 1918-1965, Ankara, 1981.
Tansel, Selahattin, Mondros’tan Mudanya’ya Kadar, MEB, İstanbul, 1991.
TTT Cemiyeti, Tarih IV, Türkiye Cumhuriyeti, İstanbul, 1934.
Turan, Şerafettin, İsmet İnönü, Yaşamı, Dönemi ve Kişiliği, Kültür Bakanlığı, Ankara, 2000.
Turan, Şerafettin, Türk Devrim Tarihi, Bilgi, Ankara, 1998, 2. Kitap.
Uludağ Üniversitesi, 70. Yılında Mudanya Mütarekesi ve Uluslararası Sonuçları, Bursa, 1993.