İnönü’nün 1933 Bulgaristan Seyahati Üzerinden Türk- Bulgar İlişkileri ve Türkiye’nin Balkan Politikası

İnönü’nün 1933 Bulgaristan Seyahati Üzerinden Türk- Bulgar İlişkileri ve Türkiye’nin Balkan Politikası
Filiz (Menteşe) Gencer – Ağustos 2020

Başbakan İnönü’nün 20-25 Eylül 1933 aralığında çıktığı Bulgaristan gezisi, yapıldığı dönemde Türk ve Bulgar basınının çok yakın takibe aldığı bir seyahat olmuştu. Hariciye Vekili Aras’ın da dahil olduğu geniş Türk heyetini İstanbul’dan Sofya’ya getirmek üzere Bulgar Kralı özel bir tren tahsis etmişti. Dönüş yolculuğunun Sofya’dan Varna’ya kadar olan ilk ayağı trenle yapılmış, Varna’dan İstanbul’a ise Yavuz zırhlısı ile dönülmüştü.

Gezinin en başına dönülecek olursa, Atatürk’ün bu seyahate çok önem verdiği 19 Eylül’de Ankara’dan ayrılıp İstanbul’a gelen Başvekili’ni Derince’de karşılamasından belliydi. Gazetelere göre “Başvekil Paşa”’yı Dolmabahçe sarayında ağırlayan Atatürk, akşam üstü kendi arabasıyla onu Sirkeci Garı’na bizzat götürmüş ve iki devlet adamı trenin hareket saatine kadar görüşmüşlerdi. Milli Mücadele döneminde Heyet-i Temsiliye’nin Sivas’tan taşınmasından başlayarak Sofya ile her zaman yakın temas içinde olmaya özen gösteren Atatürk’ün, İnönü’nün Bulgaristan ziyaretine bu kadar önem vermesinin nedeni neydi? Bunu anlamak için iki ülke ilişkilerinin tarihsel arka planına kısa bir göz atmak gerekecek.

‘93 Harbi’nden Lozan’a Türk-Bulgar İlişkileri

Osmanlı toprakları üzerinde bir Bulgar Prensliği’nin ortaya çıkışı, 1877-1878 Osmanlı-Rus harbine dayanıyor. Bulgarlar bu savaşta Ruslar ile birliktedir. Osmanlı’nın bu harpte uğradığı büyük bozgunu tescil eden Ayastefanos Anlaşması’yla yaratılan “Büyük Bulgaristan”, “büyük” sıfatını Ayestefanos’u tadil eden Berlin Anlaşması’yla dört ay içinde yitirmiş, geriye küçük ama özerk bir Bulgar Prensliği kalmıştı. Prenslik, 1885’de Doğu Rumeli Vilayeti’ni ilhak etmiş; 1908’de Osmanlı’dan bağımsızlığını tek taraflı ilan edip Bulgaristan Krallığı’na dönüşmüştü.

İki ülke 1912-1913’de peşpeşe yaşanan iki Balkan savaşında tekrar karşı karşıya gelmiş, Rusya eliyle kurulan Balkan ittifakı ilk savaşta Osmanlı’yı beklenmedik bir bozguna uğratmıştı. İkinci savaş, Balkan uluslarının ele geçirdikleri Osmanlı topraklarını paylaşma kavgasıydı. Büyük Bulgaristan idealini ilkinde yeniden yakaladıktan sonra ikincisinde bu toprakların çoğunu eski müttefiklerine kaptıran Bulgaristan, yine de ülkesini Osmanlı aleyhine % 29 oranında genişletmişti. Osmanlı’ya gelince, o artık Avrupalı değildir; beş asırdır egemeni olduğu Rumeli topraklarının % 83’ünü yitirmiş, geriye sadece Doğu Trakya kalmıştır. İnönü’nün dediği gibi, ‘bir büyük kıtanın bir tek seferde kaybedilmesi gibi milletler hayatında az görülen acıklı bir misal”, 1913 ilbaharında Osmanlı tarihine kaydedilmiştir.

Osmanlı- Bulgar ilişkilerinin normale dönmesiyle Sofya askeri ataşeliğine atanan Mustafa Kemal, Osmanlı Genelkurmayı’na gönderdiği 7 Mart 1914 tarihli raporunda İkinci Balkan Savaşı’ndaki yenilgisinin Bulgar toplumunda yol açtığı büyük travmaya parmak basmış: “Makedonya’da tam bir hakimiyet kurma imkânsızlığı ki, bu Bulgarlar açısından bir milli idealdir, Bulgar halkına, orduya ve hükümete unutulamayacak bir yara açıyor. Bulgarlar Sırbistan’ın ve Yunanistan’ın Makedonya’dan aldıkları toprakla tekrar geri almakla, o yaraya şifa bulacaklarına inanıyorlar” (HAKOV, 2015: 28). Bulgaristan’la Balkanlı komşuları arasında on yıllar boyu sürecek husumet başlamıştır.

Cihan Savaşı’nda iki ülkeyi ilk kez aynı kamp içinde görüyoruz. Bulgaristan, Balkan Harbi’ndeki kayıplarını telafi umuduyla girdiği bu savaştan elindeki son ganimetleri de yitirerek çıkınca Bulgar toplumu ikinci kez büyük bir travmanın pençesine düşer. Galipler, savaş sonrasında bu iki komşunun birbirleriyle doğrudan ilişki kurmalarını da yasaklar. Resmi ilişkiler, cihan savaşı dışında kalmış başka ülkeler üzerinden yürütülebilecektir.

Paris Konferansı’nda barış anlaşması adı altında dayatılan Neuilly Antlaşması’yla büyük miktarda topraklarını Yugoslavya ve Romanya’ya terk eden Bulgaristan, Batı Trakya’yı da galiplerin denetimine bırakmıştır. Mart 1920’de iktidara gelen Çiftçi Partisi lideri Stambolyski, anlaşma koşullarını iyileştirme umuduyla İtilaf devletlerini kızdırmamaya özen gösterir. Yine bu nedenledir ki, Balkanlarda arasında toprak sorunu olmayan Türkiye ile diplomatik temaslarını açıktan ve doğrudan geliştirmekten kaçınır. Ancak, Anadolu’daki direniş hareketine sempatiyle yaklaşmasına engel değildir bu.

Ankara’da Büyük Millet Meclisi’nin açılışı, Stamboliyski’nin iktidara gelmesinden bir ay sonrasına rastlıyor. Aynı günlerde, San Remo Konferansı’nda Trakya’nın ve Batı Anadolu’nun Yunanistan’a bırakılması konuşulmaktadır. Ankara ve Sofya arasındaki diplomatik ilişkilerin normalleşmesi önem kazanmıştır. Mustafa Kemal, BMM Başkanı olur olmaz ilk adımı atar. 30 Nisan 1923’de Ankara hükümetinin kurulduğunu Avrupa dışişleri bakanlıklarına duyururken, Fransızca yazdığı bir mektubu da Stamboliyski’ye gönderir. Bu mektup, kendisini Mondros ateşkesi ile bağlı saymayan Ankara’nın Bulgaristan ile doğrudan diplomatik ilişki başlatma girişimidir (VELİKOV, 1989: 1956) İtilaf Devletleri’nin tepkisinden çekinen Bulgar hükümeti uzatılan bu dostluk elini henüz açıktan tutamaz.

