CHP Ortanın Solunda

CHP Ortanın Solunda

Yazan: Prof. Dr. Şerafettin Turan

İsmet İnönü’nün üçüncü dönem başbakanlığının bittiği 25 Şubat 1965’ten, yaşamının sona erdiği 25 Aralık 1973’e kadar geçen 8 yıl ’10’ aylık süre, CHP’ye yeni kimlik kazandırarak güçlendirmeye çalışma ile yalnız Genel Başkanlıktan değil, kurucusu olduğu partiden de istifa ederek ayrılma gibi birbirine zıt ve bir yönüyle de trajik ‘2’ evre gösterir.

İnönü, iktidardan ayrıldıktan sonra CHP’de birlikteliği sağlıyabilmek için partiden uzaklaştırılmış olanların yuvaya dönmelerine olanak veren bir af kararı aldırtmıştı. Buna göre ‘2’ ay içinde başvuranlar yeniden partiye alınacaklardı. Kasım Gülek te bundan yararlanarak CHP’ye dönmüştü.

S. H. Ürgüplü başkanlığındaki hükümetin kuruluşundan çok geçmeden Mart ayı sonlarında milletvekillerinin daha doğrusu parlamenterlerin maaşlarını yeniden artırma önerisi gündeme getirilmişti. 1961 seçimlerinden sonra toplanan Mecliste ‘3.400’ lira olan milletvekili aylıkları ‘5.400’ liraya yükseltilmişti. ‘4’ yıl sonra bunun arttırılması istenildiğinde Millet Meclisi Başkanı Fuat Sirmen, Başbakan Ürgüplü ve İ. İnönü böyle bir artırımın doğru olmadığını belirterek girişime karşı çıkmışlardı. Ürgüplü, bütçede artırımı karşılayacak ödenek bulunmadığını belirtmiş, Sirmen ise böyle bir karar alınsa bile ‘ita amiri’ olarak artışları ödiyemeyeceğini söylemişti. Ama maaşlarının azlığından yakınan milletvekilleri “meclisin iradesine ipotek konamayacağı” savıyla girişimlerini sürdürmüşlerdi. Amaçlarına ulaşabilmek için de kararın “gizli oy” la alınmasını istemişlerdi. Böylece “73” olumsuz, “9” çekimsere karşın “190” oyla maaşlar “5.400.000” liradan “5.550” liraya çıkartılmıştı. Buna karşın Sirmen-Ürgüplü-İnönü üçlüsünün direnmesi sonucu bu artışlar alınamamıştı. Sirmen, ödenek olmadığı için farkları ödetmemiş, Başbakan Ürgüplü bütçeye ek ödenek konulmasını kabul etmemiş, İsmet İnönü ise CHP adına Anayasa Mahkemesi’ne başvurmuştu. Bu sırada yüksek öğrenim öğrencileri de girişimi kınarcasına 1961’de olduğu gibi simgesel bir “parlamento üyelerine yardım kampanyası” açmışlardı. Sonunda Anayasa Mahkemesi, artışların ancak bundan sonraki dönemde seçilecek parlamento üyeleri için uygulanabileceğine karar vermişti. Bu sonuç, hükümette ve koalisyon ortakları arasında sürtüşmelere yol açarken kamuoyunda İnönü ve CHP’ye yeni bir puan kazandırmıştı.

İnönü’nün üçüncü ortak hükümeti henüz sona ermeden CHP içinde, hükümet programında yer alan reformların bir an önce yapılmasından yana olanlar ve olmayanlar diye bir ikilik belirmişti. Bu yüzden öncelik tanınacağı belirtilen toprak reformuna ilişkin tasarı güçlükle hazırlanıp Meclise sunulabilmişti. Bu ikilik CHP’nin kimi çevrelerce sağ kimilerince sol bir parti olarak nitelendirilmesine yol açmıştı. Böylece Türk siyasal yaşamında da Sağ ve Sol kavramları önem kazanmaya başlamıştı.

