Time - 19 Mayıs 1941

Time – 19 Mayıs 1941

Hafta içi bir gün, akşam saatlerine doğru güneş İstanbul’un kubbeleri ve minareleri üzerinde parlarken, uğursuz bir demir kuş batıdan kanat çırptı. Şehrin üzerinde biraz süzüldükten sonra havaalanına iniş yaptı. Uçaktan inen zarif giyimli yaşlı adam Adolf Hitler’inkendisinden yarım yüzyıllık rüya ülkesi Ortadoğu’nun kapısını açmasını beklediği, Türkiye’nin Almanya Büyükelçisi Franz Von Papen’di. Franz Von Papen İstanbul’da durmayarak kırk dakika sonra Ankara’ya, Türkiye Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün endişe ile kendisini beklediği şehre hareket etti. Türkiye, eski komplocunun açması gereken bir kapıydı ve yakında niyetinin onu havaya uçurmak mı, zorla elde etmek mi yoksa arka kapıdan gizlice girerek kilidini açmak mı olduğunu öğrenecekti. Diğer Müslümanların endişeyle Hitler’in planlarına ilişkin bir ipucu bekledikleri Orta Doğu’da dedikodular almış başını gitmiş ve gizli planlar artmıştı.

– İngilizler Iraklıları yenilgiye uğratıyordu. Basra’ya yeni ulaşan takviye kuvvetlerle, askeri birlikleri dağıtıyor, Irak Hava Kuvvetlerini yok ediyorlardı. Ancak, İngilizler ülkede asayişi henüz sağlayamamıştı ve Irak Savunma Bakanı Naci Cevket Ankara’da Franz von Papen ile görüşmeyi bekliyordu.

– İngiliz yanlısı Ürdün Emiri Abdullah’ın İngilizlere yardım etmek için Irak’a doğru ilerlerken oğlu tarafından vurulduğu ve ağır yaralı olduğu haberi geldi.

– Suriye’de, Vichy ve De Gaulle yanlısı kuvvetler, Almanya’nın kara kuvvetleri için Irak’a geçiş hakkı istendiğine dair peşpeşe raporlar gelmesi üzerine pozisyon belirlemekteydiler.

– İran, Alman Ordusu o mesafeye gelmeden önce  Kızıl Ordu’yu görmeyi umuyordu.

– Suudi Arabistan’da ise, sahtekâr lider Ibn Saud kedinin hangi yöne atlayacağını görmek için pusuya yatmıştı.

Almanya, Balkan seferi ile başlatılan Drang nach Osten’ı (Doğu’yu baskılamak) prensibini er veya geç uygulayıp sonuca varmak isteyecekti. Türkiye buna engeldi. Almanya, Suriye veya Irak üstünden, arka kapıya ulaşabilirse, kuşatılmış olacak Türkiye ciddi konuşmaya mecbur olacaktı. Fakat eğer Hitler’in Müslüman dostları, Irak’ta Rashid All El Gailani’nin geçen hafta olabildiğinden daha iy olamıyorlarsa, eğer, İngiliz Donanması Nazi kıtalarının Suriye’ye ulaşmasını engelliyorlarsa, Mısır’a taaruz durma noktasındaysa, o zaman, Büyükelçi von Papen ön kapıyı açmaya çalışacaktı. O kapının yerinden sökülerek mi yoksa gizlilik içinde mi açılacağı patronu tarafından ve Hitler’in programına göre belirlenecekti.

Yol Olmadan Baskın mı? 