Yunan ordusu 22 Haziran’da Anadolu’da, yirmi gün sonra da Trakya’da taaruza geçer. Trakya’nın  işgali ile Bulgaristan Dedeağaç’tan Ege Denizine çıkışını da yitirir. İstanbul hükümetinin Yunan ilerleyişini raporlayan 1. Kolordu Komutanı’na talimatı ise “muharabeden katiyen kaçınılması” olmuştu. Cafer Tayyar Paşa’nın kolordusu Temmuz 1920’de Yunanlılara yenilip kendisi esir düştükten sonra 3.500’den fazla asker ve 22.000 sivile kapılarını açan Bulgaristan olur (SARINAY, 2002:XXI, XXII).

Stambolisyki hükümeti 1920 Ekim ayından başlayarak Ankara’nın Sofya’da bir temsilci bulundurmasına izin verir ve Bulgarların Kurtuluş Savaşı’na yaptığı yardımlar bir yıl kadar buradan Cevat Abbas eliyle yürütülür. 1921 ortalarına gelindiğinde Çiftçi Partisi parlamento grubundan bir heyet gizlice Ankara’ya gönderilir. Bunlar, Bulgaristan’ın ürkek dış politikasından vazgeçtiği anlamına gelmiyordu; zira heyetin Türkiye ziyareti ortaya çıkınca Bulgar Başbakanı bunun gayriresmî olduğunu iddia edecekti.

Milli Mücadele başarıya ulaştıkça Bulgar hükümetinin ona verdiği destek artar. Bulgar basını da direnişi büyük bir sempatiyle yansıtır. Bulgar gazetelerinin tavrı, Bulgar halkının Türklere yönelik algısının değişmesi açısından önemliydi; zira Cihan Savaşı’ndaki kader birliği Osmanlı imgesini daha az itici kılmışsa da Bulgar halkının bir bölümü için o hâlâ “ezeli düşman”dı. Büyük Taaruz’un ardından Bulgar gazetelerinin Osmanlı ile Ankara hükümetinin farkını vurgulamak için “Yeni Türkiye” ifadesine başvurdukları dikkat çekiyor.  “Slovo” gazetesi, Büyük Taaruzu “göz kamaştırıcı, mahvedici bir zafer” sözleriyle duyurur (ISOV, 2016: 119).

15 Ekim 1922’de Mudanya Mütarekesi yürürlüğe girmiş; Türkiye ile İtilaf devletleri arasında İsviçre’nin Lozan kentinde bir konferans toplanacaktır. Savaşmayı göze alarak Sevr’e karşı koyan Ankara’nın şimdi de Lozan’da yeni ve adil bir barış yapması ihtimali, Bulgaristan için de umut olmuştur: Türkiye başarılı olursa Neuilly Antlaşması da yeniden ele alınabilir, Bulgaristan’ın kaderi değişebilirdi. 28 Ekim’de Bulgar Meclisi önünde yaptığı konuşmasında, Stamboliyski Ankara’ya atfettikleri büyük önemi şöyle özetlemiş (İSOV, 2016: 112):

“Ankara şimdi mağdur Müslüman dünyası için Mekke, Hristiyan dünyası için Kudüs olmuştur.”

Lozan Konferansı Sürecinde Türk-Bulgar İlişkileri

Lozan Konferansı’nın başladığı 20 Kasım günü, Mudanya Ateşkesi uyarınca Türkiye’nin Doğu Trakya’yı Yunanistan’dan teslim aldığı gündür aynı zamanda. Türkiye ile Bulgaristan yeniden komşu olmuştur. Lozan  süreci, iki ülke ilişkilerinin gelişmesi için iyi bir fırsat sunar.

İsmet Paşa Bulgaristan’a önyargısız ve barışçıl yaklaşacaktır. Bulgarlarla tanışıklığı askerlik hayatının ilk günlerine kadar geri gider. Edirne’de 1906-1910 aralığındaki ilk kıta subaylığı sırasında kendisini Bulgarlarla yaşanan sınır çekişmelerinin içinde bulmuş. Diplomasi alanında Bulgarlarla ilk kez karşı karşıya gelişi de yine bu yıllarda. Bulgarlarla hudut uyuşmazlıklarının halli için oluşturulan Osmanlı heyetlerinde yer alan İnönü, bu sayede karşıt tarafın “subay heyetinin zihniyetini, kıymetini ve resmi ihtilafların hallolunabilmesi şartlarını” kavrama fırsatını bulduğu için şanslı addeder kendisini. İki ülke arasındaki pürüzlerin diyalog yoluyla aşılmasında İnönü’nün büyük katkısı olacaktır.

Lozan’daki Türk ve Bulgar heyetleri baş murahhaslarının ilk karşılaşması, İnönü’nün İstanbul’dan Lozan’a doğru 8 Kasım’da başlayan tren yolculuğu sırasında yaşanmış. İsmet Paşa, çok bezgin ve umudunu yitirmiş gördüğü Stamboliyski’yi işgalci güçler karşısında sesini yükseltmesi için yüreklendirme ihtiyacı duyduğunu aktarır (SELEK, 2014: 319).

Bulgaristan’ın Lozan delegasyonundan beklentisi, Batı Trakya’nın özerkliğini ve Ege Denizi’ne çıkışı kazanmalarıdır. İnönü, bu konulardaki Türk tezlerini Konferansın üçüncü oturumunda dile getirir: Bulgaristan’ı dünya savaşına girmeye razı etmek için Osmanlı’nın Trakya’da gözden çıkardığı büyük toprakları yasallaştıran 1915 Sınır Düzeltme protokolünü reddeder, 1913 sınırına dönülmesinde ısrarcı olur. Ege denizinden mahreç konusunda Bulgaristan’a arka çıkarken, Batı Trakya’nın statüsünün Misak-ı Milli doğrultusunda bölge halkının plebisiti sonucu belirlenmesini savunur (MERAY, 1969: T I, C.1, K.1, s.46).

Lozan’da İnönü’nün yaptığı temaslar ikili ilişkilerin normal kanallara sokulması sürecine ivme kazandırır. Stamboliyski, 1922 Aralık ayında Aşkov başkanlığında bir heyeti gizlice Ankara’ya gönderir. Bunu, Ocak 1923’de General Markov başkanlığındaki heyetin Atatürk’e yaptığı ilk resmi ziyaret izler; Bulgar Başbakanı Stamboliyski Türkiye’nin Lozan’da Bulgar tezlerine verdiği desteğin devam edeceğini bir de Mustafa Kemal’in ağzından duymak istemiştir. Markov, başbakanına Atatürk’ün ağzından çıkanları şöyle raporlamış (VELİKOV, 1989: 1957):

“Bize Balkanlarda dost bir halk gereklidir. Coğrafi, politik ve ekonomik açıdan Bulgar halkı bu gereksinimimize en uygundur. İki halk arasında bir dostluk bizi de, size de daha güçlü, daha bağımsız kılacaktır.

İki ülke arasındaki normal diplomatik kanalları işler hale getirme çabaları, 9 Haziran’da sekteye uğrar. Bulgaristan’da yapılan bir darbeyle hükümet devrilir, Stambolyski öldürülür. Ankara, İngiliz ve İtalyan politikalarının yürütücüsü olduğu kuşkusuyla darbecilerin atadığı Tsankov hükümetine mesafeli durur. Bunda haksız da değildir zira yeni yönetim galiplerle “içten ve şeffaf işbirliği” yapacağını duyurmuş; Versay sistemine bağlılığını kanıtlamak için de Türkiye ile “sadece ticari ilişkileri” girmek istediğinin altını çizmiştir (İSOV, 2016: 123).

1923 – 1929 Dönemi

Türkiye’nin güvenlik kaygıları Lozan’dan sonra da vardır. Cihan Savaşı’nı bitiren anlaşmaların yaşadığı coğrafyada çizidiği yeni sınırlar, yeni toprak anlaşmazlıkları, yeni azınlık sorunları yaratmıştır. Çok geçmeden savaşın kaybedenleri ve kazananları bu tanımların dışına taşıp değişimci-değişim karşıtı kamplara bölünecek, Türkiye değişim karşıtı kanatta duracaktır.

