Varlık Vergisi - 1942

Varlık Vergisi – 1942

Bu yazının metni Cahit Kayra’nın “Savaş Türkiye Varlık Vergisi” – Tarihçi Kitabevi – 2011 kitabından alınmıştır.

Cahit Kayra. 1917’de doğdu. Mülkiye’yi bitirdi. Devlet hizmetinde 30 yıl bürokrat olarak bulundu. İkinci Dünya Savaşı’nda Türkiye’de başvurulan Varlık Vergisi uygulamalarında en genç müfettiş olarak çalıştı. Politikaya girdi, milletvekili oldu. Emekliliğinden sonra araştırma ve öykü kitapları yazdı. 30 Ocak 2021 tarihinde İstanbul’da vefat etti.    

İkinci Dünya Savaşı 1939 yazında başladı. Savaş bütün Avrupa’da barış zamanının yönetim usullerini değiştirdi. Ülkeler savaşın getirdiği büyük sorunları aşabilmek için her alanda yeni ve radikal önlemler alma yoluna gittiler. Savaş boğuşmalar, ölümler ve yıkılışların yanında bir başka haksızlığı, “haksız kazançlar” olayını da doğurdu. Hükümetler aynı zamanda hem savaşta düşman ile başa çıkmak, hem de içeride halkın yaşam gereksinmesini olabildiğince karşılamak ve bu arada bu haksız kazançları önlemek durumunda kaldılar. Böylece hem haksız kazançları önlemek hem de haksız kazançlara yerine göre el koymak gereğini duydular.

Batı’da bu konuda alınan önlemlerin başında kazançlardan alınan vergilerin artırılması geldi. Bu, bazı hallerde kazancın hemen tamamının alınması ölçüsüne kadar vardırıldı. Almanya, İngiltere, Amerika gibi devletlerin kullandıkları yöntem budur. Bu yöntem, yükümlülerin vergi matrahlarına uygulanan vergilendirme oranları yükseltilerek uygulandı. Birçok ülkede ise servet vergisi niteliğinde ve o adı taşıyan ölçüde vergiler kondu. Yunanistan, Bulgaristan ve İsviçre’de “geçici” nitelikte olmak üzere bu tür vergiler uygulandı.

Savaş harcamalarının karşılanması konusunda ikinci kategori önlem “borçlanmalar” oldu. Devletler yönetimi altındaki halklardan çeşitli şekillerde ve ölçülerde borçlanma yoluna gittiler. Bu borçlanmalarda da genellikle yükümlülerin gelir hesapları ve daha önceki işlemleri borçlanmaların hesaplanılmasında kullanıldı.

Türkiye dış politikada savaşa girmemeyi kararlaştırmıştı ve bunun gereklerini yerine getirmeye çalışmaktaydı. Ülke içinde ise sosyal ve ekonomik dengeleri koruması gerekmekteydi. Savaşın o günün dünyasına sosyal alanda neler getireceğini (kıtlık, hastalık, karaborsa) yöneticiler bilmekte, tahmin etmekteydiler. Bu yöneticiler deneyimli devlet adamlarıdır ve bütün sorumluluklarının bilincindedirler. Çoğu Birinci Dünya Savaşı’nın olaylarını yaşamışlardır. Zayıf, güçsüz Türk ekonomisinin, savaşın getirdiği savunma harcamalarına, ticaret alanındaki kısıtlamalara, piyasada üretim/tüketim dengesizliğine ve bunların neden olacağı finansman sorunlarına karşı hazırlıklı bir yapısı yoktur. Hükümet bu durumda çeşitli alanlarda önlemler almaya girişmiştir. Bu önlem alanları ve alınan önlemler şöyle sınıflandırılabilir.

1) Yönetim Önlemleri: Milli Korunma Kanunu, Vurgunculuğu Önleme Kanunu

2) Mali Önlemler: Finansman kaynağı aranması,

a) Var olan vergileri artırmak

b) Yeni vergiler uygulamak:

Varlık vergisi, Toprak Mahsulleri Vergisi

c) Bütçede tasarruf önlemleri.