Kapıyı sökme kararı, Rusya’nın hesaba katılmasını gerektirir, çünkü Rusya Türkiye’ye karşı herhangi bir saldırıya katılmayacağına dair Türkiye’ye söz verdi. Türkiye, Almanya’ya karşı, tek başına saygı duyulacak ancak büyük ihtimalle zaferle sonuçlanmayacak bir mücadele verebilir. Genelkurmay başkanı Mareşal Fevzi Çakmak, Türkiye’nin yetenekli piyade erleri ve makinalı tüfek nişancılarının savunabileceği tepeleriyle, vadileri ve geçitleriyle bir piyade cenneti olduğunu belirtti. Piyade sınıfı, Yeniçerilerin zamanından beri Ordu’nun gururu olmuştur. Büyük Kemal Atatürk’ün tek bir iyi yol dahi yapmadan ülkesini demiryolu programı yaparak modernleştirmiş olmasının piyadeleri daha da güçlendirdiği düşünülmekte. Rusların verdiği sözler genelde arkasından gelen anlaşmalarla iptal ediliyor ve geçen hafta Moskova’da diğer bir Almanya Büyükelçisi Kont Friedrich Werner von der Schulenburg’un Rusya’nın yeni Başbakanı ile Türkiye hakkında bir anlaşmayı görüşmüş olma ihtimali yüksek. Akdeniz’e inmek halen daha bütün Rus devlet adamlarının uğraştıkları bir konu ve Boğazların müşterek kontrolüne ilişkin yapılacak bir teklif, Başbakan Stalin’e Türkiye’ye verdiği sözü unutturabilir. Bu arada, Ankara’da bulunan Franz von Papen’in de kilidin üzerinde halihazırda bir maymuncuğu bulunuyor. Almanya’da geçireceği tatili için yola çıkmadan önce, Büyükelçi von Papen Macaristan, Romanya ve Bulgaristan gibi ülkeleri Türkiye’yle ekonomik anlaşmalar yapmaya ikna ederek Türkiye’nin “ticari anlamda çevrelenmesi” için planlar yaptı. En iyi tütün ve hububat pazarlarıyla arasındaki bağın koparılması, Türkiye’yi elde edebileceği en iyi anlaşmaları kabul etmek zorunda bıraktı ve Almanya’yla yapılacak olan bir takas anlaşması için geçtiğimiz ay başlayan müzakereler halen sürüyor. Söz konusu Nazi anlaşmalarının ikna ve rüşvetle bir ulusun ticari unsurunu yozlaştırmak gibi bir tarzı vardır: Bu anlaşmalar, Almanya’nın birçok Balkan ülkesini işgalinin yolunu açmıştır. Ancak, Ankara’da bulunan Franz von Papen Balkanlardaki diğer bütün devlet adamlarından çok daha zorlu bir kişiyle, tüm ulusun desteğini tamamen arkasına almış bir kişiyle uğraşıyor.

İnönü’nün İnönü’sü.

