Yassıada İdam Kararları - 1961

Yassıada İdam Kararları – 1961

İsmet Paşa’nın, eğer Yassıada duruşmalarında idam kararları verilirse, bunların infaz edilip edilmeyeceği konusunu Cemal Gürsel ile ilk defa görüşmesi 1961 yılının 3 Mart’ında oldu.

Günlük defterinin  3 Mart 1961 tarihli yaprağında İsmet Paşa şöyle yazıyordu :

Cemal Gürsel makamında imiş. Davet etti. Çok samimi konuştu.

  1. Sıhhati üzerinde,
  2. Inkilap mahkemelerine müsaade etmediği için tebrik,
  3. Seçimler üzerine,
  4. Davalar – İdam yapılmayacak. Kararlı

İsmet Paşa idamlar konusundaki düşüncesini ihtilalin başına orada söylemişti. O zamana kadar iki önder çeşitli sorunları konuşmuşlar, Yassıada duruşmalarına da dokunmuşlardı. Fakat bu temas hep “adalet hükmünü serbestçe verecektir” tarzından öteye geçmemişti. İsmet Paşa o gün, bu hükümlerin içinde idam kararlarının da bulunabileceği ihtimalini belirtti ve bu hükümlerin verilmesinin adaleti, fakat infaz edilip edilmemelerinin  ihtilal idaresini ilgilendirdiğini hatırlattı. Gürsel, idam yapmayacağını kesin olarak bildirdi. İsmet Paşa bu karardan duyduğu sevinci dile getirdi. Kendilerinin de ihtilalin böyle bir sonuca bağlanması için elinden geleni esirgemeyeceğini söyledi. Gürsel, “Sizin yardımınız çok kıymetli olacaktır. Fakat komiteye infaz yaptırmayacağım katidir” diye düşüncesini tekrar belirtti.

3 Mart’ta Gürsel ülkede duruma kendisinin tamamen hakim olduğunu sanıyordu.

3 Mart ile 28 Haziran arasındaki günlerde köprülerin altından , Türkiye’de çok su aktı. 28 Haziran’da Genelkurmay Başkanı Cevdet Sunay bütün silahlı kuvvetlere bir emir duyuruyordu. “Türk Silahlı Kuvvetler Birliği” bir ordu cuntası olarak örgütlenmişti. Başında 3 kişilik bir özel karargahı vardı. Kurmay Albay Talat Aydemir, Kurmay Albay Emin Arat ve Deniz Albayı Nazım Özkan. 28 Haziran 1961 tarihli genelgenin esasları bu özel karargah tarafından Cevdet Sunay’a “Türk Silahlı Kuvvetler Birliğinin Prensipleri” olarak yansıtılmıştı. Genelgenin 3.maddesinin e fıkrasında “Genel seçimler Yassıada muhakemeleri sona erdikten ve cezalar infaz edildikten sonra yapılacaktır. Bu tarih 29 Ekim 1961’i geçemez” denmekte ama aynı maddenin d fıkrasında  “Yassıada davasında birinci dereceden suçlular için Yüksek Adalet Divanı’nın verdiği kararlar derhal tasdik ve infaz edilecektir” diye eklenmekteydi.

1961’in yazında bu genelge kamuoyu tarafından bilinmiyordu, fakat Yüksek Adalet Divanı’nın “Birinci derecede sorumlular” hakkında idam kararları alacağı hissediliyordu. Bu sırada Türkiye’de iki yönde iki kuvvetli kampanya açıldı. “Türk Silahlı Kuvvetler Birliği” önderleri ülkede havanın birtakım idamların yapılmasını kolaylaştıracak şekle girmesini istiyorlardı. İkinci grup da “kuyruklular” denilen çevreydi. Onların tutturdukları tema “Menderes’in asılamayacağı, buna cüret edilemeyeceğiydi.  Bu iki taraf ta idamları engellenemeyecek duruma getirdi. İş bir inat haline gelmişti. Ordu imza atmıştı, seçimlerin 29 Ekim tarihine  kadar yapılması nasıl bir onur sözüyse idam kararlarının infazı da aynı anlamı taşıyordu.

Işte 15 Eylül 1961’e böyle gelindi.