3)  Parasal önlemler.

Milli Korunma Kanunu

İkinci Dünya Savaşı’nın başladığı günlerde Dr. Refik Saydam’ın başında bulunduğu hükümet ilk önlem olarak 18 Ocak 1940 tarihinde TBMM’de kabul edilen 3780 sayılı Milli Korunma Kanun’nu uygulamaya başladı. Bu kanunun  savaş bittikten sonra uygulanması durduruldu.

Bu yasa 20 sayfa idi. Dayandığı temel ilke olağanüstü zamanlarda, örneğin savaş zamanında ekonominin bütününü düzenlemek ve böylece sosyal yaşamdaki dengeleri korumaktı. Bu düzenleme için Bakanlar Kurulu’na büyük görevler ve uygulama yetkileri veriliyordu. Bu yetkiler iktisadi, mali konularda önlemler almak, komisyonlar kurmak, iaşe müsteşarlığı, Milli Korunma Kontrolörleri, Ticaret Ofisi ve Petrol Ofisinin  kurulmasını kapsıyordu.

Milli Korunma Kanunu’nun Dr. Refik Saydam Hükümeti zamanındaki uygulanması bazı bakımlardan yararlı olmakla beraber 1940-1941 arasında istenilen dengenin oluşmasını sağlayamadığı görüldü. Fiyatlar hem artmış hem de mallar piyasadan çekilmiş, karaborsa etkinlikleri genişlemişti. Arada büyük karlar, büyük zenginlikler oluşuyor, servetler, sermayeler sınırlı ellerde toplanıyorlardı. Gelir dağılımı emekçi, dar gelirli, küçük çiftçi aleyhine ciddi ve tehlikeli şekilde bozulmuştu.

Dr. Refik Saydam’ın vefatı üzerine Saraçoğlu tarafından kurulan yeni hükümet bu durum karşısında önlem alma stratejisini değiştirdi, Milli Korunma uygulamasını kısmen durdurdu ve radikal çareyi vergilendirme alanında aradı.

(Ek-1: Milli Korunma Kanunu) – Kanunu görmek için tıklayınız

Varlık Vergisi

TBMM, 11 Kasım 1942 tarihinde “4305 sayılı Varlık Vergisi Hakkında Kanun” adını taşıyan yasayı kabul etti. Bu yasa verginin mevzuu, verginin miktarı, verginin tarhı, verginin tebliğ ve tahsili, mürür-ü zaman, mer’iyet bölümlerini içeren 17 maddeden oluşuyordu. Onbir aylık uygulamadan sonra 17 Eylül 1943 tarih ve 4501 sayılı üç maddelik bir yasa ile yürürlükten kaldırıldı.

Yasanın içeriği özet olarak şöyledir:

a) Bu vergi servet ve kazanç sahiplerinin varlıklarından ve olağanüstü kazançlarından bir defaya mahsus olmak üzere alınacaktı. Kanunun ikinci maddesi, verginin kimlerden alınacağını belirlemektedir: Büyük kazanç vergisi mükellefleri, büyük çiftçiler, belli değer üstündeki gayrimenkul malların sahipleri, işleri ticaret, komisyonculuk, tellallık ve simsarlık olmadığı halde bir ve birkaç kez, 1939 yılından sonra bu işleri yapmış olanlar.

b) Verginin miktarı mükelleflerin daha önce tarh veya tahakkuk edilmiş vergileri, büyük çiftçilerin zirai durumları, gayrimenkullerin değerleri göz önünde tutularak hesaplanacaktır.

c) Bu hesaplama il ve ilçelerde kurulacak komisyonlar tarafından yapılacaktır. Bu komisyonlar bulunulan yerin en büyük mülki amirinin başkanlığında mal müdürü, Ticaret Odası (çiftçilerin vergisinde Ziraat Odası) ve belediyelerce seçilecek üyelerden oluşacaktır.