Türkler son zamanlarda her gece ettikleri dualarına yenisini ekledi: Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün sağlığı. İsmet İnönü sekiz yaşındayken sıtmaya yakalanmış ve bu hastalık ağır işitmesine neden olmuştu. 1912 yılında Yemen’de de koleraya yakalanması bu rahatsızlığını iyice artırmıştı ancak az duyması bir devlet başkanı olarak sahip olduğu en iyi özelliği oldu ve bugün de öyle olduğu söylenebilir. Sadece duymak istediklerini duyuyor. Duymak istemediği bir şeyi kaçırdığında da söylediği şu sözüyle tanınır: “Allah’a şükürler olsun ki sağırım.” Sağlık açısından kusursuz olmamasına rağmen, günlük hayatında bu rahatsızlığına dair herhangi bir belirtiye rastlanmıyor. Her sabah saat sekizde eşinin ve annesinin dualarıyla Çankaya’da bulunan evinden çıkıp ofisine yaklaşık 4 km yürüyor ve adımlarını o kadar hızlı atıyor ki yaveri kendisine yetişmekte zorlanıyor. Öğle yemeğinden önce, Kemal Atatürk’ün Çiftlik’teki hayvanat bahçesine giderek bir saat boyuna at biniyor. At biniciliğini sevdiği kadar at yarışlarını da seven Cumhurbaşkanının toplantılardaki çocuksu hayat enerjisi ise görülmeye değer. Akşam saatlerini ise daha sakin geçiriyor: evine üç müzisyen geliyor ve kendi çaldığı viyolonsel eşliğinde beraber dörtlü oluşturuyorlar. Bu dinlenmeye rağmen vatandaşları, Kemal Atatürk’ün aşırı müsamahadan öldüğü gibi, İnönü’nün de aşırı çalışmaktan öleceğinden korkuyorlar. Bu korku aslında Türkiye’nin kendisine olan güvenini simgeleyen bir övgü. Kemal Atatürk’e duyulan heyecan kendisi için duyulmasa da, bütün Türklerin sadakatini ve bağlılığını kazanmıştır. Öncelikle Balkan Savaşlarında ve Birinci Dünya Savaşı’nda savaşmış yüce bir asker olarak tanınmış daha sonra da bu ünü 1922 yılında Yunanların ülkeden kovulması için Kemal Atatürk’e yardım etmesiyle pekişmiştir. İsmet Paşa, Eskişehir yakınlarındaki İnönü köyünde Yunan direnişini kırmıştır. Kemal Atatürk bütün Türklerin soyadı almasını istediğinde ,  yakın arkadaşının  İnönü soyadını almasını istedi. İsmet ise iffet anlamına geliyor. Türkler, ikinci olarak, İsmet İnönü’yü Kemal Atatürk’ün sivil hayattaki en güvendiği yardımcısı olarak tanır. Kemal Atatürk muhteşem fikirleri olan biriydi ancak yöntem konusunda yetersizdi. Bu fikirleri yöneten kişi ise İnönü’ydü. Gerek din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması, kadınların peçeden kurtulması, Arap alfabesinden Latin alfabesine geçilmesi, yabancı sermaye olmadan demiryolu sistemi kurulması, bütün kamu yapılarının radikal bir şekilde yenilenmesi, gerekse Ankara’da yeni bir başkent oluşması konusunda, İnönü gerekli sistemi kurmuştur. Yine de, İnönü bağımsız bir fikir adamıydı ve halen daha belirsiz olan bir konuya ilişkin olarak 1937 yılında Kemal Atatürk’le tüm bağını kesmek konusunda tereddüt etmemişti. İnönü Cumhurbaşkanlığından istifa etmişti ve iki devlet adamı Kemal Atatürk ölüm döşeğine düşene kadar konuşmadı. Buna rağmen, Kemal Atatürk İnönü’nün iki oğlu ve kızının eğitim ihtiyaçlarının karşılanması yönünde bir vasiyet bırakmıştı ve Büyük Millet Meclisi, İnönü’yü Atatürk’ün mirasçısı olarak seçtiğinde Atatürk’ün dileğini yerine getirdiğine inanıyordu. Üçüncü olarak ise, Türkler cumhurbaşkanlarını bir zamanlar 1923 yılında Lozan’da Lord Curzon’a üstünlük sağlamış ve Adolf Hitler’i de köşeye sıkıştırabilecek sert ve yetenekli bir devlet başkanı olarak tanır. Joseph Stalin’in şu sözleri sarf ettiği belirtilir: “Rusya’nın dışında tavsiyesine saygı duyduğum tek kişi İnönü’dür”. Bu hafta Franz von Papen’in gelişiyle, İnönü kariyerinin en çetin göreviyle karşı karşıyadır. Türkiye, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra tarih sahnesinden silinmek üzereydi. Bu ülkeyi Kemal Atatürk kurtardı. İkinci Dünya Savaşı’nın 21. Ayında ise, aynı kaderi yaşıyordu. Bu sefer, Mustafa Kemal’den sonra gelen adam ya onu kurtaracaktı ya da onunla beraber tarih olacaktı. Osman’ın Mirası. Türkiye’nin muhteşem tarihi 1227 yılında, Moğollar tarafından Orta Asya’dan sürülen bir kavmin Ankara yakınlarında Küçük Asya’da yerleşmesiyle başladı. Kavim liderinin oğlu olan Osman Anadolu’da dağınık halde bulunan gruplardan düzenli bir birlik kurdu ve kendi adının verildiği Osmanlı İmparatorluğu’nun temellerini atmış oldu. Çevik Osmanlı süvarilerinin toynak izleri ilk olarak 1354 yılında Boğazın Avrupa kıyısında duyuldu. 1453 yılında, Fatih Sultan Mehmet komutasında, Osmanlılar Konstantinapolis’i (bugünkü adıyla İstanbul’u) aldı ve Balkanlara ilerledi. Yavuz Sultan Selim (Acımasız Selim olarak bilinirdi) (1512-20), Suriye ve Mısır’ı Osmanlı topraklarına kattı. Kanuni Sultan Süleyman (1520-60), İran’ı ve Macaristan’ı işgal ederek zaferlerini birleştirmek için geri çekilmeden önce Viyana kapılarına kadar dayandı. Süleyman bazı açılardan Adolf Hitler’den farksız değildi. Yeniçerileri (fırtına birlikleri) Avrupa’daki en iyi piyade sınıfı haline getirdi. İşgal ettiği ülkelerdeki yerel aristokrasiyi ortadan kaldırdı. Ancak, Yahudilere bile dini özgürlük verdi. Naziler gibi, Türkler de uzak diyarlara nefret ve korku saldı. İmparatorluk yolsuzlukla, ekonomik çöküntü ve kültürel yalnızlıkla çalkalanırken, düşmanları üzerine atladı. 16. Yüzyıldan sonra, Türkler arka arkaya gelen saldırılara maruz kaldı; İmparatorluk, Birinci Dünya Savaşı’nın sonuna kadar, nerdeyse her savaşta toprak kaybediyordu. Zamanın ulusu parçalarına ayırma vakti gelmiş gibiydi. Mustafa Kemal ve Jön Türkler ülkeyi kurtardığında Yunanlar parçalamaya can atıyordu.

Yedi İsimli Adam.