1932 yılına kadar Milletler Cemiyeti’nin dışında kalan Türkiye, yoluna tek başına devam ettiği 1920’li kendini güvenceye almak için çok taraflı bir ittifak arayışında olmaz. Barışçıl ve gerçekci dış politikasını çok sayıda ülke ile ikili anlaşmalar yapma yönünde ilerletir (AKŞİN, 1991: 123). Balkan politikasını da ikili bağıtlar etrafında kurgulayan Ankara, 1930’lara kadar buradaki uluslarla akdedeceği 15 anlaşma ile komşularına ulusal sınırlarıyla yetineceği ve yayılmacı bir dış politika izlemeyeceği mesajını verir.

Bulgaristan’a gelince, Neuily Anlaşmasının tadili konusunda Lozan’dan eli boş dönmüştür. Yunanistan, Romanya ve Yugoslavya ile arasındaki çözümü çok güç olan toprak, azınlık ve göçmen hakları gibi meseleler için bundan sonra da bir uzlaşma zemini bir türlü yaratılamaz. Balkanlarda dost olarak görebileceği tek ülke Türkiye’dir. Lozan sonrasında “en farklı komşu”nun Bulgaristan’daki itibarı iyice yükselmiştir. Bulgar basını Lozan Barış Anlaşmasını, büyük bir coşkuyla yansıtır: “En parlak sayfa”, “Türk bayramı”, “Muhteşem Başarı”, “Yakın Doğu’nun siyasi tarihinde önemli bir hadise”. Yeni iktidarın gazetesi “Slovo” da benzer bir yaklaşım sergiler: Balkanlar’daki politik sistemde eğer “güvenilir bir gerçek varsa” o da Türk-Bulgar dostluğudur (İSOV, 2016: 157).

Tsankov hükümeti ilişkilerde güveni yeniden tesis etme arzusunda olduğunu, Simeon Radev adlı Galatasaray mezunu bir diplomatı Türkiye’ye elçi atayarak belli eder. Haziran 1924’de Türk-Bulgar görüşmeleri yeniden başladığında, Türk tarafı yeni bir bağıttan önce 1913’den “arda kalan” meselelere el atılmasını ister. Bunlar; göçmenler, göçmenlerin emlakı, azınlıklar, azınlık hakları ve okulları gibi pek zorlu konulardır. Müzakereler tökezliyerek ikinci yılına doğru uzayıp gider, ta ki Mustafa Kemal, “Görüşmelerin ya tamamen sona ermesi, ya da kesilme zamanı gelmiştir” diyene kadar (SARINAY, 2002:XXIX). Uzlaşılamayan konular ek bir protokole alınır, Dostluk Antlaşması 18 Ekim 1925’te imzalanır.

Anlaşma, 17 Ağustos 1926’da Bulgar ve Türk parlementolarınca onaylanıp yürürlüğe girdiğinde Tsankov artık Bulgaristan Başbakanı değildir; 4 Ocak’ta istifaya zorlanmıştır. Yeni Başbakan Andrey Liyapçev de Türkiye ile dost kalmanın önemini bilen bir siyasetçidir. Buna rağmen iktidarda kaldığı 1926-1931 aralığında Trakya’da askıda kalan sorunlar Bulgar milliyetçiliğinin toplumsal atmosferi gerginleştirmesine fırsat yaratır. Türk azınlık üzerindeki baskılar artar; Bulgaristan’dan Türkiye’ye göçenlerin sorunları da hep gündemde kalır.

Bu yıllarda iki ülke arasında yapılan en önemli bağıt, Mart 1929 tarihli “Tarafsızlık, Uzlaştırma, Yargısal Çözüm ve Hakemlik Antlaşması”dır. İnönü’nün 1933 yılındaki Bulgaristan gezisinin başlıca gündemi, bu anlaşmanın uzatılması olacaktı. Anlaşma öncesinde, Bulgaristan’da Türk ve Müslümanları hedef alan çok sayıda saldırı yaşanır. Bulgar hükümeti, bağıt imzalandıktan sonra sıkı tedbirler alarak bu duruma son verir (BARLAS, KÖKSAL: 2017, 120).

Lozan ertesinde diğer Balkan ülkeleriyle olan ilişkilere gelince, Türkiye ilk ikili anlaşmasını Aralık 1923’de Arnavutlukla yapmış; ikinci sırada tamamlanan Türk-Bulgar Anlaşması’ndan on gün sonra da Lozan’a taraf olmayan Yugoslavya ile savaş durumunu sonlandırmıştı. Romanya ile arada zaten bir sınır veya azınlık problemi yoktur; Haziran 1929’da bir Oturma, Ticaret ve Deniz Ulaşımı Sözleşmesi yapılır.

Yunanistan’la 1923’de başlayan mübadele ve patrikhane meseleleri hakkındaki görüşmeler ise uzayıp gitmiştir. Konu 1924 sonunda Milletlerarası Daimi Adalet Divanı’na taşınmış, sonuç alınamamıştı. İsmet Paşa’nın gayretiyle Haziran 1925’de Ankara Anlaşması parafe edilmiş, dört gün sonra darbeyle gelen General Pangalos bağıtı onaylamamıştı. Pangalos’un devrilmesinin ardından Aralık 1926’da yeni bir bağıt aktedilmişse de Yunanistan’da sık yaşanan siyasi krizler bir uzlaşma zemini yaratılmasına engel olmuştu. Venizelos’un 1928’de Yunanistan Başbakanı olmasıyla sorunlara barışçıl çözüm arama ortamı yeniden bulunmuşsa da ilişkilerin tekrar gerginleşmesi için aylar yetmişti.

Büyük Buhran Sonrası Türk Dış Politikası

1929’da New York borsasının çöküşünün ardından tüm dünyayı saran ekonomik buhranla dünya mali sistemi çöker, ticareti durur; işsizlik korkutucu boyutlara ulaşır. Küresel güç dengeleri de bu alt üst oluş dışında kalamaz. Buhranın pençesine düşen Avrupa ülkelerinin çoğunda bir yıl içinde -darbeyle veya seçimle- otoriter rejimler iktidara gelir, aşırı milliyetçi akımlar yükselir ve revizyonist politikalar tetiklenir. Bu yıkımdan demokrasisi zedelenmeden çıkmayı başaran en büyük küresel oyuncu ABD ise kendi kabuğuna daha çok çekilip Avrupa’nın sorunlarıyla hiç ilgilenmemeyi seçer.

Değişen dengeler bağlamında Türkiye en çok tedirgin eden, Doğu Akdeniz ve Balkanlar coğrafyasında başat bir güç olma peşindeki İtalya’dır. Bölgeye ilişkin “hayat sahası” iddialarını diplomatik teamülleri gözetmeye zahmet bile etmeden dillendiren Mussolini, henüz Türkiye’den bir talepte bulunmamıştır. Ancak, bu güçlü ülkenin yayılmacı emelleri, coğrafi yakınlığı ile birleşince Türkiye’nin güvenliği açısından en baskın tehdittir. İtalya karşısında ikili dostluk ve saldırmazlık anlaşmaları yeterince caydırıcı olmayabilirdi. Bundan böyle Türk dış politikasında çoklu barış anlaşmalarına taraf olmak öncelenir.

 “.. Beynelmilel münasebetlerimizde emniyet verici bir tutum, dostluklarımıza vefa, her fırsatta ve elimizden geldiği kadar sulh ve huzura hizmet..”