d) Komisyonlar vergi hesaplama ve tarh işlemlerini on beş günde bitirmekle yükümlüdür.

e) Komisyonların aldıkları kararlara, bu suretle yapılan tarhiyata itiraz edilemez, dava açılamaz.

f) Bu suretle tarh olunan vergiler, vergi miktarlarının ilanından itibaren (ilan şekli, listelerin belli yerlere asılması vb. Kanunda gösterilmiştir) 15 gün içinde ödenmek zorundadır. Zamanından sonra yapılacak ödemeler faize tabiidir.

g) Borçlarını bir aylık süre içinde ödemeyenler memleketin herhangi bir yerinde genel hizmetlerde çalıştırılırlar. (Kadınlar ve 55 yaş üstündeki erkekler hariç)

h) Vergi mükelleflerinin ve yakınlarının (karı, koca, usul, füru) evlerinde , işyerlerinde vb. benzeri yerlerde bulunan mallara, bunlara ait gayrimenkuller haczedilir, paraya çevrilerek vergi borcuna yatırılır.

i) Tahsil edilemeyen vergiler 1943 yılından başlayan beş yıl içinde zaman aşımına uğrar.

Varlık Vergisi bu hali ile hem bir sermaye ve servet hem de bir baş vergisi niteliğindedir. Varlık Vergisinde dikkat edilecek başlıca özellikler şunlardır:

  • Vergi esas itibariyle varlığı olanlardan alınacaktır.
  • Vergi mükelleflerinin varlığını gösteren karinelere bakılarak hesaplanacaktır.
  • Vergi kısa zamanda (15 gün) alınacaktır. Vergiye itiraz edilmeyecektir.
  • Vergi tahsilatında icradan başka zorlamalara da (genel işlerde çalıştırılmak) gidilecektir.

(Ek-2: Varlık Vergisi Kanunu) – Kanunu görmek için tıklayınız

Varlık Vergisi Uygulaması

Yasa yürürlüğe girdikten ve uygulanmaya başlandıktan sonra illerde komisyonlar kuruldu, vergi mükellefleri saptandı. Mükellefler müslim, gayrimüslim, irat sahibi, büyük çiftçi, geçici hizmet erbabı, yabancı ve benzeri şekilde gruplara ayrıldı. Bu cetveller üzerinde mükelleflerin

a) Belli kişiler olarak ayrı ayrı

b) Gruplar, liste üzerinden, seri halinde vergi miktarları saptanarak tarh işlemi yapıldı.

Bu suretle saptanan vergi miktarları belli yöntemlerle ilan edildi.

Tahsilat işlemleri yapıldı.

Belli ölçülerle ödeme süreleri artırıldı.

Bazı itirazlar, özellikle maddi hatalara ilişkin olanlar kabul edilerek gerekli düzeltmeler yapıldı.

Yabancı uyruklu mükelleflerin vergilerinde liste üzerinden indirimler yapıldı.

Ödemeyenler hakkında haciz işlemlerine gidildi. Borçlarını ödemeyen bazı mükellefler hakkında işyerinde kullanılma yaptırımına gidildi.

Verginin yürürlükten kaldırılmasına ilişkin kanun çıktıktan sonra ödenmeyen vergiler kaldırıldı. İş yerlerine gönderilenler geri gelip serbest bırakıldı.

Varlık Vergisi  Sonuçları

Vergilendirilen sayısı                                114.368

Tarh edilen vergi                                465.384.820

Düzeltme ve terkin sonucu vergi       424.906.421

Tahsil edilen vergi                              314.920.940

Ödenmeyen (terkin edilen vergi)       109.986.481

Varlık Vergisi Uygulaması Hakkındaki Tartışmalar:

Vergide Eşitsizlik İddiaları

Varlık vergisi tespit için hazırlanan cetvellerde, iki farklı grup halinde  vergiler belirlendi. İlk bölümde  belli mükelleflerin özel durumları, varlıkları düşünülerek konulan vergiler vardı. Büyük servet ve sermaye sahipleri olduklarına inanılanlar için büyük vergiler tarh edildi. Bunlar içinde kişisel yanlışlıklar yapılmış olabilir. Bu mükelleflerin  içinde gayrimüslimler olduğu kadar Müslüman Türkler de vardır.