13 Eylül 1961 günü İsmet Paşa mektubunu yollamak için hazırlamıştı. Hitap ettiği kimse “Orgeneral Cemal Gürsel – Sayın Silahlı Kuvvetler Başkomutanı ve Milli Birlik Komitesi Başkanı” idi.

İsmet Paşa bu mektubunda idamların infazının tamamıyle karşısında olduğunu en açık dille bildiriyor, “siyasi suçlardan dolayı ölüm cezası bugün dünyada kalmamış gibidir” diyordu.  İsmet Paşa’nın hiçbir tereddüte yer bırakmayacak tarzda söylediği şuydu:

Memleketimizin bugünkü halinde ne kadar az sayıda olursa olsun, ölüm kararlarının tasdik ve infazı yüksek milli menfaatlere her suretle aykırıdır. Kansız bir ihtilal yapıldı. Böyle bir ihtilalden bir buçuk sene sonra geçmiş bir iktidar erkanının siyasi suçlardan dolayı idam edilmeleri, siyasi idamların bünyesinde zaten mevcut olan hak tereddütünü azami ölçüde arttırmış olacaktır. Suçluların en ziyade kahrını çekmiş vatandaşlar bile bu infazı aşırı bulacak ve müteessir olacaklardır.”

İsmet Paşa bu görüşünü işin başından beri, ilk Adalet Bakanı Abdullah Gözübüyük’ten Cemal Gürsel’e ve temas ettiği komite üyelerine ifade etmişti. Mektubunda bunu da belirtiyordu.

İnfaz meselelerinde düşündüklerimi şimdiye kadar muhtelif vesilelerle size ve temas edebildiğim Milli Birlik Kurulu üyelerine tam bir açıklık ve kesinlikle söylemekte kusur etmedim.”

Mektup şöyle bitiyordu

Şimdi resmi vazife olarak son kararı vereceğiniz anda Milli Birlik Komitesine bu konudaki düşüncelerimin resmen bildirilmesini sizden niyaz ederim.” ( Ek-1: Mektubun tam metni)

Fakat bu mektup komite üyelerine 13 Eylül’de gösterilmedi. 14 Eylül komitenin sabah toplantısında idamların infazının aleyhine olanlar İsmet Paşa’nın mektubunun komitede okunmasını istediler. Bir mektubun varlığı duyulmuştu ancak  içeriği açıklanmamıştı. Karşı taraf itiraz etti, sonunda komite “ılımlı bir karar” aldı. Mektup ortaya çıkarılıp masanın üzerine konulurdu, bunu isteyen okur, isteyen okumazdı. Nitekim öyle yapıldı. (1)

Ekrem Alican 1961 yılında Yeni Türkiye Partisi’nin genel başkanıydı. 1989 yılında yaptığı bir söyleşide İsmet Paşa’nın yolladığı ikinci mektubu şöyle anlattı.

İnönü ile yakın çalışmaya 27 Mayıs 1960dan sonra başladım. O sırada Yassıada mahkemesi, eski Demokrat Parti hükümlülerinin idam kararlarını veriyordu. Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel, başta İsmet Paşa olmak üzere biz parti liderlerini çağırıp dedi ki “ Beyler, kararlar veriliyor. İdam kararları çıkar mı bilemiyorum. İdama hükmedilse bile ben kararların idamsız sonuçlanmasını istemekteyim, bunun için çalışıyorum. Milli Birlik Komitesiyle temas halindeyim. Komitedeki üyelerin büyük bir bölümünü ikna etmiş durumdayım”.