Milli Şef döneminde çok partili sisteme geçildiğinde siyasal partiler genellikle iktidar ya da muhalefet partileri olarak anılmıştı. Partilerin programlarında yer alan ekonomik ilkeler dikkate alındığında ise Serbest Cumhuriyet Partisi’nden başlayarak bu ayrım devletçi ya da serbest ekonomi’den yana olanlar diye yapılmıştı. Bununla birlikte parti sayıları çoğaldığında ve özellikle Demokrat Parti iktidarında sağ ve sol partilerden söz edilir olmuştu. DP lideri Adnan Menderes bir konuşmasında “Biz CHP’den biraz daha soldayız!” demişti. 1961 Anayasasının getirdiği özgürlük ortamı içinde yeni yeni partiler kurulunca bu ayrım daha da belirginleşmişti. Adalet Partisi, DP’nin devamı olarak popülist liberal bir kimlikle ortaya çıkmıştı. Yeni Türkiye Partisi ise merkezde yer almayı yeğlemişti. Sosyalist anlayışıyla kurulan, Türkiye İşçi Partisi (TİP) nin tam solda yer alması partiler yelpazesinde yerlerin belirlenmesi yönünden daha etkili olmuştu. TİP, Marksist ideolojiyi savunmakla birlikte ihtilalci sosyalizm yöntemlerinden yana olmayıp emperyalizm karşıtı ve bu nedenle de ABD hatta NATO’ya karşı çıkan bir siyasa izlemeye başlamıştı. Alparslan Türkeş’in başına geçtiği Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi (CKMP) ise milliyetçi/ırkçı dünya görüşünün yanında ekonomik ve sosyal anlayış yönünden sosyalizmle paralellik göstermeye başlamıştı.

Bu dağılım içerisinde CHP de hem kendi içindeki bölünmüşlüğü gidermek, hem de partiler arasında yeni bir kimlikle yeni bir yer bulmayı gerekli görmüştü. Parti Meclisi’nin, İnönü’nün başkanlığında yaptığı toplantıdaki tartışmalardan sonra bir bildiri yayımlanması gerekli görülmüştü. Hükümetin düşürülmesinden bir süre önce (9 Şubat 1965’te) açıklanan bildiride, görüş ayrılıklarının partiyi merkezin solu’na çektiği belirtilerek şöyle denilmişti:

“Bu, partinin bir bacağı solda, öteki sağda aşırı merkeziyetçilikten kurtulup radikal sosyalist, daha doğrusu sosyal demokrat bir parti hüviyetine girebilmek için çaba göstermesidir. Aşırı sola ve sağa oranla ortacı görünmekle birlikte, parti uygulamada merkezin soluna doğru gidiyor!”

Bu bildiri, CHP’nin o günkü partiler yelpazesinde kendisine göre merkez partisi konumunda olan Adalet Partisi ile solu temsil eden Türkiye İşçi Partisi (TİP) arasında bir yer seçtiğini göstermekteydi. Aynı zamanda bu sola kayış, yakın bir gelecekte partiye bildiri’de de belirtilen sosyal demokrat bir nitelik kazandırılacağına da işaret ediyordu. Aslında CHP kuruluşundan başlayarak uyguladığı halkçılık programı, ekonomi siyasası ve hele 1930’larda ilke haline getirdiği devletçilik uygulaması ile sol eğilimli bir parti idi. İnönü de bu gerçeği şöyle belirtmişti: “Aslında laikiz dediğimiz günden beri ortanın solundayız. Halkçıysan ortanın solunda olursun!” Ancak parti şimdi Ortanın Solu gibi yeni bir tanımlama ile yenilikçi atılımlara girmek istediğini açıklamış oluyordu.

CHP’yi bu söylem değişikliğine götüren etkenler arasında özgürlükçü 1961 Anayasası’nın getirdiği ortam içerisinde toplum kesimlerinden gelen isteklerin aratarak güç kazanması, üretici ve yoksul kesimlerin sözcülüğünü üstlenen TİP’in toplumda destek bulması ve ABD’nin siyasal ve ekonomik desteğine duyulan güvenin azalması sayılabilir. Söz konusu bildiride bundan böyle AP kadar TİP ile de savaşılacağının söylenmesi de etkenlerin nerede olduğunu göstermektedir. CHP’nin izleyeceği siyasa için ortanın solu kavramı ilk kez, 27 Mayıs 1960 girişiminden sonra kullanılmıştı. M. Toker’in aktardığına göre 1960 Ağustosu sonlarında İsmet İnönü ile o dönemdeki genel sekreter İ. Rüştü Aksal, Heybeliada’daki evde, partinin ne gibi bir siyasa izlemesi gerektiğini saptamaya çalışmışlardı. Toker, 31 Ağustos tarihli Akis’teki yazısında bu çalışmadan söz ederken CHP’nin ortanın solu’nda yer alacağını açıklamıştı:

“CHP mevcut partiler içinde bugünün modası sosyalizmi en ziyade benimsemiş partiydi… Şimdi o yön biraz daha belirli şekilde tutulacak… CHP, ortanın solunda yer alacaktı. Tabii daha solda partiler kurulması imkanı daima mevcuttu.” (Metin Toker; Yarı Silahlı Yarı Külahlı Bir Ara Rejim 1957-1961, 135 vd) Böylece partiye yeni kimlik ya da slogan olarak kabul edilen ortanın solu niteliği Genel Başkan İnönü tarafından önerilmişti. Onun ortanın solu anlayışının kökeni, William Hale’in ve ona dayanan M. Heper’in belirttikleri gibi devlet kavramına ve devletçilik ilkesine dayandırılmıştı. Onunla birlikte bu yeni kimliği işleyip genişletecek olan Bülent Ecevit’te ise ortanın solu, halkçı renkler taşır olmuştu. (Metin Heper; İsmet İnönü – Yeni Bir Yorum Denemesi; 216)

Böylece CHP’de değişim rüzgarları esmeğe başlamıştı. Parti sözcüleri artık devletçilik, devrimcilik, sosyal adalet ve solculuk deyimlerini kullanır olmuşlardı. Meclis Grubu toplantısında konuşan İnönü, partilerin bir “manastır” olmadığını vurgulayarak, CHP’ye her kesimden yeni üyeler almak gerektiğini belirtmiş ve “İçine yeni unsurlar almayan bir partinin hayatiyeti kalmaz… Devrimci bir parti olarak, örneğin kadın, işçi, esnaf milletvekilleri çıkarmalıyız!” demişti. Bu doğrultuda Ankara Gençlik Kolu kongresinde (23 Mayıs 1965) ekonomide ortanın solu anlayışını yansıtan bir bildiri de yayımlanmıştı. Bunda, DP iktidarında çıkartılmış olan petrol yasası’nın ulusal onurla asla bağdaşmadığı ve ulusal egemenlik haklarını kısıtladığı belirtilerek gecikmeden değiştirilmesi, yeraltı servetlerimizin yabancılara kaptırılmaması ve yıllardır yapılamıyan toprak reformu’nun gerçekleştirilmesi istenmişti.

CHP’deki bu söylem değişikliği kamuoyunda farklı biçimlerde değerlendirilirken merkez ve sağ partiler bunu bir tür “komünizm”e kayış olarak eleştirmeye başlamışlardı. Özellikle de “Ortanın solu, Moskova yolu!” tekerlemesi ile CHP ile SSCB arasında bir ilişki bulunduğu izlenimini yaratmak istemişlerdi. Ama İnönü orta sol’un ne olduğunu açıklamayı sürdürmüştü. 29 Temmuz 1965 günkü konuşmasında şunları söylemişti:

“CHP bünyesi itibarı ile devletçi bir partidir ve bu sıfatla elbette ortanın solunda bir anlayıştadır. 1923’teki harap ülkede bir kalkınma çaresiyse, bugün de ekonomik hayatımızın temel bir unsurudur.”

Bundan bir süre sonra Kim dergisinde çıkan demecinde (13 Ağustos 1966) ise bu düşüncesini biraz daha açmıştı:

“Çağdaş uygarlığın üstüne çıkmak, ancak devletçilik ile mümkündür. Kalkınmamızı yaparken, ekonomik bakımdan, sosyal bakımdan bugünkü uygarlıkta kullanılan solcu, sağcı deyimlerinin son ölçüsünü verelim istedik. ’40’ yıldır devletçiyiz derken ayni şeyi söylüyoruz. Bunun için ‘Ortanın Solundayız!’ dedim. Aslında ‘Laikiz!’ dediğimiz günden beri ortanın solundayız. Halkçı isen ortanın solunda olursun.”

Trabzon’daki konuşmasında halka ortanın solunu daha kestirme yoldan anlatmak isteyen İnönü, şu örnekleri vermişti:

“1961′ e kadar ‘250’ kazancı olan vergi veriyor, ‘250.000’ lira kazancı olan vergi vermiyordu. Bugünkü toplum bunu kabul etmiyor. Ortanın solu işte budur. Bugünkü toplum devletin, ülkenin yetenekli çocuklarını okutmasını istiyor, ortanın solu budur. Devlet, vatandaşların sağlığını korumak için tedbir alacaktır, ortanın solu budur. Bugünkü devlet sosyal devlettir. Bu, anayasa hükmüdür. Anayasa ortanın solunda bir kanaatle yapılmıştır. ‘Bu örnekleri verdikten sonra da halka, şu soruyu yöneltmişti: “Şimdi ortanın solunu anladınız mı?” (Hikmet Bila; CHP 1919-1999; 214 vd.)