Bir de genel olarak bütün bir grup mükellefe yani gayrimüslimlere (ve yabancılara) salınan vergiler vardı.

Varlık vergisinin büyük ölçüde İstanbul’da yaşayan gayrimüslimlere tarh edildiği açıktır. Varlık vergisi varlıklı insanlardan alınan bir vergidir. Gayrimüslimler ve yabancı işadamları hem sayı itibari ile hem de varlık olarak Türklerden çok zengindirler.

Burada bilinen gayrimüslimlere tahakkuk ettirilen adam başına verginin, müslimlere tahakkuk edilen adam başı vergiden daha az olduğudur. Ayrıca müslim mükellefler hemen vergi borçlarını tamamıyla ödemişlerdir. Oysa gayrimüslim ve yabancılar tahakkuk ettirilen verginin bir kısmını ödememişlerdir.

Prof. Stanford Shaw bu konuda “Müslüman Türklerin çoğunun bu vergiyi bir vatan borcu olarak benimseyerek ödediklerini, Müslüman olmayan vatandaşların çoğunun (ve yabancıların) ülkeyi kendi vatanları gibi kabul etmediklerinden servetlerini ve sermayelerini vergiden kaçırmak için her çareye başvurduklarını” söylemektedir.

İstanbul Ticaret odasına kayıtlı işadamları o dönemde 7694 kişidir. Bunların 6102 tanesi gayrimüslim ve yabancıdır. Yani iş hayatının %83’ü kentin yarı nüfusundan azını oluşturan yabancıların ve gayrimüslimlerin ve %13’ü o nüfusun yarısından fazlasını oluşturan Türklerin elindedir. O dönem İstanbul’da yaşayan gayrimüslim ve yabancılar Türklerden çok daha varlıklıdırlar. İstanbul’da bütün gayrimüslimlere (büyük, küçük) tahakkuk ettirilen verginin tamamı 199 milyon liradır. Tahsil edilen vergi ise 130 milyon liradır.

Türkiye’de ticari etkinlikte bulunan yabancı uyruklu iş adamlarına uygulanan işlem şöyledir

Mükellef sayısı   3872

Tarh edilen vergi  79.485.361

Değiştirilen Vergi 50.749.817

Tahsilat                 33.115.245

Tahsil edilmeyen  17.408.627

(Aslında Türkiye’de çalışan yabancılar daha fazladır. 3872 sayısı uygulama sırasında saptanabilenlerdir)

Varlık Vergisinin Alınma Usulleri Hakkındaki Tartışmalar

Mükelleflerden beyanname alınmaması, itiraz hakkı olmaması ve vergiyi ödeme süresi konusu sonradan çok tartışılmıştır. Varlık vergisi normal zamanların işlemi değildir. Hükümet acele, sınırdaki askere yiyecek yetiştirmek, kentlerdeki insanların geçim dertlerine çare bulmak zorundadır ve maliyecilerin mükelleflerden beyanname alacak, inceleyecek, itiraz haklarını kullandıracak ve ona göre vergi tahakkuk ettirecek zamanları yoktur.

Varlık vergisi anaparadan, servetten alınan bir baş vergisidir. Ayrıca klasik, alışılmış vergicilik yöntemleri ile değil, savaşın neden olduğu kuralsızlıklar içinde uygulanan bir vergidir. Savaş kapıdadır. Devlet varlıklı insanlara başvurmakta ve “nen varsa ver” demektedir. Bu uygulamanın normal zamanda uygulanan yöntemlerin dışına çıkması kaçınılmazdır. Böyle bir vergilendirmenin nerede uygulanmak zorunda kalınsa aynı sakıncaları da beraberinde getireceği beklenir. Ancak bu yanlışlıkların sorumlusu vergi ve yasa değildir. Vergiyi uygulayanlardır.