Yukarıdaki alıntı, İsmet Paşa’nın Türk dış politikasını özetlediği 3 Haziran 1929’de Meclis’te yaptığı konuşmadan. 1929’dan itibaren Türkiye’nin Balkanlarda bir siyasi birlik fikrini hararetle savunması, bu coğrafyada barışı esirgemek içindir. Aynı kaygılarla, 18 Temmuz 1932’de Milletler Cemiyeti’ne katılacaktır.

Balkan Paktı Kurulma Sürecinde Türk-Bulgar İlişkileri

Dünya ekonomik buhranı ertesinde Türk-Bulgar ticaret hacmi daralmıştır. 1930’da yeni bir ticaret anlaşması ile taraflar birbirlerine “en ayrıcalıklı ülke” statüsü tanırlarsa da daralmanın önü alınamaz. Buhranla gelen fakirleşme Bulgaristan’da da sağcı ve ırkçı eğilimlere güç katmıştır. Ülkede etkinleşen faşist dernekler, Hitler’den ilhamla “Bulgaristan Bulgarlarındır” motosuyla diğer azınlıkların yanısıra Türk azınlığını da sindirmek isterler. Bunlar, toplumun büyük kesimini temsil etmeseler de saldırganlıklarıyla siyasi hayat üzerinde etkilidirler. Hükümetleri tedhiş eylemleriyle revizyonist politikalara zorlamayı dener; bunda başarılı olamazlarsa da devirmek için uğraşırlar. Bulgar dış siyaseti, 1930’da Kral Boris’in İtalya Kralı’nın kızıyla evlenmesi de İtalyan etkisine açık hale gelmiştir zaten.

İsmet Paşa, Bulgar siyasetçileri arasında Türk düşmanlığını siyasi hayatın tek gıdası sayanlar olduğu gibi, Türk dostluğunu samimiyetle çok ileri götürmek isteyenler de olduğunu söyler (SELEK, 2014: 41). İki ülkenin hükümetleri, her şeye rağmen, karşıtlıkların ortamı gerginleştirmesine izin vermeden aralarındaki siyasal, sosyal ve ekonomik ilişkileri yoluna koymak için çok büyük çaba sarf ederler. Ne var ki, özellikle Balkan birliği kurulma sürecine girildikten sonra, ilişkiler istenilen düzeye çıkarılamayacaktı.

Atatürk, Balkan ittifakı kurmak için işe yarımadadaki en güçlü ulus olan Yunanistan’la başlamaktan yanadır. Yunanistan ile mübadele konusundaki müzakereler Temmuz 1929’da tamamen koptuktan sonra 1930 başlarında masaya geri dönülmüştü. Nüfus mübadelesine ilişkin mülkiyet itilafına son veren imzalar Haziran 1930’da Ankara’da atıldıktan sonra iki devletin bir Balkan Paktı için güç birliği yapmasının önündeki en büyük engel kalkmıştı.

Türkiye ve Yunanistan’ın çabalarıyla başlatılan Balkan Paktı sürecinde, 1930 yılından itibaren her yılın Ekim ayında farklı bir Balkan ülkesinde 4 bölgesel konferans yapılır. Birinci konferans 6 Ekim 1930’da Atina’da toplandığında yarımadada yerleşik ulusların tamamı oradadır. Bulgaristan, bir ittifak çok Neuilly Anlaşmasını değiştirme peşinde olduğunu açık eder. Konferansın hemen ertesinde Bulgaristan’ı Balkan ittifakı fikriyle uzlaştırmak için Türkiye devreye girer; Aralık 1930’da Dışişleri Bakanı Aras Sofya’dadır. Bunun öncesinde 30 Ekim’de parafe edilen iki anlaşma ile Türk-Yunan yakınlaşmasında bir adım daha öteye gidilmiştir.

II. Balkan Konferansı 20-26 Ekim 1931’de İstanbul’da toplanır. Bulgaristan’ın komşularına terkettiği topraklardaki vatandaşlarıyla ilgili sorunların öncelikle ele alınması talebine, Arnavutluk da destek verince azınlıklar meselesi konferansın gündemini ele geçirir. Türkiye, Bulgaristan ile Arnavutluk’un bu saflaşmasının ardında İtalya’nın olduğundan kuşkuludur.

İkinci konferans öncesinde Bulgaristan’da yapılan seçimlerde Andrey Liyapçev iktidarını kaybetmişti. Yeni Başbakan ve Dışişleri Bakanı Nikola Muşanov, Aras’ın bir yıl önce yaptığı ziyarete karşılık vermek üzere Aralık 1931’de Ankara’dadır. Türk hükümetinden olduğu kadar Türk halkından da büyük ilgi gören Bulgar heyetini Atatürk de kabul eder; “Türkiye ile Bulgaristan’ın dost olmaları gerekir. Bulgaristan’a karşı olan Türkiye’ye de karşıdır” diyerek Türkiye’nin diğer Balkan uluslarıyla yakınlaşmasından tedirginlik duyan Bulgaristan’ı rahatlatmak için çabalar (SARINAY, 2002:XXXV, XXXVI).

1932 Ekim’inde Bükreş’te toplanan III. Balkan Konferansı’nda, Bulgaristan ile Arnavutluk azınlıklar konusu üzerinden revizyonist politikalarını dışa vurmayı sürdürürler. Bulgaristan daha da ileri gider, azınlıklar konusuna gündemde öncelik verilmeyince konferanstan çekilir.

III. ve IV. Konferanslar arasında, dünya siyasetini alt üst eden bir gelişme yaşanır. 1933 yılında Silahsızlanma Konferansı’nın çıkmaza girmek üzere oluşunu fırsat sayan Mussolini, bir öneri getirmiştir: Milletler Cemiyeti ekonomik ve siyasi buhranlara çözüm getirmekte yetersizdir; Avrupa düzeni hakkında Milletler Cemiyeti değil İtalya, İngiltere, Almanya ve Fransa’dan oluşacak “Dörtler Paktı” söz sahibi olmalıdır. ABD ve Rusya’yı dışarıda bırakarak Cihan Savaşı’nın diğer büyük galip ve mağluplarını bir araya getiren anlaşma, 7 Haziran 1933’de parafe edilir. Devletlerin egemenliği ve eşitliği prensibi yok sayılmıştır. Türkiye, değişim karşıtı diğer Balkan ulusları ve Küçük Antant ülkeleri isyan halindedir.

İsmet Paşa Bulgaristan’da

Sonbahara girildiğinde, Kurtuluş Savaşı’ndan o yana binbir emekle geliştirilen Türk-Bulgar dostluğu da iyice kırılganlaşır. Bir yıl önce III.  Konferans’dan çekilen Bulgarlar, şimdi de Eylül 1933’de imzalanan Türk-Yunan “Samimi Anlaşma Misakı”na tepkilidir. Trakya’daki ortak sınırları karşılıklı olarak güvence altına alan anlaşma, bunların değiştirilemeyeceğini ima eder. Trakya’da toprak talepleri olan Bulgaristan Türkiye’nin iyi niyetini sorgulamaya başlamıştır.

Atatürk, son Balkan konferansına aylar kala Bulgaristan’da oluşan bu tepkinin mutlaka giderilmesini ister, Balkan Paktı, Avrupa’da Dörtler Paktı’nı dengelemek için de şart olmuştur. Bulgaristan’sız bir Balkan Paktı ise güçsüz ve geçici olmaya mahkumdur. İnönü’nün seyahati, iki ülke ilişkilerinin vardığı bu noktaya denk gelmektedir. İstanbul’dan ayrılmadan önce bir demeç veren İnönü, iki ülke arasındaki güven ve samimiyet havasının kuvvetlendirilmek istendiğini Bulgar halkına duyurur. Atatürk’ün de Bulgar kamuoyuna bir mesajı vardı;  İnönü’yü “dost Bulgarlara selam götürün” sözleriyle uğurlar (Sarınay, 2002: XXXVII).

