Prof. Dr. Erdal İnönü - Prof. Dr. Mehmet Tomak

Prof. Dr. Erdal İnönü – Prof. Dr. Mehmet Tomak

1. ODTÜ Yılları

Sayın Prof. Dr. Erdal İnönü (bilim çevrelerinde “Erdal Bey”) ile Orta Doğu Teknik Üniversitesi’ne girişimin ilk yılında, 1963’te, tanıştım. O zamanki ODTÜ yasasına göre Fen Bilimleri ile Mühendislik eğitiminin ilk yılı tüm öğrenciler için aynıydı. İlk yıl başarılı olanlar istedikleri bölüme transfer olabiliyorlardı. Birinci sınıfta başarılı olduğum için çevre baskısına dayanamayıp Makine Mühendisliği Bölümü’ne transfer oldum. Ancak yaz tatilim tam bir eziyete dönüştü. Sonunda iyi bir mühendis olamayacağıma karar verip dosyamın Fizik Bölümü’ne gönderilmesi istedim. O dönemde Erdal Bey Fizik Bölümü Başkanıydı. Bana, bu kararımdan hiç pişman olmayacağımı söyledi. Onur duydum, küçük bir öğrenciyle bu denli ilgilenen Erdal Beye olan hayranlık, sevgi ve saygım bir kat daha arttı. Fiziği çok sevdim ve hiç pişman olmadım.

1960’lı yıllarda ODTÜ Fen Edebiyat Fakültesi’nde çok iyi bilim liderleri vardı. Matematik’te Cahit Arf, Fizik’te Erdal İnönü, Feza Gürsey, Cavit Erginsoy gibi dünya çapında bilimciler bizlere yol gösteriyorlardı. Çok şanslıydık. Sadece Fizik değil daha fazlasını öğreniyorduk.

Erdal Bey, ODTÜ’ye 1960’ta gelmişti. Fizik araştırma ve eğitimi yanında, bilim kurumlarının ve araştırma geleneğinin Türkiye’de güçlendirilmesini hedef olarak seçtiği çok net olarak görülmekteydi. Bu amaç, o zamanki bilim liderlerimizin ortak niteliğiydi diye düşünüyorum. Bu doğrultuda, 1960-1968 döneminde Teorik Fizik Bölümü ve TÜBİTAK’ın kurulmasında önemli katkıları oldu. 1965-1968`de Fen-Edebiyat Fakültesi Dekanlığı yaptı. 1968-1969 akademik dönemini ABD’de geçirdikten sonra dönüp 1969-1971 arasında önce rektör vekili sonra da rektör oldu.
Ben, 1968’te mezun oldum, asistan olarak başlayıp, doktora yapmak üzere ABD’ye gittiğim için bu dönemi basından izledim. 1972 yılında döndüğümde Erdal Bey rektörlükten ayrılmış Bölümde eğitim ve araştırmalarına dönmüştü. Bir müddet sonra İstanbul’da fizik için bir şeyler yapılması gerektiği konusunda bir yazı yazdı. 1974’te ODTÜ’den ayrıldı. Yazısında dile getirdiği gibi İstanbul için önemli işler yapmaya başladı.

2. İstanbul ve Politika

1975-1983 arasında Boğaziçi Üniversitesi’nde, Bölüm Başkanlığı ve Temel Bilimler Fakültesi Dekanlığı yaptı. 1982’de TÜBİTAK’a bağlı olarak Temel Bilimler Enstitüsünü kurdu. Bu enstitü bugün Feza Gürsey adıyla devam etmektedir.

YÖK Yasası, TÜBİTAK’a yapılan politik müdahaleler, işleri daha da zora sokmuş Erdal Bey çözümün politik güç ile olabileceğini düşünmüş olabilir.

