Cumhuriyetin İlk Yıllarında Afyon Politikası 1923-1934

Cumhuriyetin İlk Yıllarında Afyon Politikası 1923-1934

Osmanlı İmparatorluğu döneminde afyon oldukça karlı bir ihraç malı olması nedeni ile üretiliyordu. Üzüm, incir ve zeytinyağından sonra en fazla ihraç geliri afyondan sağlanmaktaydı. Ancak afyonun uluslararası ticaretini yapanlar Türk tacirleri değil, İngiliz ve Amerikan şirketleriydi. Bu nedenle asıl geliri elde edenler onlardı.

Afyon, Cumhuriyet ilan edildikten sonra da Türkiye’nin önde gelen ihraç maddelerinden biri olma özelliğini korudu. Osmanlı devleti Sevr anlaşmasında 1912 Lahey Afyon Sözleşmesi ve bunun 1914’te imzalanan ek protokolüne taraf olmayı ve 12 ay içinde onaylamayı kabul etmişti . Lozan Antlaşmasında da bu düzenleme devam ettirildi ama 12 ay kuralı kaldırıldı. A.B.D bu yükümlülüğün sonuçları olarak Türk Hükümetinin 1924 yılında Cenevre’de başlayacak afyon konusundaki konferansa temsilci yollamasını istedi ama Türkiye bu isteğe olumlu bir yanıt vermedi. Türkiye’nin, Lozan Antlaşması ile kabul ettiği halde afyon üretimi ve ticareti konularında herhangi bir düzenleme yapmamasının temel nedeni, yıllar süren savaşlar sonrasında büyük bir darboğaz içinde bulunan Türk ekonomisi için afyonun önemli bir gelir kaynağı olmasıydı. Ayrıca yüzbinlerce fakir Türk köylüsünün tek geçim kaynağı afyon üretimiydi. Hükümet böylesine hayati bir ürün konusunda herhangi bir dış denetim altına girmek istemiyordu.

1933 yılına kadar haşhaş ekimi İzmir-Aydın- Manisa,Karahisar-Küthya-Eskişehir-Konya, Kırklareli-Edirne-Tekirdağ bölgelerinde yoğun biçimde yapılmaktaydı. Bu haşhaştan elde edilen afyon iki sınıfa ayrılmaktaydı. %12-15 arasında morfin bulunduran “kaba” ve daha yüksek morfin derecesi olan “ince”. İkisi de tıbbi maddelerin imali için kullanılıyordu. Afyonun fiyatı morfin derecesine göre belirlenmekteydi.

Bu yıllarda köylü, ürettiği afyonu ya kendisi pazara inerek satıyor, ya köylere gelen komisyoncuya veriyor, ya da İzmir ve İstanbul’daki büyük şirketlere gönderiyordu. 1924’te İstanbul ve İzmir’de afyon borsaları kuruldu. Bu borsalar üreticiden çok büyük rağbet gördü ve üretilen afyonun yaklaşık %70’i bu borsalarda alınıp satılmaya başlandı.

Üretilen afyon başta Fransa, Hollanda ve A.B.D olmak üzere birçok ülkeye satılmaktaydı. Savaştan yeni çıkmış ve Osmanlı İmparatorluğunun ağır ekonomik mirasını devralmış Türkiye Cumhuriyeti için afyon satışından elde edilen gelirler hayati önem taşıyordu. Türkiye büyük bir altın ve döviz darboğazı ile karşı karşıyaydı. Bu darboğazın bir an önce aşılması gerekiyordu.

1926 yılında Japon işadamları Türkiye’ye gelerek, devlet denetiminde ham afyonun işlenebileceği bir alkaloid laboratuarı kurmak için izin istediler. Üretilen afyon türevlerinin satışından büyük gelir elde edileceğini düşünen yetkililer gerekli izni verdiler. Taksim’de kurulan bu laboratuvardan sonra, Fransızlar Çengelköy’de ve İtalyan Taranto ailesi de Eyüp’te birer laboratuar açtı.