Türk-Yunan misakının Bulgar gazeteleri üzerinde ne kadar menfi bir akis yapmış olduğunu Sofya’da anladık.” der Bulgaristan seyahatine katılan Atay, 28 Eylül 1933 tarihli Hakimiyeti Milliye’deki yazısında. Bulgarlar bunu düpedüz kendilerine karşı takınılmış düşmanca bir tavır olarak algılamışlardır. Türk basınına göre, İsmet Paşa’nın gelişiyle Bulgar basını yatışmıştı. Bunu mümkün kılan “Gazi Hz.nin İsmet Paşa ile Bulgar milletine selâm göndermeleri ve İsmet Paşa’nın İstanbul’dan hareketinden evvelki beyanatı”dır.

Türk heyeti Sofya’da çok sıcak karşılanmıştır. İlk akşam Başbakan Muşanov’un onuruna verdiği yemekte, İnönü Sofya Nutku olarak bilinen konuşmasını yapar. Türk-Bulgar dostluğunun kaçınılmazlığını özenle seçilmiş şu kelimelerle dile getirir:

“Aralarında tasfiye edilecek hiç bir şey mevcut olmayan, coğrafî vaziyetleri, mütekabil menfaatleri ve ihtiyaçları kendilerini biribirine yaklaştıran Türkiye ile Bulgaristanın anlaşmaları ezelden mukadder bir şeydir.”

Sonra sözü dolandırmadan Türk-Yunan misakına getirir: Türk dış siyasetinin en esaslı kaygısı “her yerde ve herkes için sulh”, cihanda barış ve huzur için en tehlikeli şey ise “inhisarcı bir dostluk siyaseti” takip etmektir. Bulgar hükümeti, Yunan misakına ilişkin her aşamada bilgilendirilmiştir. Türkiye açısından Türk-Yunan bağıtı Bulgaristan’ın da tarafı olması istenen Balkan misakına giden yolda atılmış bir adımdır sadece.

21 Eylül’de başlayan görüşmelerde Türk heyetini bekleyen hava, coşkulu karşılamalardan ve görkemli ziyafetlerden umulmayacak kadar  gergindir. Gündem, 3 Aralık 1934’te sona erecek olan 1929 tarihli Tarafsızlık, Uzlaşma, Adli Tesviye ve Hakem Antlaşması’nın uzatılmasıdır. 1925 tarihli Dostluk Anlaşması’ndaki “sürekli barış ve içten dostluk” nitelemesini yeniden vurgulayan, hakemlik kurumunu kabul eden, bir tarafın saldırıya uğraması halinde diğerinin yansız kalmasını öngören bir bağıttır bu. İlk günkü müzakerelerden sonra Kral Boris’le biraraya gelen İnönü, ardından Atatürk ile telefon görüşmesi yapar.

22 Eylül tarihli Milliyet, bir gün önceki gelişmeleri “soğuk hava tamamen zail olmuş gibidir. Yalnız iki taraf müzakerat etrafında çok ketum davranmaktadır” biçiminde aktarmış. Aynı tarihli Cumhuriyet’in çizdiği tablo o kadar pembe değil. İlk günün bitiminde, İnönü basının sorularını yanıtlarken, “Müzakerelerde iyi neticelere varılacağına inanmak lâzım gelir” cümlesiyle yetinmişti. “Ne Görüşüyorlar?” başlıklı yazıda ise görüşmelerin üç seçenek etrafında döndüğü aktarılmış: Bulgarların Türk-Yunan misakına katılmaları; bu misaka karşılık gelecek bir Türk-Bulgar misakı; veya eski tarafsızlık anlaşmasının uzatılması.

23 Eylül tarihli Türk gazeteleri “Türk-Bulgar Muahedesi”nin imzalandığını müjdeliyor. Cumhuriyet’in haber metnine düştüğü not ise başlığın doğruluğunu tartışmaya açacak nitelikte: “refikalarının rahatsızlığı nedeniyle” Başvekil İnönü anlaşmayı henüz parafe etmemiş, ertesi sabah Varna’ya gitmeden önce imzalayacaktır. Protokolün 23 Nisan’da imzalandığına dair Türk basınında yeralan yanlış haberlerin dayanağının Bulgar ajansı olduğunu Milliyet ve Vakit gazeteleri iki gün sonra açıklar.

İsmet Paşa, Sofya’daki son gününde Razgratlı bir Türk-Bulgar heyetini de kabul eder. Heyetin ziyaret nedeni, Nisan 1933’de yaşanan “Razgrat hadisesi”nin Türk ve Müslümanlara yönelik bir saldırı olmadığı yolunda teminat vermektir. Sofya Elçiliği raporuna göre, Razgrad’da bir Türk Mezarlığı’nın tahrip edildiği olayda saldırıyı kışkırtan Rodna Zaştita adlı dernekti. Saldırı Türkiye’de çok büyük infial yaratmış; Bulgar makamları olayı inkâr etmemiş ama olayın mezarlık alanının istimlâk edilmek istenmesinden kaynaklandığını belirtmişti. Bulgar Başbakanı da suçluların yakalanması için harekete geçmişti. Razgrat hadisesinin ilişkilerine zarar vermesini önlemek isteyen Türk ve Bulgar hükümetlerinin soğukanlı ve sağduyulu tavrı sayesinde olay fazla büyütülmeden kapatılabilmişti (UZUN, 2009: 67-75).

İsmet Paşa 23 Eylül’de trenle Tırnova üzerinden Varna’ya doğru yola koyulduğunda, Yavuz zırhlısı ile Tınaztepe ve Kocatepe muhripleri de Varna limanına varmak üzeredir. Onarımı 5 yıl süren ve 1930’da hizmete giren Yavuz, donanmanın gözbebeğidir. Türklerin olduğu kadar Balkan kamuoyunun da ilgisi bu görkemli zırhlının üzerinden hiç eksik olmaz. Daha onarılması aşamasında Yunanlıları endişelendirmiş, bunu Türkiyenin Ege’de üstünlüğü ele geçirme çabası olarak yorumlamışlardı. İtalyan tersanelerinde inşa edilen Tınaztepe ve Kocatepe muhripleri donanmaya katılalı ise bir yıl olmuştur.

İnönü, Türk bayraklarıyla donanmış Varna’da halkın çoşkun sevgi gösterileri arasında Varna’ya ayak bastığı sırada, Yavuz zırhlısı önde torpidolar arkada limana girerler. Gemilerin 21 pare top atışıyla şehri selamlamasına; Varna kalesinden yapılan atışlarla karışlık verilir. Türk basınında yer alan haberlere göre, büyük bir hayranlıkla gemileri seyreden Varna halkı Yavuz’u gezmek için uzun kuyruklar oluşturmuştur.

Muşanov ve İnönü, yeni tur görüşmeler için Kral Boris’in yazlık sarayına çekilirler. 1929 anlaşmasını Aralık 1934’ten itibaren beş yıl süre ile uzatan protokol o gün imzalanır, bir de resmi bildiri yayınlanır. Türk-Yunan bağıtının “Katiyen ne Bulgaristan’a ne de diğer herhangi bir memleket aleyhine yöneltilmiş olmadığını ve bilhassa Bulgaristan’a karşı hiçbir hasmane eğilimden ilham almış bulunmadığını” Türkiye ayrıca beyan eder (AKŞİN,1991: 246)

Kırk yıl sonra, Türk-Bulgar Protokolü’nün bir gün gecikmeyle imzalanması başarısı Yavuz ve iki muhribin yaptığı top atışlarına mal edilecektir. Bunu ilk gündeme getiren, Bulgaristan seyahati sırasında Yavuz’da görevli genç bir subay olan Amiral Büyüktuğrul (BÜYÜKTUĞRUL, 1969). Amiral Büyüktuğrul’u bu düşünceye sevkeden nedenlerden biri, Yavuz’un bir manevra sırasında telsizle Varna’ya “aniden” çağrıldığına ilişkin edindiği kanaat olmalı.