Mayıs 1983’te bütün görevlerinden ayrıldı ve 6 Haziran 1983’te Sosyal Demokrasi Partisi kurucu üyesi ve ilk genel başkanı olarak politik hayatına başladı. SODEP ile Halkçı Partinin, Sosyal Demokrat Halkçı Parti olarak (SHP) birleşmesinde önemli bir rol oynadı. 28 Eylül 1986 ve ikinci olarak 30 Kasım 1986 seçimlerinde İzmir Milletvekili olarak Meclise girdi. 1991 erken seçimlerinden sonra Başbakan yardımcılığı yaptı. Haziran 1993’te SHP genel Başkanlığından ve hükümetteki ödevinden ayrılacağını açıkladı.

Politikayı bırakınca vakit geçirmeden bilimsel çalışmalara geri döndü. Feza Gürsey Enstitüsü ve Sabancı Üniversitesi’nde, daha önce başladığı bilim tarihi çalışmalarına ağırlık verdi.
Ben, Erdal Beyin politikaya zorla, biraz da baskı ile girdiğini zannediyordum. Bunu kendisine söylediğimde “Hayır, büyük zevk aldım!” dedi.

3. Bilim Tarihi

Erdal Bey bilim tarihi araştırmalarında çok önemli tespitler yaptı. Kanımca “300 yıllık gecikme” vurgulaması bunların en önemlisidir. Değerli hocam bu konuda bakın neler diyor: “ Böyle bir ortamda olayların görünen yakın nedenlerini bırakıp kolay görünmeyen, derinden gelen nedenleri aramakta yarar olabilir. Gerçekten de kanımca yıllardır önümüze çıkan engelleri bir türlü aşamamamızın tarihten gelen nedenleri var. Bu nedeni bize lisede öğretmişlerdi. Yaşam kavgasının içine girince bunu unuttuk. Ama bizim unutmamız nedenin etkilerini ortadan kaldırmadı. Dünyadaki ilerleme, kalkınma yarışında, eski çağları bir yana bırakırsak, yakın zamanlarda batı doğuyu ne zaman geçmeye başladı? Bu soruya Gutenberg’in on beşinci yüzyılda icat ettiği matbaayı İbrahim Müteferrika’nın Türkiye’ye ancak on sekizinci yüzyılda getirmesi üç yüz yıllık bir gecikme doğurdu ve aramızdaki gelişmişlik farkı buradan doğdu diyenler olabilir. Bence bu yanıt doğru değildir. Çünkü matbaa mevcut bilginin yayılmasını sağlar, bu bakımdan çok etkilidir. Ama asıl önemli olan, insanı doğaya egemen kılan bilginin üretilme yolunun bulunmasıdır…Bu ilerleme, 1600’lü yıllarda Orta ve Batı Avrupa’da, gözleme ve deneye dayanan, matematiksel ifadelerden yararlanan bilimsel araştırma ve geliştirme yönteminin birkaç araştırmacı tarafından uygulanmaya başlamasıyla gerçekleşmiş ve tüm Batı Avrupa ülkelerine hızla yayılmıştır. Osmanlı Dünyası ise bu yeni yöntemle hiç ilgilenmemiştir. Bilimsel araştırma yöntemi bir devlet politikası olarak Türkiye’ye ancak cumhuriyet döneminde 1930’lu yıllarda geldi. Ama işte 1600 ile 1900 arasındaki üç yüz yıllık gecikmenin doğurduğu olumsuz etkileri ortadan kaldırmaya çalışıyoruz…Niye tüm teknolojik yenilikleri Batıdan öğreniyoruz? Niye kullandığımız bütün teknik araçlar Batıdan geliyor? Niye sanayi devrimini kaçırdık? Tüm bu soruların ve benzerlerinin yanıtı, yukarıda değindiğimiz üç yüz yıllık gecikmede bulunabilir.”

Bu belirlemeyi bir çok politik lider yapmadı, yapmıyor, yapamıyor. Bu gün içinde bulunduğumuz durum bunun en açık delilidir kanısındayım.

4. Sonuç

Türkiye’de bilimin, araştırmanın kurumlaşması için durmadan çalışan Erdal Bey için, hayranlık, sevgi ve saygı duymamak mümkün mü?

Onun kaybıyla Türkiye değerli bir evladını yitirmiştir. 300 yıllık gecikmenin kapanması için bilimsel olarak çalışmak, geride kalan herkes için kaçınılmaz bir görevdir.