Bedeni Mükellefiyet Konusu

Pek çok ülkede vergi kanununda hapis cezası uygulaması vardır. Ama Varlık Vergisi’ni hazırlayanlar  hapis alternatifi üzerinde düşünmemişlerdir. Yasa koyanların asıl amacı cezalandırmak değil, muhtaç olunan finansmanı sağlamaktır. Amaç mükelleflere eziyet etmek değil, sürgün tehdidi altında mükellefi ödemeye zorlamaktır.

Verginin uygulanmasında yöneticilerin kanunun maddelerinde yer alan hükümlerin dışına çıktıklarını biliyoruz. Bunun nedeni kanunun bazı durumları açık bırakmış olmasıdır. Bunun sonucu olarak yöneticiler aslında kendilerine verilmeyen yetkiler kullanmışlardır. Kanunda mükelleflerle pazarlık düşünülmemiştir ama uygulamada pazarlık yapılmıştır. İtirazlar kabul edilmiştir. Kanunun 12. maddesinde yer alan “55 yaşını geçmiş erkeklerin çalışma mükellefiyetine tabi tutulmayabilirler” kuralı bazı 55 yaş üstü insanlar için uygulanmıştır.

Bedeni Mükellefiyet (Aşkale’ye sürgün edilenler)

Sevk için kampa alınanlar     2057 kişi  Vergileri: 65.464.236

Vergilerini ödeyenler               657 kişi  Vergileri: 27.631.313

Terkin edilen vergi                 1400 kişi  Vergileri: 37.833.223

 

Sadece İstanbul’daki mükellefler (Aşkale’ye sürgün edilenler)

Sevk için kampa alınanlar       1869 kişi  Vergileri: 59.005.350

Vergilerini ödeyenler                 640 kişi  Vergileri: 25.908.695

Terkin edilen vergi                   1229 kişi  Vergileri: 33.096.655

 

Aşkale’ye sevk edilen 21 kişinin vefat ettiği saptanmıştır.

Aşkale’ye gönderilenler ağır işlerde çalıştırılmadıklarını, hatta iklim dolayısıyla senenin önemli bir kısmını evlerinde, rahat bir şekilde geçirdiklerini söylemişlerdir.

Mükellefleri bedeni mükellefiyet yolu ile vergilerini ödemeye zorlama uygulaması istenen sonucu tam olarak vermemiştir. Bu yaptırım zorlaması olmaksızın vergilerini ödeyenlerden yapılan tahsilat %70’ler yöresinde olduğu halde, Aşkale’ye gönderilme baskısı ile yapılan tahsilat tahakkuk ettirilen verginin %40’ı kadardı. Geriye kalan %60 terkin edilmişti.

Yasaya hapis yerine bedeni mükellefiyet hükmünün konmasında büyük bir yanlışlık yoktur. Böyle bir vergi sisteminin işleyebilmesi için mükelleflerin zorlanması gerekli görülmüştür. Yasada yer alan bu madde vergi tahsilatının yapılmasında hiç kuşkusuz bir ölçüde etken olmuştur. Bu yaptırım olmasaydı, Hazine, İstanbul zenginlerinden 130 milyon liralık gelir sağlayamazdı. Yanlışlık bu hükmün uygulamasında idi.

1943 sonrasında Varlık Vergisi mükellefleri  işlerine geri döndüler. Özellikle küçük vergiler ödeyen esnaf bazı istisnalar dışında işlerine devam ettiler. Büyük gelirli mükelleflerden de bazıları piyasadan çekildiyse de önemli kısmı işlerini sürdürdüler. Savaş hala sürüyordu ve ticaret hayatında büyük ve meşru olmayan kazançların oluşması devam ediyordu.