Ne var ki dönemin gazeteleri, Yavuz’un gelişinin ani olduğu yorumunu desteklemiyor. İnönü’nün seyahati öncesinde basına dağıtılan programa göre, Türk heyetinin iki muhrip eşliğindeki Yavuz zırhılısı tarafından Varna’dan alıp yurda getirileceği en baştan bellidir; bu nedenle son anda ve aniden çağrılma söz konusu olamazdı (20 Eylül 1933 Vakit Gazetesi).

Büyütuğrul, bu seyahatte Yavuz’un üstlendiği misyonu Tevfik Rüştü Aras’a şu sözlerle teyid ettirdiğini aktarır: “Kuvvet gösterisi yapmak için, bu karar başarılı da oldu” (BÜYÜKTUĞRUL, 1969 :136). Bundan birkaç yıl sonra, Yavuz’un donanmadan ayrılma töreni sırasında Emekli Tuğamiral Asım Şinikin’in yaptğı açıklamalarla konu tekrar gündeme gelir. Şinikin de Türk heyetini almak için Yavuz’la Varna’ya gidenler arasındadır. “Limandan çıktıktan sonra İsmet İnönü gemi ile gelmiş olan Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras’a” konferans hakkında izahat verirken kulak misafiri olmuştur[i]. Şinikin’in aktardığına göre, konferansta Türkiye’nin eski anlaşma metninde önerdiği değişiklikleri Bulgarların kabule yanaşmadığını belirten İnönü sözlerine şöyle devam etmiş: “Varna’da Yavuz limana demirleyip toplarıyla şehri selamladı. Siyasi durum tamamen tersine döndü ve bütün isteklerimizi kabul ettirdik. Deniz gücünün siyasete bu kadar müessir olduğunun şahidi olmasaydım inanmazdım” (Yavuz’un Donanmadan Ayrılma Töreni, 1973: 20.)

Yavuz zırhılısının Bulgaristan seyahatindeki rolüyle ilgili bir aktarım İnönü’nün anılarında yer almıyor; bu dönem Türk-Bulgar ilişkilerini, Balkanları veya İnönü’yu ele alan monografi veya anılarda da öne çıkarılmamış. Donanma tarihi ve Yavuz zırhlısı hakkında yapılmış çalışmalarda ise -Büyüktuğrul ve Şinikin’in aktardıklarıyla sınırlı ve onlara sadık bir biçimde- sıkça yer alıyor. İnönü’nün seyahatinden seksen küsur yıl sonra Yavuz’un Varna kentini selamlamak için yaptığı top atışı, bir gözdağı verme gösterisine indirgenmiş biçimiyle günlük gazetelerde ve dijital medyada yeni bir hayat bulmuş. Bu anlatılarda Bulgaristan yerini bazen Rusya’ya, bazen de İkinci Balkan Konferansı’na bırakmış. İnönü’nün Sofya’da rehin tutulduğu, Yavuz’un göz dağı atışıyla cam çerçeve indirmesi sayesinde kurtulduğu, Varna’ya canını zor attığı gibi hayali ama cazip anektodlarla zenginleştirilen anlatılara her gün bir yenisi ekleniyor.

Atatürk’ün Deniz Kuvvetlerine büyük önem verdiğinin ve onu diplomatik alanda da stratejik bir güç olarak kullandığının bilinmesi, bu tür yorumları kolaylaştıran bir etken olmalı. Donanma Atatürk’ün elinde caydırıcı bir güç olarak kullandığı gibi, barışçıl amaçlarla dost devletlerin limanlarına yapılan ziyaretlerde veya önemli misafirlerini ağırlamak için bir prestij unsuru olarak da kullanmış. Bu kez iki muhrip eşliğinde dost Bulgaristan’ın Varna limanından İnönü’yü alıp yurda getirmekle görevlendirilen Yavuz, Haziran 1934’de daha da büyük bir filo eşliğinde Rıza Pehlevi’yi Trabzon’da karşılayıp ağırlayacaktır.

Yavuz ile iki muhribe bu seyahatte biçilen rolün Türk deniz gücünü sergilemek olduğuna şüphe yok. Ancak, böylelikle Bulgaristan’a verilmek istenen mesajı bir gözdağı olarak değil “Arkanızda güçlü bir dostunuz var, Balkanlarda yalnız değilsiniz,” olarak okumak daha doğru olmalı. Bulgarların dostluğunu ve güvenini yeniden kazanmak, bir yanlış algılamanın iki ülke arasında bir krize dönüşmesini engellemek için İnönü’nün Bulgaristan’a gittiği unutulmamalı. Burada, 1929 tarihli anlaşma uzatılabilirse Bulgarların Balkan Paktı’na katılmalarının önündeki bir engel kalkmış olacak, barışa bir şans daha verilebilecekti. Türkiye’nin Bulgaristan’dan “alacaklı” olduğu başkaca bir şey yoktu.

Seyahatin öyküsüne geri dönülecek olursa, 26 Eylül tarihli gazetelerin birinci sayfasını “Başvekil Paşa”’nın Yavuz’un güvertesindeki neşeli görüntüsü süslüyor; bunun hemen yanında yine Yunanistan’la ilgili haberler göze çarpıyor.

Aynı tarihli Son Posta gazetesinin manşeti ise ikili: “Bulgarlar Neticeden Memnun!” ve “Sofya Hükümeti Balkanlarda Yalnız Değil!”. Gazete, İnönü’nün ülkeye dönmesi sonrasında Bulgar basınında iyimser yorumların yapıldığını bildiriyor.

İsmet Paşa, 30 Eylül’de Bulgaristan izlenimlerini Anadolu Ajansı’na iyimser bir dille aktarır. Bulgaristan Başbakanı Muşanov’un aynı günlerde verdiği demeç de benzer iyimserlikte. Şimdilik görünen manzara, Başvekil’in seyahatinin amacına ulaştığı ve iki ülke arasındaki güvenin tazelendiğidir.

Ne var ki, bütün bunlar Bulgaristan’la ilişkilerin düzgün gideceğinin garantisi değildi. Falih Rıfkı Atay’ın gözlemlediği gibi, “Dördü iktidarda on altı partili bir parlemento ile legal ve illegal partiler ve cemiyetlerin” at oynattığı Bulgaristan siyasi arenasında yaratılan zihin kargaşası ortamında siyasal bir mücadele yürütmek çok zordu.

Balkan Paktı İmzalanıyor

İsmet Paşa yurda döndükten sonra Ankara’nın diplomatik trafiği baş döndürücü bir hızla devam eder. Ekim 1933’de Romanya ile, Kasım 1933’de de Yugoslavya ile birer Dostluk ve Saldırmazlık Antlaşması imzalanır. Böylece Türk-Yunan bağıtı ile birlikte merkezinde Türkiye’nin bulunduğu üç anlaşma tamamlanmıştır. Kasım başında Selânik’te toplanan IV. Balkan Konferansı’nın yeşil ışık yaktığı Balkan Paktı’nın altyapısı oluşmuş; dört Balkan ülkesinin üzerinde uzlaşabilecekleri bir metin ortaya konmuştur. Türkiye’nin umudu, bu oluşuma beşinci ülke olarak Bulgaristan’ın da katılmasıdır; dört ülke arasındaki müzakereler biraz ilerleyince, Ankara konuyu Bulgaristan’a da açacaktır.