Gürselin idam cezalarını ömür boyu hapse veya başka bir cezaya çevirme yetkisi vardı. Bunu kullanacağını, idamlara karşı olduğunu belirtince İsmet Paşa ve biz parti liderleri Gürsel Paşayı sonuna kadar destekledik. Kendisine yazdığımız ortak mektupta, sivil iktidarın temsilcileri olarak kansız başlayan bu ihtilal hareketinin yine kansız sonuçlanmasını istedik. Ortak mektubu yazarken İsmet Paşa “ Alican otur, ben söyleyeceğim sen yazacaksın” dedi.  Eski harflerle yazdığım için sürekli itiraz ederdi, beni bir kez daha uyardı. İsmet Paşa söylüyor ben yazıyordum. Cümleleri  fevkalade düzgün , ardı ardına hızla geliyordu. Ortak mektubu hiçbir düşük cümle olmaksızın Milli Birlik Komitesine hitaben yazdık. Yazarken kendi kendime düşünüyordum  “ Bu İsmet Paşa ne garip adam.  Kafasında mektubu hazırlamış” diyordum. MBK başkanı sıfatı ile mektubu Cumhurbaşkanına verdik. Sonra olayları gazeteden okurken öğrendim. Meğer İsmet Paşa aynı metni kendi imzası ile ayrıca Cumhurbaşkanına göndermiş. Demek ki yazdığı metni daha önce ezberlemişti. Ben sadece Paşam şu cümlede şu kelimeyi şöyle yapsak daha iyi olmaz mı? “ diyebilmiştim. Yalnız bir sözcük değişikliği yapılmış, aynen İsmet Paşanın söylediği metni yazabilmiştim. Mektubu verdik ama ne yazık ki bu girişimimiz Gürseli de aşan bir sorun halini aldığından sonuçsuz kaldı.

Bu ikinci mektubun tarihi 14 Eylül 1961’di. (2) ( Ek-2) Mektubun tam metni

15 Eylül’de Yassıada’da Yüksek Adalet Divanı idam kararlarını verdi. Ankara’da Milli Birlik Komitesinin 15 Eylül toplantısı saat 18.00’de yapıldı. Tarihi toplantıyı Cemal Gürsel açtı. Mahkeme kararları öğrenilmişti. Komitede  karar 9’a karşı 13 oy ile, oy birliği ile verilen idam cezalarının infazı lehine çıktı. Gürsel aleyhte oy vermişti. Saat 21’de toplantı bitti. Gazeteciler kapıdaydı. Gürsel “Kararı İstanbul Basın Bürosu açıklayacaktır” dedi. Yassıada’dan gelen kuryeler Yassıada’ya o gece, dosyalarıyla döndükten sonradır ki MGK irtibat bürosu, kararları açıklayan bildiriyi basına verdi.

Saat 00.30 idi.

Ankara ertesi sabaha heyecanlı uyandı. Gazeteler kapışılıyordu. Iki infazın yapılmış olduğundan kimsenin haberi yoktu. Gazeteler Menderes’in intihar teşebbüsünü yazıyordu.

Polatkan’ın ailesi o sabah son bir umut ile önce Başbakanlığa gittiler. Kimse ile görüşemeyince Aytan Sokak’tan komşuları olan İsmet Paşa’nın evine geldiler. İsmet Paşa ve Mevhibe Hanım son derece derin bir üzüntü içindeydiler. İsmet Paşa derhal elinden geleni yapacağını söyledi.

Bu sırada evin telefonu çaldı. Mevhibe hanım telefonu açtı, karşısında Berrin Menderes vardı. Mevhibe Hanım titrek bir sesle ve Bayan Menderes kadar üzgün, kendisini teselliye çalıştı. İsmet Paşa’nın hemen harekete geçeceğini bidirdi. Mevhibe Hanım durmadan “Paşacığım ne olur gidin, onlara bunun yapılmaması gerektiğini söyleyin. Sizin sözünüzü kırmazlar” diyordu.

İsmet Paşa Gürsel’e telefon etti, kendisini derhal ziyaret edeceğini bildirdi. Saat dokuz buçuk olmamıştı. İsmet Paşa acele ile Başbakanlığa gitti.

Gürsel ile konuşması uzun sürmedi. Aldığı haber acıydı. Zorlu ve Polatkan hakkındaki hükümler sabaha karşı İmralı’da infaz edilmişti. Fakat Adnan Menderes hala komadan çıkmamıştı.

İsmet Paşa “Onu kurtarmak lazım” dedi.

Gürsel bunun nasıl yapılacağını, yapılabileceğini  bilmiyordu. Kendisinin bu konuda bir veto hakkı yoktu. Yetkili kurul MBK idi ve MBK kararını vermişti. İsmet Paşa şiddetle ısrar etti: “Menderes’I kurtarmak lazımdır. Onun hakkındaki hükmü tekrar komiteye götürünüz.