İş Mükellefiyeti ve Ereğli Kömürleri

Milli Korunma Kanunu hükümete ihtiyaç halinde vatandaşları çalıştırmaya zorlama yetkisi vermiştir. Bu yetki savaş yılları içinde Zonguldak’ta, Ereğli Kömür Havzasındaki kömür madenlerinde çalıştırılan köylülere uygulanmıştır. Varlık vergisi ile ilgisi yoktur.

1942 yılında 21.166 işçi çalıştırılmış ve 2.509.610 ton kömür

1943 yılında 25.915 işçi çalıştırılmış ve 3.162.600 ton kömür

1944 yılında 27.598 işçi çalıştırılmış ve 3.550.279 ton kömür üretilmiştir.

Bu yıllarda Ereğli Kömür İşletmelerinde 265 işçi ölmüştür. Savaş vardır. Türkiye’de şeker, dokuma, silah fabrikalarının, ne varsa bütün sanayi tesislerinin çalışması, kentlerin ısıtılması için kömür üretiminin sağlanması zorunluluğu vardır. Hükümet, Ereğli Havzasında kömür madenlerindeki üretimin sağlanması ve artırılması için daha çok işçi kullanılması zorunluluğu karşısında Milli Korunma Kanunu’nun verdiği yetkiyi kullanarak on binlerce insanı kömür madenlerinde çalışmaya zorlamaktadır. Savaş vardır, sınırlarda askerler ölmektedir, kentlerde yeterli yiyecek, yeterli ilaç bulamadığı için ölen insanlar vardır ve devletin ayakta kalması için bu özveriler gereklidir.

Kırsal Kesimin Vergilendirmesi

1944 yılında İkinci Dünya Savaşı, Almanların gerilemesine rağmen bütün şiddeti ile devam etmektedir. Türkiye savaşın dışında kalmayı başarmıştır ama ekonomik ve mali sorunlar azalmış değil artmıştır. Hükümet yeni gelir kaynakları aramak zorundadır. 1943 yılı Haziranında yürürlüğe konulan 4429 sayılı ve bunu değiştiren 26.4.1944 sayılı Toprak Mahsulleri Yasası ile kırsal kesim, yani çiftçiler ve köylüler,  kapsamlı bir şekilde vergilendirilmiştir. Toprak Mahsulleri Vergisi İkinci Dünya Savaşı yıllarında devletin olağanüstü harcamalarını karşılamak ve ekonominin dengesini korumak için başvurulan ikinci vergidir. Olağanüstü ve geçici niteliktedir. Hazine’ye toplam 223 milyon gelir sağlamıştır.

1946 yılı Ocak ayında yürürlükten kaldırıldığında tahsil edilmeden kalan tahakkuk artığı 22 milyon liradan ibaretti. Yani tahakkuk ettirilen vergi hemen tamamına yakın olarak tahsil edilmişti. Vergide taksit imkanı düşünülmediği gibi, fiilen itiraz imkanı da yoktu. Kırsal kesimdeki mükellefler vergiyi böyle hemen hemen eksiksiz ödemişlerdi. Kimse bu vergiyi ödemediği için hapse girmemiştir. Bu verginin mükellefleri, bazı çiftlik sahiplerinin dışında, o günlerin fakir çiftçileridir. Çocukları askere alınmıştır. Bir garip askerlik vergisi ödemektedirler. Toprak Mahsulleri Vergisi sayesinde Cumhuriyet 1943-44 yıllarında açığını kapatabilmiştir.

Hayvanlar Vergisi ise köylünün keçisinden, ineğinden alınan vergiydi. Bu vergi ile hükümet savaş yıllarında devamlı ve istikrarlı bir şekilde 150 milyon liralık gelir sağlamıştı.

Savaş Sırasında Alınan Vergilerin Karşılaştırılması

1939-1946 yılları arasında Toprak Mahsulleri ve Hayvanlar Vergisi’nden 415,9 milyon ve Varlık Vergisi’nden 317,2 milyon lira gelir sağlanmıştır. Varlık  vergisinin 130 milyonu İstanbul’daki gayrimüslim iş adamlarından (şirket hariç), 33 milyonu da yabancılardan alınmıştır.