Aras’a göre, Balkan ve Cihan harplerinden arda kalan alacak-verecek meselelerini sürekli gündemde tutarak Bulgaristan’ın komşularıyla iyi ilişki kurmasının önündeki engel Bulgar milleti ya da hükümetleri değil, Makedonyalı Bulgarlar ve siyasetçilerdi (ARAS, 2003: 55, 56). Bunlardan en bilineni, yaptığı tedhiş eylemleriyle Bulgaristan iç siyasetinde uzun süre etkili olan Makedonya Komitesi’ydi. 1930’lu yıllarda Bulgar siyasi arenasında en önünde duran ise başka bir aşırı milliyetçi komitedir. Trakya Komitesi adlı bu örgüt, Balkan birliğinin gündeme girdiği günlerde Turan Cemiyeti’nin etkinleşmesiyle birlikte tekrar aktif hale getirilmişti. Bulgaristan hükümetleri, resmi görüşmelerde dile getiremediği talepleri bu komite üzerinden uluslararası kamuoyuna duyurmayı denemişlerdi (ÇANLI, 2011: 282, 291).

Edirne dahil Trakya’nın tümü üzerindeki iddialarını seslendiren bu örgütün düzenlediği gösterilerin hedefinde kimi zaman Türkiye, kimi zaman Yunanistan, Romanya veya Yugoslavya vardır. En son, 1934 yılının Ocak ayında Türk-Bulgar hududu boyunca düzenlediği gösterilerde Doğu Trakya’nın ilhakını ve Türk-Yunan misakının iptalini talep etmişti. 21 Ocak tarihli Milliyet Gazetesi’ne göre, bu gösteriler iktidarın resmi gazetesince kınanmış, Başbakan Muşanov olaylar hakkında soruşturma başlatmıştır.

Aynı günlerde Bulgar Başbakanı’nın Hakimiyet-i Milliye gazetesine “Türkiye ile Bulgaristan arasında,iki memleketi kötü vasıflarla ayıracak ve dostluklarını bozacak meseleler yoktur.“ demesi Bulgar’ların Balkan Paktı’na katılmak istediği umudunu uyandırır (AKŞİN, 1991: 247). Bu beyhude bir umuttur, Bulgaristan antanta katılmayacaktır. Oysa Türkiye, Bulgaristan’ın Balkanlarda problemli duruşunun komşularıyla sınır değişikliği beklentilerinden kaynaklandığını anlıyor ve Neuilly antlaşmasının koşullarının iyileştirmesini dahi destekliyordu. Hariciye Vekili Aras’ın sözleriyle;

“Türkler, Bulgarların Balkan Birliğine katılmalarını can-ı gönülden istiyor, bu maksatla Bulgarların memnun edilmesi için Yugoslavların ve Rumenlerin tavizlerde bulunmasını bile diliyordu”(ARAS, 2003: 56)

Bulgaristan’ın yanısıra Arnavutluk da İtalya’nın etkisiyle birliğin dışında kalmayı seçer. Pakt’ın kuruluş antlaşması, 9 Şubat 1934’te Balkanlarda bir siyasi birlik için yola çıkan altı ülkenin dördü tarafından Atina’da parafe edilir. Bulgaristan’ı ürkütmemek için çok dikkatle kaleme alınan anlaşma metninin üçüncü maddesiyle, Pakt her Balkan ülkesine açık tutulur.

Balkan Paktı Sonrası Türk-Bulgar İlişkiler (1934-1938)

Türkiye, Hariciye Vekili Aras’ın ağzından Bulgaristan’ın Pakt’a katılmamasından üzüntülü olduğunu ancak Türkiye’nin Bulgaristan ile olan dostluk ilişkisinin devam edeceğini duyurur. Pakt üyesi Balkan ulusları, bundan sonra Trakya Komitesi’nin eylemleri konusundaki tepkilerini Bulgar hükümetine daha güçlü iletecek ve Başbakan Muşanov Nisan 1934’te Komite’nin faaliyetlerini yasaklayacaktır.

Muşanov, bundan bir ay sonra 19 Mayıs’da askeri bir darbeyle görevden uzaklaştırılır. Darbenin arkasında 1923’de Stambolyski’nin ölümüne yol açan darbede de parmağı olan Zveno örgütü vardı. Dikta rejiminin kurulmasıyla Türk azınlığa yapılan saldırılar artar, Kemalist reformları desteleyen azınlık dernekleri kapatılır. Yeni hükümet, komünistlerle fazla iç içe bulduğu Makedonya Komitesi’ni de yasaklarken; Muşanov’un kapattığı Trakya Komitesi’nin faaliyetlerine 1935 sonlarına kadar izin verecektir.

Bulgaristan’la zaten gergin olan ilişkiler Türkiye’nin Bulgar sınırına yığınak yaptığı haberleri üzerine 1935 yılının Mart ayında kopma noktasına gelir. Olay şöyle gelişmiştir: Lozan ile Trakya’daki Türk-Yunan-Bulgar sınırlarının her iki yanında 30 km derinliğinde askerden arındırılmış bölgeler oluşturulmuştu. Ancak, İtalya ve bazı Balkan ülkelerinin bölge üzerinde talepleri, ulusal sınırları tartışmaya açma potansiyeli taşımaya başlamıştır. Askerden arınmış bölgeler bu nedenle artık güvenlik zafiyeti yaratan unsurlar haline gelmiş, Türkiye de 1935 başından itibaren silahsızlandırılmış bandın dışında kalan Trakya topraklarını tahkim etmeye başlamıştı. Askeri kabiliyeti Neuilly ile sınırlandırılmış olan Bulgaristan, bu durumu kendi güvenliğine bir tehdit olarak algılar. Bulgaristan’ın 7 Mart 1935’de Türkiye’yi Milletler Cemiyeti’ne şikâyet etmesiyle gerilim bir krize dönüşür.

Oysa, İnönü aynı gün TBMM’de hükümet programını sunuş konuşmasında Bulgaristan ile ilişkiler konusuna da değinmiş; Bulgaristan ile “iyi geçinmek, dostluğu artırmak ve Balkanlarda sulhun muhafazası” konularında aynı niyeti taşıdıklarına emin olduğunu belirtmiştir (İnönü’nün TMBB Konuşmaları, 1992:391). Bundan sonra Hariciye Vekili Aras da basına benzer açıklamalar yapar. Ankara’nın krizi tırmandırmak istemeyen iyi niyetli açıklamalarının ardından Bulgaristan “Tamamen şahsi mahiyette ve neşredilmek üzere verilmemiş olan bu muhtıranın”geçersiz addedilmesini ilişkin 10 Mart günü Birleşmiş Milletlere yazdığı mektupla verdiği notayı geri çeker (Cumhuriyet, 10 Mart 1935).

Türk-Bulgar ilişkilerinde tedirgin hava, buna rağmen iki yıl daha sürer. Türkiye Trakya sınırında 30 km’lik bandın dışında kalan bölgeyi tahkim etmeye devam eder; bunu bir tehdit olarak algılayan Bulgaristan da olası bir savaşa karşı gizlice silahlanmaya çalışır.