Gürsel kararsızdı. Saat 11’de parti önderlerini, Bölükbaşı hariç, Başbakanlıkta toplantıya çağırmıştı. “Teşrif edeceksiniz. Yeniden görüşürüz” dedi.

İsmet Paşa, Menderes hakkındaki hükmün de bu arada infaz edilmeyeceğine dair güvence istiyordu. Gürsel bunu vermekte sakınca görmedi. İsmet Paşa Ayten Sokak’a geri döndü. Bu sırada Berrin Menderes de eve gelmişti.

Paşa iki yaslı kadına, Berrin Hanım ve Mevhibe Hanım’a Gürsel ile temasını kısaca söyledi. Menderes’in hayatta olduğunu ve, 11.00’de yeniden toplanacaklarını bildirdi.

Merak buyurmayınız, ne mümkünse onu yapacağım. Temin etmemiz gereken ilk husus bir acele tertibin önlenmesidir” diyordu.

Saat 11’de İsmet Paşa yeniden Başbakanlığa giriyordu. Gürsel toplantıda durumu anlattı. Zorlu ve Polatkan hakkındaki idam kararları infaz edilmişti. Menderes’in rahatsızlığı devam ediyordu. Şu sırada sağdı ve tedavisine çalışılmaktaydı. Ülkede her şey sakindi, hiçbir olay olmamıştı.

Sesini yükselten İsmet Paşa oldu. İsmet Paşa sabahleyin ileri sürdüğü teklifi daha kesin bir dille tekrarladı.

Adam hasta. Yatakta. hasta hasta, yataktan kaldırıp mı asacaksınız? Ele güne karşı ne diyeceğiz? Komitenin karar verdiğini söylüyorsunuz. Bu, yeni bir durumdur. Komiteyi tekrar toplarsınız, yeniden görüşürsünüz. İnfazın ertelenmesi yolunda bir karar alırsınız. Sonra, duruma bakarız..”

İsmet Paşa’nın Başbakanlıktan dönmesinden saat 16.00’da tekrar Başbakanlığa gidişine kadar Ayten Sokak’ın telefonu hemen sürekli meşgul kaldı. İsmet Paşa’lar Gürsel’in bürosunu sık sık arıyorlar, İsmet Paşa’nın talep etmiş olduğu yanıtın ne zaman, hangi vasıtayla verilebileceğini soruyorlardı.

Sonunda beklenen yanıt geldi. Bu bir yanıt değildi de, daha doğrusu, yanıtın nerede kim tarafından verileceğinin bildirilmesiydi. Bu yanıtı Genelkurmay Başkanı Orgeneral Cevdet Sunay verecekti. Saat 16.15’te Başbakanlıkta, Selim Sarper’in Dışişleri Bakanlığı odasında buluşulacaktı.

İsmet Paşa ve Sunay, yanlarında Selim Sarper de bulunduğu halde uzun uzun görüştüler. İsmet Paşa eve döndüğünde saat yediye geliyordu. Sunay, Menderes’in idam hükmünün niçin mutlaka infaz edilmesi gerektiğini söylemişti. İsmet Paşa aksi yöndeki kanıtlarını ortaya koymuş, bunların ve Sunay’ın söylediği fikirlerinin tartışmasını yapmış, fakat sonuç alamamıştı. Anlaşılıyordu ki ordunun kilitli durumu Genelkurmay Başkanına da fazla hareket serbestisi bırakmıyordu.

Türk Silahlı Kuvvetlerinin başındaki Cevdet Sunay’ın aldığı bu kesin tavır, İsmet Paşa’nın Menderes’I kurtarma çabalarının sonunu oluşturdu.  Bunu bir siyasi yatırım diye değil, infazın ülke çıkarları aleyhine olduğu düşüncesinde bulunduğundan ve sonuç almak için yaptığından gösterişli başka teşebbüslere girişmedi.