Ancak bir süre sonra Türk yetkililer bu laboratuarlarda eroinin de üretilip yurt dışına satıldığını öğrendiler. Atatürk bu laboratuarları bizzat teftiş ettikten sonra kapatılmaları için emir verdi. 24 Aralık 1928’de uyuşturucu maddelere ilişkin ilk yasal düzenlemeyi getiren 1369 sayılı kanun yürürlüğe girdi. Bu kanuna göre tıbbi afyon, ham kokain, morfin, eroin, %20’den fazla morfin ve %10’dan fazla kokain içeren tüm ilaçların ve esrarın ithali, ihracı, imali ve ülke içindeki satışı Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı’nın denetimi altına alındı. Haşhaştan ham afyon elde edilerek yurtiçi ve yurtdışına satılması ise bu düzenlemenin dışında bırakıldı. Bu düzenlemenin yapılmasının iki nedeni vardı. Birincisi başta İstanbul olmak üzere Türkiye’de eroin ve esrar kullananların sayısı artmaktaydı . İkincisi ise A.B.D’nin öncülük ettiği bir grup batılı ülke afyon üretimi konusunda tedbir alması konusunda Türkiye üzerinde bir baskı oluşturmuştu.

Aralık 1932’de Atatürk’ün başkanlık ettiği bir Bakanlar Kurulu toplantısında Türkiye’nin 1912 Lahey, 1925 ve 1931 Cenevre sözleşmelerine taraf olması kararlaştırıldı. 14 Ocak 1933 tarihli kanun uyarınca Türkiye bu üç antlaşmaya 3 Nisan 1933’ten itibaren taraf oldu.

1931 Cenevre Sözleşmesi’nin birinci yıldönümü dolayısıyla yaptığı konuşmada Atatürk şöyle diyordu:

“ T.B.M.M 1912 Lahey Sözleşmesi’ni aynı zamanda 1925 ve 1931 Cenevre Afyon Sözleşmelerini bir çırpıda onayladı. Bugün bu sözleşmeler fevkalade dikkat ve itina ile tatbik edilmektedir. Ne var ki bu sözleşmelerin tatbike konulması o kadar kolay olmamıştır. Türkiye’de afyon kullanımı hiçbir zaman alışkanlık haline gelmemekle birlikte, haşhaş ekimi memleket tarımında yüzyıllardan beri önem kazanmıştır. Yüzbinlerce Türk köylüsü geçimini haşhaş ziraati ile sağlamaktadır. Dünya ekonomik buhranının en güç anlarına rastlayan söz konusu tedbir, bu sınıf halkın üzerinde kötü sonuçlar yaratmaktan uzak kalmamıştır. Bununla birlikte Türk hükümeti haşhaş yetiştiren köylülerin acılarını azaltmak için tedbir almaya girişmiş ve aziz dostumuz General Sherill (İngiltere Büyükelçisi) tarafından belirtildiği üzere, şeker sanayiinin bu güçlüğü aşmak konusunda en iyi tedbir olduğu görülmüştür. Ciddi ve güç durum ve şartlara rağmen Türk Milleti ve Türkiye Cumhuriyeti eski zamanın afetlerine göre daha öldürücü olan uyuşturucu madde fenalığından insanlığı kurtarmakla büyük sevinç ve mutluluk duymuştur.”

8 Haziran 1933 tarihinde yürürlüğe giren kanun ile ihracat devlet tekeline alındı. 1934 yılında afyon üretimi yapılacak alan 13 il ile sınırlandırıldı ve üretim de denetimli olarak azaltılmaya başlandı.

Kaynakça:

Beyaz Savaş – Çağrı Erhan- Bilgi Yayınevi

Overdose Türkiye – F.Cengiz Erdinç- İletişim

Tarihten