İtalya’nın Habeşistan’ı işgali sonrasında Türkiye, Akdeniz’e kıyısı olan ülkeler ile İngiltere’yi bir Akdeniz Paktı çatısı altında biraraya getirme planları yapar. Ankara’nın bu girişimleri süredursun, Balkan yarımadasında yeni bir jeopolitik gerginlik yaratacak bir gelişme daha yaşanır: Yugoslavya Ocak 1937’de Bulgaristan’la, Mart 1937’de İtalya ile dostluk anlaşması imzalamıştır. Pakt’ın aldığı bu yarayı sarmak, Akdeniz misakı fikrine destek bulmak ve Bulgaristan’la ilişkileri yoluna koymak görevi yine Başvekil İnönü’ye düşer. 1937 baharında Balkan ülkelerinin başkentlerine yaptığı gezi sırasında Sofya’ya da uğrar. Sofya tren garında Bulgar Başbakanı Köseivanov tarafından karşılanan İnönü, bir müddet de Bulgar Kralı ile görüşür. Sofya’da Türk heyetine gösterilen ilgi, Bulgaristan’ın Balkan Paktı’na yakınlaşma isteği olarak değerlendirilecek kadar sıcak olur.

Bundan böyle Bulgaristan ile ilişkilerde görece bir yumuşama içerisine girilirse de 1935’de başlayan krizin tam olarak aşılması 31 Temmuz 1938 Selanik Anlaşması ile sağlanır. Bulgaristan ile Balkan Devletleri arasında, Atatürk döneminde yapılan son arabuluculuk girişimidir bu. Bulgaristan, Selanik Anlaşması ile Balkan devletleriyle olan ilişkilerinde kuvvete başvurmamayı taahüt ederken, Neuilly ve Lozan Anlaşmaları ile üstlendiği askeri taahüt ve kısıtlamalardan ibra edilir.

Türkiye, bundan sonraki yıllarda da uzlaşmacı ve doğrudan diplomasiyi esas alarak barışcıl politikalarını bırakmayacak, bunun bir gereği olarak da Bulgaristan’la dostça ilişkilerini sürdürmek için gayret göstermeye devam edecekti.

İnönü’nün dediği gibi Türkler Bulgarlara karşı, “1878 seferiyle ayrıldıkları günden itibaren hiçbir devirde, onlardan intikam almak isteyen bir zihniyette olmamıştır”.

 

KAYNAKÇA:

AKSU, F., ÇOLAK Y., Dış Politika Krizlerinde Algısal Güven[siz]lik: 1935 Bulgaristan Krizi, Yıldız Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi (YSBED), Cilt 1, Sayı 2, Ekim 2017 içinde ss.164-180
AKŞİN, Aptülahat, Atatürk’ün Dış Politika İlkeleri ve Diplomasisi, T. T. Kurumu Basımevi, Ankara, 1991
ARAS, Tevik Rüştü, Atatürk’ün Dış Politikası, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2013
BALKAYA, İhsan Sabri, Basınımıza Yansıdığı Şekiliyle Balkan Antantı Sürecinde Türkiye ve Bulgaristan, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Cilt 20-Sayı 60, Kasım 2004,  ss. 759- 784
BARLAS, Dilek, KÖKSAL, Yonca, Türk- Bulgar İlişkileri ve Türk Azınlık (1923-1934), ASEAD Cilt 4, Sayı 12, 2017 içinde, ss. 116-124)
BÜYÜKTUĞRUL, Afif, Büyük Atamız ve Türk Denizciliği, Türkiye İş Bankası Yayınları, Ankara 1969.
ÇANLI, Mehmet, Bulgar Trakya Komitesi(1918-1934), Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi, XI/2 (Kış 2011) içinde ss.277-292
BİLGİÇ, Bestami, Atatürk Döneminde Türkiye-Yunanistan İlişkileri, 1923-1938, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi,  Cilt XXXI, Bahar 2015, Sayı: 91, ss. 1-27
ÇELEBİ, Mevlut, Atatürk Dönemi ve Sonrasında Türkiye-İtalya İlişkilerini Etkileyen Faktörler, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi CİLT XXXI Bahar 2015 Sayı: 91 içinde, ss. 93-130
HAKOV, Cengiz, Birinci Dünya Savaşı ve Bulgaristan’ın Uğradığı İkinci Ulusal Buhran, Yakın Dönem Türkiye Araştırmaları Yıl: 2015/1-2, Cilt:14, Sayı: 27-28 içinde, ss. 27-32
KAMİL, İbrahim, Bulgaristan Diplomatik Belgelerine Göre Trakya’da Milli Mücadele ve Türk-Bulgar İlişkileri (1919-1922), Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi, XVII/35, 2017-Güz içinde ss 85-119)
KELKİTLİ, Fatma Aslı, İki Savaş Arası Dönemde İtalya’ya Karşı Balkanlar’da Bir Dengeleme Politikası Denemesi: Balkan Antantı, A. Ü. SBF Dergisi, Cilt 72, No. 2, 2017, ss. 423 – 443
İsov, Mümin Yaşarov (Çev. Cömertel, Serkan), Bulgar Basınında Türkiye Cumhuriyeti’nin İlanı, Balkan Araştırma Enstitüsü Dergisi, Cilt 5, Sayı 1, Temmuz 2016, ss. 103-143
MERAY, Seha L. (Çev), Lozan Barış Konferansı, Tutanaklar Belgeler, Takım I, Cilt 1, Kitap 1, Ankara Üniversitesi Basımevi, 1969
ORAN, Baskın (Editör), Türk Dış Politikası 1919-1980, Cilt 1, İstanbul: İletişim, 2003
ORAN, Erdoğan, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Bir Kurum Olarak Bahriye Vekâleti, Hacettepe Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü, Doktora Tezi, Ankara, 2012.
SARINAY, Yusuf, Belgelerle Mustafa Kemal Atatürk ve Türk-Bulgar İlişkileri (1913-1938), Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, Yayın Nu. 16, Ankara 2002
SELEK, Sabahattin (Yay. Hz.), İsmet İnönü, Hatıralar, Bilgi Yayınevi, Ankara, 2014
UZUN, Hakan, Cumhuriyet Gençliğinin Misyonu Çerçevesinde 1933 Yılı Vagon-Li ve Razgrad Olayları, Modern Türklük Araştırmaları Dergisi, Cilt 6, Sayı 3, Eylül 2009, ss. 57-81
VELİKOV, Stefan, Kemal Atatürk ve Bulgar-Türk İlişkileri, IX. Türk Tarihi Kongresi Bildirileri (21-25 Eylül 1981), Cilt III, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1989 içinde s.1955-1959
XX. Yüzyılın İlk Yarısında Türk-Bulgar Askeri-Siyasi İlişkileri, Genelkurmay ATASE ve Genelkurmay Denetleme Bşk Yayınlar, Genelkurmay Basımevi, Ankara 2005
İsmet İnönü Konuşma, Mesaj, Demeç ve ve Söyleşiler (1933 – 1938), TMBB Kültür, Sanat ve Yayın Kurulu Yayınları No. 98, Ankara, 2003
İsmet İnönü’nün TBMM’deki Konuşmaları (1920 – 1973), Birinci Cilt (1920-1938), TMBB Kültür, Sanat ve Yayın Kurulu Yayınları No.56 , Ankara, 1992
T.C.G. Yavuz’un Donanmadan Ayrılma Töreni 7 Haziran 1973, Deniz Kuvvetleri Dergisi Eki, Cilt: 79, Sayı: 483,  İstanbul, Ekim 1973

DİPNOTLAR:


[1] Tevfik Rüştü Aras, seyahatin başından sonuna kadar bütün müzakereler sırasında zaten İnönü ile birliktedir. Bu açıklamanın Aras’a hitaben yapılmış olması anlamlı görünmüyor. Ayrıca “gemi ile gelmiş olan Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras” ifadesi de aynı şekilde soru işareti uyandırıyor.

Tarihten