Sonradan bazı kimseler “Eğer İsmet Paşa açıktan bir demeç verseydi, basın toplantısı yapsaydı Menderes’I asmaya cesaret edemezlerdi” diyeceklerdi. Halbuki İsmet Paşa daha ağzını açarken Menderes İstanbul’da alelacele asılacaktı. Yassıada’ya da İmralı’ya da “karşı kuvvetler” tam egemendi ve her istediklerini yaptıracak güçteydiler. Ellerinde geçerli bir ferman da bulunuyordu: MBK’ın kararı.  (1)

Kaynak: (1) Metin Toker – Demokrasimizin İsmet Paşa’lı Yılları – Yarı Silahlı, Yarı Külahlı     Bir Ara Rejim 1960-1961  Bilgi Yayınevi sayfa: 263-287

(2) Tanıkların Anılarıyla İsmet İnönü Sözler ve Dersler – Derleyen Mustafa  Bilgehan s/33

 

Ek-1 – 13 Eylül 1961 tarihli mektup

Orgeneral Cemal GÜRSEL

Sayın Silahlı Kuvvetler Başkumandanı ve Milli Birlik Komitesi Başkanı

Yassıada kararları tebliğ ve ilan edilmek üzeredir. Kararlar arasında ölüm cezaları bulunursa bunların infazı Anayasaya göre Milli Birlik Komitesinin tasdikine bağlı olacaktır.

Kararların tebliğinden iki gün evvel yüksek makamınıza müracaat ederek ölüm cezalarının infazı hususundaki ciddi endişelerimin Milli Birlik Komitesine duyurulmasına tavassut buyurulmasını –aracılık-istirham ediyorum.

Memleketin siyasi hayatında mesuliyet sahibi olarak idam cezalarının tasdikindeki büyük zararları arz etmek için başka bir vasıtamız ve çaremiz olmadığından, müracaatımın zaruri görülmesini saygılarımla rica ederim.

Mahkemenin her tesirden uzak olarak tam bağımsızlıkla karar vereceğine ve mahkemenin vereceği kararların adil olacağına şüphe yoktur. Ancak, Milli Birlik Komitesi üyeleri, ölüm cezalarının infazı için son söz sahibi olmak salahiyetiyle teçhiz edilmişlerdir. Bu hususta Milli Birlik Komitesi üyeleri, hükümlerin kararlarına mesnet teşkil eden hukuki ve kanuni unsurlar dışındaki bazı gerçekleri ve zaruretleri göz önünde bulundurmak mevkiindedirler.

Ben bu müracaatımla, memleketin selameti bakımından hayati ehemmiyette saydığım bu gerçekleri ve zaruretleri ortaya koymak istiyorum.

Sayın Orgeneralim,

Memleketimizin bugünkü halinde ne kadar az sayıda olursa olsun, ölüm kararlarının tasdik ve infazı yüksek milli menfaatlere her suretle aykırıdır. Kansız bir ihtilal yapıldı. Böyle bir ihtilalden bir buçuk sene sonra, geçmiş bir iktidar erkânının siyasi suçlarından dolayı idam edilmeleri, siyasi idamların bünyesinde zaten mevcut olan hak tereddüdünü azami ölçüde arttırmış olacaktır. Suçluların en ziyade kahrını çekmiş vatandaşlar bile bu infazı aşırı bulacak ve müteessir olacaklardır.  İhtilalden bir buçuk sene sonra seçimlere gidiyoruz. Eski, yeni siyasi parti mensupları arasında yaklaşma ve anlaşma çareleri arıyoruz. Bu çabalama içinde artık eskimiş olan siyasi suçlardan dolayı idam cezası tatbik etmek, siyasi partiler arasında ve memlekette manen huzur teessüsünü imkânsız kılacaktır. Unutmamalı ki, yarın seçime gidecek ve seçimlerden sonra idareye katılacak siyasi partilerin çoğu, geçmiş iktidar partisinin mensuplarına büyük mikyasta istinat etmektedir. Bunlar yalnız seçim esnasında değil, seçimden sonra da ruhlardaki daimi yarayı işletmekten geri kalmayacaklardır. Ceza tatbikinin bünyesinde taşıdığı ibret ve tenbih hususları, şimdiye kadar infaz yapılmamasında daha ziyade mevcuttur. Memleket huzurunun ve vatandaş münasebetlerinin iyi yola girmesi için ümitlerin bağlanabileceği tek çare bundan ibarettir. Suçluların idam olunmaması, ayaklanma teşebbüsünde olacakların cüretini arttıracağı endişesi mübalağa edilmemelidir.   Ayaklanma teşebbüsünün maddi kuvveti,  hiçbir zaman devlet ve hükümetin kuvveti ile başa çıkamaz. Bu teşebbüslerin dikkate alınacak tarafları daha ziyade ruhi ve manevi kuvvetleridir. Bu kuvvetler ise, idam cezasının infaz olunması ile artmak ve infaz olunmaması ile zayıflamak istidadındadırlar. İnsanların tecrübesinin bir değeri varsa, bizim her yerde gördüğümüz sonuç budur.