Sonsöz

Yedi yıl süren savaş sırasında zaten henüz toparlanamamış olan Türkiye savaştan zarar gören insanlara yardım elini uzattı. Türkiye’de yaşayan 18 milyon insan içinde yer alan azınlıklara, yerleşik ve sığınmacı yabancılara kanat gerdi. Komşusu Yunanistan’a büyük yardımlarda bulundu. Yabancı memleketlerde bulunan ve Almanya’nın konsantrasyon kamplarına ve ölüme götürme kampanyasına katmak istediği Türk Yahudilerini kurtarıp Türkiye’ye getirmeyi başardı. Çeşitli ülkelerden kaçabilen on binlerce yabancı Türkiye’ye sığındı, burada güvenlik içinde savaşın bitmesini beklediler.

Türkiye bu büyük savaşa katılmadı. Ama Türkiye Cumhuriyeti, girmekten kurtulduğu bu savaşın getirdiği sıkıntılara, darlıklara belli ölçülerde ortak oldu.

Türkiye 18 milyon nüfusundan bir milyon genç, el emeğini oluşturan çocuklarını sınırlarda ülkeyi korumaya gönderdi. Bu çocuklardan bazıları evlerine dönemediler.

Savaş büyük tüketim harcamaları ve bunları karşılamak için gerekli finansman güçlükleri getirdi. Hükümetler bu darlık karşısında yıllardan beri üzerinde titredikleri kalkınma programlarını ikinci plana ittiler. Yatırımlar büyük ölçüde sekteye uğradı. Sağlık politikası, sıtma, verem, frengi, trahom mücadelesi aksadı. Savaş yıllarında sınırlarda sönüp giden gençlerden başka, ülkede hastalık, açlık yüzünden çoluk çocuk, kadın erkek çok insan kaybettik.

Dokuz yıl boyunca büyük maddi zorluklar ve finansman ihtiyaçları ile boğuşan Türkiye , çareyi vergileme yolu ile halka başvurmakta buldu.

Bütün yerleşmiş vergilerde artırımlar yapıldı.

Türkiye’nin İstanbul’da yaşayan ve maddi varlıkları, Türkiye’nin genel durumuna göre mukayese kabul etmeyecek derecede yüksek olan azınlık ya da Türk en zengin nüfusundan ve İstanbul’da iş yapan yabancılardan Varlık Vergisi adı altında bir servet-sermaye vergisi aldı. Bu vergiyi Anadolu’daki varlıklı insanlara da yükledi.

Bu arada bu verginin toplanması maksadıyla mükellefleri zorlamak için göstermelik bir bedeni mükellefiyet uygulandı.

Bu kaynaklar yetmediği için tekrar fakir kırsal kesime dönüldü ve Toprak Mahsulleri adı altında eski Aşar Vergisi geri getirildi.

Kırsal kesimdeki ilkel Hayvancılık Vergisi, oranları değiştirilerek alınmaya devam edildi.

Vasıtalı vergilerde büyük artırmalar yapıldı. Öyle ki şeker gibi en önemli ihtiyaç maddesinin vergisi bütün ölçülerin üzerinde artırıldı.

1944’te Almanya Asya’da Sovyetlere karşı yürüttüğü savaşı tamamıyla yitirdi. Savaşın kaderi belli oldu.

Türkiye, Müttefiklerin önerisi üzerine Almanya’ya karşı hukuksal nitelikte olmak üzere savaşa girdi ve savaşın sonunda kazananların yanında yer aldı ve Birleşmiş Milletler Topluluğu’na katıldı.

Milyonlarca insanın yaşama hakkının ellerinden alındığı bir felaketler dünyasında o tarihte Türkiye’de yaşayan yerli, yabancı bütün insanların yaşama hakkını koruyan Türkiye Cumhuriyeti’ne ve o Cumhuriyet’i o tarihlerde yöneten, başta İnönü olmak üzere bütün o insanlara minnet duyuyoruz.

Tarihten