Bu sarışın, mavi gözlü keyfine düşkün kahramanın Kemal Atatürk olarak ölmeden önce yedi ismi vardı. 1919-23 yılları arasında geçen dört yıl zarfında, isim değiştirmekten çok daha zor olan yedi görevi tamamladı: 1) Sultan’ı ülkeden sürü ve 2) Halifeliği kaldırdı; 3) Yunanlara karşı mücadele etti ve savaş kazandı; 4) Yunanların başarısız olmasından sonra İngiliz Ordusu Boğazları geçmesine engel olmaya çalıştığında İngiltere’yi felce uğrattı; 5) Bir cumhurbaşkanlığı anayasası hazırladı ve meclisi kurdu ve 6) Türkiye’nin diktatörü oldu ve son olarak 7) Yabancı yargısal haklara son verdi ve Türkiye’ye Boğazların kontrolünü veren sınırları çizdi. Bu başarılar, 1923 yılında İsmet İnönü devlet başkanı olarak ismini duyurduğu Lozan Barış Antlaşması’yla onaylandı. Kemalistlerin siyah astragan kalpağını  giyen bu ufak tefek Türk generali, müttefiklerle kalıcı barış koşullarını görüşmek için Lozan’a gitti. İngilizler, ülkelerindeki genel seçimler sebebiyle küçümser bir tavırla konferansı on gün ertelediklerinde, İsmet bu süreyi Raymond Poincare’yi ziyaret etmek ve Müttefikler arasına anlaşmazlık tohumları ekmek için kullandı. Konferans başladığında, İngiltere Dışişleri Bakanı, yüce Lord Curzon İnönü’yü ülkesi için tam bağımsızlık haklarından daha azıyla yetinmesi konusunda ikna etmek için gözdağı veren ve dalkavukluk yapan bir tavır içerisindeydi. Konu Padişahlık döneminden beri masada olan Türkiye’deki yabancıların yasal haklarıydı. İsmet, Curzon etkili nutuğunu çekerken bitap düşünceye kadar bekleyecek ve daha sonra sağır olduğu için özür dileyerek Lord Curzon’dan görüşünü tekrarlamasını isteyecekti. Yaklaşık üç ay sonra, Curzon’un sabrı taştı ve bir ultimatom verdi. İsmet kendisine blöf yapılmasını kabul etmeyerek Ankara’ya döndü. Birkaç ay sonra, İngilizler durumu yeniden değerlendirdi ve konferansa yeniden başlandı. İsmet neredeyse istediği her şeyi elde etmişti. Ankara’ya zaferle döndü ancak saçları beyazlamış ve yüzündeki çizgiler derinleşmişti. Oysa ki yalnızca 38 yaşındaydı.

“Çok uzun süre savaştık…” 56 yaşında, İsmet İnönü yaşına göre hala daha yaşlı görünüyordu. Türkler, “Türkler çabuk yaşlanır” der. Cumhurbaşkanı olduğu iki buçuk yıl içerisinde Kemal Atatürk’ü düşündüren sorunları çözmüştü. I. Petro’nunki gibi Kemal Atatürk’ün görkemli başarısı da ülkesinin geçmişinden kopmak oldu. Tam anlamıyla Doğu kökenli olan İnönü, Batıyı pelte kıvamına getirmekten oldukça dolayı oldukça keyifliydi. Hiçbir zaman, Kemal Atatürk’ü bir yemekte manşetli pantolonuyla gösteren ve Haliç’e egemen olan bir büstle onurlandırılmayacaktı. Göreve geldikten hemen sonra Türkiye’nin İngiltere ve Fransa’yla mı müttefik olacağına yoksa Doğu yalnızlığına mı gömüleceğine karar vermesi gerekiyordu ve Avrupa’yla müttefikliği seçti. Müslüman bir Asyalı olarak, Pan-Arabistan’a karşı derin bir ilgi duyuyor ve orada huzur olmasını ve İngilizlerin müdahale etmemesini istiyordu. Bu, Türkiye’nin iki hafta önce Irak Olayı’na arabuluculuk yapmayı teklif etmesinin ardında yatan nedendi. Ancak Orta Doğu’da İngilizler ve Almanlar arasında bir seçim yapması gerekirse, İngiltere’nin en ufak bir kazanma ihtimali göz önünde bulundurulursa hangi ülkeyi seçeceği belliydi. Orta Doğu için Almanya’nın himayesinde olmak, Osmanlı İmparatorluğu himayesinde olan Doğu Avrupa gibiydi. Papen’in ne gibi taleplerle geleceğini bekleyen Cumhurbaşkanı İnönü, memnun olmayacaklarını biliyordu ve birliklerini Türkiye’den geçirmeyi talep etmelerinden korkuyordu. Türk yetkililerin böyle bir talebe verecekleri yanıt ise basit bir “Hayır” olurdu. Bu konuda şunları söyledi: “Özgürlüğümüz için, birliklerin sözde masum geçişi ile kolaylıkla terk edemeyeceğimiz kadar çok ve çok uzun süre savaştık…. O zaman Türkiye’nin bağımsızlığı için savaşanların bugün ülkeyi yöneten kişiler olduğunun farkına varmalısınız. Bu ülkenin nasıl acı çektiğini onlar biliyor. Bu nedenle, savaşmak için tüm hazırlıklarımızı yapıyoruz. Ancak hazırlık yapmak savaşmak istediğimiz anlamına gelmez.”

Tarihten