Sayın Orgeneral,

Biraz da infaz meselesinin bir diğer önemli tarafına temas etmek isterim.

Mahkemenin vereceği kararlara tesir edilmemesi ve mahkemece verilen kararların tatbik edilmesinin, ordunun isteği olduğundan bahsedilmektedir. Mahkeme kararlarına tesir edilmemesi arzusu ordu için tabii bir ihtiyaçtır. En büyük milli müessesemiz olan ordumuzun adalet bağımsızlığı fikri ile dolu olmasını, millet anlayışının bir yankısı saymak lazımdır. Bu arzu takdire ve saygıya layıktır. Yalnız, ölüm cezasının infazı ayrı bir meseledir. Nitekim Anayasa bunu, Milli Birlik Komitesinin hususi kararına bağlayarak kayıt ve şart altına almıştır.

Eğer varit ise, ordu adına Milli Birlik Komitesinin idam kararının tasdikine icbar edilmesi-zorlanması-haksız ve kanunsuzdur. Ordu adının böyle bir mevzuda kullanılması, Türk ordusunun edebi şerefine karşı saygı duygusu ile telif olunamaz. Ordu tesiri ile bir infaz muamelesi millette orduya karşı deva bulmaz bir kızgınlık yaratacaktır. Milletle ordu arasına girecek böyle bir hatıranın tepkisini düşünmek, insana dehşet veriyor.

Bilhassa, infaz kararında ordunun tesirini Milli Birlik Komitesince yerine getirmek, akla gelebilecek mahsurların en büyüğünü taşır ve tarih önünde karar verenlere de verdirenlere de hesapsız vebal yükler. Ordunun böyle bir tesir yaptığına ve yapacağına asla inanmıyorum. Milli Birlik Komitesinin, ağır ve şerefli vazifesini tamamlarken, memleketin selameti bakımından duyduğum endişelerin üzerinde duracağına ümit ediyorum.

Sayın Orgeneral,

Türkiye bugün bir ittifak manzumesi –topluluğu-içindedir. Her meselenin önünde, Milli Savunma için müttefikler arasında haysiyetli ve itibarlı bir mevkide bulunmamızın büyük ehemmiyeti vardır. Bu, bizim için öyle bir ihtiyaçtır ki, bunda kusurlu olmak, hatta ittifak manzumesi içinde bizden daha kusurlu üyelerin bulunması ihtimalinde bile bizim için mazeret teşkil edemez.

Siyasi suçlardan dolayı ölüm cezası, bugün yeryüzünde hemen hiçbir medeni ülkede kalmamış gibidir. Türlü tehlike karşısında bulunan memleketimizin bekçileri ve koruyucuları olan Milli Birlik Komitesi üyelerinin, ellerindeki aziz emaneti, vehim bir itibar buhranına maruz bırakmayacaklarını hulus ve ümit ediyorum.

Sayın Orgeneral,

İnfaz meselesinde düşündüklerimi şimdiye kadar muhtelif vesilelerle size ve temas edebileceğim Milli Birlik Komitesi üyelerine tam bir açıklık ve kesinlikle söylemekte kusur etmedim. Şimdi resmi vazife olarak, son kararı vereceğiniz anda Milli Birlik Komitesine bu konudaki düşüncelerimin resmen bildirilmesini sizden niyaz ediyorum.

Üstün saygılarımın kabulünü istihdam ederim Sayın Orgeneralim.

13 Eylül 1961

İsmet İNÖNÜ

 

Ek-2: 14 Eylül 1961 tarihli mektubun İnönü Arşivindeki kopyası

Tarihten